Sovyetler Birliğinde ekoloji çalışmaları ve çevre ile ilgili konularda yaklaşımlar-bir giriş

Bugün çevre konularının çok konuşulduğu bu ortamda özellikle 1920’lerin Sovyetler Birliği’ndeki tartışma ve uygulamalar hem ilginç hem de yol gösterici.

Bilim ve Aydınlanma

   Zuhal Okuyan, BAA Kolektif Yaşamı Kurgulama BA

‘Sovyetler Birliği çevre ve ekoloji konularına nasıl bakıyordu’ sorusu çok fazla gündeme geliyor. Ancak bu ve benzeri sorulara çok kestirme yanıt vermek olası değil. Birincisi kapitalist bir dünyanın içinden bakıp başta mülkiyet olmak üzere birçok konuyu çok farklı ele alan bir sistemin kıyaslanması çok mantıklı değil. Öte yandan bugün tartıştığımız çevre ile ilgili bazı başlıklar henüz dünyanın hiçbir yerinde tartışılmıyordu. Bir örnek verecek olursak insanlığın başına her zaman dert olmuş sıtma hastalığı ile savaş için bataklıkların kurutulması, birçok alanın DDT ile ilaçlanması genel kabul gören, Dünya Sağlık Örgütü’nün de resmen onayladığı bir uygulamaydı. Ancak zamanla, bütün bu gereksiz görülen bataklıkların biyoçeşitliliği barındıran, binlerce canlıya ev sahipliği yapan sulak alanlar olduğunu, DDT’nin sadece hedef canlılara değil, tüm canlılara ağır zararlar verdiğini, üstelik daha dayanıklı türlerin oluşmasına neden olduğunu anlayacaktık. Bilim adına yapılan hatalar doğaya diyalektik olarak bakmamanın sonucuydu. Doğadaki ögelerin -canlı ya da cansız- birbiri ile ilişkisi olduğundan bir ögeye çok fazla yüklenildiğinde dengenin bozulması kaçınılmazdı. Sosyalist sistemi karalamanın en iyi yollarından biri sosyalist ülkelerin çevre felaketlerini gündeme getirmek oldu. Gerçekten Sovyetler Birliği’nin son zamanlarına denk gelen Çernobil felaketi ve tartışmalı tarım uygulamaları sonucu yok olan Aral Gölü sorunu ön plana çıkarılarak sosyalist sistemin tüm kazanımlarını yok sayan karşı kampanyalar yürütüldü ve yürütülüyor. Bu bildiride insanlık için çok değerli çalışmalar yapıp ekoloji ve çevre konularına katkı yapmış bazı Sovyet bilim insanlarından söz edeceğiz. Bu bilim insanlarının kendi dönemlerinin çok ilerisinde öngörülerde bulunduklarını görüyoruz. Kurulurken bir iç savaş, daha sonra Büyük Anayurt Savaşı’nı geçirmiş uçsuz bucaksız toprakları ve çok sayıda cumhuriyeti olan bir ülkeden söz ediyoruz. Bütün o olumsuz koşullarda bile doğanın korunmasına yönelik alınan kararlar, uygulamalar ve tartışmalar daha fazla gündem olabilmeli. Bugün çevre konularının çok konuşulduğu bu ortamda özellikle 1920’lerin Sovyetler Birliği’ndeki tartışma ve uygulamalar hem ilginç hem de yol gösterici. Bu bildiri daha kapsamlı çalışmalar için bir giriş olarak kabul edilmeli.

Giriş:

Sovyetler Birliği Anayasası’nın 18. Maddesi şöyle der:  Şimdiki ve gelecek kuşaklar için, toprağın, maden ve su kaynaklarının korunması ve bilimsel olarak kullanılması, bitki ve hayvanların korunması, hava ve suyun temizliğinin sağlanması, doğal zenginliğin çoğalması ve insanın çevresinin iyileştirilmesi için gerekli adımlar güvence altına alınmıştır. Madde 67, her SSCB yurttaşının doğayı ve zenginliğini korumakla yükümlü kılmıştır (1).

Sovyetler Birliği ve ekoloji, çevre konularını inceleyen hemen tüm yazarlar üç döneme işaret ederler:

  1. 1917 Devriminden 1930’ların ortasına kadar olan dönem
  2. 1930’ların ortasından 1950’lerin başına kadar olan dönem
  3. 1950’lerin başından 1991’e kadar olan dönem (2), (3).

Aslında tarihin bir kesitini sınıflandırmak bir giriş yazısı için zor. Sınıflandırmalar konuları daha iyi anlamamızı sağlasa da bazen yanıltıcı olabiliyor. Bu dönemlerin içinde bir iç savaş bir de Büyük Anayurt Savaşı var. Milyonlarca kişinin öldüğü, kıtlığın sürdüğü, hastalıklarla boğuşan çok büyük bir ülkeden söz ediyoruz.  Üçüncü dönemin de sadece ekolojik yıkımların olduğu bir dönem olduğunu söyleyemeyiz, belki de bu dönemi Kruşçev dönemi ve 1970’lerden sonraki dönem olarak ikiye ayırabiliriz. Kruşçev döneminde uygulanan endüstriyel tarım modelinin çevre üzerine etkisi başka bir incelemenin konusu. 1970’lerde ise durum biraz daha farklıydı, çok sayıda Sovyet bilim insanı bugün yaşadığımız çevre sorunları üzerine araştırmalar yapıp uluslararası toplantılarda tartışıyordu. Sovyet heyetleri Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların toplantılarında küresel bir çevre felaketine doğru gidildiğinden söz ediyorlardı. Küresel ısınma, biyosfer alanları gibi bugün çok konuşulan alanlar ilk defa Sovyet bilim insanları tarafından dile getiriliyordu.  Sovyetler Birliği ve reel sosyalizmin çözülüşü nedeniyle tüm bu birikim ve olumlu uygulamalar göz ardı edildi. Bu çalışmada tarihi dönemlerin özellikleri tarihçilere bırakılarak Sovyetler Birliği’nin çevre ile ilgili yaptığı çalışmalardan örnekler verilip çevre ve ekoloji konusunda değerli çalışmalar yapan bilim insanları tanıtılacaktır.

Sovyetler Birliği’nde Çevre ile İlgili önemli karar ve uygulamalar kronolojisi:

Aşağıda Sovyetler Birliği’nde doğanın korunması, çevre ve ekoloji ile ilgili olan en önemli kararlar ve uygulamalar kronolojik olarak verilmiştir (3), (4).

1917:  Koruma alanlarının kurulması, ilk aşamada 46 bölgenin koruma altına alınması önerilmiştir.

1918: Ormanların korunması ve kullandırılması kararnamesi (1923 ‘de kanunlaştı).

1920: Avlanma ile ilgili düzenleme yapıldı.

1921:  Doğal anıtların, bahçe ve parkların korunmasına dair düzenleme yayınlandı.

1922:  Balıkçılık ile ilgili düzenleme ilan edildi.

1924:  VOOP isimli derneğin kurulması (bilim insanlarının öncülüğünde kurulan, sonradan her kesimden binlerce üyesi olacak VOOP, bağımsız bir örgütlenme olarak Sovyetler Birliği’nin yıkılışına kadar varlığını sürdürdü).

1925: Bilimsel ve kültürel tarih açısından önemli olan doğal kaynakların korunması kararnamesi çıkarıldı.

1926: Çevrenin korunması için devlet komitesi kuruldu.

1929, 1933: VOOP tarafından organize edilen ‘Doğayı Koruma’ Kongreleri’nin birincisi ve ikincisi yapıldı.

1935: Hava Kirlenmesi konusunda Birinci Sovyet Konferansı toplandı (Kharkov).

1936:  SSCB Bilimler Akademisi ve devletin ilgili birimleri soyu tehlikede olan türler için birimler kurdu (özellikle Karadeniz fokları, denizaslanları, kutup ayıları başta olmak üzere çeşitli memeli hayvanlar ve kuşlar için).

1941:  SSCB Bilimler Akademisi’nde bir bölümün sadece kıyı ve sulak alan biyoçeşitliliği üzerinde çalışmasına karar verildi.

1948: Tarlaları koruyacak orman şeritlerinin oluşturulması, ürün rotasyonu ve sürdürülebilir tarım planı başlatıldı.

1950: Moskova çevresinde 25 km. genişliğinde orman yaratıldı.

1972: Volga ve Ural nehirlerindeki kirlenme ele alındı.

Ekim Devrimi’nin hemen sonrası:

Hiç kuşkusuz doğa insan ilişkisi ile ilgili devrimci tartışmalar 1917’den önce de sürüyordu ve bu birikim sayesinde devrim sonrası oluşan kargaşa içinde bile doğanın korunabilmesi için çok önemli kararlar alınabildi. Ekim Devrimi’nden sadece iki gün sonra bütün topraklar, ormanlar, nehirler, göller, kısacası tüm doğal varlıklar kamulaştırılınca doğayı korumak için çıkarılan kararnameler ve kanunların uygulanması kolaylaştı. Bir bakıma yapılan en büyük çevreci eylemin ‘’doğal kaynaklar ve bunlarla ilgili faaliyetlerin’’ devletleştirilmesi olduğunu kabul edebiliriz. Ormanların merkezi olarak korunması ve yeni ağaçlandırmalar yapılması 1918’de genç Sovyetlerin çıkardığı ilk kanunlardan birinin konusuydu. Ormanlar, tam olarak korunacaklar ve yararlanılacaklar olarak sınıflandırılarak sürdürülebilir ormancılığa geçildi. 1923’te çıkarılan başka bir kanun ile ormanların korunması tamamen garanti altına alındı (5).

‘Zapovedniki’ uygulamaları(ulusal ekolojik koruma alanları): Tamamen doğal haliyle bırakılıp korunan alanlara zapovednik deniyordu.  Zoolog V. Stançinski ekolojik topluluklar üzerinde yoğun olarak çalışmış bir bilim insanıydı, zapovedniki alanlarının kuruluşunda önemli rol oynadı. Ayrıca SSCB’nin ilk resmi ekolojik dergisinin editörlüğünü yaptı. Bu bölgelerde avlanma, ağaç kesme, tarım ya da turizm faaliyetleri kesinlikle yasaktı. Sadece bilimsel araştırma yapılabiliyordu (2).  1933’e gelindiğinde toplam 2,7 milyon hektar alanı kaplayan otuz üç tane zapovednik vardı. 1978'den itibaren, Rusya'nın bu doğa koruma alanlarından otuzdan fazlası UNESCO tarafından biyosfer rezervi olarak belirlenmiştir. Ayrıca çok sayıda zapovedniki UNESCO tarafından doğal dünya mirası olarak hala korunmaktadır (6).

1919’da, iç savaş sırasında Lenin, ünlü tarım bilimcisi Podiapolski ile buluşarak doğanın korunabilmesi için ulusal parklar üzerinde çalışmasını istedi. Kızıl Ordu toprakları geri kazanınca Podiapolski’nin hazırlamış olduğu taslak kararname haline geldi ve imzalandı. ‘Doğal Anıtların, Bahçelerin ve Parkların Korunması’ ve ‘Avlanma ‘ ile ilgili olan kararlar arka arkaya çıktı.  İç savaş koşullarında örneğin yaban keçilerinin av yasakları konuşulabiliyordu. Bu dönemin devrimcilerini etkileyen ve 1920’de ölen bir başka bilim insanı G. Morozov’du. Rusya’da bilimsel ormancılığın kurucusu olarak kabul edilen Morozov’un çalışmaları ekoloji alanında çalışan ve düşünen Sovyet bilim insanlarını etkilemiştir. Mozorov, daha sonraları Sukaçev tarafından geliştirilen ‘biyocoenosis’ kavramını sistematik bir şekilde işlemiştir.

Bu dönemde ‘Yaşamın Kökenleri’ konusundaki teorisiyle Sovyet bilim insanlarını etkileyen bir başka isim ise Oparin’dir. Oparin biyolojide diyalektik yöntemleri kullanarak bir çığır açmıştır.

Oparin’e göre canlı organizma ile cansız madde arasında kökten bir farklılık yoktur. Bugün canlılığa özgü olarak kabul edilen özellikler, maddenin hareket yasaları ve evrimsel süreci sonucunda oluşmuş olmalıdır. Canlı varlıkların, belirli bir yapıda olması, metabolizma faaliyetleri göstermesi, üremesi ve uyarana cevap vermesi gibi çok temel özelliklerin cansız olarak kategorize ettiğimiz maddelerin molekül yapılarında da görülebilecek özelliklerdir (8).

Vernadsky ve Biyosfer kavramı:

1943’te Stalin ödülünü alan Sovyet bilim insanı V.I. Vernadsky, 1926’da yazdığı Biyosfer isimli eseriyle tanınır. 19.yüzyılda ortaya atılan biyosfer kavramını geliştiren Vernadsky, jeokimyanın, biyojeokimyanın ve radyojeolojinin de kurucularından sayılır. Asıl alanı mineralojidir, ancak biyoloji ile de ilgilenmiştir. Biyolojik etkileşimler sonucu atmosferde oluşan oksijen, nitrojen ve karbondioksidi ilk tanımlayan bilim insanlarından biridir.  Ona göre dünya hareket eder, dinamiktir ve canlıdır, statik olarak gözlem yapılamaz. Sovyet ekoloji tarihinin en önemli kişilerinden olan Vernadsky batılılarca 1980’lere kadar görmezden gelinmiştir (8). 1971’de UNESCO ‘İnsan ve Biyosfer’ programını kabul ederek yıllar önce Vernadsky’nin önermelerini bir bakıma pratiğe geçirmiş oldu. 1988’de Leningrad’da Bilimler Akademesi bünyesinde Uluslararası Vernadsky Vakfı kuruldu (9).

Biyosferin sözlük anlamı ‘canlıların oluşturduğu küre’ olsa da bu çok dar bir tanımdır, Vernadsky daha geniş, diyalektik ilişkileri tanımlıyordu. Yerküre, insanlar ve uzay arasında maddenin değişimine bağlı bir ilişki olduğunu söyleyen Vernadsky, çok değişik bilim dallarını incelemiş, doğadaki olay ve ilişkilere bütüncül bakmıştır.

VOOP (Tüm Rusya Doğa Koruma Derneği) kurulması: Bilim insanlarının öncülüğünde 1924’de kurulan bu örgüt özerk bir yapıdaydı ve toplumun katılmasıyla oluşmuş bir kitle örgütüydü. Uzun süre V.N. Makarov’un liderliğini yaptığı örgütün ‘Ohrana Priodni’ (Doğa Koruma) isimli dergisi yayın hayatını on yıllar boyunca sürdürebilmiştir. Zaman zaman üye sayısı iniş çıkış gösteren VOOP’un Sovyetler Birliği dağılmadan önce 38 milyon üyesi vardı. Derneğin amaçları arasında çevre eğitimi vermek, yurttaşları çevrenin korunması ve geliştirilmesi için gönüllü etkinliklere katmak, devletin, kuruluşların ve bireylerin çevre ile ilgili uygulamalarını izleyerek kamuoyu yaratmak vardı. Bunların dışında Genç Komünistler Birliği, sendikaların ve birçok bilimsel derneğin çevre konularında çalışmalar yapıyordu (1).

Leningrad Tohum Enstitüsü ve Vavilov:

N. I. Vavilov, bitkilerin çeşitliliği ve yabani akrabalarının önemini ilk açıklayan ve onları toplayan kişidir. Çalışmaları ile bitkilerin “orijin merkezleri” hipotezini formüle etmiştir.1921’de Leningrad’da kurulan Enstitü’nün 1924 ile 1934 arasında başkanlığını yapmış, Leningrad’daki merkezin dünyanın en büyük tohum merkezi olmasını sağlamıştır. Vavilov ve arkadaşları bitki gen havuzlarının eski tarım uygulamalarıyla ilişkileri üzerine ilginç çalışmalar yürüttü. Merkez’de çalışan bilim insanları sadece Sovyetler Birliği’nde değil, başka ülkelerde de araştırmalar yaptılar. Bu nedenle aynı ekipten botanist P.M. Jikovsky, 1925’de Türkiye’ye gelerek Anadolu’nun biyoçeşitliliği ile ilgili bir çalışma yaptı. Bu değerli çalışma sonradan kitap haline getirildi ve Türkiye Cumhuriyeti’nin Onuncu yılı nedeniyle 1933’de Rusça basıldı (10). Leningrad kuşatması sırasında Vavilov ve arkadaşları tüm olumsuz koşullara rağmen binlerce örneği koruyabildiler. Tohum örneklerinin bir bölümü savaş sırasında güvenli bölgelere gönderildi (11).

Sukaçev ve ‘biogeocoenosis kavramı:

1941’de bitki bilimci ekolog Sukaçev’in ortaya sürdüğü ve 1944’de geliştirdiği bir kavram olarak ‘biogeocoenosis’, canlı ve cansız her şeyin birbiriyle ilişkisi üzerine kurulmuş bir kavramdır.  Sukaçev, ekosistem kavramının bütünü açıklamada yeterli olmadığını, diyalektik bir bakışla nesneler arasındaki enerjinin de çok önemli olduğunu vurgulamıştır (12).

Sukaçev’e göre Marx ve Engels’in geliştirdiği diyalektik materyalizm doğa olayları arasındaki ilişkiyi açıklayan en önemli araçtır.

1949 Tarımsal Alanların Korunması ve Orman Şeritleri Projesi:

1948’de merkezi olarak çok büyük bir dönüşüm projesi kararı alındı. Başlıca amaç uygulama alanlarında tarımda sürdürülebilir yüksek verim alınması ve ağaçlandırma alanlarının arttırılmasıydı. Uygulamada step ve yarı step ikliminin sürdüğü bölgelerde tarlaları korumak için ağaç şeritleri oluşturma ve dönüşümlü ekim yapma olarak özetlenebilecek bu dev proje yıllarca birlikte çalışan toprak ve orman bilimcilerinin eseriydi. Bir amaç da yakın zamanlarda görülen büyük kuraklıkların ve kum fırtınalarının önüne geçmekti. Su havuzları ve rezervleri de plana eklendi. Ağaçlandırma şeritleri ile ekili alanlar zararlı rüzgarlardan korunacaktı (4). Ne yazık ki sonraki dönemlerde bu proje devam edemedi. Ağaçların önemli bölümü kesildi, proje için oluşturulan su kaynakları yok edildi. Doğaya doğal yöntemlerle müdahale etme yerine fazlasıyla endüstriyel yöntemler tercih edildi. Bugün hala kalabilen şerit ormanlara halk arasında Stalin ormanları denmektedir (3).

15 yıl süren bu uygulama sadece üretimi arttırma programı değil, doğayı koruma programıydı aynı zamanda. Toprağın organik yapısına müdahale edilmedi, tarımda su tasarrufu yapıldı. Kolhoz ve sovhozların tarlalarındaki nem korundu, rotasyonla ürün ekildiği için toprak fakirleşmedi, hayvancılık yapılabilmesi için dönüşümlü ürünlerin içine bu tür bitkiler de eklendi. Monokültür (tek ürün) yerine ürün çeşitliliği gözetildi (13). Bugün permakültür uygulamaları içinde tartışılan birçok uygulama bu projenin içinde vardı.

Ünlü Sovyet besteci Şostakoviç bu süreç ile ilgili ‘Ormanların Şarkısı’ isimli bir eser bestelemiştir (*).

1970’ler ve Sovyet Bilim İnsanlarının çalışmaları:

Bu dönem Sovyetler Birliği’nin çevre ile ilgili konularda dünyada sözünün geçtiği bir dönemdir. Bu dönemin en önemli olayları kronolojik olarak verilmiştir.

  • 1970’de toprak bilimci Viktor Kovda (1904 – 1991) başkanlığındaki bir Sovyetler Birliği heyeti Birleşmiş Milletler Merkezinde bir uluslararası toplantıya katıldı. Heyet, emperyalist ülkelerin ve büyük şirketlerin gelişmekte olan ülkelerin doğasını nasıl sömürdüğü konusunda ve çevrenin yok edilmesinin sosyal ve ekonomik nedenleri ile ilgili bir rapor sundu.
  • 1972’de Stockholm’de yapılan BM Çevre Konferansını Sovyetler Birliği boykot etti. Boykotun nedeni Alman Demokratik Cumhuriyet’inin toplantıya kabul edilmemesiydi. Buna rağmen Sovyetler Birliği Konferans kararlarını tanıyarak biyosfer rezervlerinin kurulması ve ekolojik izleme programlarındaki sorumluluğunu yerine getireceğini açıkladı. Bilim insanları I. Gerasimov ve Y. Izrael tarafından ekolojik izleme programı başlatıldı.
  • 1973’te UNESCO’nun İnsan ve Biyosfer Programına uygun olarak Sovyet Bilimler   Akademisi’nde A. Sidorenko başkanlığında bir konsey kuruldu (14).
  • 1974’de Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) bir çevre izleme programı başlattı. Aynı yıl Y.Izrael SSCB Hidrometereoloji Hizmetleri’nin başına getirildi, yazdığı birçok makalede insan eliyle biyosferin nasıl değiştini, bu faktörlerin neler olduğunu vurguladı. V.Sokolov ise Biyosfer problemleri ile ilgili bilimsel konseyin başında bulunuyordu. Bugün biyosferdeki değişimlerin sonuçlarıyla ilgili bilinen birçok konu o dönemde araştırıldı ve bilgi üretildi. 1975’de I.Gerasimov ve Y.Izrael biyosferi etkileyen faktörler konusunda ortak bir rapor hazırlayarak önemli bir katkı sağladılar (14).
  • Sovyetler’in çevre konusunda uluslararası arenada yaptığı önemli bir diğer çıkış ise 1979’da dünyada ilk kez yapılan ‘Dünya İklim Konferansı’dır. Burada ünlü Sovyet bilim insanı Fedorov’un başkanlığında ‘Bütün Ülkelere Çağrı’ isimli bir metin tüm dünyaya duyuruldu. Bu metinde askeri ve endüstriyel faaliyetler bu şekilde giderse büyük bir iklim değişikliği felaketi yaşanacağı vurgulandı (15,16).
  • 1980’de yine Fedorov, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun ‘Doğanın Korunması için Ülkelerin Tarihsel Sorumluluğu’ konulu tarihsel oturumunda Sovyet Delegasyonu adına bir rapor sundu. Bu raporda tropikal ormanların yok olması, toprak kalitesinin bozulması, çölleşme, atmosfer, denizlerin ve tatlı suların kirlenmesi gibi çevre sorunları vurgulanarak tüm ülkelere şimdiki ve gelecek kuşaklara olan sorumlulukları hatırlatıldı (15,16).

Sovyetler Birliğinde İklim Değişikliği Çalışmaları

Sovyet bilim insanları, başta coğrafya ve biyoloji alanından gelenler olmak üzere iklim değişikliği ile ilgili konularda 1920’lerden itibaren çok değerli çalışmalar yaptılar. Bu bilim insanlarından biri Sovyet coğrafyacı, biyolog ve balık bilimi uzmanı (ihtiyolog)  L.S. Berg,   ‘İklim ve Yaşam’ adlı kitabında (ilk basım 1922),  iklim ve doğanın organik ve organik olmayan unsurlarının ilişkisini anlattı. Sovyet bilim insanları arasında iklim değişikliği ve insanın buna etkisi konusundaki ilk ciddi tartışmalar ise 1961 ve 1962’de Leningrad’da yapılan iklim değişikliği toplantılarında ele alındı. Birçok uzmanlık alanından gelen bilim insanları dünyadaki iklim değişikliğini, insan eliyle yapılan müdahaleleri ve enerji üretiminin iklime olan etkisini tartıştılar. Sovyet bilim insanı Budyko 1969’da yayınlanan makalesinde artan ekonomik faaliyetlerin ve enerji üretiminin yağmur modlarını etkileyeceğini, denizin yükselmesine ve kutupların erimesine neden olacağını yazdı (17). Kuzey Kutbu’nun erime miktarı ile ilgili 1972’de yaptığı tahminler uzun yıllar sonra çok az farkla doğru çıktı. Budyko, daha 1960’larda insan faktörü nedeniyle Kuzey Kutbunda erime olabileceğini öngören bir bilim insanıdır.

  İnsan eliyle oluşabilecek iklim felaketi konusunda çalışmalar yapan bilim insanlarının en ünlüsü ise E.K. Fedorov’dur (1910-1981). Jeofizikçi, kutup kâşifi ve iklim uzmanı olan Fedorov, Sovyetler Birliği Hidrometeoroloji Merkezi’nin başındaydı ve Kuzey Kutbu’nda yaptığı çalışmalardan dolayı 1938’de Sovyetler Birliği Halk Kahramanı olarak Lenin ödülünü, 1946’da ise Stalin ödülünü almıştı. Sovyetler Birliği Barış Komitesi başkan yardımcılığını da yürüten Fedorov, 1979’da ilk kez yapılan Dünya İklim Konferansı’nda yukarda sözü edilen  konuşmayla hatırlanıyor (16). Fedorov, yazdığı ‘İnsan ve Doğa, Ekolojik Kriz ve Sosyal İlerleme’ isimli kitapta (1980) doğanın artık kendi kendini temizleyemeyeceğini vurgulayarak doğal fiziksel özelliklerin değişiminin çok ağır sonuçlar doğuracağı konusunda uyarır, insanlığın karşılaşacağı tüm problemleri Marksist bir bakış açısı ve örgütlü bir toplum aracılığı ile çözebileceğini savunur  (18).

Sonuç:

Bu bildiride Sovyetler Birliği tarihi içinde her biri ayrı araştırma konusu olabilecek sayısız çalışma ve uygulamanın bir bölümü tanıtılmaya çalışılmıştır. Ekoloji ve çevrenin korunması konusu Ekim Devrimi’nin ilk gününden itibaren çok ciddiye alınmış, buna uygun yasalar hemen çıkartılmıştır. Sovyet bilim insanlarının dünya ekoloji tarihine yaptıkları katkılar ne yazık ki Sovyetler Birliği’nde oluşan çevre ile ilgili bazı olumsuz örneklerin gölgesinde kalmış, anti Sovyetik propagandanın yoğun etkisi altında kalan solcu aydınların da büyük çoğunluğu bütünü görmek konusunda isteksiz davranmışlardır. Bu konuda yeterli kaynağın olmaması, geçmişte ekoloji ve çevre konularına yeterince ilgi gösterilmemesi gibi nedenleri de hesaba katmak gerekir. Oysa Sovyetler Birliği bilim tarihi, doğanın korunması, ekoloji konularında kendi içindeki tartışmaları ile birlikte keşfedilecek, bazen şaşırtacak büyük bir düşünsel birikim ve uygulama içeriyor. Tekrar hep birlikte düşünmekte yarar var:

‘’İnsanlığın yaşamını sürdürmesi için; ormanlar gibi doğal kaynaklar ulusal tekellerin mülkiyetinde veya egemenliği altında mı bulunmalı, yoksa dünya emekçi sınıflarının egemenliği altında mı?’’(19).

Kaynakça:

  1. Environmental Policy and Law in the USSR, Oleg S. Kolbasov. Environmental Law Reporter, 1987 (https://elr.info/sites/default/files/articles/17.10068.htm)
  1. (John Bellamy Foster, Late Soviet Ecology and the Planetary Crisis, Monthly Review, Volume 67, Number 2,  2015)
  1. Le plan de transformatıon de la nature de 1948 les enseıgnements de l’agroecologıe sovıetıque il y a 70 ans... ‘Cercle Henri Barbusse de culture ouvrière et populaire’ yayını, Fransa,2018(https://germinallejournal.jimdofree.com/app/download/7653935556/Plan+de+transformation+de+la+nature.pdf?t=1526654358)
  1. Розенберг, Г.С & Саксонов, С & Senator, Stepan. (2019). Global and regional aspects of transformations of nature in Russia: environmental view. 1. 10.30884/vglob/2019.01.11. (PDF) Global and regional aspects of transformations of nature in Russia: environmental vie (researchgate.net)
  1. https://www.cpa.org.au/amr/65/amr-65-04-the-protection-of-nature.html
  1. https://tr.wikipedia.org/wiki/Zapovednik
  1. Gül G., Yaşamın Başlangıcı ve Oparin, , Madde Diyalektik ve Toplum, cilt 1 sayı 4. 2018 (http://bilimveaydinlanma.org/yasamin-baslangici-ve-oparin/)
  2. Polunin, N., & Grinevald, J. (1988). Vernadsky and Biospheral Ecology. Environmental Conservation, 15(2), 117-122. doi:10.1017/S0376892900028915
  1. Polunin N., What Its Human Component is Attempting for The Biosphere, Editorial. Environmental Conservation, Vol. 15, No. 2, Summer 19 (Downloaded from https://www.cambridge.org/core. IP address: 95.6.50.24, on 28 Mar 2021).
  1. К 125ЛЕТИЮ СО ДНЯ РОЖДЕНИЯ ВЫДАЮЩЕГОСЯ БОТАНИКА ПЕТРА МИХАЙЛОВИЧА ЖУКОВСКОГО, Н. П. Гончаров. Genetika 49(5):549-557, 2013. 8https://www.researchgate.net/publication/274119973_K_125-letiu_so_dna_r…)
  1. https://www.sun-sentinel.com/news/fl-xpm-1992-05-13-9202080144-story.html
  1. https://anime-net.ru/en/chto-takoe-biogeocenoz-ponyatie-biogeocenoza/
  1. Plan de conservation de 15 ans de l'URSS , Rafael Zon. http://www.fao.org/3/x5349f/x5349f02.htm#TopOfPage
  1. The surrounding environment monitoring in the Soviet Union: a review of establishing new “ecological” science. : A V Sobisevich et al 2019 IOP Conf. Ser.: Earth Environ. Sci. 350 012017
  1. https://hss2019.hssonline.org/meeting-program/abstract-archive/program/142/narrating-global-environment-change-soviet-interventions-in-the-climate-change-amp-earth-science-debates-of-the-late-twentieth-century
  1. https://public.wmo.int/en/about-us/awards/international-meteorological-organization-imo-prize/evgeny-konstantinovich-fedorov
  1. https://eos.org/features/a-50-year-old-global-warming-forecast-that-still-holds-up
  1. Fedorov E.K., Man and Nature, The Ecological Crisis and Social Progress.  Progress Publishers, Moscow, 1980
  1. Nalçacı E., 21. Yüzyılda neden ulusların sosyalist bütünleşmesine ihtiyacımız var, Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu, Bahar-21 Çalıştayı (https://sol.org.tr/haber/21-yuzyilda-neden-uluslarin-sosyalist-butunlesmesine-ihtiyacimiz-var-29351)

Katkılar

Bahar Yıldız

Öncelikle Zuhal Okuyan’a bu önemli konuyu gündeme taşıdığı için teşekkür ediyorum. Reel sosyalist deneyimlerde çevre politikalarının ele alınışının incelenmesi gelecek için çizeceğimiz yolda hepimize ışık tutacaktır. Bu çalışmanın konuya ilişkin yapılacak derinlikli çalışmalara bir çerçeve sunmasını umarım.

Tali bir alan gibi görünmesine karşın çevre politikaları her zaman siyasetin aracı olagelmiştir. Geçtiğimiz hafta Erhan Nalçacı’nın bildirisinde de okuduğumuz gibi, doğal kaynakların paylaşımı ve ekonomik faaliyetlerin sınır aşan çevresel etkileri emperyalizm içinde çıkar çatışmalarının konusu haline geliyor. Tersinden de çevre sorunlarının uluslararası siyasette koz olarak kullanıldığına da tanık olabiliyoruz. Buradan bakılınca, çevre politikalarının siyasi konjonktürden bağımsız ele alınması mümkün görünmüyor. Bildiride de vurgulandığı gibi, Sovyet ekoloji ve çevre tarihini ele alırken de dönemin koşulları ve siyasi ortamından bağımsız değerlendirmek bizi yanlış çıkarımlara sürükleyecektir.

Sovyetlerde tüm kısıtlara rağmen özellikle doğa koruma alanında çok gelişkin uygulamaların ortaya konduğunu görebiliyoruz. Çözülmenin ardından kapitalizmin etkisi hissedilse de bugün hala bir Sovyet mirasından söz edebileceğimizi düşünüyorum.

Sovyetlerin 1972 Stockholm Konferansını boykotu dönemin siyasi gelişmeleriyle paralel gelişiyor. Soğuk savaş ortamına rağmen ya da nedeniyle, genel kurulu boykot etseler dahi, Sovyetler Konferans’ın hazırlık çalışmalarını sürdürüyor ve hatta Konferans salonuna yakın otellerde konaklayan Sovyet Delegasyonu son dakikaya kadar Stockholm Bildirgesinin müzakerelerine gayri resmi hatta gizlice olsa da katılıyor. Konferans kararlarını gerek hazırlık çalışmalarına katılımları gerekse genel kuruldaki müttefikleri kanalıyla yönlendirmeyi başarıyorlar. Dolayısıyla uluslararası çevre politikalarının en önemli belgelerinden Stockholm Bildirgesinde Sovyetlerin etkisini görmemiz mümkün. Kanımca, bildiride bahsedildiği haliyle, boykota rağmen Sovyetlerin Konferans kararlarını tanımasından ziyade, kararlardaki ağırlıklarından bahsetmek daha doğru olacaktır.

Sonuç olarak, Stockholm bildirgesi Sovyetlerin uluslararası çevre politikalarının inşasına katıldığı bir dönemde kabul ediliyor. Bundan 20 yıl sonra 1992’de gerçekleştirilen Rio Konferansı sonucunda ise, çevre sorunlarının çözümünde piyasa araçları ön plana çıkarılıyor. İlerleyen zamanlarda, 20 yıl arayla kabul edilen bu belgelerde reel sosyalizmin çözülüşüne ilişkin izlerini aramak başlı başına bir çalışma konusu olabilir.

Son olarak, Fedorov’u anarak, döneminin çok ilerisindeki değerlendirme ve öngörüleri ile çevresel sorunları ele alışındaki Marksist yaklaşımın yol göstericiliğinin reel sosyalist deneyimlere başvurmanın önemini bir kez daha gösterdiğini belirtmek isterim.

Turgut Yıldız

Bildiri Türkiye’de daha önce pek incelenmemiş, tartışılmamış ve kaynaklara yansımamış büyük bir külliyatın ipuçlarını veriyor.

Öncelikle bir noktanın altını çizmekte fayda görüyorum. Sovyetler Birliği’nin çözülüşünden sonra çevre konusu, Marksist yazının en çok eğip bükülen temalarından birisi olagelmiştir. Çözülüşten sonraki yıllarda Sovyetler Birliği ve komünistler çevre konusunda acımasızca eleştirildiler. Oysa bugün reel sosyalizmin olmadığı dünyada insanlığın sahip olduğu ortak değerlerin tümü –doğal varlıklar dâhil- emperyalizm ve tekeller tarafından talan ediliyor.

Sosyalist Gelecek ve Planlama Sempozyumu, Bahar-21 Çalıştayı İlk Oturumunda Erhan Nalçacı’nın sunduğu 21. Yüzyılda neden ulusların sosyalist bütünleşmesine ihtiyacımız var? (https://sol.org.tr/haber/21-yuzyilda-neden-uluslarin-sosyalist-butunles… ) Başlıklı bildiride tarif edilen temel sorunun burada tekrar edilmesinde fayda görüyorum;

“İnsanlığın yaşamını sürdürmesi için; ormanlar gibi doğal kaynaklar ulusal tekellerin mülkiyetinde veya egemenliği altında mı bulunmalı, yoksa dünya emekçi sınıflarının egemenliği altında mı?”

Çalışmada da vurgulandığı gibi Ekim devriminden sadece iki gün sonra bütün topraklar, ormanlar, nehirler, göllerin kamulaştırılması tam da burada önemli geliyor. Sovyetler Birliği’ndeki çevre yaklaşımlarını eleştirmeye başlamadan bu noktayı saptamak ve kapitalizm koşulları ile sosyalizm koşulları arasındaki farkın gerçekleştirilen faaliyetin arkasındaki güdünün farklı olduğunu görmek gerekli. Eleştiriye başlarken de buradan başlamanın ilerletici olduğunu, ayaklarını buraya basmayan eleştirilerin ise liberalizmden öte bir noktaya varmayacağını düşünüyorum.

İkinci olarak bildiride sunulan ve Foster’ın ortaya koyduğu dönemlendirmeye ne yazık ki itiraz edebilecek durumda değiliz. Burada da karşımızda önemli bir ödev duruyor. Genel olarak Sovyet planlamasının bunun altında da özel olarak çevre yaklaşımlarının bir dönemlendirmesini yapmaya ihtiyacımız var. Bu dönemlendirmenin hem sosyalist iktidarın inşasına hem de çözülüşüne dair önemli veriler sunacağına ve nihayet yarına dair genel olarak planlama ve özel olarak çevre alanında Marksist yazına katkı koyacağı kanaatindeyim.

Son olarak ise Tarımsal Alanların Korunması ve Orman Şeritleri Projesi bir projeden ziyade aslında bir “plan”. Doğanın Dönüştürülmesi İçin Büyük Plan olarak adlandırılan plan (Великий план преобразования природы) iklim değişikliği ile mücadele anlamında önemli bir erken deney olarak kabul edilebilir. Planın kendisi, uygulanması, başarısı ve başarısızlıkları bile başlı başına pek çok tartışma barındırıyor ve ele alınmayı hak ediyor.

Ayrıca Şostakoviç’in bu plan için Ormanların Şarkısı (Песнь о лесах) adlı bir oratoryosu bulunduğunu da soL Portal okurları için belirtmiş olayım.

*Şostakoviç’in ‘Ormanların Şarkısı’ isimli oratoryosu (1949), 1978’de SSCB Devlet Senfoni Orkestrası Japonya Konseri’nden: https://www.youtube.com/watch?v=lcbv0Yriu2Q

Zelal Özgür Durmuş

Sovyetler Birliği'nde Ekoloji ve Çevre bildirisi birçok bilinmeyen bilimsel yaklaşımı ve uygulamayı kısaca önümüze koyduğu için çok kıymetli olmuş. Bildiri içindeki başlıklar tek tek derinleştirilebilir, böyle bir hedef var diye anlıyorum. Bu bildiriye başlarken vurgulanan doğal varlıkların toplumsal kullanım için kamulaştırılması biraz daha detaylı açıklamalarla felsefi olarak işlenebilir diye düşünüyorum. Örneğin  doğanın bireysel mülk haline getirilmesine son verilmesi durumunun yaratığı düşünsel yenilikler, canlı cansız doğayı evrilen ve karşılıklı ilişkiler içinde devinen bir yapı olarak algılamanın getirdiği etik sorumluluklar üzerine eğilebilir yeni çalışmalar. Diğer bir önemli yön ise pratikte, sosyalist temel üzerinde yükselen merkezi plan içerisinde tarım, sanayi, enerji başlıklarının çevre stratejisini içerecek şekilde nasıl tasarlandığı incelenebilir. 

Erhan Nalçacı

Zuhal Okuyan çok önemli bir konuya giriş yapmış. Günümüze kadar gelen soğuk savaşın ideolojik rüzgârları belki bizim için bile Sovyetler Birliği’ni hızla sanayileşen ve çevre sorunlarına pek aldırmayan bir siyasi hat izlediği izlenimi bırakmıştı. Şimdi bu başlangıç taramasında bile Sovyet öncü iklim bilimciler, onların katkıları, bir iklim felaketini önlemek için yaptıkları uluslararası çalışmaları ve merkezi planlamayı bu çalışmaların nasıl etkilediğini öğrenmiş oluyoruz.

Bu çok değerli çalışmanın zaman için de her paragrafından bir bildiri veya makale üretilmesini ve bu konuda önemli bir arşivin toplum erişimine BAA aracılığıyla açılmasının çok kıymetli olacağını düşünüyorum.

Yanıtlar

Katkılar çok değerli, bir bölümünü metnin içine koymaya çalıştım.

Gerçekten de doğa insan ilişkisinin felsefi boyutunun daha fazla incelenmesi gerekir. Devrimden sonra 1920’lerin ilk yarısına kadar son derece ilginç tartışmalar yürütülüyor. Ekoloji tartışmalarının içinde aslında eğitimci olan Lunaçarski bile var. Bir de konusunda uzman olan Sovyet bilim insanlarının diğer alanlarda da bilgi sahibi olduğunu görüyoruz. Bu Fedorov zamanında da var, ünlü iklim bilimci bir röportajında vaktim olsa biyoloji ile ilgili bir kitap yazmak isterdim diyor örneğin.

1980 lere doğru adeta 1920 ler’deki heyecanlı tartışmalar yaşanmış. Doğa olayları bütünlüklü olarak ele alınmış. Aslında Fedorov’un kitabında  Sovyetler Birliği’ne de bir uyarı olduğunu düşünüyorum (Fedorov, Man and Nature: The Ecological Crisis and Social Progress, 1980)

Çalışma sırasında en çok heyecanlandıran konu Sovyet bilim insanlarının 1925’de Anadolu’da yaptıkları biyoçeşitlilik çalışmasına rastlamak oldu.  Aynı yıl Türkiye’den Tarım Bakanlığı’ndan bir heyet Sovyetler’e gidiyor. Anadolu biyoçeşitlilik çalışması Rusça kitap olarak 1933’de basılıyor. Sonra malum politikalar ve savaş yıllarından sonra,  Rusça kitabın yayınlanmasından 17 yıl sonra 1950’de Şeker Fabrikaları yayını olarak Türkçe basılıyor, ‘Türkiye’nin Zirai Bünyesi’ ismiyle. Ama kapakta araştırmayı yapan yazarın (Jukovski) adı yok sadece tercüme edenlerin var ve sanıyorum kitabın aslının bir kısmı çevrilmiş. Önümüzdeki günlerde metinlerin karşılaştırmasını yapmayı düşünüyoruz.

Katkılarınızı aşağıdaki adrese yollayabilirsiniz:

 [email protected]