Üniversite eğitimini Sovyetler Birliği’nde tamamlayan yönetmen Semir Aslanyürek, Türkiye’deki güncel problemlerle de bağlantılı olarak sosyalizmde öğrenci olmanın ne demek olduğunu soL’a anlattı.
Yekta Armanc Hatipoğlu
Eğitim, Türkiye’de uzun yıllardır tartışılan bir konu. Özellikle AKP’li yıllarda eğitimin niteliği her geçen sene bilinçli şekilde törpüleniyor. Son haftalarda tartışılan yurt skandalları, okurken çalışmak zorunda kalan öğrenciler ve öğrencilere destek olmayan devlet… Eğitimde yaşanan bu problemlerin temelinde kuşkusuz sermaye düzeni yatıyor.
Holdingler ve tarikatlar eğitimde başat güç olma yarışında. Türkiye’deki üniversitelerde bir başka sorun da AKP’nin sadece maddi bir güç olarak gördüğü yabancı öğrenciler. Yerli öğrencilerin yabancı öğrencilere bakışı milliyetçilik nedeniyle zaman geçtikçe olumsuz hale geliyor.
Yönetmen Semir Aslanyürek ise üniversite eğitimini tüm bu problemlerden uzak bir yerde, Sovyetler Birliği’nde tamamladı.
1956 yılında Antakya’da dünyaya gelen Semir Aslanyürek, kesintili üniversite eğitiminin ardından, Suriye’de tıp okuduğu sırada yaptığı bir heykel nedeniyle Sovyetler Birliği’nde okumak için burs kazandı. Burada fikrini değiştirip sinema okumaya karar veren Aslanyürek, Sovyetler Birliği’nde yedi yıl geçirdi. Sovyetler Birliği’nin çözüldüğü yıllarda, 1986’da Türkiye’ye döndü. Türkiye’de, Sovyetler Birliği’nde okuduğu için işkenceli sorgulardan geçti.
Sovyetler Birliği’nde geçirdiği yedi yılı “Rüya Gibi-Sovyetler Birliği’nde Yedi Yıl” ismiyle kitaplaştırdı. 2014’te yayımlanan kitap, Yazılama Yayınevi tarafından basıldı.
Aynı zamanda Semir Aslanyürek’in sinemayla ilgili iki kitabı ve ödül almış pek çok filmi bulunuyor. Vagon, Şelale, Eve Giden Yol ve 7 Avlu filmlerinden bazıları.
***
Semir Aslanyürek, Türkiye’deki güncel problemlerle de bağlantılı olarak sosyalizmde öğrenci olmanın ne demek olduğunu soL’a anlattı.
‘Orada üniversite giriş sınavları için gençlere kalıplaşmış birkaç formül ezberleten paralı dershaneler yoktu’
Sovyetler Birliği’nin, devlet olarak öğrencilere sağladığı imkanlar nelerdi? Bugün Türkiye’yle kıyasladığınızda bu imkanlar nereye oturuyor?
Bir devletin öğrencilere sağlayabileceği, daha doğrusu bir üniversite öğrencisinin gerek duyduğu her şey. Birincisi öğrenciye istediği branşta eğitim görmesini sağlar. Orada üniversite giriş sınavları için gençlere kalıplaşmış birkaç formül ezberleten paralı dershaneler yoktu. Paranın olmadığı yerde spekülasyon da olmaz haliyle. Burada bütün üniversite adaylarının tabii tutulduğu “bul karayı al parayı” veya “tombala” tarzı ve öğrencinin hangi eğitimi alması gerektiği konusunda feleğinin şaştığı ÖSS veya ÖSYM türünde sınavlar yoktu! Burada öğrenci tombala çeker gibidir. İstediği numarayı tutturursa belki istediği dalda eğitim görür. Belki de göremez. Çünkü sistem yüksek puanına rağmen onu aşağılara atabilir.
Sadede gelecek olursak: Sovyetler’de öğrenciler çok faklı, çok doğru ve çok titiz mülakat veya sınavlar sonucu seçilirdi. Bu seçimde gençleri mezun eden lise hocalarının da katkısı vardı. Örneğin, filanca lisenin birkaç öğrencisi zehir zemberek matematikçi. Öğrencileriyle dört yıl cebelleşen lise hocaları eğittikleri öğrencilerden kimin neye yatkın olduğunu bilirler. Böylece lise hocaları mezuniyetten hemen sonra ülkenin en namlı üniversitelerine mektuplar yazıp öğrencileri hakkında görüşlerini bildirirler, deyim yerindeyse “ihbar” ederler. Bu ihbarları alan üniversiteler hocalarını davet edildikleri değişik kentlerin liselerine gidip “ihbar edilen” genç liselilerle, bir baba oğul veya yakın arkadaş havası içinde öğrencinin cesaretini kırmadan mülakatlarını icra eder. Böylece hocalar kesin anlaştıkları öğrencilere üniversiteye kabul edildiğini belirten bir belge bir de uçak bileti teslim edip başka mülakatlara giderler.
Öğrenci ders yılı başlamadan birkaç gün önce yurda yerleşirken görevliler tarafından kendisine odanın anahtarı, yatak battaniye yastık ve çarşaflar ve hatta havlu verilir. Sömestr ilk başladığında ona aylık burs bağlanır. Ders kitapları, işi bittiği zaman iade etmek üzere kütüphaneden verilir. Defter kalem almak kuruş olduğu için öğrenci kendisi satın alır. Her türlü laboratuvar araç ve gereçler üniversite tarafından verilir, örneğin mikroskop. Sınıfta öğrenci sayısına göre her birine bir mikroskop zimmetlenir ve mezuniyet diplomasını dekanlık sekreterinden alması için zimmetine geçirdiği mikroskoptan tutun dürbüne kadar bütün araç ve gereçleri teslim ettiğine dair bir belge alıp dekanlık sekreterine ibraz eder ve diplomasını alır.
Örneğin beden eğitimi dersi için bir kayak zimmetlenmiştim. Teslim ederken depo sorumlusuna kayağı memlekete götürmek istediğimi söyledim. Gülümseyip bana öyle bir baktı ki, utandım ve şaka yaptığımı söyledim. Görevli “Hayır şaka değildi. Al okulundan hatıra kalsın. Ben kırıldı raporu yazar çürüğe çıkarırım.” dedi. Kayağı Antakya’ya getirdim. Üniversiteler öğrencilerini hocalarıyla değişik kentlere bazen haftalar süren bilimsel gezilere çıkardı. Tüm masrafları (Yol, yemek, barınma vs.) üniversitenin bütçesinden karşılanırdı. Her yıl, her öğrencinin bir ay üniversite hesabına tatile gitme hakkı vardır. Tatil mutlaka Sovyetler Birliği sınırları içerisinde olmak zorundadır.
‘Gerçekten kendimi her anlamda emniyette ve alabildiğine özgür hissettiğim tek yerdir Sovyetler Birliği’
Siz Sovyetler Birliği’nde bir yabancı öğrenci olarak bulundunuz. Peki, yerli öğrencilerin durumunu nasıl gözlemlediniz?
Sovyetler’de yerli veya yabancı öğrenci diye bir ayrım yoktu. Aynı ailenin evlatları gibiydik. Kendimi orada asla yabancı hissetmedim. Moskova bir yana birçok Sovyet cumhuriyetini ziyaret ettim. Hiçbirinde yabancı değildim. Çünkü hiçbir kaygım, hiçbir korkum yoktu. Üstelik bilerek veya bilmeyerek kendim devamlı sorun çıkarıyordum. Mesele Emniyet’e ulaştığında kimliğime bir bakıyorlar “VGİK Film Yönetmenliği Fakültesi” öğrencisi. Hemen salıyorlar çünkü yönetmen adaylarının hamile bir kadın kadar serbest davranma hakları var. Öyle ki öğrenciliğim boyunca 39 okuldan atılma ihtarı aldım ama hiçbiri uygulanmadı. Durum böyleyken insan kendini güvende hissediyor ve bir o kadar da kendine güveni oluyor, hiçbir şeyden korkmuyor. Nereye giderseniz gidin sokakta parasız, aç da kalsanız halktan sizi misafir edecek bir sürü insan çıkabilir. Hele de yabancıysanız. Demek istediğim, bir yerde yaşayıp size hiçbir zarar gelmeyeceğini ne hırsız ne yol kesen ne de bir sapık ve akla gelebilecek diğer kötülükler gibi sizi tehdit eden bir şeyin olmadığını düşünün… Gerçekten kendimi her anlamda emniyette ve alabildiğine özgür hissettiğim tek yerdir Sovyetler Birliği. Tanıdığım, konuştuğum diğer yabancı öğrencilerin de aynen benim gibi, kimsenin kendini yabancı hissetmediğini bilirim.
Doğrusunu söylemek gerekirse asıl yabancılığı Türkiye’ye geldiğim zaman yaşadım. Bana yapılan “karşılama töreni” bunun en büyük ispatıdır. Ayrıca 34 yıldan beri İstanbul’da ikamet ediyorum. Bu süre zarfında kendimi tamamen özgür veya tamamen güvende hissettiğim bir an hatırlamıyorum. Neden mi? O kadar neden var ki bununla ilgili ciltler yazılır. Birincisi; etrafa şöyle bir bakalım, hangimiz kendini güvende ve özgür hissediyor? Affedersiniz, biraz kaba olacak ama hangi osuruktan ne zaman tevkif edileceğimiz belli değil. İkincisi de İslam’ın dördüncü Halife’sine ait olduğu söylenen şöyle bir deyim var: “Yoksul olan kendi şehrinde bile yabancıdır.” ama Türkiye’de yoksul var mı ki?
Yerli öğrencilerin durumunu gözlemleme meselesine gelince. Yerli öğrencilerle aramızdaki samimiyet bir kardeşten öteydi. Onlar bizim, biz de onların her türlü sorunlarını, aşklarını, sevdalarını, ideallerini çok yakından bilirdik; bir yakın dostun bir kardeşin durumunu nasıl bilirsek. Bunun için özel gözlem yapmanın hiç gereği yok.
‘Sovyetler’de kaldığım sürece öğrenci yurtlarının yetersizliğinden şikâyet edildiğini işitmedim’
Türkiye'de devlet yurtlarının durumu son haftalarda çok tartışılıyor. Sovyetler Birliği bu sorunu çözmüş müydü, yurtların genel durumu nasıldı?
Sovyetler Birliği’nde öyle bir sorun yoktu ki çözülsün. Sovyetler Birliği’nde üniversiteler bütün birimleriyle tek mekânda inşa edilirdi. Yani dersliklerden kütüphanelere, spor salonlarına, rektör dekan vs. gibi yönetici ofislerine, öğrenci yurtlarına, kantinlere, yemekhanelere kadar aklınıza ne gelirse üniversite kompleksi içerisindedir. Sanırım yerli veya yabancı ülkelerden gelecek öğrenci sayısı çok ince hesaplanıp yurtlar öyle inşa ediliyordu. Çünkü Sovyetler’de kaldığım sürece öğrenci yurtlarının yetersizliğinden şikâyet edildiğini işitmedim. Bu arada nadir de olsa öğrenci yurdunun üniversite kompleksinin içinde olmayan üniversiteler var elbette. Fakat bu yurtlar da üniversiteye yürüme mesafesindedir. Benim bir zamanlar yaşadığım yurt öyledir mesela.
‘Okulu boş verip çalışan birine de hiç rastlamadım’
Türkiye'de “öğrenci işçi” kavramı çok yaygın. Sovyetler Birliği’nde böyle bir kavram var mıydı? Öğrenciler çalışmak zorunda kalıyor muydu?
Hayır. Öyle bir kavram kesinlikle yoktu ve öğrencilerin çalışması yasaktı. Çalışmayı çok isteyen öğrenci okulu bırakır öyle çalışırdı. Fakat okulu boş verip çalışan birine de hiç rastlamadım. Demek istediğim şu ki öğrencinin işi ders çalışma ve araştırma ise neden ders çalışıp araştırma yapacak yerde kendi başına çorap örsün? İhtiyaçtan elbette! Sovyet öğrencisinin geçim derdi yoktu. Her şeyi temin edildiğinden çalışmaya ihtiyacı yoktu.
‘Sovyetler Birliği’nde yerli yabancı öğrenci ayrımı yoktu’
Türkiye’de son yıllardaki bir problem de AKP’nin birer para kaynağı olarak gördüğü yabancı öğrencilerin yerli öğrenciler tarafından olumsuz karşılanması. Sovyetler Birliği’nde yerli öğrencilerin yabancı öğrencilere bakışı nasıldı, Sovyet devleti yabancı öğrencilere nasıl bakıyordu?
Bu soruya nasıl cevap verilir bilmem ama deneyeyim. Şimdi Sovyetler dağıldıktan sonra orada da durum değişmiştir. Şimdiki Rus veya diğer eski Sovyet cumhuriyetleri öğrencilerine benim Sovyet anılarımı yazdığım “Rüya Gibi” kitabını okutun, kitapta yazılanlara hiçbir öğrenci inanamaz. Yani şimdi Rusya veya diğer cumhuriyetlerde, nasıl ki Sovyet dönemi ve Sovyetler dağıldıktan sonraki dönem diye iki döneme ayırıyorsak, bence Türkiye’deki durumu da AKP öncesi ve AKP dönemi diye iki döneme ayırmak gerekir. Çünkü iki dönem arasında çok ciddi farklar var ki bunları hesaba katmak lazım.
Kısacası Sovyetler Birliği’nde yerli yabancı öğrenci ayrımı yoktu. Tek tük öyle bakan birileri olursa çok ciddi bir şekilde ayıplanırdı. Sovyetler Birliği’nde yabancı öğrencilere nefretle bakılacağı yerde onlara karşı çok ama çok insancıl yaklaşılırdı. Kendimden örnek vereyim: Bir gün her neye sinirlendiysem kaldığım yurtta bir pencerenin camlarını kırdım. Akşam iki polis kapımı çaldı. Neden pencere camlarını kırdığımı sordular, ayrıca beni cezalandırma amacıyla gelmediklerini, sadece sorunumun ne olduğunu anlamak istediklerini eklediler. Ben de onlara durumu dosdoğru anlatmaya başladım. Beş yıldan fazla zamandır ülkeme gidemediğimi, ailemden tek haber alamadığımı (Ne mektup ne telefon vs.), annemi çok özlediğimi, babamın çoktan vefat etmiş olabileceğini (Çünkü son gördüğümde çok hastaydı)... İki polis birer sigara yaktılar ve daha yaşlı olanı tekrar annemi kaç yıldır görmediğimi sordu. Altı yıla yakın, dedim ben de. Polis başını salladı, teşekkür edip elimi sıktıktan sonra gitti. Mesele kapandı.