SÖYLEŞİ | Umut'a ses ol: Ölümden daha inatçı bir davayı sürdürüyorlar

Alkollü sürücünün öldürdüğü bisikletçi Umut Gündüz'ün babası 'davayı' ve hukuk mücadelelerini anlattı: Üç maymunu oynayan medya, kibirli bürokratlar, 'emir kulu' jandarmalar...

Kaya Emre Uzmay

19 yaşındaki bisiklet sporcusu Umut Gündüz geçtiğimiz yılın Temmuz ayında aşırı alkollü bir şahsın aracıyla çarpıp kaçması sonucunda yaşamını yitirmişti. Üniversiteye girmeye hazırlanan Umut genç bir komünistti, bir spor eğitmeni olmayı istiyordu.

Ankara’da antrenman sonrası evine dönerken aşırı süratli giden alkollü sürücünün yönetimindeki araç Umut'a çarptığında kendisi yolun sağ şeridinde ve eksiksiz teçhizatla ilerliyordu. Umut Gündüz, olayda polis raporlarına göre kusursuz bulunmuştu.

Yola düşen plaka üzerinden bulunan sürücüyse 4 ay gibi kısa bir süre tutuklu kaldıktan sonra salıverildi. Umut'un anne ve babası olayın sade bir trafik kazası olmadığını, bunun bir cinayet olduğunu göstermek ve gelecekteki bisikletli ölümlerinin önüne geçmek için olay gününden bu yana ara vermeden çalışıyor. Davanın ilk duruşması 24 Haziran'da görülecek, bu tarih aile için çok önemli. Umut'un babası Menderes Gündüz bisikletli cinayetlerinin önüne geçebilecek bir karar verilmesi için o tarihte insanları destek olmaya çağırıyor.

Umut'un ailesi

Umut'un anne ve babası geçtiğimiz gün Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turnuvası sırasında gözaltına alınmışlardı. Umut'un babasıyla başlarından geçenleri ve bisikletli ölümlerinin önüne geçmek için yürüttükleri çalışmayı konuştuk.

Umut'un aramızdan ayrılmasının üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Olayın ardından yaşdıklarınızı anlatabilir misiniz?

15 Temmuz 2020 akşamı Umut'a aşırı alkollü bir sürücünün çarptı. Olayın ardından nöbetçi savcı ve emniyet güçlerinin titizlikle çalışması sonucunda ölüme sebep olan sürücü evinden gözaltına alındı. Umut'un ölümünden 3 saat sonra gözaltına alınan sürücüye alkol testi yapıldı, buna rağmen şahsın alkol seviyesi çok yüksekti. Bilirkişi raporunda da bu yer alırken vücutta azalan alkol oranı göz önünde bulundurulduğunda bu kişinin Umut'a çarptığında çok çok yüksek seviyelerde alkollü olduğu tesbit edildi.

Hayatımızda ilk kez böyle bir acı yaşamıştık. Sonrasında biz kendi içimize kapandık, o acıyla eşimle birlikte üzülmeye, yas tutmaya başladık. O ara Parti'nin (TKP) avukatı, derneğin (Ankara Bisiklet ve Doğa Sporları Derneği) avukatı, çevremizdeki hukukçu eşimiz dostumuz geldiğinde ilk yedi günde bambaşka bir tablo çıkarttılar. Biz şunu düşünmüştük ilk günden beri: "Adalet mekazniması çalışıyor, bu kişi hakettiği cezayı alacak, bir suç işleniyor, bu suçun sonucunda hayalleri, umutları olan 19 yaşındaki bir gencin yaşamı kendi iradesi dışında elinden alındı, bunun karşısında alması gereken cezayı o şahıs alacaktır"...

Gelen avukatlarsa bambaşka bir şey söyledi, bunun trafik kazası olarak değerlendirileceğini ve bu kişinin bu şartlarda en yüksek sınırdan, ki şu ana kadar böyle bir ceza almış kimse yok, alabileceği cezanın 9 yıl olduğunu. Ki 9 yılda da iyi hal indirimi, daha önceden yattığı süre, geçmişte bir adli sicilinin bulunmaması vs. derken bu kişinin fiziken hapiste geçireceği süre en fazla bir buçuk, iki yıl. Bunu bize söylediklerinde biz bir irkildik.

Diğer bisikletli cinayetlerinde de benzer bir süreç işlemişti, geçtiğimiz günlerde İzmir'de profesyonel sporcu Zeynep'in ölümünden sorumlu olan kişi de serbest bırakılmıştı.

Zeynep Aslan'ın mahkeme sürecine de biz katıldık onun da başına aynısı geldi, ölümüne sebep olan kişi de serbest ve en yüksek 9 yılla yargılanıyor, 4 ay tutuklu kaldı, bu durumda onların da bizim de avukatlarımız söylemişti, yatabileceği en yüksek süre 1,5 yıl, paraya vs. çevirirse cezayı 4 ay yatıp çıkmış olacak.

Zaten o şahıs da "ben değil, o bana çarptı" diye savunmuştu kendisini...

Mesala Nurican Beyazpınar 17 yaşındaki bir bisiklet sporcusuydu, Samsun'da. Ters şeritten gelen motosiklet sürücüsü hem uyuşturucu kullanmış hem alkollü... Ters şeritten geliyor, ölümüne sebep oluyor, üstüne üstlük Nurican'dan şikâyetçi oluyorlar... Yavuz hırsız ev sahibini bastırıyor. Henüz mahkeme başlamadığı için neyle karşılaşacağımızı biz de bilemiyoruz ama muhtemelen biz de böyle bir şeyle karşılaşabiliriz, muhtemelen onlar da aynı şekilde Umut'u suçlayacaklar.

Umut'un ölümünün 7. gününde düzenlenen bir bisikletli ölümlerine farkındalık eyleminin ardından eşimle biz şunu konuştuk; Eğer biz ağlar sızlar, bu işin peşine düşmezsek bu kişi bir kaç ay sonrasında serbest kalıp gidecek. Bunun için yasımızı bir kenara bıraktık, mücadelemize başladık. Şimdi baktığımız zaman geçmişte Umut'un öldürüldüğü güne dek öldürülen bisikletçi sayısı 258 kişiydi, şimdi bu sayı 272'ye çıktı. Hepsi bu şekilde öldürülmüş, ölümüne neden olanlarsa komik cezalarla bir şekilde salıverilmiş.

Artık insanların adalete güvenleri olmadığı için çoğu kişi bu cinayetlerin peşine düşmemiş, yasıyla kendisini kapatmış ve bırakmış. Bizim için zor şartlarda, ekonomik sıkıntılar içerisinde binbir güçlükle ve emekle büyüttüğümüz çocuğumuzu, ki bir adım kalmıştı artık hayatını kendisi idame edecekti, üniversite sınavına girmiş sonucunu bekliyen bir çocuğumuzu, amacı sporcu, spor akademisyeni olmak olan birisini 5 dakikada alıyorsun ve karşılığında 4 ay... Biz bunu kesinlikle kabul edemiyoruz.

26 Temmuz'dan itibaren çalışmalarımıza başladık ve bunun adına "Umuta Ses Ol" dedik. Bu isimin altında bir çok bisikletçiye ses olmaktı aslında amacımız. Çünkü bu tür bisikletli cinayetlerinin hepsinde aynı sonuç olmuştu ve hepsinde yakınlar adalet mekanizmasını bildikleri için içlerine kapanmış, hak arayışına girmemişlerdi. Biz böyle bir farkındalık oluşturmak için her yere giderek "Bisikletli ölümlerine son" demek istedik ve mahkeme sürecimiz öncesinde pandemiden dolayı savcıydı derken süre uzuyordu. Şahısın o esnada tutuklu olması bizi rahatlatıyordu, en azından hapiste, biz de gerekli rapor çalışmalarımızı rahat rahat yaparız diyorduk.

14 Ekim günü bisikletli sporcu Zeynep Aslan'ın öldürülmesinin duruşması görülüyordu, ilk mahkemeydi. Biz de aile olarak farkındalık oluşturmak, diğer ailelerin yanında olduğumuzu göstermek için İzmir'e gittik. Çok geniş katılımlı bir mahkeme oldu, çevre illerden bisikletliler geldi ve dışarıdaki ses salona kadar ulaştı. Biz şahsın ilk duruşmada serbest kalmasını beklerken kamuoyunun bir nebze baskısıyla tutukluluğunun devamına yönelik karar çıktı. Bizim orada toplanmamız, oluşan komuoyu bu kararın böyle çıkmasına neden oldu. Bu hem Zeynep'in ailesinin hem de bizim moralimizi yükseltmemize yaradı.

'Sürücünün serbest bırakıldığını öğrendiğimizde yıkıldık'

5 Şubat günü Umut adına Ankara'nın ilk güvenli bisiklet yolu açılacaktı, onun açılışına katıldık. İlk defa 6 aydan sonra eşimin de benim de yüzümüzde bir tebessüm vardı, çünkü çabalarımızın karşılığını almaya başladığımızı düşünmüştük. Ancak 8 Şubat günü avukat bizi aradı ve Umut'un ölümüne neden olan sürücünün serbest bırakıldığını söyledi. Yıkıldık...

15 Temmuz akşamında Umut'un öldüğü saat olan 23.30'a geri dönmüştük... Eşim odaya kapandı, ben büyük bir çöküntü yaşadım, o kişi dışarıda, UYAP'a işlenmediği için haftalar öncesinden tahliye edilmiş ama hiç birimizin haberi yok... Adalet sisteminin nasıl işlediğine bakar mısınız? Yıkıldık bittik... "Nasıl olur, hafalardır mücadelesini verirken biz nasıl o dışarıda dolaşır" dedik. Ama sonra acı bizi daha da güçlendirdi, bunu onların yanına bırakamayız dedik ve kampanyamızı daha da büyüttük.

Her pazar saat 21.00'de #UmutaSesOl diye Twitter'da kampanyaya başladık, çünkü sokağa çıkma yasaklarından sonra elimizdeki tek mecra, tek güç sosyal medya. Pandemiden dolayı insanlar sokağa çıkmayor, çoğu zaman iletişime geçemiyoruz, bu yüzden de pazar günkü Twitter etkinliğine başladık. Deyim yerindeyse büyük bir duvarda tırnaklarımızla açtığımız yarığı büyütmeye çalıştık. ÇEKÜL Vakfı'yla Aslı Şafak, İşin Aslı programında bir sosyal sorumluluk kampanyası başlattılar "Umut'a Ses Ol Ormanı" diye ve oraya çıkan halka mâl olmuş sanatçı, edebiyatçı kim varsa oraya çıkmadan önce onlarla iletişime geçip dedik "Bakın biz ailesiyiz bu programa çıkacaksınız, ne olur ses olun" diye. Bir çoğu destek oldu, kimisi ilgilenmedi, en sonunda bisikletli ölümleriyle ilgili bir platform kuruldu. Türkiye çapında 140 dernek, kurum, kulüp ve bizim gibi ailelerden oluşan bu platforma Bisikletli Yaşam Platformu adı verildi. Hızlı haberleşme üzerine kurulan bu platform çok iyi çalışmaya başladı.

Burada ortaklaşa bir bildiri hazırladık ve Türkiye'de bisikletli ölümlerine ilişkin 4 temel madde belirledik. Buna aile olarak da imzamızı attık ve önce CİMER'e yolladık. Türkiye'de bisikletliler olarak binlerce dilekçe yolladık CİMER'e, oradan yeni yeni haberler gelmeye başladı, komik komik yazılarla... Herkese aynı cevabı vermişler, göndermişler.

Bundan tatmin olmadık. Bu CİMER dilekçesini ailemizin de bir manifestosu olarak kabul ettik ve bunu aile olarak TBMM'deki 583 milletvekiline mail attık. Bu 583 vekilin hiç biri bize geri dönmedi. Sonrasında kendi şehrimiz olan Ankara milletvekillerinin hepsini aradık telefonla, görüşmeyi istedik. Hepsi pandemiyi bahane ederek mecliste olmadıklarını, şehir dışında olduklarını söyledi, kimse görüşmedi. Sadece CHP Ankara Milletvekilli Ali Haydar Hakverdi bize randevu verdi. Makamına gittik, yanımıza da durumu özetleyen hazırladığımız dosyadan 10 tane aldık diğer milletvekillerini görürsek onlara da veririz diye. Kapıdan polis evraklarımızı sokmadı, "bu toplu dağıtıma, toplu bildiriye girer" diye. Evraklarımıza el koydular sadece 1 tanesini sokabildik içeriye.

Peki polislerin el koyduğu evraklarda ne vardı?

En üstte CİMER dilekçesi, onun altında Umut'un boy bir fotoğrafı, onun altında geçmişteki bisikletli ölümlerine ilişkin bir metin, onun altında da Umut'un lisansları vardı.

Bu bir dosyayı Ali Haydar Hakverdi'ye götürdük ve durumu anlattık birinci ağızdan. Hem bisiklete yönelik teşvik artarken hem de bisikletli ölümlerinin arttığına ve bunun sebebinin alt yapı eksikliği olduğuna dikkat çektik. Etkin ve caydırıcı olmayan cezalar da bu ölümleri daha fazla arttırıyor, ölenlerin çoğunluğu bu ülkenin geleceği olan eğitimli insanlardı. Bu insanlar arkadan çarpmalarla, alkollü sürücülerin tacizi sonucu öldürülen kişiler, buna dikkat çekmek istedik. Bunlar trafik kazası değildir, trafik kazalarına iki tarafta da aynı sorumluluğun olması gerek ama bisikletlilerin hiç bir kaportası, koruyucusu yok. 1,5 tonluk bir araçla 8 kiloluk bir bisiklet aynı olabilir mi? Bunları anlattık [Hakverdi'ye]. Kendisi bunu meclis gündemine taşıyacağını söyledi.

Durmadık bunun ardından, durduğumuz zamanlar bunun sorumluluğunu da üzerimizde hissediyoruz, ölümler de artıyor.

Umut Ankara'da doğdu, Ankara'da büyüdü ve Ankara'nın sorunlarıyla da ilgilenen bilinçli bir çocuktu. Bisiklet yollarının eksikliğini hep söylerdi bize ve bununla ilgili de bir projenin varlığından bahsetmişti. Bu projenin de Büyükşehir tarafından yürütüldüğünü öğrendik ve EGO genel müdürlüğüne gittik. Orada oğlumuzun bununla ilgili olduğunu ve nasıl öldüğünü anlattık ve açılacak etaplardan birinin ona adanmasını önerdik. İlk açılan Milli Kütüphane ve Beşevler arasındaki güvenli bisiklet yoluna Umut'un adı verildi. Bu bize bir nebze olsa da çalışmamızın etkisini gösterdi. Biz yine günlük uyku dışında durmadık, uyandığımızda ne yapabilirizi tartıştık. Eşimin de benim de günlük planlarımızı tuttuğumuz birer ajandamız var, kimlerle temas edeceğimiz nerelere gideceğimize dair.

Bir süre sonra sesimizin artık duyulmadığını gördük, basının bir bölümü bizi hiç görmüyor, ulaşmaya çalıştıklarımız o an için ilgili oluyordu sadece. Bu arada basından soL Haber kadar kimse açıkçası yanımızda olmadı. Basın kuruluşları bir iki haber geçtiler ama o kadar. Bir şeyler yapmamız gerekiyor, katil dışarıda, mahkeme henüz görülmemiş, iddianame hazır değil. Bir heyet oluşturduk, çok duygusal olur diye biz gitmedik, eşimin kardeşi ve bir tanıdığımızı savcıya gönderdik, avukat da olmasın dedik. Hissiyatlı bir konuşma olsun birinci dereceden. Orada savcı şöyle bir mesaj verdi; "Evet ben de hukukçu olmamla birlikte bir babayım, ama Türkiye'deki adalet sisteminin de işleyişi bu" diyerek bir nevi öz eleştiri de yaparak bizi bir nebze rahatlattı. Bizim amacımız cinayetle yargılanması, bunu destekleyen bir çok neden var; aşırı hızlı olması, yüksek alkollü olması, çarptığı kişiyi orada ölüme bırakması, ki hastanenin ışıkları görüküyor, orada durmuş olsa hastaneye götürmüş olsa Umut belki şu an yaşıyor olacaktı. Bunları göz önünde bulundurarak biz cinayetten Ağır Ceza'da yargılanmasını istedik.

Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'nu Umut'la takip ediyorduk

Ancak pandemi sırasında kamuoyunun sessizliğini çoğu kişi fırsata çevirdi. Bizim sesimiz bu durumda bastırılmış oldu, eşimle birlikte başka bir şey yapmamız gerektiğini söyledik. Bu konuda mercii Adalet Bakanlığı olduğu için bakanlık önünde oturma eylemi kararı aldık, bu yasaların değişmesi, bisikletli ölümlerinin önüne geçilmesi, etkin caydırıcı kararlar alınması için. Bunun için harekete geçtiğimizde Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'nun yapılacağını duyduk. Aslında bu Türkiye'de her yıl yapılıyordu, geçtiğimiz yıl çok cılız gerçekleşmişti pandemi yüzünden, önceki yılsa Suriye politikaları nedeniyle bir çok ülkeden sporcu katılmamıştı. Ama 5 yıl önce çok güzel geçiyordu Umut'la takip ediyorduk. Kendisi de diyordu "böyle bir tura katılacağım" diye. Umut'un da hayali buydu, burada onun gözü olarak biz katılalım, ulusal ve uluslararası basın da orada olacağı için orada birinci ağızdan neler olduğunu söyleyelim dedik ve Adalet Bakanlığı önündeki eylemimizi erteledik.

Federasyon 'Gelin bizim misafirimiz olun' demişti

14 Nisan günüydü, pandemi nedeniyle sokağa çıkma saatleri 7'ye alındı. Gitmeden önce Türkiye Bisiklet Federasyonu'ndan randevu istedik, 9 aydır Federasyon bizi ne arıyor ne soruyor. Sembolik olarak internet sayfasında bir baş sağlığı mesajı yayınladı o kadar. Randevu almayı 9 ay içerisinde kaç kere denedik farklı yollardan, en son Umut'un da parçası olduğu Bisiklet Kulübü'nden yardım istedik araya girmesi için.

En sonunda görüştük Federasyonla, Başkanı, Genel Sekreteri, Hukuk Müşaviri ve İl Temsilcisi'nin olduğu 1-1,5 saatlik bir toplantı yaptık. Neden bu sporculara sahip çıkmadıklarını, bunların bizim çocuklarımız oldukları kadar onların da lisanslı sporcuları olduğunu, bu hukuki süreçte niye kimseye yardımcı olmadıklarını, alt yapı yetersizliğinden dolayı sporcuların antremanlarını mecburen trafikte yaptıklarını, bu konuyla ilgili neden bir proje gerçekleştirmediklerini sorduk.

56 Cumhurbaşkanlığı Bisiklet Turu'nun yaklaştığını ve bizim bunu Umut'la yıllardır takip ettiğimizi, kendisinin de hayalinin buna katılmak olduğunu bizim de aile olarak burada yer almak istediğimizi söyledik. Bunun için de orada herhangi bir zorlukla karşılaşmamak için bize bir izin yazısı veya bir misafir kartı verip veremeyeceklerini sorduğumuzda Federasyon Başkanı bu organizasyonu kendilerinin yapmadığını, uluslararası bir şirketin yaptığını, dolayısıyla bu tür bir belge veya misafir kartı veremeyeceklerini söyledi ancak "Gelin bizim misafirimiz olun" dediler. Biz orada bisikletli ölümlerini ve Umut'un ölümünü kamuoyuna aktarmak istediğimizi söyledik.

Yerli basın yüzümüze bile bakmadı

14 Nisan sabahı yola çıktık, uzun bir yolculuktan sonra Elmalı'ya ulaştık. Ertesi gün Kemer-Elmalı yarışı başlıyor. Önceki yarışlardan da biliyoruz, uluslararası basın son 30 km'yi gösterir, ondan öncesini çok göstermez. Helikopter çekimi vardır ve bu yayın 160 ülkeye yollanır. Bu yarış için kendi sınırlı bütçemizle pankartlar hazırladık 8-9 tane ve kendimize göre bir plan yaptık, sabah 7.30'da kalktık ve bir keşif çalışması yaptık çok detaylı ve pankartları ne taraflara koyabileceğimize baktık. Olabilecek her yere bu pankartlardan astık, coğrafi olarak da zor olduğu için eşim bir iki kere düşme tehlikesi yaşadı, ben oradan yuvarlandım.

En son Finish çizgisinden sonra yayını izledik; Motosiklet çekimi yaparken 1. pankarta geldiği anda yayın değişti, diğer pankartlarda da hep aynısı oldu. Biz bunu tesadüf olarak düşündük dedik helikopter görüntülerinde muhakkak gözükecek. Helikopter geldi, tam bizim pankarta geldiğinde değişti, ikinci pankarta geldi, gene değişti... Bizim tüm moralimiz yerle bir oldu, sabahtan beri tüm çabamız boşa gitti. Ben gittim çantamdaki küçük bir pankartı Finish çizgisinde açtım. Fakat basın orada o köyün bir delisinin kartonun üstüne yazdığı "Velkom Muğla" pankartını çekti. Hepsi onu çekti bizim yanı başımızda, bizi görmedi. Dedim "bizi niye çekmiyorsunuz? Pankartımız Türkçe, biz buradayız" diye, hiç oralı olmadılar. Yerli basın yüzümüze bile bakmadı.

Orada yabancı sporcularla sürekli temas halindeydik, ancak eşim de ben de yabancı dil bilmiyorduk. Hemen Ankara'yı aradık, kardeşim Hakan'la yeğenim Ilgın'ı. Onlar çok iyi İngilizce bilir, Ilgın İspanyolca da bilir. Dedim hemen çıkın gelin, yabancı sporcularla da temasa geçelim, çünkü hissiyatlı bir şekilde bakıyorlar ama anlamıyorlar.

Sonrasında orada toplandık ve hızlı bir şekilde Fethiye-Marmaris etabına geçtik. Yol boyunca çok zor şartlarda, deyim yerindeyse sadece kaşar-ekmek yiyerek, bir ila iki saat uyuyarak yolculuk yaptık. Çoğu yer soğuk, çoğu yer sıcaktı, çok rüzgârlı yerlerde olmamıza karşın doğru düzgün duş bile alamadan yolculuk yaptık. Hatta Elmalı etabında bazı ihtiyaçlarımızı açık alandan karşılamak zorunda kaldık.

Marmaris'de jandarma engeli

Marmaris'e geldiğimizdeyse geceyi geçirme konusunda bisikletliler, kulüpler, dernekler yardım ettiler. Sabah yine 7.30'da kalktık, bir önceki seferlerden tecrübemiz vardı, alanı dar tuttuk bu sefer. Ya kameralar şu üç km'lik yeri göstermeyecek ya da gösterecekse bizim pankartlarımızı gösterecekler diye çok titiz çalışarak pankartlarımızı hazırladık; Bir pankartımız sadece İngilizce, bir pankartımız buraya katılan yarışmacıların dilleri olan İtalyanca, İspanyolca vs. Yerlere yazılamalarımızı yapıyoruz hatta bu arada etkinliğin organizasyon görevlileriyle de karşılaşıyoruz, onlar bir yerlerde oturup vakit dolduruyorlar, ellerindeki bisikletle olan stickerlerı da bize verdiler biz yapıştırdık.

Keşfimizi yaptık, pankartlarımızı astık, bilirsiniz belki Marmarise doğru çıkarken tepe bir yer vardır açık bir yer. Orada araçla durduk, ne yapabiliriz diye bakarken eşim, ben ve yeğenim beklemeye başladık. O sırada iki tane jandarma aracı durdu, patır kütür indi, anladım ben o ara bir şey olduğunu.

'Cumhurbaşkanlığı adını taşıyan uluslararası bir yarışa gölge düşüremezsiniz'

Teğmen rütbeli biri geldi, sert bir şekilde "Bu pankartları kim astı?" dedi. "Ben astım" dedim, "Hemen toplayın" dedi. "Kim istiyor bunları toplamamızı?" dedim, "Yasak!" diye cevap verdi. "Bu Cumhurbaşkanlığı adını taşıyan uluslararası bir yarış, buna gölge düşüremezsiniz" dedi. Buna gölge düşürmediğimizi söyledim, "9 aydır bir çok açılışta, etkinlikte biz bu pankartlarımızı kullandık. Pankartın içeriğine hiç bakmadan bunları indirmemi istiyorsun, kim olduğumu bile sormuyorsun... Ben 650 kilometre yol geldim bu çalışmaları yapmak için, bu pankartları ben toplamam, toplayacağım zamansa amacına ulaştığı zaman toplarım" dedim.

Gitti birilerini aradı, savcıyla görüştü, "savcım toplamıyorlar" dedi. Sonrasında "kim" diye sordu, yakamızda da kart vardı, söyledik, savcı hatırladı. Sonra kararlılığımız karşısında teğmen "Biz de emir kuluyuz bizi zor duruma sokmayın" dedi. "Ben 9 ay beklemişim bu pankartları toplamam, Elmalı'da astığım pankart sorun değilken burada niye sorun. Biz buradan Turgutreis'e geçeceğiz, ne için sorun oluyor lütfen anlat" dedim. "Yukarıdan talimat geldi, hiçbir pankart asılmayacak" cevabını verdi. Yani bu pankart üzerinde "seni seviyorum" yazsa o da mı asılmayacak? "Hayır asılmayacak"...

"Böyle bir dünya yok, ben asıyorum" dedim, o da kamu malına zarar vermekten tutanak tutacağını ve bizi gözaltına alacağını söyledi.

Burada nasıl bir kamu malına zarar varmış peki?

Bilmiyorum. İçişleri Bakanlığı bir genelge yayınlamış, şu "128 Milyar"a atıfta bulunarak, hiç bir pankart asılmayacakmış. Bu ülkede adam öldürmenin suçu 4 ay hapiste yatmaktır, ben de en fazla pankart asmaktan 4 yıl tutuklanırım, buyrun alın dedim.

Federasyon Başkanı'yla konuşma

Sonra bir yerlerle görüştü, "İlçe Jandarma Komutanı geliyor" dedi. Rütbeler artıyor gittikçe. Gelsin dedik. Sonra birisi geldi, bu arada jandarma o sırada etrafımızı sarmış, gözleri taciz edercesine eşimle bana sert sert bakıyor, bu arada da bizim niye geldiğimizi, Federasyon'un da bilgisi olduğunu söylüyorum, diyorlar Federasyon'un da bilgisi varsa onlarla konuşun sizi bırakalım. Federasyon yetkililerine ulaşmaya çalıştık; Hukuk Müşaviri'ne, İl Temsilcisi'ne, orada Federasyon'a yakın organizasyonla ilgili biri vardı ona da ulaşmaya çalıştık. Hiç kimse bir şey yapamıyor, herkes Federasyon Başkanı'na yönlendiriyor.

En son Federasyon Başkanı'nı aradım. Açtı, kendimi tanıttım, dedim ben Umut Gündüz'ün babasıyım annesi, eşim de yanımda, böyle bir zorlukla karşılaştık, başkanım yardımcı olur musunuz... "Sen kimsin ya!" dedi. "Sen beni nasıl arıyorsun?" dedi. Allah Allah, benle mi konuşuyor anlamadım.

Daha önce iletişim kurmuştunuz onunla değil mi?

Tabiki toplantı yaptık, konuştuk. "Sen beni nasıl ararsın, kimi kimle kıyaslıyorsun" dedi. En son "Arkadaşım sen benim kim olduğumun farkında mısın?" dedi, kenara çekildim, "Kim olursan ol" dedim. Federasyon Başkanı dediler, seni arıyorum, jandarma diyor ki Federasyon Başkanı bizi ararsa, bilgimiz var derse, bırakacaklarını söylüyor dedim. "Biz size söyledik böyle olacağını, böyle sıkıntı çıkacağını, Elmalı etabında sorun çıkmadı, burada zorluk çıkıyor" dedim. "Kapat ya kapat!" diye cevap verdi kapattım. Geldim, komutan "Ne oldu?" dedi, "Federasyon bizi sattı" dedim. Dedi "toplayın"...

İyice sinirlendim "ben toplamıyorum" derken tutanağı tuttular, eşime imzalamamasını söyledim. İlçe Jandarma Komutanı geldi "Bunlar mı?" dedi. "Toplayın" dedi, "Ben toplamam komutanım, ben buraya bunun için gelmedim" dedim, Federasyon'un bizi yolda bıraktığını, ne zorluklar çektiğimizi anlattım. Bu sefer o da yalvarmaya başladı, dedi "niyetli değilseniz yemek yiyin, sizi Turgutreis'e biz götürelim, isterseniz gelin bizim misafirimiz olun..." Komutanım ben buraya tatil yapmaya gelmedim 19 yaşında idealleri olan oğlumun gecenin bir yarısı 5 dakika içinde götürülmesine ve işlemeyen yargı sistemine dikkât çekmek için geldim. Burada bu amacı yerine getirmeden gidemem. İşaret verdi komutan, jandarma tüm pankartları söktü yırttı, aradan eşim duygusal bir şekilde yürüdü, ellerinden bir pankartı çekti aldı. Diğerlerini vermediler, "bura jandarma bölgesi, gidin aşağıda açın" dediler.

'Kaymakam vermiyor izin. E niye? Federasyon'dan onay bekliyor'

Aşağıya Marmaris'in merkezine indik, dilekçe yazdık Kaymakam'a vermek için bir dosya haırladık, içine pankartların farklı yerlerde çekilmiş fotoğraflarını koyduk. Önce sekreterine verdik, sekreteri baktı, "Buna kim karşı çıkabilir?" dedi, özel kalemine götürdü kaymakamın, "Kaymakam şu an toplantıda, biter bitmez ben sizin izninizi hazırlıyorum" dedi.

Bir kapı açıldı bir sürü kişi çıktı gitti, evrağı ilk verdiğimize sordum "Kaymakam ne dedi" diye, "Kaymakam çıktı, gidin peşinden" dedi. Koştuk "Kaymakam bey! Kaymakam bey!" dedim, durdu, hemen Özel Kalem Müdürü geldi, aramıza birileri girdi, dedim "biz izin talebinde bulunduk ne oldu?", "Kaymakam bey vermiyor izin"... E niye? Federasyon'dan onay bekliyor...

Federasyon diyor ki Kaymakam, Kaymakam diyor ki Federasyon, Jandarma diyor ki Kaymakam... Kim verecek bu izni? "Bilemem" dedi, izin vermiyor. Dedim, "Başvurdum sayıyorum, bizi zor durumda bırakıyorsunuz jandarma ve polisle, ben buraya bu pankartı açmaya geldim ve açacağım. Tam Federasyon Başkanı'nın, İlçe Emniyet Müdürü'nün ve Kaymakam'ın karşısında bu pankartımızı açtık. Hiç de bir sorun olmadı, basın yine bizi görmüyor tabi.

Turgutreis'de bisikletli bir aileye misafir olacaktık, Cumartesi günü tam gün sokağa çıkma yasağı var. Biz sabaha karşı erkenden çıktık, jandarma kontrol noktalarından geçmemeye çalıştık, plakamız alınmış, TC Kimlik No'larımız alınmış, ne yapacağımız, nereye gideceğimiz biliniyor... Köy yollarından, dağ yollarından giderek bir saat on dakikalık yolu üç buçuk, dört saatte gittik.

Ankara'dan o sırada yabancı dil bilen yeğenim ve kardeşim geldi, onları Bodrum Terminali'nden alarak Turgutreis'e geçtik. Bu arada hep aynı şeyler yeniliyor, 1-2 saat uyuyoruz, duş almamışız, kenarda oturuyoruz eşimle. Derken basın kartı takan birisi geldi, kalktım ayağa adam korktu geriledi, yabancı sandım dedim "Türkçe biliyor musunuz?", dedi ben Türk'üm. "Siz basın mısınız?" dedim, "Basın'ım" dedi. Dedim bizi neden çekmiyorsunuz? Üç gündür eşimle ben neler çektim. Tanıyamadı bizi, "siz kimsiniz?" diye sordu dedim "Umut'a Ses Ol" o zaman bildi. Biz onun annesi ve babasıyız dedim, "Yapma ya, siz ta buralara kadar geldiniz demek" dedi, "evet ama hiç kimse bizi göstermiyor" dedim. Bizi bir yere götürdü basın sorumlusu Faik Bey'e, Faik Bey birkaç yere haber geçti.

DHA'nın bizi çekmeyen muhabirini gördüm, "bizi neden çekmiyorsunuz?" dedim, ona da kısa bir söyleşi verdik. Tam o sırada Vali geldi, pankartımızın önünde durdu, okudu, selam verdi sessiz bir şekilde çekti gitti. Her ilçede adalet ve yargılama farklı işliyor. Elmalı'da sorun çıkartmayanlar Marmaris'de yaygarayı koparıyor, Turgutreis'de vali okuyup selam veriyor.

Final etabı

Ertesi gün final etabı var, Kuşadası'na geçtik. Federasyon'un İl Temsilcisi'ni aradım, Sakarya ekibi farkındalık için bir pankart açacak, dedim benim de pankartıma izin verin. "Ona biz karar veremeyiz, organizayonu yapanlar verir" dediler. Organizasyonu yapan kim, diye sorgularken en son "Patron" dedikleri birisini bulduk.

Olanları anlattık, "Federasyon'a gidin" dedi, e Federasyon size yönlendiriyor.

Eşimle ne yapabiliriz diye düşündük baktık orada tam VIP çadırı ve Finish kısmı arasında bir balkon var. Eşime dedim ben tırmanabilirim, o ben tırmanamam dedi, tehlikeli bir yer, düşebilirdi. Baktık biraz ilerisinde bir yer daha var oradan zar zor eşimle birlikte bahçe kısmına vardık, oradan terasa tırmandık.

Finish'e doğru ilk sporcu gelmeye yakın sallandırdık pankartı, bununla birlikte yaygara da koptu. Rütbeli birisi geldi aşağıdan el kol işareti yaptı "ne yazıyor?" dedi. Pankart İngilizce. Fotoğrafını çekti, birilerine gösterdi. Geldiler "Sayın Bakan burada" dediler, programı durdurdular, sporcuları çıkarmadılar. "Bakın burada Cumhurbaşkanı'nın danışmanı var, Sayın Bakan var" dediler, iyi dedim ben doğru yere gelmişim. Helikopter bizi çektikten sonra biz ineceğiz dedim.

Bakanın arabasını durdurdular, indirmiyorlar arabadan, gereksiz bir yaygara sürüyor. Arkamızı döndüğümüzde 5-6 polis gelmişti, apar topar müdahale ettiler. O sırada oğlumun resmi düştü yere, eşim buna üzüldü. Yakında bir otele götürdüler evraklarımız aldılar. O güne özel Aydın Valiliği'nden alınmış Umut'un hatırası çalışmasına ve sokağa çıkma yasağına ilişkin bir yazımız zaten vardı. Onu gösterdik, bir yerlerle görüştüler, amacınıza ulaştınız, çıkabilirsiniz dediler.

Valiliğin verdiği izin belgesi.

Terörle Mücadele Şubesi gözaltına aldı

Biz çıkarken arkadan biri tehdit vari seslendi "Sizin iş biraz uzayacak" diye. Polis olduğunu söyledi, birlikte gitmeye başladık. "Gözaltı mı yapıyorsunuz?" dedim, "yo yo yo, ne gözaltısı" dedi. Arkadan abim geliyordu, abimi azarladılar "sen gözaltındaki adamı nasıl takip ediyorsun?" diye. "Gözaltına alıyor musunuz, almıyor musunuz diye sorudm, "Gözaltı kardeşim gözaltı!" diye yanıt verdi. "Kim alıyor?" dedim, "Öğrenirsin şimdi" dedi.

Araca bindik "Biz TEM'iz" dedi. TEM! Terörle Mücadele... "Bizim TEM'le ne işimiz var?" dedim.

Kuşadası Emniyeti'ne götürüldük, TEM'e. "Buraya da herkes gelmez" edasıyla içeri girdik. Oğlumuzun resmini, bisikletli ölümleri dursun pankartlarını yere koydular ve bizim "bir terörist gibi" fotoğrafımızı çektiler. İzin yazımızı gösterdik, "burada pankart demiyor" dediler. Beni bir tarafa eşimi bir tarafa aldılar, ifadelerimiz alındı, tutanak tutuldu, sonra serbest bırakıldık.

Ertesi gün Ankara'ya döndük. Acılı bir anne babayı dağın başında, şehrin ortasında olmadık muamelelere maruz bıraktılar. Biz burada bunu hak edecek ne yaptık? Biz çocuğumuzu bilinçi bir yurttaş, çevreci, yurtsever, duyarlı bir yurttaş olarak yetiştirmişiz, her türlü zorluğa karşın eğitimini vermişiz, spora yönlendirmişiz, burada akademik olarak devam edecek, uluslararası alanda bu ülkeyi temsil edecek. Bu insanın anne ve babasının karşılaştığı duruma bak...

Çok kötü bir süreçti bizim için...

19 Mayıs'da Adalet Bakanlığı önünde oturma eylemi

Avukatla görüştük, 24 Haziran'a duruşma tarihimiz verilmiş. Mahkememiz 16. Asliye Ceza olrak belirlenmiş ve bu mahkemede ağır cezada mı asliye mahkemesinde mi devam edeceği belirlenecek.

24 Haziran bizim için önemli, yaklaşık iki ayımız var. 24 Haziran'a sesimizi duyurmak için 19 Mayıs'ta Gençlik ve Spor Bayramı'nda, oğlumun da yaşını temsil eden o gün eşimle birlikte Adalet Bakanlığı'nda oturma eylemi gerçekleştireceğiz.

Bilinçli taksirle mahkeme açılacak, bu durumda da en yüksek 9 yıl ceza alacak. Buradan da 2,5-3 yıla düşürülecek. Bundan da yattığı süre göz önünde bulundurularak, daha önce de adli sicilinin olmaması gerekçe gösterilerek bu adam hiç tutuklanmadan serbest kalacak. Böyle korkunç bir tabloyla karşı karşıyayız, bunu hiç kabul edemeyiz, bunu bekleyemeyiz.

'Umut'un planları hayalleri vardı, bunun karşılığı 4 ay değil'

Adalet dedikleri mekanizma hiç vicdaniyetli, hiç hakaniyetli tartılmıyor, biz de buna müdahil olmak zorundayız. 19 Mayıs itibariyle eşimle ben buna dikkât çekmek için oraya çıkacağız, muhtemelen bize aynı zulümü uygulayacaklar ama biz yılmayacağız. Biz bilinçli bir anne-baba olarak çocuğumuzu yetişrdik, bunu kabul edemeyiz.

Biz genç bir çiftiz, ben 45 yaşındayım, küçük de bir kızımız var. Kalan ömrümde vicdanı rahat biri olarak yaşayabilmem için bunu kabul etmemem gerekir. Oğlumun bunu hakettiğini düşünmüyorum. Ne yazık ki bizim yasalarımız "ölen ölmüş, kalan kalır" mantığında. Oğluma sorulmadan onun canı alındı, onun tercihi sorulmadan bu dünyadan götürüldü. Umut'un planları hayalleri vardı, bunun karşılığı 4 ay değildir.

Şunu da düşündüm, "Acaba biz haksızlık mı yapıyoruz, bu cinayet değil de kaza mı gerçekten" diye. Bir kaç defa aynı saatte olay yerine gittim, farklı farklı değerlendirdik. Her şekilde bu bir cinayet, hızlı bir şekilde Umut'a arkadan çarptığında onu 45-50 metre fırlatıyor. Arkana bile dönüp bakmadan kaçıyorsun, o plaka düşmemiş olsa belki de hiç bulamayacağız.

Aslında daha mahkeme görülmeden mahkemenin kararı belli, savcı söyledi, avukatımız söyledi. Neyin mahkemesini yapıyorsunuz o zaman? Bunun aynısını Zeynep'te de gördük, aynısını Nurican'da da gördük. Nurican'ın ölümüne sebep olan sürücü üç mahkemedir hiç tutuklanmadı.

270 bisikletlinin ölümüne sebep olan sürücüler hep komik cezalarla salınmışlar.

Peki sizinle karşı taraftan hiç uzlaşma adına iletişim talebi oldu mu? Mesela diğer suçlarda yargılanan tarafın uzlaşma için araya avukatlarını, ailelerini sokmalarına sık rastlanılıyor, böyle bir girişim olmadı mı?

Hiç olmadı, 9 aydır hiç bizle temas olmadı, sadece ilk başta dolaylı bir yerden arabulucuk girişimi oldu. Ben de şunu söyledim, kendilerine güveniyorlarsa gelsinler bizimle kendileri konuşsunlar, birilerini araya sokmasınlar.

Şu da var; Onun da avukatı ona söylemiştir, nasıl olsa mahkemeden bir şey çıkmayacağı için işi büyütmeye gerek yok. 4 ay tutuklulukla bu iş bitecek.

Şu şartlarda ceza alsa da yatmayacak. Eğer biz ciddi bir kamuoyu oluşturursak ve 24 Haziran'da baskın bir şekilde hem Türkiye genelindeki bisikletçilerin hem de aydın, vicdan sahibi bir toplamın orada olmasıyla bu kararın değişebileceğine inanıyoruz. Biz umutluyuz hâlâ. O zaman çıkacak olan bu karar hem gelecekteki bisikletli ölümlerinin önüne geçecektir hem de haksız yere çıkanların hak ettikleri cezalarla yargılanmasının önünü açacaktır.

'Bisikletlinin bu saatte ne işi var?' diye savunuyorlar

Bu yüzden bu mahkeme bu kadar önemli bu yüzden çok umutluyuz, bu mahkeme oldukça önemli, buradan emsal bir karar çıkacak. Ağır cezadan, cinayetten yargılanıp en az Umut'un yaşı kadar ceza alması çok belirleyici olacak. Bundan sonra alkol alıp sokakta bir bisikletliyi taciz ettiğinde başına neyin geleceğini bilecek insanlar.

Burada söz konusu bir kaza değil, bisikletliyi hor görme, ucube görme... Tıpkı "gecenin bu saatinde kadının dışarıda ne işi var?" diyen zihniyetle "Bisikletlinin bu saatte ne işi var?" diyen zihniyet aynı. Bu bisikletli cinayetlerinin duruşmalarında ortak kullanılan bir ifade. Kendilerine alkollü araç kullanmakta ve aşırı hız yapmakta hak bulup bisikletlilerin normal bir güzerhgâhta önlemlerini almış bir şekilde gitmelerini uygun bulmuyorlar. Bu zihniyetin değişmesi lâzım. Bunun da değişebilmesi için önce cezaların ugulanabilir ve caydırıcı olması lâzım, sonra altyapıların düzeltilmesi ve eğitimle biskletin bir ulaşım aracı olduğu, çevreci olduğu bilincinin topluma verilmesi gerekiyor.

Eşimle ben oradan emsal bir kararın çıkmasını ve o kararın Türkiye'deki çocukların daha güvenli bir şekilde bisiklet sürmesine vesile olmasını bekliyoruz. Biz Kuşadası'nda balkondayken Federasyon'a şunu söylemiştik; "Bakın siz böyle büyük organizasyonlar yapıyorsunuz, çocukları bisiklete teşvik ediyorsunuz ama şehirlerde antreman yapan çocuklar bunu caddelerde yapıyor. 'Ölmeden, sakat kalmadan buraya gelen bizim yarışçımız olur' diye bir şey olamaz". Yasalarla altyapılarla bunun düzeltilmesi gerekiyor. Ben ne güzel Umut'u yetiştirmişim, sakat kalmadan buraya kadar varmış, sonra "Buyur sen bizim sporcumuzsun" diye onun üzerinden nemalan. Öyle şey olur mu? Zeynep Aslan, Umut Gündüz , Nurican Beyazpınar, Umut Yorgun... Bunların hepsi lisanlı birer sporcuydu.

En başta Adalet Bakanlığı, Spor Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı burada sorumlu. Bisikleti yasakla o zaman! Altyapılar hazır olana kadar bunu yapma o zaman. Hem bir taraftan bisikleti teşvik edeceksin ama bir taraftan da bu insanları korumayacaksın. Bir sürü insan adalet mekanizmasına küstü, kenara bıraktı. 270 bisikletliden şu an 3 aile varız ortada. Dileriz bizim mücadelemiz onlara da umut olur bir nebze yanımıza çeker. Bu bizim tek başımıza yapabileceğimiz bir şey değil, duyarlı, vicdan sahibi herkese ihtiyacımız var. 24 Haziran'da herkesi Ankara'da mahkemenin önüne davet ediyoruz.

Eşim ev hanımıydı, benim de pandemi sırasında çok işim yoktu, iş yerimiz de battı gibiydi, bıraktık. Tüm her şeyimizi buna adadık bu süreçte, bu tamamlanmadan biz normal hayatımıza dönmeyeceğiz. 1,87 boyunda, 72 kilo ağırlığındaki oğlumuzu 5 dakika içerisinde götürmeleri bu kadar kolay olmayacak, bunun hesabını birileri verecek.

Umut Gündüz