SÖYLEŞİ | 'Türkiye'de eğitim sistemi hızla gericileşiyor'

Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay, Türkiye'de eğitim sisteminin hızla gericileştiğini, gerici oluşumların MEB'den daha yetkili olduğunu söyledi.

Yalçın Cuğ

Milli Eğitim Şurası, milli eğitim sistemi için tavsiye kararları almak üzere 7 yıl aranın ardından toplandı. 20. Milli Eğitim Şurası'nda kurulan "Temel Eğitimde Fırsat Eşitliği", "Mesleki Eğitimin İyileştirilmesi" ve "Öğretmenlerin Mesleki Gelişimi" özel ihtisas komisyonları üyeleri, görüş ve önerilerden oluşan taslak maddeler üzerinde dünkü çalışmalarını tamamladığını duyurdu.

Eğitim ve Bilim İşgörenleri Sendikası (Eğitim-İş) Genel Başkanı Kadem Özbay da, Türkiye'deki eğitim tablosunu, eğitim alanındaki gelişmeleri ve Milli Eğitim Şurası'nı soL'a değerlendirdi.

Türkiye'deki eğitim sisteminin hızla gericileştiğini ve eğitim alanında piyasacı bir mantığın egemen olduğunu söyleyen Özbay, eğitim alanında birçok sorunun bulunduğunu ifade ederek sorunları düzeltmeye, kamusal ve bilimsel eğitimi var etmeye yönelik hiç çabanın olmadığını dile getirdi.

Devletin tesis etmesi gereken en temel haklardan olan eğitim hakkının gün geçtikçe daha da özelleştirmeci bir politikayla şekillendiğini aktaran Özbay, özel okul sayısının hızla arttığını hatta okul denemeyecek birçok binanın kamu kaynaklarıyla teşvik edilerek eğitim öğretim alanı şeklinde tarif edildiğini belirtti. Eğitim alanında tüccar zihniyetinin ve kâr zarar mantığıyla yaklaşımın hakim olduğunu söyleyen Özbay "Devlet okullarındaki en temel ihtiyaçlar bile kamu kaynaklarıyla karşılanamıyor. Velilerin, öğrencilerin hatta öğretmenlerin ceplerine göz dikildiğini, onlardan bir şekilde kaynak yaratılmaya çalışıldığını görüyoruz. Özel okullardaysa veliler müşteri olarak görülüyor" dedi.

'Gerici oluşumlar MEB'den daha yetkili'

Eğitimin içerisine tarikatların ve gerici vakıfların sokulduğunu belirten Özbay, gerici oluşumların Milli Eğitim Bakanlığı ve Milli Eğitim il müdürlükleriyle gerçekleştirdiği protokoller vasıtasıyla eğitim sistemi içerisindeki varlıklarını olağanlaştırdıklarını ve tanımlı hale getirdiklerini vurguladı. Özbay, "Eğitim alanında Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Milli Eğitim Bakanlığı'ndan daha fazla söz söylediğini, yandaş sendikaların ve TÜRGEV, TÜGVA, Ensar gibi vakıfların Milli Eğitim Bakanlığı'ndan daha yetkili olduğunu, yaptırımlarının daha etkili hale geldiğini görüyoruz" dedi. Özbay, eğitimin bilimsellik, laiklik, kamuculuk ilkelerinden kopartıldığını ve soran sorgulayan nesiller yetiştirme amaçlı yaklaşımdan söz edilemeyeceğini ifade etti.

'İmam hatip okullarına çok daha büyük bütçeler ayrılıyor'

Devlet okulları arasında ikilik yaratıldığına değinen Özbay, imam hatip okullarına çok daha büyük bütçelerin ayrıldığını ifade etti. İmam hatip okullarındaki öğrenci mevcutlarının her türlü desteğe ve teşvike rağmen yeterli öğrenci sayısına ulaşamadığını aktaran Özbay, özellikle merkezi yerlerdeki imam hatip olmayan devlet okullarının sınıf mevcutlarının 30'u, 40'ı hatta 50'yi geçtiğini söyledi.

'Eğitime ayrılan bütçe yeterli değil'

Geçtiğimiz ay belli olan Milli Eğitim Bakanlığı 2022 yılı bütçesine de değinen Özbay, Milli Eğitim Bakanlığı bütçesi için "eğitime aslan payı" ve türevinde ifadelerin kullanıldığını ancak bu ifadelerin gerçekliği yansıtmadığını aktardı. Türkiye'nin nüfus olarak kalabalık olduğuna bu yüzden de eğitim alanındaki öğrenci, öğretmen, personel sayısının fazla olduğuna dikkat çeken Özbay, "Milli Eğitim Bakanlığı'na bağlı personelleri düşündüğümüzde ayrılan bütçenin yüzde 70-80'inin personel giderleri için kullanıldığını görüyoruz. Personel giderlerinden kalan bütçe yatırım, teknoloji, teşvik için yeterli değil. Yani eğitimi iyileştirmeye yönelik yeterli bir bütçe ayrılmıyor" dedi.

'Öğretmenlerin yüzde 77,7'si kendi çocuklarının eğitim giderlerini karşılamada zorlanıyor'

Ülkemizin içerisinde bulunduğu ekonomik tablonun her geçen gün ağırlaşmakta olduğunu dile getiren Özbay, bu durumun tüm işçi sınıfını kapsayan bir kriz ortamına dönüştüğü belirtti. İşçi sınıfının temel ihtiyaçlarını karşılamakta bile çok ciddi sorunlar yaşadığını ifade eden Özbay, "Ülkemizdeki azınlık yani zengin grup ülkenin bütün kaynaklarına ulaşabilirken, güncel varlığına her geçen gün yeni varlıklar katarken biz daha da yoksullaşıyoruz. Bizim cebimizdeki para akşamdan sabaha kadarki sürede değer kaybediyor, işçi sınıfı için kahvaltı sofrasında peynirin yanına zeytin koyabilmesi bile lüks haline geldi" dedi.

İşçi sınıfının parçası olan eğitim emekçilerinin açlık sınırının altında bir maaşla yaşamlarını sürdürmeye çalıştıklarını söyleyen Özbay, 24 Kasım Öğretmenler Günü öncesinde 3 bin 530 öğretmenin katıldığı bir anket çalışması yaptıklarını belirtti. Anket çalışması sonucunda ulaştıkları sorunları aktaran Özbay, şunları söyledi:

"Ankette çok önemli sorunların tespitine ulaştık. Birkaç tanesine değinmek istiyorum. Öğretmenlerin yüzde 95,5'i ailesinin gıda ihtiyaçlarını karşılamakta güçlü çektiğini söylüyor. Yine öğretmenlerin yüzde 83'ü her ay maaş kartından eksi bakiyeye düştüğünü, artı kredi kullanmak durumunda kaldığını ifade ediyor. Yüzde 77,7'si kendi çocuklarının eğitim giderlerini karşılayamadığını söylüyor. Bakın, işi eğitim olan öğretmenlerimizin yüzde 77,7'si kendi çocuklarının eğitim giderlerini karşılamakta zorlanıyor. Alım gücü düşen öğretmenler, emekçiler karşısında modern tefeci haline gelmiş bankaların adeta kıskacında kalmış durumda, öğretmenlerin yüzde 90'ını kredi kartı borcunu ödemekte zorlandığını ifade ediyor. Bu durum motivasyonu etkiliyor ve öğretmenlerin yüzde 80'i gelir yetersizliğinden dolayı motivasyonunun düştüğünü ifade ediyor."

Kadem Özbay

'364 gün öğretmenleri unutup, 1 gün nutuk çekenlere karşı sokaktaydık'

Öğretmenlerin yaşadığı sorunlara dair örnekleri arttırmanın mümkün olduğunu söyleyen Özbay, araştırma sonucu kapsamında 24 Kasım Öğretmenler Günü'nde Türkiye'nin dört bir yanında sokaklara çıktıklarını ve öğretmenlerin sorunlarını dile getirdiklerini söyledi. 364 gün öğretmenleri unutup, 1 gün nutuk atanlara karşı öğretmenlerin gerçek durumunu göstermek için alanlara çıktıklarını vurgulayan Özbay, "Türkiye'nin dört bir yanında Eğitim-İş örgütleri olarak 'Zam, Kriz, Yoksulluk, Tükeniyoruz' dedik. 'Tükenmek' kelimesini yalnızca ekonomik açıdan değil, her geçen gün daha da fazla artan baskı, sömürü ve mobbinge karşılık da kullandık. Sloganımızda değindiğimiz 'tükenme', bütüncül bir tükenmeyi tarif ediyor" dedi.

24 Kasım'da gerçekleştirdikleri basın açıklaması ve eylemlerin devamının geleceğini söyleyen Özbay, sorunun yalnızca öğretmenler temelinde bir sorun olmadığını emeğiyle, alın teriyle çalışan ve açlık sınırının altında bir maaşla yaşamaya mahkum edilen tüm emekçi sınıfının paydaşlarını etkilediğini ifade etti. Özbay, Bu bağlamda Eğitim-İş'in de dahil olduğu Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu'nun çağrısıyla yarın saat 10.00'da Ankara Anıtpark'ta "Zam, Kriz, Yoksulluk, Tükeniyoruz" sloganıyla bir miting gerçekleştireceklerini aktardı.

'Eğitim emekçilerinin taleplerini saraylarda değil, alanlarda anlatacağız'

1-3 Aralık tarihlerinde gerçekleştirilen 20. Milli Eğitim Şurası'nı değerlendiren Özbay, Şuranın eğitimin paydaşlarını dışlayarak anti demokratik bir şekilde toplandığını söyledi. "Eğitimin sorunlarını ve eğitim emekçilerinin taleplerini saraylarda değil, alanlarda anlatacağız" diyen Özbay, bir kişinin himayesinde tertip edilen müsamereye, göstermelik oyuna ortak olmayacaklarını ifade etti. Şuranın gündeme geldiği ilk günden beri, şuranın ilk başlığının "Laik, bilimsel, kamusal eğitim" olması gerektiğini vurguladıklarını ifade eden Özbay, "Eğitim, cumhuriyetin temel değerlerinden olan laiklik ilkesinden ve bilimsellikten tamamen uzaklaşmış durumda. Bugün parasız eğitimden bahsetmek imkansız halde geldi. Devlet okullarında bile kayıt karşılığında para talep edilmekte, okulların temel ihtiyaçları kamusal kaynaklardan karşılanmamakta. Bu yüzden eğitimde kamusal anlayıştan da bahsedemiyoruz" dedi.

'Şurada gerici oluşumların söylemleri gündeme geliyor, karma eğitim hedef alınıyor'

Özbay, AKP'nin şura karnesine bakıldığında her zaman gizli gündemlerin olduğunu ve bu gizli gündemlerin şura sonrasında yaşama geçirilirken, öğretmen ve öğrenciler yararına bir karar çıkmadığını ifade etti. Özbay, AKP'nin bu şuradaki gündemi hakkında şunları söyledi:

"Gerçekleştirilen şurada, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, sözde sendikanın ve gerici vakıfların, derneklerin, tarikatların söylemlerinin gündeme geldiğini görüyoruz. Okul öncesi yaş grubuna yönelik zorunlu dini eğitimin gündeme getirilmeye çalışıldığı şurada, çocuklarımız gerici oluşumların kontrolündeki kurslara yönlendirilmek isteniyor. Bu kurslara katılacak olan çocukların da sanki Milli Eğitim'deki eğitim sürecini tamamlamış gibi sayılmak istendiğine üzülerek şahitlik ediyoruz. Çocuklarımız yaşları itibariyle soyut düşünce aşamasında olmadıklarından sorgulayabilmeleri ve analiz edebilmeleri mümkün olmayan bir karmaşanın içerisine bırakılmak isteniyor. Burada okul öncesi çağdan başlayarak karma eğitimin de hedef alındığını görmek lazım. Bu kurslarda görünen o ki çocuklarımız kız ve erkek olarak ayrıştırılacak."

'Eğitimi 7,5 saatte görüşecekler'

Şuranın programına değinen Özbay, programa bakıldığında 7 yıl önceki şuranın 5 gün sürdüğünü ancak zamanında toplanamayan ve çok önemli olduğu vurgulanan bu şuraya yalnızca 3 gün ayrıldığına dikkat çekti. "Şuranın ilk gününün açılış, son gününün genel kurul ve oylama ile geçeceğini düşündüğümüzde, çok önemli olduğunu ifade ettikleri başlıkları toplamda 7,5 saat tartışmaları gerekiyor. 7,5 saatte tartışıp, 45 dakikada görüştükleri bir eğitim şurasından nasıl olumlu bir karar çıkması beklenebilir ki" diyen Özbay, şuradan eğitimcilere ve öğrencilere yönelik olumlu herhangi bir gelişme beklemediklerini, hem usul hem de esas yönünden sorunlu olduğunu aktardı.

Şuranın başlıklarına değinen Özbay şunları söyledi:

"Şuranın başlıklarından birisi olan 'fırsat eşitliği', eğitime bakış açısının ne kadar piyasacı olduğunu gösterir nitelikte. Eğitim temel bir haktır. Okul yapmak ve sıralara kitap koymakla herhangi bir eşitlik sağlanamaz. Eğitim hakkının temelinde olması gereken ilkeler eşitlik ve adalettir. Eğitim hakkı, tüm öğrencilerin kendileri dışında aile durumlarını, ekonomik koşullarını, yaşadıkları çevreyi düşünerek ve kapsayarak planlanmalıdır.

Şuranın bir diğer başlığı ise mesleki eğitimin iyileştirilmesi. Aslında bu başlıkta kullanılan 'iyileştirme' kelimesiyle 20 yıldır iktidarda olan AKP'nin mesleki eğitimde başarısız olduğunu kabul ettiğini görüyoruz. En önemlisi de mesleki eğitimlerin ülkemizdeki ucuz iş gücünü karşılamak için kullanıldığına şahitlik ediyoruz.

Son başlık ise öğretmenlerin mesleki durumu hakkında olacaktı. Ancak şuraya gerek olmadığını, Cumhurbaşkanı'nın bu konuda da tek karar merci olduğunu, Cumhurbaşkanı'nın 'Öğretmenlik Meslek Kanunu'nu hazırladık' demesiyle birlikte görmüş olduk. Bütün baskılara, zorlamalara rağmen Türkiye'nin en büyük 4 sendikasından bir tanesiyiz. Eğitim emekçilerini ilgilendiren Öğretmenlik Meslek Kanunu'ndan bahsediliyor ancak bu zamana kadar hiçbir çerçeve ve program ne kamuoyuyla ne öğretmenlerle ne de bizle paylaşılmıyor. Bu yüzden kanunun usul yönünden kabul edilebilmesi mümkün değil. 1 milyona yakın atanamayan öğretmenin birinci dereceden sorumlusu olan, her yıl 100 bine yakın öğretmeni ücretli olarak asgari ücretin altında sömürü düzenine mahkum eden, öğretmenleri ücretli, kadrolu, sözleşmeli gibi ayrımlarla farklı kategorilere ayırmanın mimarı olan, öğretmenlerin kadrolaşmasında, atamasında, idareci olarak atanmasında liyakati bir tarafa itip mülakatla yandaşları ön plana çıkaran bir anlayıştan eğitime dair olumlu bir şey çıkmasını beklemek mümkün değil."

'Sözleşmeli ve kadrolu ayrımı nereden yana kalkacak?'

Milli Eğitim Şurası'nda konuşan AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Kadrolu öğretmen ile sözleşmeli öğretmen farkını ortadan kaldırıyoruz" sözlerini değerlendiren Özbay, "Sözleşmeli ve kadrolu ayrımının kalkacağı söylendi ama nereden yana kalkacağına dair bir tarif verilmedi. Acaba burada eksik bile olsa 657 ile güvence altına alınmış olan kadro güvencesinin ortadan kalkabileceği, her yıl veya belli periyotlarla sözleşmelerin imzalanabileceği veya iş güvencesine çeşitli disiplin hükümleri eklenerek öğretmenlerin tehdit edileceği bir uygulamadan mı bahsediliyor? Muamma. Çünkü ortada bir tarif yok" dedi.

Erdoğan'ın sözlerinde ücretli öğretmenlere değinmediğini vurgulayan Özbay, ücretli öğretmenlerin neden bu denklem içerisine alınmadığının sorgulanması gerektiğine dikkat çekti. Öğretmenlik Meslek Kanunu'nun, öğretmenlerin iş güvencisinin temin edilmesi ve güvence altına alınması başlıkları olmadan konuşulamayacağını söyleyen Özbay, tüm öğretmen atamalarının kadrolu ve güvenceli olması gerektiğini ifade etti.

'Adaylığı kalkan her öğretmen uzmandır'

Erdoğan'ın Öğretmenlik Meslek Kanunu kapsamında açıkladığı "uzman" ve "başöğretmen" unvanlarına da değinen Özbay, 1739 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu'nda geçmekte olan öğretmenlik mesleğinin özel ihtisas alanında yer almasına dikkat çekti. "Öğretmenlik mesleği zaten bir uzmanlık alanıdır, bunu Milli Eğitim Temel Kanunu söylüyor. Bunu kimsenin ayrıca ifade etmesine, lütufmuş gibi sunmasına, siyasi şov yapmasına gerek yoktur. Adaylığı kalkan her öğretmen uzmandır" ifadelerini kullanan Özbay, yapılması gerekenin öğretmenlerin adaylık sürecinden itibaren yoksulluk sınırının üzerinde maaş alması ve öğretmen maaşlarında kıdeme göre yıllık iyileştirilmeler olduğunu dile getirdi.

Öğretmenlere yönelik unvan uygulamasının çalışma barışını etkileyebileceğini ifade eden Özbay, bu uygulama ile "eşit iş, eşit ücret" ilkesinin zarar göreceğini ve paylaşma, dayanışma gibi değerlere zarar verebileceğini ifade etti.

Unvan uygulamasını reddettiklerini belirten Özbay, unvan uygulaması uygulansa bile AKP'nin uygulamaya kota getireceğini ve bu kota doğrultusunda belli bir sayıdaki öğretmene unvan vererek ek ödeme yapacağını ifade etti. Özbay, "Eğitimin öncelikli öznesi olan öğretmenleri kategorize etmeye kimsenin hakkı yoktur. Bütüncül olarak yaklaşılmalı, hepsinin ekonomik koşulları iyileştirilmeli, yoksulluk sınırının altında tek bir öğretmen maaşı konuşulmamalı bile. Öğretmenlerin çalıştıkları yıla göre maaşında iyileştirme yapılmalı, akademik çalışma yapıyorsa ilave ekonomik destek almalı, bunun için ayrıca bir tarif, sıfat kullanılmamalı" dedi.

'Başöğretmen sıfatının kullanılması art niyetli'

Özbay unvan uygulaması hakkında son olarak "başöğretmen" unvanına değindi. Başöğretmen sıfatının kullanılmasının art niyetli olduğunu ve cumhuriyet değerleriyle bir hesaplaşmanın söz konusu olduğunu ifade eden Özbay "Türkiye Cumhuriyeti'ndeki bütün aydınlanmacılar açısından farklı bir anlamı ve önemi olan başöğretmen sıfatını farklı bir düzeye getirmek asla kabul edilebilir bir şey değildir. Bizim açımızdan tek bir başöğretmen vardır" dedi.