SÖYLEŞİ | Bahman Azad: Yeni bir soğuk savaş kamplaşmasıyla karşılaşacağız

ABD barış mücadelesinin önemli isimlerinden, İran kökenli Bahman Azad soL TV'de iki haftada bir perşembe günleri yayımlanan “Dünyanın Politikası” programının konuğu oldu.

Haber Merkezi

soL TV’de yayınlanan “Dünyanın Politikası” programının bu haftaki bölümünde konuk olarak ABD Barış Konseyi’nin önde gelen isimlerinden akademisyen Bahman Azad vardı.

ABD’deki barış mücadelesinde çok uzun süredir aktif olarak yer alan  Azad, İran kökenli ve öğrenci olarak gittiği ABD’de iktisat eğitimi aldı, sosyoloji alanında da doktora yaptı. Bugüne kadar da çeşitli üniversitelerde bu iki alanda akademisyenlik yaptı. 

Barman Azad’a ABD’nin yeni başkanı Biden’ın işbaşında gelmesinin ABD’nin dış politikasına yansımalarının nasıl olacağını sorduk. Azad’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şu şekilde:

Bugün genel olarak Biden yönetimindeki ABD’nin dış politikasını konuşacağız. Fakat devam etmeden önce sana ABD’nin yaşadığı olağanüstü geçiş sürecini sormak istiyoruz. Trump yönetimi Amerikan tarihinde benzeri görülmemiş bir şekilde sona erdi. Bu geçiş hakkındaki düşünceleriniz nedir? Neden bu şekilde oldu? 

Bunun uzun bir geçmişi var. İnsanlar bunu başından beri Trump yönetiminin yarattığı bir sorun üzerinden anlatmaya çalışıyorlar ve Amerika Birleşik Devletleri’nin sorunları Trump’la başlamış gibi davranıyorlar. Fakat durum böyle değil. On yıllardır, özellikle 2. Dünya Savaşı’ndan sonra, 11 Eylül’den sonra, Amerika Birleşik Devletleri’nin emperyalist askeri politikası ve Ronald Reagan ile başlayan ve uzun yıllardır devam eden neo-liberalizm, toplumda sınıf farklılıkları ve ırka dayalı bir bölünme yarattı. Bu, söz konusu zaman içinde artmaya devam etti. Trump yönetiminin yaptığı ise, bu çelişkileri toplumda görünür kılmak oldu. Ama bu problemleri Trump yaratmadı. Trump bu sorunların varlığının bir tezahürüydü. 

Trump yönetiminin hareketleri başka bir sorunu çok açık bir şekilde gösterdi, bu da devlet kurumlarının ve Amerika Birleşik Devlet’lerindeki devletin meşruiyet sorunu. Birçok insan ABD hükümetine uzun bir süredir güvenmiyor. Trump’ın davranışları, devlet kurumlarının bu toplumu artık yönetemeyeceğini gösterdi. Bu çatışma büyük protestolara yol açtı. Öte yandan pandemi insanlar için durumu daha da kötüleştirdi.

Bir yandan devletin pandemiyi yönetme konusunda ortaya çıkardığı hayal kırıklığı, öte yandan toplumda on yıllardır var olan ırka dayalı gerilimler, ekonomik sorunlar, artan yoksulluk, sağlık sorunları, işsizlik ve diğer sorunlar toplumdaki zararı artırdı.

Baktığınızda, mesela polis şiddeti, bu ABD’de yıllardır, on yıllardır siyahilere ve genel olarak beyaz olmayanlara karşı devam eden bir şey. Fakat on yıl önce polisin birini vurması, milyonları sokağa dökmüyordu. Bu sefer oldu, çünkü tüm çelişkiler bir anda gün ışığına çıktı. Bu kutuplaşma aslında Trump’ın temsil ettiği sağ popülizmin yükselmesine neden oldu. Ve Trump sağ kanadın örgütleyicisi oldu. Yine aslında Reagan döneminde ve sonrasında bu sağcı milislerin, devlet karşıtı milislerin oluşturduğu nüveler vardı; ancak Trump yönetimi onların sözcüsü haline geldikten sonra daha ulusal bir karakter kazandılar. Zamanla ulusal çapta örgütlenebildiler, bir araya geldiler. İlginç olan ise Trump’ın seçimleri kaybetmesi, oyların çalınması hikayesi, azil davası ve diğerleri ile birlikte şimdi adeta bir milisin dediği gibi “ilk şehitlerini” verdiler ve bunun etrafında örgütleniyorlar.

Amaç Trump değil. Trump sadece bir afiş. Toplum içindeki kutuplaşmayla birlikte gelen uzlaşma kültürünün yok olması ve öte yandan yükselen gerilim. Fakat baktığınızda, Trump yönetimi tüm bu sorunlara rağmen, 2020 sonundaki seçimlerde ilk seçime göre 8 - 10 milyondan fazla oy aldı. Toplum aşırı sağ ve sol arasında neredeyse bölünmüş. Ve siyasette uzun zamandır merkezi bir konum elde etmeye çalışan ve birlikte çalışan iki parti bu derin çelişkiyi yönetememekte. Bu yüzden bu kriz her yerde, sadece toplumda değil, kurumlar arasında da mevcut. 

Amerika Birleşik Devletleri’nde niteliksel olarak yeni bir aşamaya girdiğimizi düşünüyoruz. İşler her zamanki gibi yürümeyecek. Halk üzerinde şiddetin devam edeceğini düşünüyoruz. Üst katmanlarda siyasi partilerin karşı karşıya geleceklerini, işbirliği yapabilecekleri bir zeminin olmadığını düşünüyoruz. Bugün tanıklık ettiğimiz şey ABD emperyalizminin çelişkilerinin içeride yüzeye çıkmasından başka bir şey değil.

Görünüyor ki birçok kişi Trump’ın başkanlıktan ayrılmasından dolayı memnun. Diğer yandan Biden yönetiminin dış politikada agresif bir şekilde başladığını görüyoruz. Yeni yönetimin öne çıkan kadroları böyle bir politikayı yürütebilecek gibi görünüyorlar. Örnek olarak Dışişleri Bakanı Blinken, bunlardan biri. Her gün yeni bir şeyler söylüyor, yaklaşımları hakkında ipucu veriyor. Bunun hakkında ne düşünüyorsunuz? Yakın gelecekte ABD’nin politikası ne olacak? 

Bu üzerine saatlerce konuşabileceğimiz bir soru ama!

Evet, ama sadece birkaç dakikamız var. 

Öncelikle yanlış bir kanıyı düzeltmek istiyorum. Genel olarak insanlar ABD politikalarını siyasi partilerin karar verdiğini düşünür. Bu doğru değil, bu yanlış bir kanı. Siyasi partiler ABD politikalarına karar vermiyorlar, özellikle dış politikalarına. Askeri-endüstriyel blok, finans kurumları, Wall Street... Bunlar ABD’nin resmi politikalarına karar verirler. ABD’nin dünyada yaptıklarını küresel sermayenin çıkarları ve ihtiyaçları belirler ve ABD’nin başında kimin, hangi partinin olduğu önemli değildir. İkinci Dünya Savaşı sonrasına bakarsanız, güç demokratlarda ya da cumhuriyetçilerde de olsa, ABD’nin politikaları değişmedi. 

Sonuç olarak aynı politikaya tanıklık ediyoruz. Bu yüzden Biden ve demokratlar kazandı diye de farklı bir politika beklememeliyiz. Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasında söylemek istediğim tek büyük bir fark var. Parti bazında söylemiyorum, iktidar sınıfında Demokratları ve Cumhuriyetçileri destekleyenlerden bahsediyorum. Bunlar arasında büyük bir farklılık var. Amaç veya siyaset konusunda değil, yöntem konusunda fark var. Demokratlar, Cumhuriyetçilere göre daha uzak görüşlü. Demokratlar politikalarını lafta demokratik ya da insancıl politikalarla süslüyorlar, kör bir saldırganlıkla değil. Geçmişe bakarsanız, politikaları buydu. Örnek olarak Obama ve Bush’a bakın.  

İkinci olarak dış politikaya yaklaşımları konusunda bir fark var. Cumhuriyetçiler ve Trump politikalarında önceliğinin Amerika olduğunu belirtti. Sadece Trump değil, George Bush Fransızlara, Almanlara ve diğer müttefiklerine sinirlenerek Irak’a tek taraflı saldırıyı başlattı. Yani “Önce Amerika” genel olarak Cumhuriyetçilerin politikasıdır. Bu onların yöntemi. Diğer taraftan Demokrat Parti NATO öncelikli bir partidir. Tüm dünyadaki emperyalist müttefiklerini bir araya getirmeye çalışırlar. Bu aradaki büyük fark. Politikalara bakarsanız, örneğin Trump, nükleer anlaşmadan çekildi, Venezuela’ya saldırdı, ki Obama yönetimi bunu başlatmıştı, ama sakin bir şekilde. Trump Venezuela’da bir başkan bile atadı. Bu Avrupalıların aleyhineydi, onlar aynı fikirde değildi. Sonuç olarak emperyalist kampta bölünmeye sebep oldu. Demokratlar diğer taraftaydı. Ve 11 Eylül’den beri olan savaşlara bakacak olursak… Irak’ın işgali tek taraflıydı, Küba’ya ve Venezuela’ya yönelik yaptırımların genişletilemedi. Fakat Libya, Afganistan ve Suriye’deki savaşlara bakarsanız, hepsi NATO odaklıdır.

Demokratlar iktidardayken NATO iş başındadır. Cumhuriyetçileri gördüğünüzde Amerika yalnızdır. 

Biraz ileri atlıyorum ama burada bir sorun var. O da uluslararası sermayenin ihtiyaçları. ABD, Çin’in güçlenmesi ve Rusya ile yaşanan sorunlarla beraber, artık küresel ölçekte tek başına kalmayı taşıyamıyor. Uluslararası bir kamp yaratmak zorunda, Çin’in yükselişine karşı emperyalist bir kamp. Şu an Biden yönetiminin önceliği de bu, bu yüzden dış politikanın yeniden küreselleşmeye doğru evrildiğini görüyorsunuz.

Evet bu anlattıklarınız çok açık, özellikle Rusya’ya yönelik tutumlar. Almanya’ya ve diğer Avrupa ülkelerini kendi politikalarına yaklaştırmaya dönük bir baskı uyguluyorlar. Özellikle Navalny olayında Almanya ön plandaydı. Yani Rusya ve Çin hakkında konuşmaya başladık. Trump’ın Çin’e karşı tutumu belki de Demokratlar tarafından övülen tek politikasıydı. Ne beklemeliyiz? Bu iki ülkeye karşı saldırgan tutumları nasıl devam edecek?

Birçok etkene bağlı. Basitçe yoğunlaşacağını düşünüyorum. Tabii bu ABD’nin Avrupa ile yeniden müttefik olacağı ve birleşik cephesini yaratacağı güne kadar vücut bulmayacak. İki taraf için de tekrar güven kazanmak gerekli. Fakat bu birlik tekrar oluştuğunda, tahmin ediyorum ki işte o zaman Çin ve Rusya’ya karşı büyük saldırı başlayacak.

Bunun yanında bir sorun da var. ABD’nin emperyalist hakimiyetine karşı direnen ülkeler var. Ekonomik ve askeri olarak ABD’nin saldırısı altında olan 39 ülke var. Bu ülkeler küresel rekabette, bu küresel çatışmada Çin ve Rusya için potansiyel müttefikler mi?

Yani şu anda sadece saldırının ya da basıncın yoğunluğundan konuşmuyoruz. Bu zaten yeni başlamadı, biz yeni bir soğuk savaşın içindeyiz. Ben artacağını hissediyorum. Biden şimdiden Çin ve Rusya’ya karşı planlarını dillendirmeye başladı. Bu çoktan var. Baktığınızda Bush yönetiminin planladığı ve ABD’nin dış politikası haline getirdiği yeni Amerikan yüzyılı projesi için diğer bölgesel planlar da şimdiden kurgulandı. İki parametre var. Sovyetler Birliği’nin ve enternasyonal sosyalist blokun çöküşünden sonra Amerika yeni bir rakip gücün sahneye çıkmasına izin vermedi. Tek süper güç olarak kalmak istediler. Bu birincisi. İkincisi, bu yeni Amerikan yüzyılında ABD hâkim güç olacaktı. Planları, ABD’nin herhangi bir bölgedeki hakimiyetine direnen herhangi bir ülkeyi ezmekti; bu George Bush döneminden kalma bir politikaydı. Rejim değişikliği, ülkeyi bölmek ya da ABD hakimiyetini kabul edecek şekilde hükümetlere diz çöktürmek… Ve bunda ilerlediler.

Önceden, Çin’in büyük bir güç olarak yükselişi unsuru yoktu. Şimdi ise bu iki kamp arasında gelişecek emperyalist rekabette, bu direnen ülkelerin Çin’in ve Rusya’nın müttefiki olabileceği korkusu var. Bu yüzden hem Çin ve Rusya’ya karşı yürütülen soğuk savaşın dozunu artıracaklar, hem de bu 39 ülkeye karşı, onları ezip emperyalist kampa tekrar geri çekebilmek, karşı tarafa müttefik yapmamak için ekonomik ve askeri saldırıları arttıracaklar. Bana göre olacaklar bunlar. Ve daha kötü olacak. 

Bu noktadan Ortadoğu’daki duruma gelebiliriz. Çünkü bahsettiğiniz 39 ülkeden birisi İran. Dışişleri Bakanlığı’nın beyan ettiği ilk şeylerden biri İsrail’e desteğin değişmeyeceği ve İsrail’in güvenliğinin birincil hedef olduğuydu. Ve Blinken Golan Tepelerinin İsrail’e ait olduğunu söyledi. Bakış açılarına göre bu konuda herhangi bir şüphe yok. İran’la nükleer anlaşma ne durumda? Biden tekrar anlaşmaya geri döner mi? Yoksa İran’a karşı saldırgan tutumu devam mı ettirir? 

Öncelikle Ortadoğu politikasına bakalım, sonra İran ve İsrail’e geri döneriz. ABD politikasının daha önce çizdiğim tabloya göre üç öğesi var. Bunların üzerinden gideceğim. Birincisi, amaç, Rusya ve kısmen Çin yardımıyla devam eden İran, Hizbullah ve Suriye direniş cephesini parçalamak. İkincisi, rejim değişikliğiyle İran ve Suriye direnişinin gücünü kırmak. Ve üçüncüsü, İsrail’in sahip olduğu askeri gücü korumak ve güçlendirmek ve İsrail’in askeri ve nükleer gücünü garanti altına almak. Bu genel politika. 

Hepimiz biliyoruz ki İran’la olan problem sadece nükleer ya da sadece politik bir problem değil. İran’ı emperyalist kamptan, Bağdat Paktı’ndan uzaklaştıran, onu Bağlantısızlar Hareketi’yle buluşturan ve bağımsız bir dış politika izleyebilmesini sağlayan 1979 Devrimi’yle birlikte derinlere kök salmış bir problem söz konusu. İran bölgede bağımsız bir biçimde hareket edebiliyor.

ABD emperyalizminin İran’la sorunu sadece nükleer değil, o işin bahanesi. Obama yönetimindeki anlaşmaya baktığınızda, herkes Trump gelene kadar nükleer konusundaki pazarlığın makul olduğunu düşünüyordu. Bu doğru değil. ABD, Obama yönetimi zamanında verilen taahhütlerinden hiçbirini yerine getirmedi. Bırakın sözünde durmayı, ekonomik savaşı on yıl boyunca daha da genişletti. İran’a karşı Obama yönetimi yaptı bunu. Kaldırmaya söz verdikleri hiçbir ambargoyu kaldırmadılar. Bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Yani Trump gelene kadar her şey tamam değildi.

Trump geldi ve hepsini beraber kaldırdı. ABD’nin anlaşmadan çekilme nedenleri neydi? İran’ın ihlal etmesi değildi. Daha fazlasını istiyorlardı. Nükleer anlaşma, İran’ın bölgesel politikasını engellemek için bir kılıftı. Suriye’yi destekliyordu, Hizbullah’ı destekliyordu, Rusya ile birçok alanda iş birliği yapıyordu, Irak’ta bağımsız bir rolü vardı, Afganistan’da bağımsız bir rolü vardı. Tüm bunlar ABD’nin planlarını engelliyordu. Nükleer anlaşmaya dönmek için Pompeo’nun listelediği 12 nedene bakarsanız, bir kısmını okuyacağım. 

  • İran balistik füzelerini geliştirmeyi durdurmalıdır.
  • Nükleer füze sistemlerini geliştirmeyi durdurmalıdır.
  • Yani sorun nükleer değil, İran’ın füze sistemi. İran Ortadoğu’daki Lübnan Hizbullahı, Hamas ve Filistin İslami Cihat Hareketi’nin de dahil olduğu “terörist gruplara” destek vermeyi durdurmalıdır. Yani Filistin’e destek vermeyi unutun. Hizbullah’la ortak çalışmayı unutun.
  • İran Irak hükümetinin egemenliğini tanımalı ve onun Şii milislerin yeniden bir araya gelmesine, seferber olmasına ve silahlanmasına izin vermelidir. Yani ABD’nin Irak’taki hakimiyetine karşı gelmeyin.
  • İran, Yemen’de Husi milislere verdiği askeri desteği kesmeli ve Yemen’de barışın hâkim olması için destek vermeli.
  • İran Suriye’deki tüm askeri desteğini çekmelidir. Suriye’den çekilin.
  • İran Afganistan’da ve bölgede Taliban ve diğer teröristlere verdiği desteği çekmelidir. İran, Devrim Muhafızları Ordusu’nun tüm dünyada terörist ve militan ortaklarına verdiği desteğe son vermelidir. İran son vermelidir... Tüm dünyada!
  • Muhtemelen on ikincisi ve en önemlisi, İran, çoğu ABD müttefiki olan komşularına, özellikle İsrail ve Suudi Arabistan’a karşı tehditlerinden vazgeçmeli. Nükleer silahlar bunun neresinde? Hiçbir yerinde. Hepsi İran ABD’nin taleplerini kabul etmeli ve kendini silahsızlandırmalı anlamına geliyor. 

Şimdi, bunun sadece Trump ve Cumhuriyetçilerin kararı olduğunu düşünebilirsiniz, fakat Obama’nın Başkan, Biden’ın Başkan Yardımcısı ve Hillary Clinton’ın Dışişleri Bakanı olduğu zamanki anlaşmaya dikkat çekmek istiyorum. Hatırlarsınız Suriye’nin dışında alternatif bir hükümet oluşturdular ve o hükümetle iktidar olduklarında kabul edecekleri şu anlaşmayı imzaladılar: Doha protokolü. Esad’ın yerine geçecek bu yeni hükümet şunları yapmalıydı:

  • PKK’nın Suriye’deki tüm üyeleri sınır dışı edilecek.
  • Rusya ve Çin’le imzalanan tüm anlaşmalar iptal edilecek.
  • Katar petrol boru hatlarının Suriye üzerinden Türkiye’ye geçmesine izin verilecek.
  • Atatürk Barajı’ndan gelen boru hatlarıyla suyun Suriye üzerinden İsrail’e geçmesine izin verilecek.
  • Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri, ülkede savaştan dolayı oluşan hasarı onaracak fakat bir şartla; yeniden inşa işlerini Katar ve Birleşik Arap Emirlikleri şirketleri alacak, başkası değil.
  • Yeni hükümet İran, Rusya ve Çin ile ilişkilere son verecek.
  • Hizbullah ve Filistin direniş örgütleri ile olan bağlar koparılacak.

İşte bu, Demokratların Suriye’den istediği anlaşma. Onların istedikleriyle Cumhuriyetçilerin İran’dan istedikleri arasında bir fark görüyor musunuz? 

Yeni bir nükleer anlaşma düşünüyor musunuz? Biden’ın Trump’ın istediğinden daha az isteyeceğini düşünüyor musunuz? Hiç sanmıyorum. Biden bunu çoktan dile getirdi. Evet, Biden nükleer anlaşmaya tekrar dönmek istediklerini söyledi, fakat daha geniş bir çerçeveyle. Ama ben onlardan Pompeo’nun söylediğinden daha farklı bir şey beklemiyorum. Genişleme İran’ın tamamen silahsızlandırılması ve hükümetin ABD’nin tüm isteklerini kabul etmesi demek, bu benim görüşüm. 

İsrail’e baktığımızda… Daha önce söylediğim Ortadoğu’ya dair üç öğeli politikayı unutmayın, İsrail hegemonyasını tekrar tesis etmek, özellikle nükleer gücünü. Bu nükleer anlaşmanın bir amacı da bu. İsrail tarafından zorlanıyor. Fakat bir yandan bu emperyalist stratejinin NATO ile birlikte küreselleşmesi ile, görüyorsunuz ki Biden yönetimi, Trump tarafından İsrail ve Arap ülkeleri arasındaki ilişkileri yeniden başlatan politikayı devam ettiriyor. Önce ekonomik ilişkiler, belki sonra karşılıklı diplomatların atanması… Ama eminim ki çok yakın bir sürede bu süreç İran’a karşı askeri bir ittifaka dönüşecek. İran’a ve Suriye’ye karşı İsrail’le birleştirilmiş bir askeri kamp oluşturmaya çalışıyorlar. Biden yönetiminin Trump’ın İsrail’i güçlendirme politikasını devam ettireceklerini açıkladıktan sonrasıyla ilgili bir şey okumama izin verin. 

Netanyahu’nun söylediği, neler olacağını anlatan ufak bir parça. 

Evet burada, bu Netanyahu, ABD Dışişleri’nin Trump’ın politikasını devam ettireceklerini açıkladıktan sonra söyledikleri. Bunlar Aralık ayında söyledi:

“İran komşularını tehdit ettiği ve baskı kurduğu sürece, İran İsrail’i yok etmeye çalıştığı sürece, İran bölgedeki ve dünyadaki teröristleri askeri olarak eğittiği ve finanse ettiği sürece, İran nükleer silahlar peşinde koştuğu sürece, İran yeni mekanizmalar hayata geçirdiği sürece, bir diğer deyişle ABD planlarına direndiği sürece, İran’la hiçbir şey normale dönemez.”

Bu İsrail’in pozisyonu. Bugün geldiğimiz noktada İsrail’in Arap ülkeleriyle yaptığı anlaşmalar ve geliştirdiği ilişkiler ile birlikte daha da güçlendi.

Çok fazla vaktimiz kalmadı fakat size ABD’nin Latin Amerika politikasını da sormak istiyoruz. Tabii ki bir yandan öteden beri Küba’ya ve son yıllarda Venezuela’ya karşı devam eden bir saldırganlık söz konusu. Yakın zamanda ABD yönetimi Venezuela’ya uygulanan bazı yaptırımları azaltacağını söyledi, bu ne demek? 

Böyle bir şeyi hiç beklemiyorum. Size genel politikalarını anlattığım gibi, şu anda korkulan Venezuela’nın Çin ve Rusya ile yakınlaşmaya başlaması. Bu, Venezuela, Küba ve diğerlerine karşı saldırganlığı yoğunlaştıracak.

Bakın, Biden’ın başlama törenine Guaido’nun temsilcisini davet ettiler. Biden hükümeti halen Venezuela’da geçiş hakkında konuşuyor. Meşru hükümeti tanımıyorlar. Tabii ki Guiado’nun hükümeti devralma politikası çöktü. İçeride siyasi bir çözümleri yok. Bu bana, dışarıdan baskıyı arttıracaklarını söylüyor. Ekonomik ve askeri olarak. Şu anda olan bu ve Küba’da da aynısı olacak. Obama zamanında Küba planı açıktan saldırmak yerine ekonomik olarak içe işlemekti. Farklı bir yöntem denemişlerdi. Geri dönmeyi deneyebilirler fakat amaç değişmedi. ABD’nin korkusunun Çin’in yükselişi ve dünyada etkisini arttıran hegemonya mücadelesi olduğunu biliyoruz, bu yüzden tüm köşelerin tutulduğundan emin olmak istiyorlar. Bu yüzden direnen tüm ülkelere karşı ABD baskısı bir şekilde artacak. Yeniden bir tür Soğuk Savaş kamplaşmasıyla baş edeceğiz. ABD tüm emperyalist bloğu toplarken, periferideki güçleri, ezilen dünyanın ülkeleri ile Çin’i ve Rusya’yı bir araya getiriyor. Yeni bir kamplaşmaya ve karşı karşıya gelişe doğru gidiyoruz. Hissiyatım bu.