PAZAR SÖYLEŞİSİ | Türkiye'de sağlık sistemi: 'İyimser olmak mümkün değil...'

Sağlık sistemini soL'a değerlendiren Genel Sağlık-İş Genel Örgütlenme Sekreteri Dr. Tarık Doğan, iktidarın uyguladığı sağlık politikalarının 'otelcilik hizmeti' verilmesinden ibaret olduğunu söyledi.

YALÇIN CUĞ

Geçtiğimiz günlerde bir ambulans şoförünün Sağlık Bakanlığı önünde gerçekleştirdiği eylem, sağlık sistemindeki sorunları tekrardan gündeme getirirken Genel Sağlık-İş Genel Örgütlenme Sekreteri Dr. Tarık Doğan, yurttaşların sağlık alanında karşılaştığı sorunları ve sağlık emekçilerinin durumunu soL'a değerlendirdi.

Hastanelerde yer bulunamamasının nedeni nedir? Söz konusu olay sık yaşanan bir sorun mu?

Hastaneler yer bulunamamasını altında yatan görünürde birkaç neden var. Bu nedenlerin her birisi birbiri ile bağlantılı olmakla birlikte esas arka planda var olan neden siyasi iktidarın, Dünya Bankası tarafından ülkeye dayatılan, neoliberal – kapitalist politikaları uygulama noktasındaki ısrarlı tutumudur.

Çok uluslu sermaye grupları küresel anlamda, sağlık alanında var olan rantın peşinde ve bu rantı kendisine aktarmak dürtüsü ile hareket ederken, bu amaca ulaşmak için, ihtiyaç duyduğu politikaları, Dünya Bankası üzerinden toplumlara dayatmaktadır Bu politikaların bir sonucu olarak;

  • Türkiye çok uluslu hastane zincirleri ile kuşatılmıştır.
  • Kamu hastanelerinde görüntüleme yöntemleri (BT, MR) gibi bir çok hizmet ‘’hizmet alımı yoluyla’’ karşılanmaktadır.
  • Kamu hastanelerinde laboratuvar incelemeleri açısından, dışa bağımlı bir durumdayız, ülkemiz adeta medikal firma "cenneti" olmuş durumda

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkün, bununla birlikte asıl fark edilmesi gereken, siyasi iktidarın, ulusal, kamucu halkçı sağlık politikaları yerine, piyasacı anlayışla sağlık hizmetlerini yürütmeyi tercih ettiği için bugün sağlık hizmetlerinin çökme noktasına gelmiş olmasıdır.

Siyasi iktidar, uyguladığı politikaları ‘’sağlıkta dönüşüm…’’ olarak nitelendirirken, yapılan sadece ‘’otelcilik hizmeti’’ verilmesinden ibarettir. Otelcilik hizmeti vermek pahasına, hastanedeki 4 yataklı bir odayı 2 yataklı, 2 yataklı bir odayı tek yataklı hale dönüştürürken, hastanenin yatak kapasitesini azalttığınızı fark edip, hasta talebini karşılamaya yetecek kadar yatak sayısını hazırda tutmanız gerektiğini de göz önünde bulundurmak gerekir.

Devlet olmanın gereği, doğru öngörüde bulunup, ihtiyacı karşılamak üzere gerekli tedbirleri almaktır. Bu tedbirleri almıyor olmak, ya devleti nasıl yöneteceğinizi bilmediğiniz, ya da önceliklerinizin kamu hizmeti vermekten başka şeyler olduğu anlamına gelir.

Yurttaşlar hastane randevusu bulmakta zorlandığını belirtirken, randevu alabildiğinde ise randevunun aylar sonrasındaki bir tarihte olmasından şikayetçi. Yurttaşların hastanelerden randevu alamaması hakkında ne söylersiniz?

Yine burada da siyasi iktidarın sağlığı ticarileştirmesini, sağlıkta piyasacı anlayışla hareket etmesini yaşanan sorunun temel kaynağı olarak tespit etmek gerekir. Siyasi iktidarın ‘’sağlıkta dönüşüm ‘’ dediği, ancak ‘’ sağlıkta yıkım’’  olarak adlandırılması gereken, program  ile ‘"koruyucu hekimlik" anlayışı terk edilip, gerek basın gerek sosyal medya aracılığıyla ‘’tedavi edici hekimlik ‘’ anlayışı öncelenirken, ‘’ sevk zinciri ‘’ olgusu bertaraf edildi. İlerleyen süreçte hastanelerde yığılmaya neden olan, "Kışkırtılmış sağlık talebi" doğal bir sonuç olarak karşımıza çıktı.

Bir hekimin, hasta başına ortalama minimum 25 dakika ayırması gerekirken, herhangi bir nedenle - ister idarenin baskısı ister sıra bekleyen hasta sayısının çok oluşu -  bu sürenin 5 dakikaya kadar inmesi öncelikle hastanın tam anlamıyla sonuçlandırılmasının önünde engel teşkil ettiği için, uzun vadede, aynı hastanın tekrar tekrar aynı yada başka bir hastaneye müracatına, dolayısıyla muayene için başvuran hasta sayısının katlanarak artmasına neden olmaktadır. Keza Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlana raporlar bu durumu açıkça göstermektedir.

Yurttaşların yanı sıra sağlık sistemindeki sorunlardan en çok etkilenen bir diğer kesim ise şüphesiz sağlık emekçileri. Hastanelerdeki kapasite yetersizliği göz önüne alındığında bu durum sağlık emekçilerini nasıl etkiliyor?

Sağlık emekçileri, toplum adına, her bireyin eşit, nitelikli, ücretsiz ve ulaşılabilir sağlık hizmetlerinden faydalanmasını sağlamak üzere kamu hizmeti görür. Bu hizmeti verirken, hizmet verdiği toplumun verdiği hizmeti takdir etmesini bekler. Başka bir beklentisi, gözettiği kişisel bir çıkarı yoktur ve toplumun tüm kesimlerine eşit yaklaşır.

Bununla birlikte özellikle son 20 yılda karşı karşıya bırakıldığı değersizleştirme politikaları ve hizmet verdiği toplumun sağlık emekçilerine bakış açısının, - siyasi iktidarın politikaları nedeniyle – bugün gelmiş olduğu noktada çok olumsuz olduğunu, ve karşılaşılan en ufak bir sorunda, toplumun, öfkesini sağlık emekçilerine çok rahatlıkla şiddet yoluyla yansıttığını, üzülerek görüyoruz.

Hastanede boş yatak olmaması nedeniyle hastanın acil serviste günlerce yatak bekliyor olması, ya da  5 -10 dakikada bir hasta bakmak zorunda bırakılan hekimin, hastayı tam olarak sonuçlandırmamasının, hastaların günlerce muayene ve görüntüleme için sıra bekliyor olmasının sorumlusu, sağlık emekçileri değil, bu sistemi işlemez hale ve çökme noktasına getiren siyasi iktidardır.

Yaşanan olumsuzluklar karşısında sağlık emekçileri, çözüm üretmek adına elindeki imkanların kısıtlılığı ve ihtiyaca cevap verememiş olması nedeniyle,  hasta ve hasta yakınlarından daha fazla etkileniyor. Bu tablo üzerine birde sözlü veya fiziksel şiddet olayı tabloya eklenince, yaşanan ‘’çaresizlik duygusu ‘’ katlanarak artıyor.

Sağlık sistemindeki çalışma şartları, baskı ve şiddet gibi nedenlerden kaynaklı olarak sağlık emekçilerinin istifaları devam ederken bir yandan da sağlık emekçilerinin çalışmak için yurtdışına gittiğine şahit oluyoruz. Kimi hastanelerde ise yeterli sayıda doktor bulunmaması gündeme gelmişti. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu soruya cevap vermeden önce yine bir tespit yapmakta fayda var. Hatırlayacağınız üzere 1 Aralık 2021 tarihinde Cumhurbaşkanı ve Sağlık Bakanı’nın birlikte basına yaptıkları bir açıklama ile ‘’hekimlere 2500 -5000 TL arasında zam yapılacağı" algısı yaratıldı.

Genel Sağlık iş Sendikası olarak, haberin detaylarına baktığımızda bu açıklamanın gerçekçi olmadığı, yapılanın; sadece ödemenin yapıldığı kaynağın - ödeme kaleminin değiştirilmesinden ibaret olduğunu gördük ve bu durumu 6 Aralık tarihinden başlayarak, bugüne değin var olan eylemlilik sürecinde her fırsatta dile getirdik.

Adı geçen yasa teklifinde; çalışmakta olan hekimlere yönelik bir maaş artışı yoktu,  emeklilikte geçerli olacaktı, tüm Sağlık ve Sosyal Hizmet çalışanlarını kapmıyordu, yasa taslağı o günkü haliyle uygulanması mümkün olmayan bir taslaktı.  Kamu çalışanları arasında ciddi anlamda çalışma barışını bozacak – örneğin  pratisyen hekimin emekli aylığının profesör hocasını geçmesini öngören - maddeler içeriyordu. Bu nedenle uygulanamayacağı hazırlayanlar tarafından biliniyordu.

Sağlıkla İlgili Bazı Kanunlarda ve 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifinin görüşüldüğü, 10 Haziran 2022 tarihinde katıldığımız, Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında, bizzat komisyon üyesi bir milletvekili tarafından ‘’ 5 parti bir araya geldik, bir düzenleme yaptık ama belli dengeleri bozduğu görüldü… yani 5 parti olarak hepimiz imza attık ama… müsteşardır, profesördür, işte, genel müdürdür - aldığı emekli aylığın üzerine çıkan bir tablo ortaya çıktı yani ücret dengesi, emekli aylıklarındaki dengelerde bir olumsuzluk ortaya çıktığı görüldü. ‘’ ifadeleriyle, Genel Sağlık İş Sendikası tarafından aylar önce yapılmış olan tespitin ne kadar yerinde olduğu teyit edilmiş oldu.

Aynı bakış açısıyla; 20 yıldır olduğu gibi, Aralık ayında bu tasarının gündeme getirilmesinin amacının; Özel ve Vakıf hastanelerine ucuz iş gücü sağlamak, Kamu da çalışan sağlık emekçilerini çok uluslu sağlık şirketlerinin kucağına itmek , Kamu Hastanelerinde verilmesi gereken sağlık hizmetinin, çok uluslu sağlık şirketlerine devri ve oluşturulan rantın belli sermaye gruplarına aktarılması, … olduğunu defalarca dile getirdik.

Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu toplantısında ; Haziran ayında gündeme gelen yasa teklifinin, Aralık ayındaki yasa teklifinin çok gerisinde olduğunu,  tüm çalışanları yine kapsamadığını, iddia edildiği kadar sağlık emekçileri için somut bir getiri sağlamadığını, Aralık ayında verilen demeçler nedeniyle, sağlık çalışanları arasında ciddi fay hatları yaratıldığını, en son teklifin mevcut hâliyle yasalaşacak olması durumunda var olan fay hatlarının derinleşeceğini, sağlık emekçileri arasında çalışma barışının bozulacağını, sağlık hizmetlerinin kırmızı sinyal verdiğini ve tabandan yükselen tepkileri göz önünde bulundurmak gerektiğini, sağlık emekçilerinin esas beklentisinin ek ödeme değil, yoksulluk sınırı üzerine insan onuruna yaraşır tek kalem maaş olduğunu  ifade ettik.

Siyasi iktidarın her zaman olduğu gibi sağlık emekçilerinin taleplerini ciddiye almak, o talepleri dinlemek gibi bir niyeti hiçbir zaman olmadığı için, Plan ve Bütçe Komisyonu ve alt komisyonda yapılan onca tartışmaya ve onca itiraza rağmen,  yasa taslağının adeta  noktasına virgülüne dokunmadan, komisyondan genel kurula gönderildi ve yine hiçbir değişiklik yapılmaksızın genel kurulda kabul edildi.

Buraya kadar çerçevesini çizmeye çalıştığımız üzere, siyasi iktidarın tercihleri sonucunda, sağlık emekçilerinin sistematik olarak değersizleştirmesi, giderek daha olumsuz hale gelen çalışma şartları, sağlık emekçilerinin alım gücünün yıllar içinde – 2021 sonu itibariyle, onda birine - gerilemiş olması, idarenin çalışanlara uyguladığı baskı ve sağlık çalışanlarına yönelen şiddet gibi nedenler, bugün sağlık emekçilerinin istifalarının ve yurt dışında yaşama isteğinin temel nedenlerini oluşturuyor.

Daha önce de kamudan, istifa edip yurt dışında yaşama gayreti gösteren sağlık emekçileri vardı ancak bugünle kıyasladığımızda az sayıda idi. Aralık ayından sonra bu durum tersine dönmeye başladı.

Kamuda çalışmakta iken istifa eden ve yurt dışına gitmek üzere yabancı dil kursu eğitim almaya başlayan sağlık çalışanı sayısı gün geçtikçe katlanarak artıyor.

Tıp Fakültesi son sınıf öğrencileri önceki yıllarda elinde TUS'a yönelik hazırlık kitabı taşırken artık yabancı dil eğitimine yönelik kitaplar taşır hale geldi.

Uzman yada asistan olmasına rağmen istifa edip yabancı dil kursuna giden hekimler kadar, teknisyen, laborant, ebe, hemşire sayısı gün geçtikçe artıyor.

Üniversite Hastanesi yada Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tıp eğitimi verecek öğretim görevlisi sayısı gün geçtikçe azalıyor.

Bu tablo karşısında iyimser olmak mümkün değil… Zira ülkemiz ve halkımız için önümüzdeki günlerin önümüzdeki yılların çok daha sıkıntılı geçeceğinin bir göstergesi.