Örgütlü aydın Şostakoviç’in izinde…

Şostakoviç’in müziğinin devrimciliği, onun biçimsel sıradışılığında aranır ancak Şostakoviç devrimciliğini hem müziğinin, o günün sınırlarını zorlayan 'sıradışı' niteliğiyle, geçmişin ve o günün nesnel koşullarının bilincinin getirdiği bir 'basitlik'le harmanlayarak göstermiştir. Bunun bütünleşmediği bir Şostakoviç ancak örgütlü aydın niteliğinden soyutlanmış bir Şostakoviç’i…

Beste Nur Sarı (Müzikolog)

20. yüzyılın en önemli bestecileri arasında sayılan Sovyet bestecisi Dmitri Şostakoviç, estetik ve ideolojik üretimleriyle çağına ışık tutmuş bir besteci. Önemi ise yalnızca eserlerinin niteliğinde değil; çağının toplumsal olaylarına yönelik ilerici tavrı, örgütlü bilincinde. Dolayısıyla Şostakoviç’i örgütlü bir aydın olarak resmetmek yalnızca Şostakoviç’e şükran borcumuzu sunmak için değil; bugün örgütlü aydına olan ihtiyacın yakıcılığını anlamak için de gerekli.

Bugün Şostakoviç’i örgütlü bir aydın olarak tanımlamak gibi bir işe giriştiğiniz zaman önünüze kimi engeller çıkıyor. Şostakoviç’in aslında Sovyetler’de “Stalin’in zulmü” altında yaşamayı sürdürdüğü, eserlerinin hepsinde bu duruma yönelik ironik eleştiriler bulunduğu gibi spekülatif değerlendirmeler, Şostakoviç’e dair tartışmaların genellikle çarpıtma, söylence ve yalanlarla sürmesine neden oluyor. Dolayısıyla insanları Şostakoviç’in örgütlü olduğuna ve bir aydın olduğuna ikna etmek için antikomünist safsataları ayıklamak, konunun çetrefilli bir hal almasına sebep olabiliyor.

Öte yandan yazdığı eserlerin niteliksel ve niceliksel büyüklüğüne rağmen, Şostakoviç adının çoğu zaman Sovyetler Birliği’ni kötülemek üzerine yazılmış sansasyonel öyküler üzerinden anılması, Sovyetler Birliği’nin bugün bize bıraktığı mirasın büyüklüğünü ve kapitalizmin yıkılma korkusunu gözler önüne sermekten başka bir misyon üstlenmiyor. İkinci Dünya Savaşı'nın yıkımından çıkıldığında başlatılan orman kampanyasına eser besteleyen ve bu eserle yeniden umudu örgütleyen, eserinin içerisinde Stalin’in büyük bir bahçıvan olarak nitelenmiş olmasında herhangi bir beis görmeyen bir insanın aslında Sovyet karşıtı olduğunu söylemektense, çağının ilerisini düşünen, kendisini topluma bunun için umut vermekle görevlendiren bir aydın olduğunu söylemek daha tutarlı olsa gerek. Bugünün tarihini yazan tarihçidir; yarının tarihini ise işçi sınıfı yazacak. Dolayısıyla böyle bir tartışmanın içerisine gömülmenin pek anlamı yok.

Tüm bunlardan sonra Şostakoviç’in örgütlü aydın kimliğini ayrıntılı biçimde irdeleyebiliriz. Şostakoviç'i örgütlü bir aydın olarak nitelerken öncesinde genişçe bir aydın tanımı yapmak gerekli mi diye sorulabilir. Görünen o ki ansiklopedik aydın tanımı hem güç, hem de bu yazının anlatmaya çalıştıklarına, gösterdiği yere işaret etmek açısından yararsız. Yazıda, Şostakoviç’in aydın kategorisine yerleştirilmesinin nedenlerini açıklamak adına aydın insanın ortak kimi özelliklerini vurgulamak yeterli. Bu nedenle işe bu noktadan başlayacağım.

Aydının çeşitli biçimleri ve tanımlanması üzerine çokça yazı yazıldığını da düşünerek, aydın kavramının burjuva devrimlerinin bir ürünü olduğu ve günümüzde de bu biçimiyle sıkça kullanıldığı meselesini bir kenara bırakıp risk almayı tercih edeceğim ve aydın tanımını yeri geldiğinde burjuva aydınını da içerisine alan ancak güncellikten belirlenen bir biçimde yapacağım.

Bu noktadan baktığımızda aydın için söylenebileceklerden ilki; döneminin nesnelliğini kavrayan, ve onu aşmaya çalışan, bunu yaparken düşünen ve ideoloji üreten, daima ileriyi arayan ve kendi güncelliği içerisinde evrensel bazı soruları “kafaya takan” bir insan tipolojisi olduğudur. Dönemin soru ve sorunlarına aydınlık getiren, bunlarla ilgili olarak dönemin insanlarını aydınlatan… 

Bu tanım, yalnızca burjuva devrimlerinde adı geçen aydın için değil, sosyalist toplumu komünist topluma taşımak için mücadele eden aydın için de geçerlidir. 

Gramsci'nin aydını tanımlarken kullandığı yaklaşımlardan biri şu şekildedir: “Gelişme süreci aydınlarla yığınlar arasındaki diyalektiğe bağlıdır. Aydınlar tabakası, hem nicel, hem de nitel bir gelişim gösterir. Ancak aydınlar tabakasının yeni bir kapsama ve bütünlüğe doğru her ileri sıçrayışı, basit insanlar yığınının (yani kendisini daha üst kültür düzeyine yükseltirken aynı zamanda etkisini uzmanlaşmış aydınlar çevresine doğru genişleten, böylelikle de şu ya da bu önem düzeyinde insanlar ya da gruplar ortaya çıkaran kesimin) benzer bir hareketlenmesine bağlıdır.”.

Yukarıda bahsi geçen diyalektik ilişki, burjuva toplumlarının ilerici niteliğini yitirmesiyle birlikte ortadan kalkmaya yüz tutmuştur. Sanatsal açıdan bakıldığında burjuva toplumunda besteci her zaman işçi sınıfının ve partisinin eleştirisinin üstündedir. Onun daha ilerisi olarak tarif ettiğimiz sosyalist toplumda ise besteci, işçi sınıfı ve partisi ile bir bütün teşkil eder ve bu üç kesim birbirini diyalektik bir biçimde düzenli olarak geliştirir. 

Şimdi bunun somutlanışına Şostakoviç üstünden bakalım. Şostakoviç’in 1949 New York Konferansı'nda dile getirdikleri:

“…eğer geçmişte belli eserlerimle bazı başarılara ulaşabilmişsem; bunun nedeni, bu eserlerde halkımın yaşamıyla içerden bir ilişki kurmayı bilmiş olmamda yatar. Her halükarda, ben bu eserlerde, hayatın doğrulamasına dayanan ilerici insan ideallerini canlandırmaya; ifade gücü evrensel bir anlama sahip olan bir anlatım bulmaya çaba sarf ettim.”

Bolşevikler devrimin ancak aydınlarla işçilerin birlikteliği ile olabileceğini savunmaktadır. Aydına “İşçilerle ilişki kur” demeleri de bu nedenledir. Bunun temel nedeni ise Bolşeviklerin tarihin hareket ettiricisinin bugünün dünyasında işçi sınıfı yani yığınlar olduğunu bilmesi, nesnelliği dönüştürecek temel gücün işçi sınıfının elinde toplandığını bilmesindedir. 

Dolayısıyla Şostakoviç’i örgütlü bir aydın yapan, Ekim Devrimi'ni yaratan kitleler ve onun öncü partisi; Ekim Devrimi'ni Ekim Devrimi yapan en önemli ayrıntılardan biri ise kitleleri ve partiyi ileri çekmek adına ideoloji ve estetik üretim gerçekleştiren örgütlü aydınlar olmuştur. Bu anlamda Sovyetlerin komünist partisi öncü niteliğiyle aynı zamanda bir aydın partisidir. Bir sanatçının örgütlü bir aydın olması, bu tarihsel ilerlemeyi beslemesi açısından kritiktir.

Bolşeviklerin aydın nitelikli kadrolara sahip olması ve bu kadroların gelişkin bir eleştiri kültürü yaratması burjuva toplumlarının baktığı pencereden genellikle anlaşılamamıştır. Hatta burjuva toplumunun sanatçısı ve “özgür aydın”ı, Sovyetlerde yaşayan birçok sanatçının bu nedenle adeta bir yok etme kampanyasına kurban gittiğine yönelik yorumlar yapmaktadır. Bunun böyle olmadığını birkaç başlıkta açıklayalım: 

  1. Rusya’da devrim gerçekleşmeden önce varlığını sürdüren entelijansiyanın temel özelliklerine baktığımızda başa eleştiri kültürünün gelişkinliği yazılabilir. Bu entelijansiyanın Ekim Devrimi’ne ve sonrasına bıraktığı en önemli ve en kıymetli özelliklerden biri işte bu kültürdür. Partinin çeşitli dergi ve gazetelerinde sanat eleştirisi yazıları yayınlanması, bu kültürün, bu gelişkin mirasın ürünüdür ve bu eleştiri kültürü sanatçıyı bir kafesin içerisine kapatmaktansa geliştirerek özgürleştirme amacını taşır.
  2. Yukarıda aydın tanımı yapılırken aydının temelde karanlık olanı aydınlatma, evrensel bazı sorular ortaya atıp bunları tartışma ve bunun üzerinden toplumu geliştirme misyonu olduğundan bahsedildi. Aynı zamanda Bolşevik Parti'nin de bu anlamıyla aydınlardan oluşan bir parti olduğu söylendi. İki ayrı aydın karakterin karşı karşıya gelmesi; aydın karakterinin uzlaşmaz inatçılığı ve sorgulama azminden dolayı elbette ki bazı tartışmaların bizim bugün tarif edemeyeceğimiz yakıcılıkta cereyan etmesini sağlayacaktır. Ancak Sovyet tarihindeki tüm tartışmalar izlendiğinde, yeri geldiğinde sert eleştiriler yapılmasına karşın bu eleştirilerin “yeni, sınıfsız bir dünya” için yapıldığının gözlenmesi zor olmayacaktır. 

Tüm bu resme bakıp -amacımızın çift taraflı geliştirici ilişkiyi anlamanın ötesinde bir sanat tartışması olmadığını unutmadan- Şostakoviç’e yapılan ve batı sovyetologlarınca sıkça eleştirilen formalizm eleştirisini şimdi yerli yerine oturtabiliriz. Şostakoviç’in Mtsenkli Lady Macbeth adlı operasının bir parti yayını olan Pravda’da biçimci olarak eleştirilmesidir gündemde olan. Öncelikle sanatta sosyalistlerce biçimcilik eleştirisi ile neyin kastedildiğine bakalım: Temel olarak biçim, özü kavrayan ve onun en güçlü haliyle sahneye çıkmasını sağlayan şeydir. Dolayısıyla kendisini öze uygun bir biçimde şekillendirmesi, ortaya çıkarılan sanat eserinin daha güçlü olmasını sağlar. 20. yüzyılın müzik tarihinde ise her zaman böyle olmasa bile biçimin özü belirlediği pek çok örnekle karşılaşılır ve bu sosyalistler için özden uzaklaşmak, “biçimcilik” anlamına gelmektedir. Yani temeline bakıldığında müziğin bugünkü nesnelliğinin ne olduğu, neye hizmet ettiği ile ilişkili bir tartışmanın içerisinde buluyoruz kendimizi. Ekim Devrimi’nin, sosyalizmin müziği bugün bile yalnızca 3-5 burjuva seçilmiş azınlığın dinlediği bir müzik olarak değil;  herkesin müzik dinleyebilmesinin, dinlemenin ötesinde üretebilecek hale gelmesinin sağlayıcısı olma direnci ile varlığını sürdürmeliydi. Şostakoviç’e yöneltilen eleştirinin temelinde ise işte bu kaygı yatmaktaydı. Eleştiri, eserin biçimsel olarak “ilginç”, “korkunç” ya da “avangard”  olması üzerinden değil; aydının toplumu ve toplumun ihtiyaçlarını anlamaktan uzaklaşması nedeniyle gerçekleştirilmiştir. Biçimcilik, tanımı gereği nesnellikten uzaklaşmak demektir ve nesnellikten uzaklaşan aydın, aydın niteliğini kaybetmeye mahkumdur.

Ayrıca, bu ilişki her zaman çift taraflıdır. Parti Şostakoviç’in eserlerine eleştiride bulunurken, Şostakoviç de partinin kültür politikalarına yönelik eleştiriler getirmiştir. Şostakoviç’in partinin kültür politikalarına eleştiri getirmesi, partinin de Şostakoviç’in ideolojik ve estetik üretimlerine eleştiri getirmesi ancak partinin ve Şostakoviç’in aydın niteliği ve eleştiri kültürünün gelişkinliği ile açıklanabilir. Bugünün Türkiye’de ve dünyada hiçbir şeyi eleştirmeyi bilmeyen sanatçı ve eleştirmen toplamı, sanatçı camiasında bolca eleştirilir; Şostakoviç eleştirildiğinde ise mesele nedense Stalin’in diktatörlüğüne geliyor. Bahsi geçen eleştiri kültürü, Şostakoviç’in eserlerinin mutlak yergisiyle değil; Şostakoviç’in eserlerinin iyileşmesi adına ortaya çıkmış olmasıyla açıklanabilir. Yoksa Şostakoviç’in sinik tavrı, partinin politikalarına güvensizliği; partinin otoriter ve diktatör tavrı ile değil. O dönemin tartışmalarına ayrıntılı bir bakış, bu perspektifin geçerli olduğunun görülmesi için yeterli olacaktır. Neredeyse evrensel olarak Şostakoviç’in en iyi eseri kabul edilen 5. Senfonisinin bu eleştiriden sonra gelmesi de bir tesadüf değil.

Batı yazınında Şostakoviç’in müziğinin devrimciliği, onun biçimsel sıradışılığında aranır ancak Şostakoviç devrimciliğini hem müziğinin, o günün sınırlarını zorlayan “sıradışı” niteliğiyle, hem de geçmişin ve o günün nesnel koşullarının bilincinin getirdiği bir “basitlik”le harmanlayarak göstermiştir. Bu ikisinin bütünleşmediği bir Şostakoviç ancak örgütlü aydın niteliğinden soyutlanmış bir Şostakoviç’i resmedebilir. Şostakoviç’in tarzının temellerini geçmişin müzik mirasından çıkarması ancak bunu pasif bir şekilde değil yaratıcı ve yenilikçi bir yeniden düşünüşle harmanlaması; müziğindeki aydınlatıcı rolü  açığa çıkartır.

Gerici olan her şeyin her alana sirayet ettiği bir düzende sanatın özerk, püripak bir biçimde kalacağını düşünmek aptallık değilse saflıktır. Elbette ki Ekim Devrimi devrimin ileri taşıyıcılığını bu alanda da kullanacaktı. Sanat ve bu yazı özelinde müzik, burjuva toplumunda hâlâ küçük bir elitler toplamına hitap ederken devrim Rusya'sında elbette ki toplumun tamamına hitap, hatta sirayet etmeliydi.  Örgütlü aydının, Şostakoviç’in misyonu ise bu noktada topluma bu aşıyı sağlayacak ideolojik ve estetik üretimi sağlamak olmuştur. Şostakoviç’in buna yönelik herhangi bir şikayetinin olmasının ötesinde, motivasyonunun varlığı ise yazdıkları ve söyledikleriyle kayıt altına alınmıştır. Örnekleyelim: Ekim Devrimi'nin 35. yılı için “Güneşimiz Anavatan Üstünde Parlıyor” eserini bestelemiş; 1961 yılında yazdığı ve 1917 yılını yani Ekim Devrimi'ni anlatan 12. Senfoni'sinde eserin 4. bölümüne “İnsanlığın Şafağı” adını vererek devrimle aydınlığın yükseleceğini, yükseldiğini tasvir etmiş; 11. Senfoni'sini 1905’e adamış ve 1905 devriminin ölümsüz insanlarına eserinde “İnsanlara karşı özverili bir sevgiyle, kaçınılmaz savaşın kurbanı oldun” sözleriyle seslenmiş; 2. Senfoni'sini “Ekim, Komün, Lenin!” sözleriyle sloganvari ve coşku dolu bir biçimde sonlandırmış; 3. Senfoni'sini 1 Mayıs üzerine yazmış ve devrim için bunlar gibi sayısız eser bestelemiş bir bestecinin ancak devrimci, komünist ideale bağlı örgütlü bir aydın olduğu söylenebilir.

Aydının üretmesi yetmiyor; kimin için, neden, nasıl üretmesi gerektiğini, ürettiğini paylaşmasını ve örgütlemesini, büyütmesini, ilerletmesini bilmeli. Bunu ise en sistematik biçimde örgütlü olan, her gün yeniden mücadeleye katılan aydın yapabiliyor.

Gününe ilerici müdahalelerde bulunmayan sanatçı aydın değildir ve bugün bu ilerici tavra en çok ihtiyaç duyduğumuz, bu müdahalenin fazlasıyla geciktiğini hissettiğimiz bir dönemi yaşıyoruz. İşte bu nedenle bugünün sanatçısının, sanata siyaset karıştırması; evrensel bazı sorunları dert edinmesi;  dünyanın gidişatına müdahale etmesi ve bunu bugünün gericiliğini yıkacak ilerici öznedeki örgütlülüğüyle, işçi sınıfının partisiyle gerçekleştirmesi bir temenni değil, gereklilik. Aydınlaşma potansiyeli barındıran sanatçının harekete geçmek, bir şeyler yapmak için tarihteki o "mutlak an”ın gelmesi durumunu bir ön koşul olarak görmekten çıkması ümidiyle…