Salgın tarihinde spor: Bir adım ötesi aydınlık

İşçi sınıfı salgından sonraki dönemde de yeniden sportif örgütlülüklerin içerisinde bulur kendisini. Bazı şeyler için, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmasın’ dileğinde bulunurken; o zamanki örgütlülük ise hakikaten dudak ısırtacak cinstendir.

İsmail Sarp Aykurt

Önce, ilk dalga geldi.

İspanyollarla bir akrabalık bağı olmamasına rağmen adına “İspanyol Gribi” denmiştir. Virüsün menşei burası değildir ama böyle anılmasının nedeni, Birinci Dünya Savaşı’nda doğrudan taraf olmayan İspanya’da sansür uygulamalarının savaşa katılan ülkeler ile kıyasladığında cılız kalışıdır. İspanya’da gazetelerin hastalığın gelişim seyrine ilişkin haberleri diğer ülkelere göre daha açıktı. Ne de olsa diğerlerinde kara propaganda işletilmeliydi; paylaşım savaşı sürmeli, emperyalist hülyalar taze tutulmalıydı. Ha bir de, ‘moralleri yüksek tutmak’tan bahsediliyordu!

Virüsün adı, “İspanyol” kaldı…

Salgın pik yaptığında süren faaliyet alanlarından bir tanesi spordu. 1918 yılında kıtanın farklı bölgelerinde futbol sürdürülüyordu.

Milyonlarca kişinin ölümüne sebep olduğu bilinen İspanyol gribi pandemisinin, dönemin koşulları da dikkate alındığında ortaya çıkaracağı sonuçlar tahmin edilebilir. Ancak her şey devam etti. Futbolun beşiği İngiltere’de planlamalar yapıldı, maçlar oynandı ve spor organizasyonları sürdürüldü. Britanya’nın diğer köşelerinde de durum aşağı yukarı aynı şekilde ilerledi. İrlanda’da ise ne işe yaradığı belirsiz bir erteleme kararı çıkmıştı. Ancak verilen taviz, 1918 Eylül’ünden 1919 Şubat’ına kadardı. 1918’in İngiltere Futbol Federasyonu, 2020’nin TFF’si ile benzer davranışlar geliştirmişti. Sebepler değişebilir ancak uygulama aynıydı. Sürü bağışıklığının nostaljisidir.

Diyoruz ya, savaş da o sıralarda devam etmektedir. Sonuna yaklaşılmaktadır ama ihtiyaçlar günceldir ve futbol hep kullanışlıdır.

Bunun yanında dönemin tıbbi koşulları, haberleşme olanakları, önleyici yöntemler, bilimsel gelişkinlikler ve toplumsal bilinç seviyesi de alınan kararlarda etkili olmuş olabilir. Ancak bunun politik bir tarafı olduğunu hatırlamak her zaman anlamlı olacaktır. Savaş döneminin sonlarına denk gelen virüs, ne de olsa eğilip bükülebilirdir.

İspanya’da enfekte olan kral ise İspanyol gribini yenmiştir o sıralarda. Real Madrid’in kraliyet anlamındaki Real’inin henüz kral tarafından Madrid takımına takdim edilmediği zamanlardır. Kimileri kralın hastalıktan kurtuluşundan sonra Real ön ekinin müjdelendiğini, bahşedildiğini söylerler. 1920 senesidir. İspanya’da futbol salgın esnasında da devam eder. Copa Del Rey, yani 1905 ile 1932 yılları arasındaki ismi olan ‘Majesteleri Kral Alfonso Kupası’ 1919-1920 yılında Katalonya’ya gitmiştir. Barcelona sahibidir kupanın.

Salgınlardan bahsederken sadece Avrupa yoktur etkilenenler arasında. Salgının yine çok etkilediği yerlerden biri olan ABD’de durum iyi değildir. Zaten aslında salgının en kritik uğrakları olarak Çin ve ABD yer almaktadır. İspanyol gribinin Amerikalıların ortalama yaşam süresini 10 yıl kadar kısalttığı söylenir. Spordaki durum ise Avrupa’dan farksızdır. Hem futbol ve buz hokeyi, hem de beyzbol kesintiye uğrasa da bir müddet sürer.  Hatta beyzbolcular kasklarının içine taktıkları maskeler ile oyuna devam ederler. Ancak enfekte olan sporcu sayısındaki artış ve sonunda gerçekleşen ölümler sporun sürmesine engel olur. Sonlanması için anlaşılan o ki ölmek gerekir! Şimdikinden ne farkı vardır?

Dünyanın sportif manzarası salgın koşullarında böyledir.

Öncesi ve sonrası: Sınıfı aramak

Ancak bunlara eşlik eden ‘bizim taraftan’ diyebileceğimiz gelişmeler de vardır. Muazzam denilebilecek yoğunlukta buluşmalar, faaliyetler ve örgütlülükler ortaya çıkmıştır. Ancak yıkım her salgının sınıfsallığından mütevellit yoksul emekçileri vurmuştur. Salgını önceleyen döneme, daha da geçmişe gidersek görürüz, çok geniş örgütlülükler yakalanmıştır sporda.

İşçi sınıfı spora kızıl rengini çalar: ABD’de Sosyalist Jimnastik Birliği kurulmuştur mesela. Sosyalist Jimnastik Birliği ABD’de 1850’de ortaya çıkmasına rağmen, 1890’lara kadar kurumsal ve resmî anlamda kurulmamıştır. 1892’de ise Almanya’da işçilerin jimnastik ve bisiklet toplulukları oluşturulmuştur. 1895’te İngiliz İşçilerin Bisiklet Kulübü organize edilmiştir. 1897’de Berlin’de Emekçi Yüzme Topluluğu oluşturulmuş ve bir sene sonra ABD’de Sosyalist Bisiklet Kulübü kurulmuştur. 20. Yüzyılın başına önemli bir birikim devretmiştir.

Henüz İspanyol gribi pandemisi uğramadan çekilmiş fotoğrafımızdır. Sportif faaliyetlerin içerisine sınıf yerleşmiştir. Biraz da belki bundan ısrarla sorulmuştur, acaba bu spor dediğimiz şey, sınıfın afyonu mudur diye? Kim bilebilir…

Yalnızca Almanya’da, Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, 350 binin üzerinde bu alanda organize olmuş işçi vardır mesela. 1913 yılında Belçika, İngiltere, Fransa, Almanya ve İtalya emekçi spor federasyonlarının temsilcileri Uluslararası Sosyalist Bedensel Eğitimi oluşturmak için bir araya gelmişlerdir. Bu birlik daha sonra, Sosyalist İşçilerin Uluslararası Birliği (SWSI) şeklinde yeniden örgütlenmiştir. Çarpıcı örneklerden biri, Amerikan Sosyalist Parti’nin organı New York Call’un beyzbol ligi organizasyonuna girişmesidir. Avrupa’nın göbeğinde Avusturya’da işçilerin spor birliği ilan edilmiştir o yıllarda. Önemlidir, henüz Birinci Dünya Savaşı başlamadan ve salgının ilk bulguları ortaya çıkmadan görülen sportif ilgilenim azımsanmayacak seviyededir.

Salgının, görece 1918-1920 yılları arasında etkinlik gösterdiğini not edelim. 1920’den başlamak üzere azalan etki ve 1930’larda işçi spor hareketlerindeki büyük gelişmelerle birlikte, bahsi geçen kurumları önemli ölçüde içinde barındıran merkezler Avrupa’da ortaya çıkmaya başlamıştır. Salgının atlatılması sonrasında İşçi Beden Eğitimi ve Spor Federasyonu (ATUS)’na bağlı 1.2 milyon civarında işçi üye olduğu not edilir!  Sayılar tek kelimeyle muazzamdır. Kızıl atletler, işçi olimpiyatları ve Kızıl Spor Enternasyonali eksik hâlidir.

1932’ye gelindiğinde komünist spor grupları Almanya’da yedi bölgesel ve dört ulusal gazete yayımlamaktadırlar. Yine aynı yıl, Avrupa İşçilerinin Futbol Şampiyonası’nda Avusturya ve Almanya takımları arasındaki turnuvaya 35 bin seyirci katılmıştır. Yoksullar için hastalıklar hala vardır, ama pandemi geriye çekileli yaklaşık 12 sene geçmiştir. Ancak spor, işçilerce sınıfsal mücadelenin siyasal bir aracı olarak tayin edilmişe benzemektedir.

İşçi sınıfı salgından sonraki dönemde de yeniden sportif örgütlülüklerin içerisinde bulur kendisini. Bazı şeyler için, ‘hiçbir şey eskisi gibi olmasın’ dileğinde bulunurken; o zamanki örgütlülük ise hakikaten dudak ısırtacak cinstendir. İşçi sınıfı tarifi zor ve ağır kayıplar verse de, savaşlarda ve salgınlarda kırılsa da yeniden ortaya çıkmayı başarmış görünmektedir.

Ne de olsa tarihi yapma sırası kendisindedir!

Sporun salgın bilançoları ve devredenler

Salgınlar, pandemiler spor dünyasını her zaman derinden etkileyen bir bilanço ortaya çıkarmıştır. Özellikle futbol, bazen açıktan bazen de kapalı kapılar ardında dönemlerin de nesnel koşullarına göre ve genelde ‘oynatılmaya’ çalışılmış olsa da belirleyici olan politikaları hep yönetenlerin ısmarladığı görülüyor. Ancak spor, her dönemde işçilerin bir uğrak noktası olagelmiştir ve fakat en çok etkilenenler de hep yoksul emekçilerdir.

Bu etkilenme hâli, bu salgın koşullarında da devam ediyor.

Tarih bize gösteriyor ki, spor bu travmayı ilk kez yaşamasa da ticari boyutların egemen olduğu, sporun emekçilerden koparıldığı günümüzde bu hastalık çok daha ağır seyrediyor.

Özellikle Avrupa’daki korona tahribatı ve yaşanan sportif skandallar salgının hızının artmasında ciddi birer etken. Bu, artık kaçılacak, üzerinden atlanacak bir tespit değil.

Peki ya sonrası ne olacak?

İşte sonrası, az evvel anlattığım o güzel bir araya gelişlere, buluşmalara bakıyor…

Sporun tarihi, salgın sonrası yine ve yeni bir yükselişi arıyor. Yani, tutkuyu ve eşitliği!

Örgütlenmeyi…