Ortadoğu’da Çin etkisi: İran-S. Arabistan mutabakatı

Suudi Arabistan, en büyük bölgesel rakibinin ayağına daha fazla dolanmasını önlemek gibi zor bir sınavla karşı karşıya. İran ise büyük sorunlarının ortasında etrafındaki kuşatmayı kırma derdinde.

Hakkı Hacınebioğlu

Çin’in başkenti Pekin’de bölgenin iki rakip gücü İran ve Suudi Arabistan arasında varılan uzlaşı beklenmedik bir gelişme olarak tüm dünyada dikkat çekti. Çin’in eski dışişleri bakanı olan ve Çin Komünist Partisi Merkez Komitesi’nin dış politika sorumluluğunu üstlenen Vang Yi ile İran Yüksek Güvenlik Konseyi Sekreteri Ali Şemhani ve Suudi Arabistan Ulusal Güvenlik Danışmanı Musad bin el Ayban’ın dört günlük müzakerelerin ardından mutabakata vardıkları öğrenildi. Bölgenin iki büyük hasım devleti arasında bir uzlaşıya varılması ve bunun Çin’in aracılığında Çin’de gerçekleşmesi şaşkınlığa neden oldu.

Suudi Arabistan ve İran, Ortadoğu ve İslam dünyası üzerindeki rekabetleri, ideolojik ve mezhepsel farklılıkları gibi nedenlerle 1979 ‘İran İslam Devrimi’nden bu yana çeşitli düzeylere inip çıkan bir süreklileşmiş hasımlık ilişkisine sahip. Pekin’de varılan mutabakatın bu hasımlık halini ne kadar değiştirebileceğini kestirmek güç görünüyor.

İki ülke arasındaki düşmanca ilişkilerin tarihini ele almaya gerek yok. Bu düşmanlığın güncel haline nasıl geldiğini ele almak yeterli olacaktır. 2011 yılında bütün bir Arap dünyasını kasıp kavuran, renkli devrimlere ve emperyalist müdahalelere neden olan “Arap Baharı” İran-Suud rekabetini yer yer vekil güçler üzerinden silahlı karşı karşıya gelişlere taşıdı. Pek çok Arap Baharı ayaklanmasının aktif destekçisi olan Suudi Arabistan’ın karşısına, “İslami Uyanış” şiarıyla İran çıktı. İran, Arap Baharı’nda ortaya çıkan kitle dinamiğini ‘İran İslam Devrimi’nden ilham alan bir hareketliliğe evriltebileceğini düşündü. 

2015: İlişkilerde kırılma noktası

Nüfusun çoğunluğu Şii olmasına rağmen yönetici hanedanın Sünni ve İran düşmanı olduğu Bahreyn’de İran destekli bir halk ayaklanması gerçekleşti. İlhamını İslam Devrimi Rehberi Ayetullah Ali Hamaney’in çağrılarından alan ayaklanma Suudi Arabistan’ın da desteği ile ezildi. Yemen’de bir Şii mezhebi olan Zeydiliğe mensup olanlar önce Suud kuklası rejimin devrilmesinin taraflarından biri oldu, ardından 2015’te yeni Suud kuklası rejimi devirerek idareyi büsbütün ele almaya kalktı. Suudi Arabistan içinde toplam nüfusa oranları yüzde otuza vardığı tahmin edilen Şiiler, Suud rejimine karşı muhalefetini arttırdı. Yer altında büyüyen bir anti Suud muhalefet, Suudi rejiminin iç güvenlik kaygılarının artmasına neden oldu.

Suriye’ye yönelik emperyalist saldırganlığın başlaması İran ve Suudi Arabistan’ı vekil güçler üzerinden bir sıcak çatışmaya soktu. Saddam sonrası dönemde ülke yönetiminde etkileri hızla artan Şiilere karşı bugün artık Suudi Arabistan’ın bir düzeyde desteğini aldığından emin olduğumuz IŞİD ortaya çıktı. IŞİD ve Şii Iraklı güçler arasındaki sıcak çatışmaları da kısmen vekalet savaşı olarak okumak mümkün.

2015 yılının İran-Suudi Arabistan ilişkilerinde bir kırılma noktası olduğu muhakkak. Yemen’de Şii Husilerin başkent Sanaa’da kontrolü sağlamasının ardından Suudi Arabistan liderliğindeki koalisyon güçleri Yemen’e yönelik “Kararlı Fırtına” operasyonunu başlattı. Kalabalık koalisyon güçleri karşısında Husilerin tek destekçisi İran oldu. İran’ın sağladığı balistik füze ve çeşitli SİHA’lar sayesinde Husiler, Suudi Arabistan derinliklerindeki stratejik noktalara saldırı imkanına kavuştu.

Yemen’e yönelik Suudi saldırganlığının iyice gerdiği Suudi Arabistan-İran ilişkileri Suudi Arabistan’ın 2016 yılında attığı bir adımla kopma noktasına geldi. Suudi Arabistan, ülkedeki Şiilerin en önemli liderlerinden olan din adamı Nimr en Nimr’in de dahil olduğu 47 Şii muhalifi idam etti. Bu karar İran devleti ve kamuoyunda infiale neden oldu. Suudi Arabistan’ın Tahran Büyükelçiliği ve Meşhed Başkonsolosluğu göstericiler tarafından ateşe verildi. Bunun üzeri Suudi yönetimi İran ile diplomatik ilişkilerini askıya almaya karar verdi.

ABD sonrası dönemde Çin’in artan etkinliği

Çin dünyanın en büyük enerji ithalatçısı ve enerji ithalatının yüzde kırka yakınını Ortadoğu’dan gerçekleştiriyor. ABD’nin kaya petrolü ve kaya gazı üretimini artırmasının ardından petrol ve doğal gaz ihracatçısı haline gelmesi son yıllarda ABD’nin Ortadoğu’ya olan ilgisinin azalmasının nedenleri arasında gösteriliyor. Buna karşılık Çin’in petrol ve doğal gaz ihtiyacı yenilenebilir enerji kaynaklarına yaptığı devasa yatırımlara rağmen artmaya devam ediyor. Öyle ki, Ortadoğu’daki gelişmeler, çekişmeler, çatışmalar Çin ekonomisini doğrudan etkiler hale geldi. Çin ekonomisinin güvenliği Ortadoğu petrol üretim ve dağıtımının güvenliği ile bütünleşmiş durumda. Ayrıntıları bu yazının konusu değil ama ABD’nin Çin’i çevreleme stratejisi artık Umman Denizi’nden başlıyor. ABD’nin Pasifik Donanmasının adını Hint-Pasifik Donanması olarak yenileyip görev sahasını genişletmesi de buraya denk düşüyor.

Buna karşılık Çin enerji güvenliğini tesis etmek için Ortadoğu’da daha aktif bir politika izleme ihtiyacı hissediyor. ABD’nin bölgedeki askeri varlığının son yıllarda azalmış olması ve Körfez monarşileri ile ilişkilerinde karşılaştığı sorunlar da Çin’e manevra alanı açıyor.

Çin’in Ortadoğu politikasının bir ayağı geleneksel olarak yakın ilişkilere sahip olduğu İran ile bağlarını güçlendirmekse diğer ayağı da Körfez monarşileri ile yeni ve sağlam bağlar tesis edebilmek. Bu kapsamda Çin bir yandan İran ile 25 yıllık kapsamlı bir işbirliği hedefleyen ve doğrulanmamış iddialara göre İran’a 400 milyar dolarlık bir yatırımı öngören yol haritası imzalıyor. Diğer yandan Körfez İşbirliği Örgütü ile ortak yapılan toplantılarda Batı sömürgeciliğinin bakiyesi “Ortadoğu” terimi yerine “Batı Asya” tabirinin kullanılmasını öneren taraf oluyor. Çin özellikle Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) için iyi bir askeri ortak olarak da öne çıkıyor. Suudi Arabistan, İran’ın balistik füze gücüne ve olası nükleer silah kabiliyetine karşı sahip olmayı istediği balistik füze üretimi için Batıdan bulamadığı ortaklığı Çin’de buldu. Birleşik Arap Emirlikleri, kendi silah sanayisini kurmak için yine Çin’den destek buluyor. BAE’nin iki yıl önce kurduğu silah sanayi şirketi EDGE dünyanın en hızlı yükselen silah sanayi şirketlerinden biri olarak öne çıkıyor. EDGE’in çoğu geliştirme aşamasında onlarca projesi varlığını en çok Çin’den satın alınan teknolojilere borçlu.

Fakat Çin’in orta doğudaki yükselişinin önünde aşılması zor bazı sınavlar var. İran ve körfez monarşileri arasındaki çekişme Çin’in enerji güvenliğini belki de ABD’nin bozucu faaliyetlerinden daha çok etkiliyor. 2019 yılında Suudi Arabistan’ın ARAMCO şirketinin Fars Körfezi yakınlarındaki petrol rafinerilerine yoğun bir dolanan mühimmat (kamikaze İHA) saldırısı gerçekleşti. Tesis ciddi zarar gördü ve petrol piyasaları bu saldırıdan etkilendi. Bu günlerde Ukrayna’da Rusya tarafından kullanıldığına şahit olduğumuz Şahid sınıfı dolanan mühimmatlarla yapılan saldırıyı Husiler üstlense de mesafe bunun mümkün olmadığını gösteriyor. Bazı deliller saldırının İran’dan gerçekleşmiş olma ihtimalini güçlendiriyor.

Çin için bir diğer zor sınav İran ve körfez monarşileri arasındaki dengenin korunabilmesi. Çin Devlet Başkanı Şi Jinping’in Aralık ayında gerçekleştirdiği Ortadoğu seyahatinde Çin ve Körfez monarşileri arasında imzalanan bir metin İran kamuoyunda infial uyandırdı. Metinde BAE ve İran arasında tartışmalı olan Fars Körfezi’ndeki adaların BAE’ye ait olduğu vurgulanıyordu. Halihazırda İran kontrolünde olan bu adaların statüsü ile ilgili böyle bir ibarenin varlığı muhalefetinden iktidarına bütün İran siyasetçilerinin sert protestolarına neden oldu. İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi’nin Şubat ortasında Pekin’i ziyaret etmesiyle buzların eridiği anlaşılıyor.

Kabuğuna sığmayan Suud, kuşatılmış İran

Suudi Arabistan’ın veliahd prensi Muhammed bin Selman, ülkesini emperyalist hiyerarşide en üst sıralara taşımayı hedefleyen bir dış politika stratejisi geliştirmeye çalışıyor. Suudi Arabistan’ın bölgesel iddiaları doğrultusunda zaman zaman Batı ile de sürtüşmeyi göze alan bir politika izliyor. Batı akademilerinde Suudi Arabistan bu dış politikası nedeniyle “revizyonist ülkeler” arasında anılıyor. ABD ve Batı, bu nedenle Suudi Arabistan’a örtülü ya da açık bazı silah ambargoları uyguluyor. Ve yine ABD, yalnızca en yakın müttefiklerine sattığı 5’inci nesil çok rollü muharip jeti F-35’i Suudi Arabistan’a satmayı reddediyor. Bununla birlikte Suud için İran ile rekabet de çok yıpratıcı. İçte ve dışta yaşadığı tüm problemlere rağmen İran, Suud’un Yemen seferinin kepazeliğe dönüşmesine neden olabildi. Fars Körfezi’nde ve hatta bütün bir Suud ülkesindeki stratejik noktalar İran’ın olası askeri tehditlerine karşı korumasız bir halde.

İran, temel nedeni ABD ambargoları olan ama büyük çoğunluğunun çözümü imkansızlaşmış devasa sorunlarla karşı karşıya. Bölgenin en büyük askeri güçlerinden biri olduğu tartışılmaz olan İran neredeyse savaş uçağı uçuramaz durumda. Ordu envanteri 20. yüzyılın ortasında imal edilmiş askeri platformlarla dolu. İçinden çıkamadığı bir ekonomik krizin ortasında. Halkın çoğunluğu ile molla rejiminin kan uyuşmazlığı gün geçtikçe artıyor. Tüm bunlara ek olarak İran’ın bölgede öyle veya böyle sorun yaşamadığı tek bir ülke yok. Körfez monarşileri İran’a karşı İbrahim Anlaşmaları ile İsrail’le yakınlaşıyor. Azerbaycan, İsrail ile siyasi, ekonomik ve en önemlisi askeri ilişkilerini artırıyor. 

Bu durum haklı olarak İran’ın tüm siyasi yapılarında İran’ın kuşatıldığı düşüncesine neden oluyor. İran müesses nizamı ve onunla uyum içindeki muhafazakâr İbrahim Reisi hükümeti bu kuşatmayı kırmayı dış politika stratejisinin en başına yazıyor. İran bu doğrultuda gövdesini güçlü gösterecek askeri programları arttırma gayretinde. Yeni projelere uranyum zenginleştirmede yüzde 83 oranına ulaşıldığı bilgisi ekleniyor. Nükleer silah üretimi için uranyumun yüzde 90 oranında zenginleştirilmesi gerektiği biliniyor. İran, onu kuşatmanın, yok etmeye çalışmanın pahalıya mal olacağını göstermeye çalışıyor. Buna ek olarak, komşularla sorunları çözmeye gayret ediyor. Suudi Arabistan ile de bu kapsamda görüşmeler gerçekleşmişti. Irak ve Umman’ın aracılığındaki müzakerelerin sonuçsuz kaldığı düşünülüyordu.

Bu koşullar altında tarafların diplomatik temsilciliklerini tekrar açmaları ve sorunları müzakerelerle çözme konusundaki mutabakatları makul ama öngörülmeyen bir gelişme oldu. İki ülkenin hasımlık düzeyindeki ilişkilerinin bu mutabakatla bir anda düzelmediği de açık. Çin, iki büyük düşmanı en azından ateşten uzak tutmak gibi hiç kolay olmayan bir sorumluluğu üstlendi. Suudi Arabistan, en büyük bölgesel rakibinin ayağına daha fazla dolanmasını önlemek gibi zor bir sınavla karşı karşıya. İran, büyük iddialarının ve büyük sorunlarının ortasında etrafındaki kuşatmayı kırma derdinde. Artık Ortadoğu, Çin’in vazgeçilemez bir aktör olduğu, “şaşırtıcı gelişmeler”in yaşanmasının şaşırtıcı olmayacağı bir bölge haline geldi.