PAZAR SÖYLEŞİSİ | 'Mevcut eğitim sistemi hasta, sınavlar da semptomu'

Açıklanan YKS sonuçlarının ardından gençlerin başarısızlığının sebeplerini Eğitim-İş Genel Başkanı'na sorduk: 'Bu sınavda sıfır çeken sıfır vizyonlu MEB’dir'

Volkan Algan

Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nda (YKS) 96 bin 518 aday, Temel Yeterlilik Testi’nde (TYT)  100’den az puan aldı. Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi’nce (ÖSYM) hazırlanan 2022-YKS sonuçlarına ilişkin sayısal bilgilere göre, TYT'ye başvuran 3 milyon 234 bin 318 adaydan 3 milyon 8 bin 287'si sınava katıldı, 226 bin 31 aday girmedi. TYT adaylarından 3 milyon 8 bin 29'unun sınavı geçerli, 258 adayın sınavı geçersiz sayıldı. 

Alan Yeterlilik Testi’ne (AYT) başvuran 2 milyon 56 bin 466 adaydan 1 milyon 852 bin 678'i sınava girdi, 203 bin 788 aday sınava girmedi. AYT'de 1 milyon 852 bin 635 adayın sınavı geçerli, 43 adayın ise sınavı geçersiz sayıldı.

Yabancı Dil Testi’ne (YDT) başvuran 168 bin 418 adaydan 132 bin 485'i sınava girdi, 35 bin 933 aday sınava girmedi. YDT'de 132 bin 479 adayın sınavı geçerli, 6 adayın sınavı geçersiz sayıldı.

'Bu sınavda sıfır çeken sıfır vizyonlu MEB’dir'

Tablo böyleyken gençlerin başarısızlığını, bunun sebeplerini ve üniversiteye öğrenci girişlerinde uygulanabilecek alternatif modeli Eğitim-İş Genel Başkanı Kadem Özbay'a sorduk. Ülkedeki eğitim sisteminin durumunu değerlendiren Özbay, sınav sonuçlarını "eğitimdeki gericileşmenin, piyasacılaşmanın, niteliksizliğin acı bir sonu" olarak değerlendirdi.

Pandemide öğrencilerin öğrenme kaybına dair akılcı bir adım atılmadığına da işaret eden Özbay, "Çocuklarımızın eğitime erişimlerinin sağlanması için gereken önlemler alınamadı. Çocukların sosyal ve duygusal gelişimleri göz ardı edildi, sosyo-ekonomik farklılıklar da dikkate alınmadı" dedi.

Kadem Özbay'ın soL'a yaptığı değerlendirmeler şöyle:

YKS sonuçlarına bakarak (yaklaşık 100 bin kişi sıfır çekti ve baraj uygulanmaya devam etseydi sınava girenlerin yarısı barajın altında kalacaktı) Türkiye'de eğitimin durumuna dair bir değerlendirme yapar mısınız? Bu istatistikler normal mi, değilse temel sorun nerede?

Veriler açıkça ortaya koymaktadır ki; sınavdan barajın kaldırıldığı bu yıl, gençler, pandeminin psikolojik travmasıyla girdiği geçen yıla göre bile çok daha kötü sonuçlar elde etmiştir. Bu sınav, eğitim sistemimizin yerinde bile saymayıp, geriye gittiğinin en net ve güncel göstergesi olmuştur. Üstelik artık yerleştirmede neredeyse tek başına rol oynayacağı belirtilen ortaöğretim başarı puanının adil ve şeffaf dağıtılmıyor olması, adaletsizlik tablosunu daha da pekiştirmiştir. Bu nedenle yerleştirmede adaletsizliğin artacağı, her türlü desteğin verildiği imam hatiplerle, velileri memnun etmek için notların bol keseden dağıtıldığı özel okulların öğrencilerinin haksız bir avantaj elde edeceği açıktır. Adil olmayan bu sistem ve yine onun kadar adaletsiz olan sınav yüzünden üniversiteye giremeyen gençleri sosyal baskı ve stres beklerken, üniversiteye girecek öğrenciler de iktidarın görmezden geldiği barınma-beslenme-ulaşım sorunlarıyla karşı karşıya kalacaktır. Bu sınavda sıfır çekenler, çocuklarımıza anadillerini bile öğretemeyen bir sistemi kuranlardır. Bu sınavda sıfır çekenler, verdikleri eğitim ile sınavın kopukluğunu yıllardır ve bile isteye görmezden gelenlerdir. Bu sınavda sıfır çekenler, sıfır vizyonlu MEB’dir. 

'Sınav ölçme ve değerlendirmenin tek metodu olmamalı'

“Temel sorun nerede” diye bakacak olursak, vereceğimiz tek bir cevap yoktur çünkü eğitim, bütünsellikle inşa edilip yönetilmesi gereken bir süreçtir. Mevcut eğitim sistemi hastadır ve bu sınavlar da onun semptomudur. Reçete şu olmalıdır: Sınavı ölçme ve değerlendirmenin tek metodu saymayan, çocukların yetenek ve eğilimlerini eğitimin ilk yıllarından beri dikkate alan, sınav olacaksa da mevcut müfredat ve ders kaynaklarının sınavla uyumsuzluğunu görerek buna çözüm getiren, bu vahim sınav sonuçlarının eğitimdeki gericileşmenin, piyasacılaşmanın, niteliksizliğin acı bir sonu olduğunu idrak edecek bir anlayışla eğitim politikaları belirlemektir. 

'Öğrenme kaybına dair akılcı bir adım atılmadı'

Pandemi döneminde okullar yaklaşık iki yıl boyunca kapalı kaldı. Eğitim faaliyetleri uzaktan yürütülmeye çalışılsa bile yeterince başarılı olunamadı. Okulların kapalı olduğu ve kayıp olarak değerlendiren iki yıllık pandemi sürecini telafi etmek için MEB'in bir çalışması oldu mu? Bu yılki YKS sonuçlarında pandemi döneminin de payı var diyebilir miyiz? 

Pandemi dönemi MEB’in bu ülkedeki öğrenci nüfusunun çok ciddi bir kısmını görmezden geldiği ibretlik bir süreç oldu. Bu sınav sonuçlarında da elbette o dönemin payı vardır çünkü eğitimde ortaya çıkan öğrenme kaybına dair hiçbir akılcı adım atılmadı. Öğrencilerin yüzde 60’ının dersleri ancak cep telefonundan takip edebildiği uzaktan eğitimle yürütülen bir önceki eğitim döneminde MEB’in, 4 milyon öğrencinin uzaktan eğitime katılamadığı itirafına rağmen, 2021-2022 eğitim öğretim dönemi, öğrenme kaybının giderilmesine ilişkin hiçbir gerçekçi adım atılmadan başlatıldı.  

Öğrencilerin okullardan uzak kaldığı 1,5 yılın ardından pandemiye ilişkin neredeyse hiçbir tedbir almadan yüz yüze eğitime geçen MEB, salgın nedeniyle artan eşitsizlikleri gideren, daha adil ve nitelikli, olası sorunlara daha dayanıklı bir eğitim sistemi için kapsamlı bir eylem planı oluşturmadı. Kesin olan durum Covid-19 sürecinde ortaya çıkan öğrenme kayıpları konusunda herhangi bir öğretim programı değişikliğine gidilmediğidir. “MEB telafi eğitimi yapmış mıdır?” sorusuna ne yazık ki Millî Eğitim Bakanı Mahmut Özer, bir taraftan yüz yüze eğitime devam ederken diğer yandan öğrencilerin öğrenme kayıplarını telafi edebilmelerine destek olduklarını, bu amaçla 8 ve 12'nci sınıf öğrencilerinden sonra 16 Ekim 2021 itibarıyla 7 ve 11'inci sınıf öğrencilerine yönelik de destekleme ve yetiştirme kurslarını ücretsiz olarak yüz yüze başlattıklarını söyleyerek cevap verdi. Aynı zamanda tüm sınıf seviyelerinde destekleyici materyal ve yardımcı kaynakları her ay yayımlamaya başladıklarını belirten Özer, ayrıca bu kaynakları Kasım ayından itibaren bastırarak öğrencilere ücretsiz ulaştıracaklarını ifade etti.

Kadem Özbay

'Çocuklarımızın eğitime erişimlerinin sağlanması için gereken önlemler alınamadı'

Bu açıklamalara göre bizzat Bakan tarafından aslında hiçbir telafi eğitimi verilmediği kabul edilmektedir. Sadece telafi eğitimi yapılıyor gibi yapılmıştır. Çünkü telafi eğitiminden beklenen öğretim programının öğrencilerin kayıplarına göre şekillendirilmesidir. Oysa MEB programda herhangi bir değişikliğe gitmemiş, çocuklar sanki kayıp yaşamamışlar gibi dersleri almaya devam etmişlerdir. Bir taraftan da “Öğrencilere eksik oldukları konulara yönelik eğitim verilecektir” denmektedir. Bu fiilen mantıklı ve mümkün bir uygulama mıdır? Kesinlikle hayır! Üstelik adına telafi eğitimi dedikleri programlarda çocukların pandemi sürecinde gerileyen sosyal, kültürel, sanatsal, sportif becerilerini pekiştirmeye yönelik de hiçbir içerik yoktur. Öte yandan, özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilerin eğitime erişimi, akranlarına göre daha zor olmuş, öğrenme ve beceri kayıpları artmıştır. Ancak MEB, bu çocuklarımızın ihtiyaçlarını gözeterek eğitime erişimlerinin sağlanması için gereken önlemleri de almamıştır. Çocukların sosyal ve duygusal gelişimleri göz ardı edilmiş, sosyo-ekonomik farklılıklar da dikkate alınmamıştır.

Eğitimin sadece öğrencilerin bilgiye ulaşması değil aynı zamanda ülkenin geleceğiyle ilgili olduğunu kavramayan bu anlayış, Covid-19 salgınının yarattığı olumsuz koşullara uygun adım atmayarak, YKS 2022 sonuçlarında da ortaya çıkan başarısızlığın sorumlusu olmuştur.

'YKS’de barajın kaldırılması sorunları çözmüyor'

YKS'de barajın kaldırılması sınavın varlığını da tartışmalı hale getirdi. Sizce üniversiteye öğrenci girişlerinde nasıl bir yöntem uygulanmalı? 

YKS’de barajın kaldırılması, eğitimde sorunları çözmeye değil gizlemeye alışmış bir zihniyetin ürünüdür. Eğitimcilerin itirazıyla değil iktidarın küçük ortağı MHP’nin çıkışıyla yapılan bu hamle, sınavın neden bu kadar zor olduğu, üniversite kontenjanlarının neden rasyonel oranda olmadığı, barajı geçemeyen öğrenci sayısının neden bu kadar çok olduğu sorularına cevap olmadı. Kontenjan sorunu çözülememiş, üniversiteler bu göstermelik hamleyle doldurmaya çalışılmıştır. Bu hamlenin adı umut tacirliğidir, üniversite kavramını liseleştirmektir, gençlerin ve dolayısıyla ülkenin geleceğini seçim yatırımı yapmaktır. Sorun barajda değil eğitim ve sınav siteminin kendisindedir. Ambalajı ne kadar değiştirirseniz değiştirin, her yıl biraz daha katlanarak artan başarısızlığı kapatacak kadar sihirli bir makyaj yoktur. YKS sonuçlarından öğrencilerin bu eğitim sisteminde kendi anadillerini bile doğru öğrenemediği, bu sistemde verilen eğitimle matematiksel düşünmekten uzak olduğu sonucunu çıkarmak yerine barajı kaldırmak, motoru bozulan bir aracın içine binip gidiyor gibi yapmaktan farksızdır.

'Asıl soru bu kadar çok öğrencimizin neden barajı geçemediğidir'

Bu sistemde, sorulması gereken asıl soru bu kadar çok öğrencimizin neden barajı geçemediğidir. İktidarın ısrarla sormak istemediği bu sorunun cevabı, eğitim sisteminin yetersizliğini gözler önüne serecektir. Öte yandan; 2002 yılında 76 olan üniversite sayımız şu anda 207’dir. Niteliksiz, kampüssüz apartman üniversiteleri türemiş, üniversite sayısı giderek artmış ancak nitelik azalmıştır. Bu orantısız sayı artışı bir kontenjan balonuna yol açmıştır. Öğrencilerimizdeki başarısızlık oranının artması, üniversitelerdeki kontenjan balonu üzeri örtülmesi değil çözülmesi gereken sorunlardır. Barajı kaldırılarak yapılan kamuflajdır, sorunları daha az görünür yapmaktan öteye geçmemiştir. Bu sorunun çözümü için kulak verilecek adres iktidarın meseleye uzak küçük ortağı değil eğitim camiasıdır.

En çoğunu kendine alıp en az olanı yaygınlaştırmayı eşitlik sanan iktidarın, eğitime de böyle baktığı bir kez daha malum olmuştur. Nasıl ülkenin tamamı asgari ücretliye dönüştüyse, şimdi her genci üniversiteli yaparak hem üniversitelilik hem de akademi sıradanlaştırılmak istenmektedir. Oysa mesele, üniversitenin gençlere ne vadedeceğidir. Genç işsizlikteki diplomalı işsizlik had safhadayken, gençler artık bu ülkede gelecek düşleyemez hale gelmişken, buna çözüm bulmak yerine üniversiteleri liseleştirmenin adı hayali ihracattır.

'Sınavın stres odağı olmaktan çıkarılması gerekir'

“Üniversite sınavı nasıl olmalı?” sorunuza gelince; öğrencilerin başarılarının ölçme ve değerlendirmenin eğitim süreçlerine yayılması, bir iki sınavın stres odağı olmaktan çıkarılması gerekir. Eğitimde yol ayrımı niteliğindeki alan tercihlerine gelene kadar öğrencilerin yetenek ve eğilimlerini dikkate alan bir sistem inşa etmek gerekir. Ama daha önemlisi bu yönlendirmelerin sonucunda o çocukları bir geleceğin beklediği bir ülke haline gelmek gerekir. Yani çocuğun tamire yeteneği varsa teknikerlerin iyi kazandığı İngiltere’de değil, kalfadan hallice muamele gördüğü Türkiye’de yaşadığı için onu bu alana yönlendirmek ne kadar mümkün? Daha ilkokulda resme müthiş yeteneği olan bir çocuk fark ettiğinizde onun yoksul ailesine hiç yutkunmadan “Bu çocuk ressam olmalı” diyebilecek misiniz? Yani eğitim uzun ve her çocuk için çatallı bir yol olmalı ama bu düzlemdeki her ara yol da yaşanabilir bir geleceğe çıkmalı. Biz bunu sağlamalıyız. Bu bütünsellikle baktığınızda sınav konusu deryada damla bile kalmıyor maalesef.  

'Köy okullarının kapatılması taşımalı eğitim denen garabeti yarattı'

MEB'in köy okulları açacağız açıklamasını nasıl değerlendirdiniz? Tarımı çöken, hayvancılığı bitme noktasına getirilmiş bir Türkiye'de nüfusunun yüzde 93 kentlerde yaşıyorken köy okulları açıyoruz vurgusundan ne anlaşılmalıdır? 

Köy okullarının açılması konusunda ilk soracağımız şu olur: Peki bizim itirazlarımıza rağmen neden kapattınız? Köy okullarının kapatılması taşımalı eğitim denen garabeti yarattı, taşrada imkan bulamayan yoksul öğrencilerin birçoğunun ya çocuk işçi olmalarına ya da tarikat yuvalarında solmalarına yol açtı, kapatılan o okulların birçoğu viraneye döndü ve sonuç olarak ekonomik nedenlerle bu hamleyi yaptığını iddia eden iktidar, Hazine'den yani bizim cebimizden daha çok para harcadı. Öğrenciler uygun olmayan araçlarla taşındılar, ölümler oldu. Gittikleri okullarda düzgün yemek hizmeti almadılar. Tarikatlar devleti yönetenlerin bıraktığı bu boşluklara örümcek ağları ördü. Şimdi bunların hesabını kim verecek?

Şimdi başa dönülmüş, köy okullarının açılacağı sanki bir devrim yapılıyormuş gibi sunulmaya çalışılmıştır. Çocuklarımız her defasında bu çelişkilere mi kurban edilecek? Ayrıca sohbetin başında söylediğim gibi eğitim, bütünsellikle ele alınması gereken bir alandır. Dolayısıyla meseleye sadece köy okulları ekseninde değil, o okulun etrafında olan bitenlerle bakmak gerekir.

Şunu demek istiyorum: AKP sadece köy okullarını kapatmadı, köyleri de yok etti. İçinde yoğun bir yaşam olan, üreten ve üretimi büyük ölçüde kendisine yeten o köyler artık yok. Atatürk’ün “milletin efendisi” diyecek kadar önem verdiği köylü, en çok da ekonomik sebeplerle köye tutunamaz oldu. Büyükşehirlere ucuz iş gücü olmaya gitti. Tohum ekmenin, hayvan beslemenin getirisi bir haneyi ayakta tutmaya yetmeyecek kadar düştüğü için köyler boşaldı. Romantik biçimde o güzel köylüler o güzel atlara binip gittiler falan demiyorum, atlarını bile sattılar, iki karış topraklarını bile sattılar, kuvvetli bağlar kurdukları yerleşkelerinden göçtüler diyorum. Şimdi sosyal ve ekonomik hayatın neredeyse bitirildiği bu yerleşkelerde okul açılacaksa bu tablonun da onarılması şart. Yoksa o okulların da dolmadığını göreceğiz.

'MEB okulların öğretmen ihtiyacını karşılamıyor'

2021 KPSS'ye göre 20 bin öğretmenin ataması yapılacak. Öğretmen ihtiyacının geri kalan kısmı ücretli öğretmenlerle karşılanacak. Sizce eğitimin şu anki durumunda atamaların az olmasının da payı var mı?  

Öğretmen açığı problemi geçici bir çözüm olan, öğretmenlik mesleğine yakışmayan bir yöntemle, ücretli öğretmenlik yaklaşımıyla çözülmeye çalışılmaktadır. Ocak 2022 itibari ile ücretli öğretmenlik yapanların sayısı 86 bini aştı. Diğer yandan sözleşmeli öğretmen sayısı ise 30 Mart 2021 itibarıyla 217 bin 546 kişidir ve bu sayının 2022 yılında daha da yüksek olması beklenebilir. Bütün bu rakamlar bir arada ele alındığında, emekli istifa, vefat vb. sebeplerle ayrılan öğretmen sayısını bile karşılayacak kadar atama yapmayan MEB’in okulların öğretmen ihtiyacını karşılama konusunda üzerine düşenleri yapmakta yetersiz kaldığı anlaşılmaktadır. Eğitimin niteliğini artırmak için sınıfların seyreltilmesi artık tüm dünya ülkelerinin kabul ettiği bir gerçektir. Eğitim sisteminin ihtiyacı kadar, öğretmen başına düşen öğrenci sayısını azaltıp eğitimdeki niteliği artıracak kadar atama yapılmaması bugün eğitim sisteminin sağlıklı yürütülememesinin en önemli nedenlerinden biridir. 

'Öğretmenliğin basamaklandırılması yanlış bir uygulama'

Atanmış öğretmenleri de kariyer basamaklarına ayıran uzman ve başöğretmenlik uygulaması başlatılmış oldu. Bu basamakların eğitim öğretim hayatına ne gibi olumsuz yansımaları olabilir? 

Maalesef göreceğiz ki biz öğretmenlere hiç danışılmadan tepeden inme biçimde karar verilen bu meslek kanunu, önce öğretmen odasını sonra okulu bir kez daha bölecek, çalışma barışını yok edecektir. Her şeyden önce öğretmenlik öğretme sanatıdır. Öğretmen sadece bilgiyi aktarmaz. Öğrenciye yaşamayı, sosyalleşmeyi ve hayatı öğretir. Eğitimin temel amacı mutlu bireyler yetiştirmektir. Diğer meslekler gibi öğretmenlik mesleğinde de belli aşamalar ve uzmanlaşma (ustalık) söz konusudur. Ancak meslekte geçirilen süreçte öğretmenliğin basamaklandırılması yanlış bir uygulamadır. Bu uygulama öğretmenler arasındaki çalışma barışını bozacaktır. Veli-öğretmen ve okul yöneticileri arasında yeni sorunlar ortaya çıkmasına neden olacaktır.    

Oysa öğretmenlik zaten bir uzmanlık mesleğidir ve bunun dışındaki kariyer basamakları kabul edilemez. Bunun yanı sıra gerek kanun gerekse de ortaya konulan yönetmelikte, uzman öğretmen, başöğretmen unvanlarının tanımı, görev ve sorumluluk esasları, özetle statüsel konumları ana hatları ile dahi belirlenmemiştir. Bu statüler arasındaki farklılık bu yönleriyle tam olarak belirlenmediğinden, bu unvanların birbirlerine karşı konumları, ücret farklılıkları yani çalışma koşulları ifade edilmediğinden, yapılacak ayrımda tam olarak hangi kriterin esas alınacağı belirsizdir. Ücret farklılıklarında ortaya çıkacak durum, belirsizliğe konu olduğundan “eşit işe eşit ücret ilkesinin” sağlanması mümkün olmayıp, Anayasanın 55. Maddesinde öngörülen ücret güvencesi de hiçe sayılmaktadır.    

Sendikamız öğretmenler arasında 2006 yılından beri yaratılan ekonomik kayıpları dahi gidermeyen, öğretmenler odalarını bölecek, öğretmenlik mesleğine zarar getirecek düzenlemelerin iptali için her türlü mücadeleyi vermeye sonuna kadar devam edecektir. Öğretmenlik mesleği aynı kanunda da yer aldığı üzere uzmanlık mesleği olup uzman öğretmen, başöğretmen unvanları kaldırılarak tüm öğretmenlere kıdemine göre ek ödemeler koşulsuz ödenecek şekilde düzenleme yapılması şarttır. Öğretmenlik mesleğinin öğretmenlikten öteye unvana ihtiyacı yoktur. Eğitim emekçisinin sorunlarına gerçekçi yaklaşmak ve çözüm üretmek yerine müjde adı altında ona bir yük daha yüklemenin akılla da vicdanla da yan yana gelir bir tarafı yoktur.