Dünyanın birçok ülkesinde iyiye, güzele, aydınlığa, gelişkine, emek verilerek elde edilen büyük başarılara dair ne varsa, orada komünistler de var. Örnekler çok, bazılarını soL okurlarına hatırlatmak istedik.cSömürünün olmadığı ülkelerde yeni insanı var etme peşinde olanlar da, sömürüsüz bir dünya kurma mücadelesinde olanlar da, kendi alanlarında birer gurur ve ilham kaynağı.
Bahsedeceğimiz örnekler okura tanıdık gelecektir; yine de altını çizelim: Yalnızca özel ya da üstün yeteneklere sahip olduğu için değil; kendilerini adadıkları bir dava olduğu, emeklerini bu dava için en estetik, en güçlü, en yaratıcı şekilde ortaya koydukları için tarihe iz bıraktılar. O izin peşinden gitmeye, o izi derinleştirmeye çalışanlar oldukça da "bizim tarafta" daha nice benzer örnekler olacak.
'Anlamak gideni ve gelmekte olanı': Nâzım
Listenin en başında elbette yirminci yüzyılın en büyük şairlerinden biri, belki de en büyüğü, yoldaş Nâzım Hikmet yer alıyor. Komünistliği, yurtseverliği, umudu, insan sevgisi, gelecekten, ilerlemeden duyduğu heyecan, dokunup yön verdiği ve bazıları yine kendi alanında önemli sanatçılar haline gelen onlarca hayat ile birlikte Nâzım, şiirleri her dile çevrilen, bestelenen, seslendirilen Nâzım, bu dünyanın yüz akı.
'Çocuğun gördüğü düştür barış': Yannis Ritsos
Birçok şiiri bir başka komünist sanatçı olan Teodorakis tarafından bestelenmiş, Aragon’a göre ise “yaşayan en büyük şair” olan Yunanistanlı şair Ritsos da gençlik yıllarından yaşamını yitirinceye kadar örgütlü bir komünist olan kalmış bir aydın. Yunan işçi sınıfına armağan ettiği birçok destansı ve lirik şiiri yanında, tüm dünyada barış mücadelesinin de öncü isimlerinden biri oldu. Hayatı boyunca sürgün dahil birçok olumsuzluk yaşadı; ancak düşüncesinde ve şiirinde umudu hep korudu. Yunan şairlerine örnek oldu, yapıtları onlarca dile çevrildi, dünyanın pek çok ülkesinde ödüllerle onurlandırıldı. 1979 yılında ise Dünya Barış Konseyi tarafından verilen Uluslararası Barış Ödülü’nü aldı. Ritsos, hâlâ barış, insanlık, özgürlük, eşitlik deyince akla ilk gelen isimlerden, Yunanistan’ın en önemli şairlerinden biri.
Guernica kimin eseri? Picasso
İspanya doğumlu, yaşamının büyük bir bölümünü Fransa’da geçirmiş olan ressam, heykeltraş, şair Picasso, kübizmin kurucusu, Guernica’nın, Avignon’lu Kadınlar’ın, Mavi Çıplak’ın ve birçok başka eserin yaratıcısı. Yirminci yüzyıl sanatının belki de en çok bilinen ve kesinlikle en üretken ismi. Faşizm karşıtı mücadeleye resimleri ve düşünceleri ile katkıda bulunan ve 1944 yılında Fransız Komünist Partisi üyesi olan Picasso’nun “barış güvercini”, halen Dünya Barış Konseyi’nin sembolü olarak kullanılmaktadır.
Yirminci yüzyılın en önemli matematikçilerinden biri: Kolmogorov
Rusya’nın Tambov kentinde doğan Andrei Nikolaevich Kolmogorov ( 1903 – 1987) sadece Sovyetler Birliği'nin değil dünyanın da sayılı marksist matematikçilerinden birisidir. Sahip olduğu marksist formasyonla matematik tarihine tarihselci metod bakış açısıyla yeni bir yön vermiş önemli bir matematikçidir. Büyük Sovyet Ansiklopedisi'nin matematik bölümünün yazarıdır. Teorik matematik alanında küme teorisi, projektif geometri ve analitik fonksiyonlar teorisi yanında olasılık teorisine dair de önemli katkıları olmuştur. Matematik bilgisi üretiminin yanında Sovyetler Birliği’nde ortaöğretim matematik öğretimini geliştirmeye ve matematikte yetenekli öğrencileri yetiştirmek amaçlı özel okullar organize etmiştir.
Murallerin ustası: Diego Rivera
Meksika’nın ve dünyanın en ünlü ressamlarından biri olan ve büyük duvar resimleri, yani muralleri ile bilinen Rivera, genç yaşlarından beri Meksika’nın kurtuluş mücadelesini yakından takip etmiş, 1920’lerin başında ise Meksika Komünist Partisi’nin kurucularından biri olmuştur. Ülkesinde devlet kurumlarının, üniversitelerin, sanat merkezlerinin duvarları Rivera’nın Meksika tarihini ve insanlarını resmettiği devasa muralleri ile doludur. Komünist Parti ile inişli çıkışlı bir ilişkisi olsa da her daim düzen karşıtı ve emekten yana tavrını sürdürmüş, Meksika güzel sanatlar tarihine kendi damgasını vurabilmiştir.
Yedinci Şafak’ın yazarı: Anna Seghers
20. yüzyılın örgütlü, taraf, komünist ve üretken aydınlarından biridir Anna Seghers. 30’lar Almanyası’nda genç bir yazarken komünist parti saflarında mücadele etmiş, nazilere karşı direnmiş, toplama kampları gerçeğini, bir daha asla unutulmasın ve yaşanmasın diye, romanlarına taşımış, ancak karanlığı olduğu kadar aydınlığı ve kurtuluşu da resmetmiş bir yazardır. Örgütlü bir yaşamdan ve işçi sınıfının yanında olma ilkelerinden taviz vermeyen Seghers, Alman Demokratik Cumhuriyeti’nde de sanata ve edebiyata yön vermiş, Alman dili aracılığıyla insanlara yaşam umudu vermiş öncü isimlerdendir.
'Yarın bizimdir yoldaşlar': Alvaro Cunhal
1913’te Coimbra’da doğan Álvaro Cunhal, 30 yılı aşkın bir süre genel sekreterlik görevini yürüteceği Portekiz Komünist Partisi’ne henüz 17 yaşında katılmıştır. Salazarcı faşist diktatörlük altında Partinin yeniden örgütlemesine en büyük katkıyı vermiş ve 25 Nisan 1974 Karanfil Devrimi’nde Partiye önderlik etmiştir. Bununla da kalmayarak gerek yeraltı ve cezaevi döneminde, gerekse de Devrimin hemen sonrasında çok yönlü sanat eserleri üretmeyi bir an olsun bırakmamıştır. Dünya komünist hareketinin yanı sıra, romanlarıyla Portekiz edebiyat dünyasında da büyük iz bırakmış ve pek çok dile çevrilen başyapıtı Yarın Bizimdir Yoldaşlar, dünyanın dört bir yanındaki devrimcilerin başucu kitabına dönüşmüştür. Kitaplarını kendi resimleyen Cunhal'ın çocuklara yönelik çizimlerinin olduğu yapıtları da bulunmaktadır. Komünist bir devrimci olarak 2005’te hayata gözlerini yumduğunda cenazesine on binlerce kişi katılmıştır.
Devrim ve modern mimari: Oscar Niemeyer
Yirminci yüzyılda yaşamış en önemli sanatçılardan biri olan Niemeyer, Brezilya’da kayıtlara geçen ilk modern anıt olan Pampulho, Gustavo Capanama gökdeleni gibi birçok anıtsal yapının mimarıdır. 1945 yılında Brezilya Komünist Partisi’ne üye olan Niemeyer, siyasi baskılar nedeniyle ülkesinden uzakta yaşamak durumunda kalmış olsa da üretmeye devam etti ve politik görüşlerinden de vazgeçmedi. Avrupa’da bulunduğu dönemde Fransız Komünist Partisi’nin genel merkezini de o tasarlamıştır. Dökme betonun estetik amaçlarla kullanılabileceğine örnekler vermiştir, Brasilia Katedrali bunun en önemlilerinden biridir. Yaklaşımı en iyi, yine kendi sözleri ifade ediyor: “Mimar, dünyanın daha iyi bir yer olması gerektiğini, yoksulluğu ortadan kaldırabileceğimizi bilmelidir. Brezilya’da hala sınıf savaşları var. Bu sebeple mimar, sadece mimarlığı değil mimarlığın dünyanın problemlerini nasıl çözebileceğini düşünmelidir.”
Yüreği işçi sınıfı için atan bir hekim: Norman Bethune
Kanadalı cerrah Norman Bethune, çağının önemli hekimlerinden biri. 1930’lar boyunca tüberküloz ile mücadele konusunda önemli çalışmalar yaptı. Toplumsal eşitsizliklerin sağlığı nasıl etkilediğini yaşadığı ülkede gören ve o yıllarda Sovyetler Birliği’nde inşa edilmeye çalışan toplumcu sağlık sisteminin potansiyelini de yerinde gözlemleyen Bethune, mesleki tecrübe açısından en verimli yıllarında bir yandan da siyasi bilincini yükseltir, devrimcileşir, Kanada KP üyesi olur. İspanya İç Savaşı’nda cumhuriyetçilere büyük destek verir ve askeri tıp alanında önemli başarılardan biri olarak kayda geçecek kan nakli prosedürleri üzerine çalışmalar yapar. 1930’ların sonlarında Çin’de gerilla mücadelesine destek olmaya giden Bethune, inandığı dava yolunda örnek bir toplumcu hekim olarak yaşamını yitirir.
Prima Ballerina Assoluta: Alicia Alonso
Alonso Komünist Parti’de görev üstlenmedi, ancak Küba Devrimi’nin kültür ayağında, sosyalist Küba’da yeni insanın yaratılmasında büyük bir sorumluluğu başarıyla taşıdı. Teknik ve estetik açıdan dünyanın en iyi balelerinden biri olan Küba balesinin bugünlere gelmesinde Alonso’nun büyük payı vardır. Coppelia, Carmen, Giselle gibi ünlü balelerdeki başrolleri ile bale tarihinde unutulmaz bir yere sahip olan, üstelik görme engeline rağmen dünyanın pek çok yerinde kusursuz performanslar ortaya koyan ve Kübalı yeni nesil balerinlerin yetişmesini sağlayan Alonso, bu dansa gönül verenlerin ilham kaynağı olmaya devam ediyor.
Yoldaş Tanguero: Osvaldo Pugliese
Arjantin Komünist Partisi’ne ve Müzisyenler Sendikası’na genç yaşlarında üye olup bir komünist olarak dünyaya veda etmiş olan Pugliese, bu türün en dramatik, en güçlü eserlerinin bestecisi olmakla kalmayıp, tango orkestralarında kolektif üretimin, paylaşımın ve ilkeliliğin de timsali olmuş bir müzisyen. Arjantin’de dikta dönemleri boyunca boyun eğmemiş, demokrasi dönemlerinde ise arayışının gerisine düşmemiş, ne tangodan ne düşüncelerinden vazgeçmiş bir maestro. Hâlâ onun tangoları çalınmadan hiçbir tango gecesi tamamlanmaz, besteleri, yorumları onlarca gösteriye ilham olmuştur.
Yüzyılın Gözü: Henri Cartier-Bresson
“Fotoğraf çekmek bir insanın aklını, gözünü, yüreğini aynı hizaya koyması demektir” sözü, Paris sokaklarının siyah beyaz karelerinden tanıdığımız ünlü fotoğrafçı Bresson’a ait. Fransız Komünist Partisi üyesi Bresson, 20. yüzyılın en önemli fotoğraf topluluklarından, toplumsal olaylara tanıklık etmek ve bu tanıklığı dünyaya taşımak amacını taşıyan Magnum Photos ajansının kurucularından biridir. Nazilerden sakladığı ve ellerinden kurtulduğunda alıp fotoğraf çekmeye devam ettiği meşhur Leica’sıyla Paris’in ve başka birçok yerin en özel fotoğraflarını üretmiştir. Ona göre her an bir “karar anı”dır ve o andaki gerçekliğin görsel olarak nasıl ifade edildiği büyük anlam taşır.
Z'nin unutulmaz bestecisi: Mikis Teodorakis
1925-2021 yılları arasında yaşamış Lenin ödülü sahibi söz yazarı, besteci, aktivist ve siyasetçidir. Zorba (1964), Z (1969) ve Serpico (1973) filmleri için bestelediği müzikleriyle bilinir. ‘Holokost hakkında yazılan en güzel müzik eseri’ olarak nitelendirilen Mauthausen'in Ballad'ı olarak da bilinen ‘Mauthausen Üçlemesi’ önemli görülen eserlerinden biridir. Pablo Neruda’nın ‘Canto General’ adlı destansı şiiri için yazdığı müziklerle de tanınır. Yunanistan'ın Beethoven'ı olarak görülen Theodorakis, sadece Yunanistan’da değil dünyanın her ülkesinde tanınan bir sanatçıdır.
“Konuş, dudakların hâlâ özgürken”: Faiz Ahmad Faiz
Urdu dilinin önde gelen şairi, zamanında Hindistan topraklarında doğmuş, Pakistan’da gazeteci, yazar, şair, sendikacı olarak birçok esere imza atmış Faiz Ahmad Faiz, ülkesinin önemli entellektüellerinden ve emperyalizm karşıtı siyasetçilerinden, ayrıca İlerici Yazarlar Birliği önderlerinden biridir. Lenin Barış Ödülü kendisine takdim edilirken “İnsan topluluğunun temelleri açgözlülük, sömürü ve mülkiyete değil, adalet, eşitlik, özgürlük ve herkesin refahına dayalı olduğunda” herkesin ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir dünyanın mümkün olduğundan söz eder. Türkçe’de sınırlı sayıda çevirisi bulunsa da kendi ulusunda ve dünya çapında en önemli edebiyatçı aydınlar arasında yer alıyor.
Lillian Hellman
ABD’li oyun yazarı ve senarist Lillian Hellman (1905-1984) Broadway için ürettiği oyunlarla tanındı. 1947-1952 yılları arasındaki komünizm karşıtı kampanyaların zirvesinde Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi tarafından sorguya çekilmesiyle hayat arkadaşı Dashiell Hammett gibi kara listeye alındı. 1950’lerde Broadway’de çalışmaya devam etmesine karşın, kara listeye alınması onu yoksulluğa sürükledi. Komitenin sorgulamalarına boyun eğmediği için Komünist Parti’ye üye olduğu genel kabul gördü. Türkçede Güneyli Bayan’ın Özel Defteri ve Şarlatanlar Dönemi başlıklı anı kitapları ve Küçük Tilkiler başlıklı oyunu ile tanınan Hellman, burjuva ahlakını ve burjuva toplumundaki önyargıları radikal bir şekilde eleştiren yapıtlar kaleme aldı.
Güney Afrika’da Apartheid karşıtı mücadelenin sembol ismi: Don Mattera
Güney Afrikalı efsanevi şair, yazar ve gazeteci Don Mattera şiirleriyle apartheid karşıtı mücadelenin önemli seslerinden biri sayılmaktadır. Ülke sevgisi, eşitlik arayışı ve eserleri onu Güney Afrika’nın en önemli edebiyat insanlarından biri yapar. Bir siyah olarak apartheid rejiminin baskılarına defalarca maruz kalmasına rağmen geri adım atmaz. Geçtiğimiz günlerde hayatını yitiren Mattera için paylaştığı mesajda Güney Afrika Komünist Partisi, ırkçılık karşıtı mücadeleye katkılarından, ve özellikle de kendisinin de çok önem verdiği çocuk ve gençlerde bıraktığı izden ötürü Mattera’yı onurlandırdı.
Potemkin Zırhlısı, belki de “tüm zamanların en iyi filmi”: Sergei Eisenstein
Burjuvazi yıkılıp, yerine işçi sınıfı iktidara gelince; yani tarihte ileriye doğru bir sıçrama gerçekleşince, sanat alanında da bir sıçramaya ihtiyaç duyulmuştu. Ekim Devrimi sonrası SSCB’nin sinemaya ayrı bir önem verdiği biliniyor. Lenin’in “Tüm sanatlar içerisinde sinema bizim için en önemlisidir” sözleri verilen önemin boyutu hakkında fikir veriyor. SSCB’nin bu alana verdiği önem ve dönemin ihtiyaçları bir araya geldiğinde ise Sovyetler Birliği’nin ilk dönemlerinde çok sayıda önemli sinemacı ortaya çıktı. Bu isimlerin başında gelen önemli bir sanatçı Sergei Eisenstein. Potemkin Zırhlısı, Ekim, Grev gibi önemli filmlerinin yanı sıra, özellikle kurgu alanındaki kuramsal çalışmalarının bugün kurgu prensibinin temellerini oluşturduğu söylenebilir. Eisenstein kuramını kendi üretimlerinde uygulamakla kalmıyor, teknik anlamda döneminin çok ötesine geçen üretimler gerçekleştiriyor. Devrimden sonra 1925 yılında SSBC’nin siparişi üzerine çektiği, çoğunluğun bileceği Potemkin Zırhlısı filmi bunun en iyi örneği olarak karşımıza çıkıyor.
Fizikçilerin en devrimcisi, 25 kez Nobel ödülü adayı: Frédéric Joliot-Curie
Fransız fizikçi Joliot-Curie, Pierre Curie’nin, kızı ve Joliot Curie’nin eşi İréne Curie ile birlikte en önemli öğrencilerinden biri, atomun yapısına ilişkin çalışmaları ile teorik ve uygulamalı fiziğe büyük katkılar yapmış bir isimdir. Radyum Enstitüsü’nde Marie Curie’nin asistanı olarak başladığı çalışmaları radyoaktivite alanında ilerletmiş ve eşi Irene ile birlikte Nobel ödülü sahibi olmuştur. Son derece üretken bir bilim insanı olmasının yanında 1934 yılında Faşizm Karşıtı Aydınlar Komitesi’nin kurucuları arasında, İkinci Dünya Savaşı boyunca ise Fransız Ulusal Cephesi içinde yer almış ve direnişte önemli sorumlulukları üstlenmiştir. 1940’larda Fransız KP Merkez Komite üyeliği de yapmış olan Joliot-Curie, savaştan sonra Dünya Barış Konseyi’ne başkanlık etmiş, örgütlü bir aydın olmanın gerektirdiği hiçbir görevden kaçınmamıştır. Radyasyon maruziyetinin yarattığı rahatsızlıklar nedeniyle yaşama veda etse de, örnek bir bilim insanı, akademisyen ve mücadeleci bir aydın olarak geleceğe ışık tutmaya devam ediyor.
Anayurt Savaşı’nın Senfonisi: Dmitri Şostakoviç
1906 yılında Petrograd’da (Önceden Leningrad, Günümüzde St. Petersburg) doğan Şostakoviç Sovyetler Birliği’nde yetişmiş en ünlü piyanist bestecidir. Opera, senfoni, piyano, keman ve viyolonsel için konçertolar, yaylı dörtlüler, sahne, tiyatro ve film müzikleri, solo çalgı eserleri ve birçok oda müziği eseri yazmıştır. En ünlü eserleri 5. senfoni, 7. senfoni ‘Leningrad’, 10. senfoni, Varyete Orkestrası için Süit’den Vals, Gadfly süiti, 8. yaylı dörtlü, piyanolu beşlidir. Şostakoviç RSFSR Yüksek Sovyeti'nin (1947) ve Sovyetler Birliği Yüksek Sovyeti’nin (1962'den ölümüne kadar) bir üyesiydi ve RSFSR Besteciler Birliği Başkanı’ydı (1960-1968). Kariyeri boyunca, Sovyet hükümetinden Lenin ve Stalin Nişanı da dâhil olmak üzere birçok önemli ödül kazanmıştır. Eserleri halen dünyanın tüm konser salonlarında en sık seslendirilen bestecilerdendir. Şostakoviç 1975 yılında Moskova’da hayata veda etmiştir.
“Marş, sol, ki, üç”: Hanns Eisler
1898-1969 yılları arasında yaşamış olan Avusturya’lı besteci Hanns Eisler, 20. yüzyıl müziğinde özel bir yere sahiptir. Eserleri klasik müzik türünde birçok örnek ile beraber Solidaritätslied (Dayanışma Şarkısı) ve Einheitsfrontlied (Birleşik Cephe Şarkısı) gibi birçok popüler politik şarkılardan ve vokal müziklerden oluşur. Ünlü komünist yazar Bertolt Brecht ile uzun süreli sanatsal birlikteliği ve kabare için yazdığı müzikler ile tanınır. Demokratik Almanya’nın marşını bestelemiştir. Berlin’deki ünlü müzik akademisi (Hochschule für Musik Hanns Eisler) onun adını taşımaktadır.
“Kılıç Dansı”nın bestecisi: Aram Haçaturyan
Dünyaca ünlü Ermeni-Sovyet besteci Aram Haçaturyan 1903-1978 yılları arasında Sovyetler Birliği’nde yaşamış ve ünü sınırları aşan bir besteci olmuştur. Eserleri eserleri bale, senfoni, konçerto ve film müzikleri dâhil olmak üzere çok çeşitli müzik türlerini kapsar. En meşhurları keman konçertosu, viyolonsel konçertosu, Gayan balesi (ünlü Kılıç Dansı’nı (Sabre Dance) içerir), Spartaküs balesidir. 1943 yılında komünist partiye katılmış 1957 yılından sonra Sovyet Besteciler Birliği Sekreteri olmuştur. Ayrıca Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti marşının bestecisidir.
ABD'de bir komünist besteci: Aaron Copland
ABD’nin en ünlü bestecilerinden biri olan Aaron Copland 1900-1990 yılları arasında yaşadı. Litvanya kökenli Yahudi bir ailede doğmuştu. Copland özünde farklı halk temelli ve orijinal unsurlardan oluşan bir mozaikten, tutarlı, bütünleşik bir kompozisyon yaratma becerisinde ustalaşmıştır. En bilinen eserlerinden bazıları Appalachian Spring, Billy the Kid ve Rodeo baleleri, Klarnet Konçertosu, El Salón México ve Dans Senfonisi’dir. Gençliğinden itibaren Ekim Devrimi'ne hayranlık duymuş, ABD’nin 1936 başkanlık seçimlerinde ABD Komünist Partisi adayına verdiği desteği ve 1948 başkanlık seçimlerinde İlerici Parti adayı Henry A. Wallace'a olan güçlü desteğini içeren sol görüşlerinden dolayı FBI tarafından soruşturma geçirmiştir.
Polisiye romanda devrim: Dashiell Hammett
1894 yılında ABD’nin Maryland eyaletinde dünyaya gelen Dashiell Hammett gençliğinde hamallık, tezgâhtarlık ve gazete satıcılığıyla geçinmeye çalıştı. Yaklaşık altı yıl Pinkerton Dedektiflik Bürosu’nda özel dedektif olarak çalışması daha sonra yazacağı dedektif romanları ve kısa öykülerini etkiledi. 1930’da yayımladığı Malta Şahini John Huston tarafından sinemaya uyarlandı. Soğuk Savaş’ın başlamasıyla yükselişe geçen antikomünist cadı avından payını aldı. Başkanı olduğu Medeni Haklar Kongresi’ne bağışta bulunanların adlarını açıklamayı reddettiği için 1951 yılında altı ay hapis yattı. 1953’te Komünist Parti’ye üye olduğu gerekçesiyle sorguya çekildi ve iş birliğine girmeyi reddederek kara listeye alındı. Türkçede İnce Adam, Kızıl Hasat ve Sırça Anahtar romanlarıyla tanınan Hammett polisiye/dedektif romanının niteliğini dönüştürdü: Günlük konuşmayı, klişe olmayan dedektif tiplerini ve kamusal mekânları türün önemli bileşenleri haline getirdi. 1961 yılında akciğer kanserinden hayatını kaybetti.
“Kışın ortasında açan bir gül gibidir şiiri”: Rafael Alberti
Çağdaş İspanyol şiirinin en önemli şairlerinden olan Rafael Alberti (1902-1999) hakkında Pablo Neruda şu yorumda bulunur: “İspanyolcayı tanımak ve konuşmak şansına sahip bizler için Rafael Alberti, dilimizde şiirin ihtişamıdır. Şair olarak doğmuştur ve bir şiir uzmanıdır. Kışın ortasında açan bir gül gibidir şiiri. Onun kristal çanağında bütün İspanya toplanmıştır.” 1931’de İkinci İspanya Cumhuriyeti’nin kurulması, Alberti’yi Marksizm’e iten önemli bir faktördü ve şair İspanya Komünist Partisi’ne katıldı. İspanya İç Savaşı’ndan sonra Marksizm’e olan bağlılığından ötürü sürgüne gönderilen Alberti yıllarca Güney Amerika’da yaşadıktan sonra, Franco’nun ölümünü izleyen günlerde ülkesine döndü. 1964’te Lenin Barış Ödülü’ne, 1981’de Uluslararası Botev Ödülü’ne ve 1983’te İspanyol edebiyatının en yüksek onuru Cervantes Ödülü’ne layık görüldü. Türkçede Yitik Koru başlığıyla anıları ve Sürgünden Şiir başlıklı bir şiir seçkisi yayımlandı.
Kent tarihçisi, Havana’nın gözbebeği: Eusebio Leal
2020 yılında kaybettiğimiz Eusebio Leal, mektepli değil, alaylı bir tarihçiydi. Genç yaşından itibaren kendi kendini yetiştirip tarihle ilgilenmeye başlayan Leal, 1974’te Havana Üniversitesi Rektörlüğü’nün özel izniyle Tarih bölümüne öğrenci olarak kaydolmuş, ardından bölümü bitirmişti. 1980’li yılların başlarından itibaren, Havana’nın sömürge döneminden kalma tarihi merkezi olan Eski Havana’daki restorasyon çalışmalarında görev alan Leal, bu dönemdeki çalışmalarıyla dikkat çekmiş, ardından Havana Kent Müzesi’nin başına getirilmişti. Leal, daha sonra Havana Kent Tarihçisi unvanını aldı. Eski Havana’nın tarihi dokusuna zarar vermeden yenilenmesi ve semt sakinlerinin yaşamları bozulmadan semtin turizm yatırımlarına açılması konusunda baş sorumlu olan Kent Tarihçisi Ofisi’nin başındaki Leal, bu süreçte en büyük pay sahibi olan isimdi.
Yeşil sahalarda bir devrimci: Socrates
Brezilyalı sıska futbolcu Socrates, yeteneğini fikirleriyle bir araya getiren, entelektüel bir sporcuydu. Futbolculuğunun tartışılması olanaklı değildi; düşünceleriyle yaptıkları ise kısa ömründe kaybolmaz bir iz bıraktı. Che Guevara gibi tıp eğitimi almış, sonrasında ise felsefe doktorasına uzanmıştı. 1964 Darbesi'ni yaşayan ve darbe esnasında babasının Bolşevik Devrimi'ni anlatan bir kitabı yakmasına şahitlik eden küçük Socrates, büyüdüğünde ülkesindeki kapitalist diktatörlüğe savaş açmasını bilecekti. Futbolun kadim tarihine sosyalizmi katarak onu eşsiz bir hale büründüren Socrates, ülkesindeki mücadelesinde "Corinthiaslı Demokrasisi" hareketinin yeşil sahalardaki öncüsü oldu. O, Fidel'in "Futbol, beni irade sahibi bir insan haline getirmesinin yanı sıra keyif, tatmin savaşma ve mücadele ruhumun da kaynağı oldu" ifadelelerinin yeşil sahalardaki vücut bulmuş haliydi.
Ballon D'or ödülünü kazanan tek kaleci: Lev Yaşin
1929 yılında Sovyetler Birliği'nde dünyaya gelen Lev Yaşin, yoksul ve emekçi bir ailede büyümüş, Sovyet yetenek avcıları tarafından buz hokeyinden "makus talihini değiştireceği" futbol kaleciliğine transfer edilmişti. Becerisi ve gelişimiyle komple bir kaleci olarak tarihe kazınacağını önceden belli ediyordu. Sovyet yetenek ölçümlemesi hata yapmamıştı, o futbolda o zamana kadar var olan statik kalecilik anlayışını dinamikleştirmiş ve modern kaleciliğin prototipini oluşturacak yeni bir rota önermişti. Üzerinde "CCCP" yazan kızıl kaleci kazağıyla, Sovyet emekçisi bir komünist olarak elde ettiği başarılar, önce 12 yaşında İkinci Dünya Savaşı'nda cephe gerisinde faşizme karşı verdiği mücadeleyle başladı; 60'lı yıllarda kendisine takdim edilen Lenin nişanına kadar sürdü. 1960'ta Avrupa Kupası'nı kazanan Sovyet futbol takımının kalesini korudu, kariyerinde oynadığı 812 maçın 270'inde gol yemedi ve 150'den fazla penaltı kurtarmayı başardı. Gerçekten de söylendiği kadar vardı, Yuri Gagarin'i uzayda görmekten daha iyi bir şey varsa o da iyi bir penaltı kurtarışı olmalıydı. 1990'da yaşamını yitiren ve Ballon D'or ödülünü kazanan tek kaleci unvanını hala koruyan komünist kaleci Yaşin emek, tutku ve zarafetin müstesna ve pürüzsüz bir görüntüsüydü.
Nazilere karşı gelen şampiyon güreşçi: Werner Seelenbinder
Sosyalist sporun tarihine bakıldığında Seelenbinder isminin heybeti ve kudreti ile orada durduğunu görmek olanaklıdır. O bir güreşçidir. Gücü, belki de zamanında çalıştığı nakliyat işçiliğinden gelmektedir. İşçi sınıfının vatanı Sovyetler Birliği'ni 1927 ve 28'deki ziyaretlerinde çok heyecanlanmış, Almanya'dan gelen komünist bir spor emekçisi olarak işçilerin ve halkın emek ve spor şöleni Spartakiad'ta başarılar kazanmıştı. 1933 yılı ise Alman emekçiler için Nazi faşizmi dönemi açılmıştır. Bu, Seelenbinder için başka bir gerilimin başladığının işareti olacaktır. Hitler selamı vermeyi reddetmesi, çok geçmeden gözaltına alınması, Seelenbinder'in topladığı paraları komünistlerce kurulmuş Nazi karşıtı örgüt Rote Hilfe'ye aktarması ve diğer siyasi çalışmaları onu bir hedef haline getirdi. 1936 Berlin Olimpiyatları'nda kendisi için ne kadar zor olduğunu bilse de Naziler adına şampiyon olup Nazi karşıtı propaganda yapma görevini kabul ettiğinde risk ve kaygıların farkındaydı. Ancak komünist fikirlere bağlılığı da onu diri tutan şeyler arasında hep ilk sırada yer aldı. 1944 yılında Brandenburg Hapishanesi'nde idam edildiğinde ise vakur bir adanmışlıkla veda edecekti Werner Seelenbinder: "Bu bilinç beni gururlu ve kuvvetli yapıyor ve son saatlerimde zayıflığa boyun eğdirmiyor". Bu, minderde kazanan komünist sporcu Seelenbinder, bir yoldaşın partisi ve sorumluluk duyduğu ülkesi için neler yapabileceklerinin kıymetli bir örneği olmuştu.
"Benim dopingim kitlelerdi: Gustav Schur (Bizim Taeve)
Alman Demokratik Cumhuriyeti (ADC) amatör bisiklet sporcusu Taeve, Leipzig Beden Eğitimi Yüksek Okulu mezunu ve Magdeburg Spor Derneği'nin başkanıdır. O, bir komünist olarak milletvekili görevlerinde de bulunmuş, 1958-59'da amatör olarak Dünya Şampiyonluğu yaşamıştır. ADC'de yılın sporcusu ve en iyi sporcu seçilen Taeve, sporun barış amaçlı kullanımı için Barış Etabı Bisiklet Turu'na katılır ve sporun barış amaçlı kullanımının, hiçbir ayrım gözetilmeksizin spor yapabilmesinin ve başarıların kaynağının "insanın sömürülmediği bir ideolojiyi savunmasında" aranması gerektiğini vurgular. Onun için popülize olmuş ve kapitalist spor organizasyonlarından Fransa Bisiklet Turu'nda yer almak bu nedenle önem taşımaz. Kapitalist sistemin kurallaşmış çirkinliklerinden olan tekliflere sırt çevirir. Batı Almanya'ya geçmesi için yüklü paralar teklif edilir, yıpratılmak için doping yapmakla itham edilir ve ADC'de komünist iktidarın sürdürülmesi için üstlendiği rolden dolayı suçlanır. Ona yakıştırıldığı isimle "Bizim Taeve", tüm bu saldırılara cevap vermeyi görev bilir. ADC'nin emperyalizm tarafından yutulmasından sonra, komünist iktidarın sürdürülmesi için yapabildiği her şey için onur duyduğunu dile getirirken, "Benim dopingim kitlelerdi, arkamdaki ülkemdi" demeyi hiç de ihmal etmeyecektir.
Futbol'un Spartaküsü: Metin Kurt
Metin Kurt'un 1948'de, yani aslında doğumuyla birlikte olgunlaşmaya başlayan devrimci hayatı kimi zaman gerçekleşen kopuşlar ve yaşanılan iniş çıkışlarla başa sarsa da, komünist bir futbol emekçisi olarak siyasi bir süreklilik taşımıştır. Bu süreklilik bize Metin Kurt'un hayatını biçimlendiren bir devrimci yaşam çizgisini anlatır. 14 yıl süren aktif futbolculuk yaşamı futbola duyduğu sevgi kadar bir isyan ve eşitlikçi düzen özlemini de içermektedir. Galatasaray'da başlayan ilk isyan onu düzen içinde birçok noktaya sürüklemiş olsa da Metin Kurt siyasi olarak hiç savrulmamıştır. O, halkına yakın olmak için koşturduğu sol çizgide kimi zaman "yalnızmış" gibi hissetse de emekçi halkının hakları için çabalamış, futboldaki ilk örgütlü mücadelenin temellerini atmış ve siyaset ile spor arasındaki ilişkiyi deşifre etmiştir. Çıkarılan yayınlar, yazılan yazılar, polemikler, denemeler ve deneyimler Metin Kurt'un çalkantılı hayatında olmazsa olmazlardandır. Futbolun Spartaküsü Metin Kurt, spor emekçilerinin örgütleneceği ve mücadele edeceği bir sendika kurmayı başarmış ve yeni bir spor geleneği inşasına soyunmuştu. En büyük adımı ise 2011 yılında partili mücadele ile atan Kurt, "Bana yakışan Türkiye Komünist Partisi'dir, boyun eğmeyenlerin partisidir" diyerek yeni ve kapanmayacak bir parantezi açmıştı. 24 Ağustos 2012'de sonlanacak olan yaşamında Metin Kurt, spor emekçilerine çok önemli bir devrimci miras ve mücadele alanı bıraktı. Hem Devrimci Spor Emek-Sen ve yayın organı Sportmence ile hem de partisi TKP ile Metin Kurt, Türkiye'nin spor tarihinin en önemli halkasını temsil etmeyi başardı.