NBA boykotu: Yaşarken yazılan tarih mi? 

NBA, önemli bir boykot momentinden geçiyor. Boykotun gündemi ise ABD’de son dönemde yaşanan siyahlara yönelik polis şiddeti. Tahminler, boykotun ilk etkisinin yitirilmeye başlandığı günlerde olsak da süreçte yaşananların önümüzdeki dönemleri sportif ve toplumsal açıdan etkileyeceği yönünde.

İsmail Sarp Aykurt

Kuruluşu 1946’ya kadar götürülebilen NBA, toplumsal olayların ve cinayetlerin ortasında bir boykot ile sarsılıyor. Son dönem yoğunlaşan ancak hiçbir zaman kaybolmayan siyahlara dönük cinayetlerin ve kapitalist zorbalığın merkezi ABD’nin sportif anlamda da zor zamanlardan geçtiği görülebiliyor. Dünyanın en önemli sportif organizasyonlarından birinde ve ‘profesyonel’ basketbolun temsilini üstlenen bir platformda boykotun gündem olması NBA’in kategorik değerlendirmesinden ziyade ayrı bir tahlile de ihtiyaç duyuyor.

Emek eksenli değişim arayışları: Aynılar aynı yere, ayrılar ayrı…

1960’lı yılların içindeyiz. Irkçılığın doruğuna çıktığı dönemlerdir ve basketbol ligi NBA’in bugünkü gibi popüler olmadığı dönemlerden bahsediyoruz. Popülerlik yerine ırkçılığı fazlasıyla hissedebildiğiniz zamanlardır. Oyuncuların çok iyi para kazanmalarında, ortalama bir ABD vatandaşı ile kıyaslandığında şüphe götürmez bir gerçeklik de vardır. 

Ancak görünenin dışında bazı arızalar da bulunur. Emeklilik hakları, transfer olmanın kölelikten farksız hâli ve buna eşlik eden özgür hareket etme kabiliyetinin darlığı, sorunlar olarak filtrelenebilir. Oyuncu Birliği sendikası ve onun tanınması için bir çaba yürütülüyor oluşu da dönemi anlatmaktadır. 

Bu çaba, 1964 All-Star maçında zirveye çıkar. 

O dönemler mücadelenin yürütülmesinde üç önemli basketbolcu öne çıkmıştır. Oscar Robertson, Elgin Baylor ve Bill Russell… Oyuncuların taleplerin karşılanmaması durumunda maça çıkmayı reddediyor oluşu ve maçın ulusal kanaldan tüm ülkeye yayımlanması fikri NBA yönetimini ürkütmeyi başarır. 

Ancak son tahlilde, maçın 20 dakika gecikme ile başlaması, kulüp patronlarının öfkesi ve taleplerin müzakere edilmeye başlanması NBA tarihi için müthiş gelişmeler olur. Bu, bir ilk olabilmenin ötesinde sendikanın varlığının da kabulü anlamına gelecektir. 

Önemsiz değildir.

Yine o dönemler NBA’de uygulanan ‘siyah-beyaz sporcu kotası’ da insanlık dışı bir uygulama olarak öne çıkar. Belki resmiyette böyle bir uygulama hiç olmamıştır ama toplumda bu düzeyde bir ırkçılığın tezahür edişinin, NBA’de yerinin olmayacağını iddia etmek de olanaksızdır. Spor branşları, toplumsal olaylardan azade değillerdir. 

Tüm bu olaylar yaşanırken, ikonik NBA logosuna can veren siluetin sahibi Jerry West ile oyuncular sendikası ilk başkanı Bob Cousy’de sürecin önemli isimleri olarak öne çıkmışlardır. Sendikanın ise daha öncesine dayanan kuruluş dinamikleri ve emeklilik haklarının geliştirilmesine dayanan bir mücadele deneyimi vardır. 

Tüm bu sayılanlar, 1964 girişimini yaratanlar arasında öne çıkartılabilir.

Basketbolda ‘İkili iktidar’ dönemi: ABA-NBA Gerilimi

Bir diğer tarihsel girişim, ABA ligi ile ortaya çıkar. ABA, NBA’in bir reddiyesi olarak gündeme gelmiştir ve NBA tekelleşmesine karşı bir ‘siyah ligi’ oluşturmanın arayışı sonucunda, gelişen altyapısı ile birlikte 1967’de olgunlaşır. ABA önemli bir potansiyel barındırır ve NBA, ABA liginin gelişmesine ve yerleşiklik kazanmasına karşı hamleler yapar.

1964 yılında gerçekleşen boykot girişimine gerekçe olan konular üzerinde çalışan ABA; alternatif olmaya, sporcuları kapsamaya ve bir fikir olarak da alıcı bulmaya başlar. NBA, ABA seçeneğini önemsizleştirmeye, sıkıştırmaya ve ölçeksiz bırakmaya çalışmasına rağmen ABA, oyunculara daha iyi maaşlar öneriyor, emeklilik hakkına dair iyileştirmeler sunuyor, üniversite mezuniyeti şartına bağlanan ‘draft’ hakkını da güncellemeye çalışıyordu.

Ayrıca basketbola bir dinamizm getiren basketbol istatistiğine dayanan yeni fikirler de ABA ‘anayasası’ içerisinde kendisine yer bulmaya başladı.  Boykot, ABA ile başka bir evreye taşınmış oldu.

Açıkça NBA, ortaya çıkan alternatiflere göre revizyon geçirmeye ve standartlarını yükseltmeye zorlanmış oluyordu. Boykot girişimleri ve ABA kozu, sporcuların pazarlık gücü kazanmasını da sağlamış oldu. O dönemler için anlamı çok önemli olan bir gelişmeydi bu.

1965 senesinde ise Oscar Robertson Oyuncular Sendikası başkanlığına seçilir. Siyah basketbolcu Robertson, ABA ile NBA’nin birleşmesine karşı çıkıyor ve mücadele etmeye kararlı görünüyordu. 

Hedef, NBA’in seçeneksizliğine son verip, tekel eğiliminin paramparça edilmesidir.

1970 senesinde ise ABA-NBA birleşmesine engel olan mahkeme kararı sonrasında altı sene içerisinde ciddi kazanımlar elde edilir. Serbest oyuncu yasalarının kabul edilmesinin yanı sıra oyuncu hakları genişliyor ve sporculara da söz hakkı verilmeye başlanıyordu. Oscar Robertson ise bu süreçten çıkıldığında kimileri için bir kahraman, kimileri için ise düşman olarak simgeleştirilmiş olur. 

Düzenin değişmez kategorilerdir.

NBA ise o günden bu zamana hızlıca ticarileşerek, popülarize olur ve profesyonel basketbolun temsiliyetinde tekelleşir. 

Yeni bir değişim isteği ve ırkçılık

2020 yılı ise Amerika’da ırkçılığın ivmesinin arttığı bir sene oluyor. Ancak bu kez Amerikan emekçilerin cinayetlere aktif bir biçimde tepki gösterdikleri toplumsal hareketlilikler yaşanıyor ve bunun sportif izdüşümleri de sahne alıyor.

Siyahlara yönelik polis şiddeti azalmadan devam ederken, son olarak Wisconsin eyaletinde Jakob Blake’in polislerce vurularak ağır yaralanması NBA’in de yeniden hareketlenmesine vesile oldu.

Ancak gelinen süreçte yaşananlar, 13 Mart günü Breonna Taylor’ın, sonrasında ise 25 Mayıs’ta George Floyd’un öldürülmesiyle birlikte yükselen eylem dalgası ve fakat ardı arkası kesilmeyen nice siyah insan katliamı, artık Amerikan toplumundaki çürümüşlüğün her alanda deşifre olmasına yol açıyor.

Yine son dönemlerde, Amerikan futbolu oyuncusu Colin Kaepernick tarafından başlatılan ve gitgide yayılan ulusal marş protestosunun NBA protestoları ile ve tüm bunların da 1968 Meksika Olimpiyatları madalya töreninde Norman, Smith ve Carlos’un protestoları ile organik ve tarihsel bir bağı var. 

Bu da gösteriyor ki, Amerikan sermaye sınıfının kendi ülke topraklarında senelerdir uyguladığı cinayet ve katliamlar, hiç kesilmeden var olmaya devam ediyor.

“Beyaz bir aile tarafından evlat edinilmiş melez bir sporcu” olan Colin Kaepernick’in başlattığı ulusal marş protestosunun gerekçesi 5 Temmuz 2016 günü 37 yaşındaki siyah erkek Alton Sterling’in vurularak öldürülmesi olmuştu. Şöyle söylüyordu:

“Siyahları ve renkli insanları ezen bir ülkenin bayrağına saygı göstermek için ayağa kalkmayacağım. Bence bu mesele futbolun çok ötesinde öneme sahip. Bende kafamı öte tarafa çevirip bütün bu olanları görmezden gelecek biri değilim”…

“Özgürlükler ülkesinde” durum değişmeden sürüyor. Bu kez ise sahnede basketbolcular var. Milwaukee Bucks ile Orlando Magic arasındaki maç öncesi Bucks sporcularının başlattığı boykot bayağı ses getirdi. Sporcuların ‘sosyal adalet’ arayışları da parkelerde iz bırakmaya başladı.

Bucks yönetiminin de sporcularının kararlarına sahip çıkıp “ABD’de ırka dayanan eşitsizliklerin çözülmesi için görevlilerin gerekli adımları atmasını istediği” açıklama ve Lakers ile Clippers oyuncularının maçların tamamını boykot etme yönünde görüş belirtmesi öne çıkanlar arasında yer aldı.

Ancak diğer takımlardan bu fikre destek verilmemesi ve Lakers’lı LeBron James’in toplantıyı terk etmesi bir ‘kırılma’ sinyali de vermiş oldu. Yine de en açık ifadeyi LA Clippers koçu Doc Rivers dillendirmiş oldu:

“Cumhuriyetçilerin kongresini izliyorum ve şu dikkatimi çekiyor. Korku kusuyorlar değil mi? Habire korkudan bahseden Donald Trump ve diğerleri; öldürülen ise biziz. Vurulan bizleriz. Asıldık, kurşunlandık. Ama sürekli bunların korku laflarını dinliyoruz. Bizi sevmeyen bu ülkeyi hala nasıl sevmeye devam ediyoruz, şaşırıyorum”. 

NBA devam edecek, peki ya düzen?

NBA’in devam etmesi ve konsensüsün sağlanması yüksek bir ihtimal olarak duruyordu. Keza son haberler, maçların süreceği ancak beyzbol vb. gibi diğer kimi spor müsabakalarına da boykotun sıçrayabileceğini işaret ediyordu. Süreç, kimi yerlerde eşitsiz de olsa, güncellenerek devam ediyor. Maçların sürmesi ise ortada var olan toplumsal kutuplaşmanın en azından parkelerde ‘hallolduğunun’ müjdesini vermekten uzak.

Çelişkiler ise birikmeye devam ediyor.

Ve fotoğraf, sporun durmasının koronavirüse değil; kapitalist sistemin ve yarattığı envai çeşit ırkçılığın, cinayete azmettirdiği düzen kuruluşları ve piyonlarının hanesine yazılmasının doğru olacağını kanıtlıyor.

Öte yandan, Kadınlar basketbol ligi WNBA sporcularının “Eğer bizim sadece birer basketbolcudan ibaret olduğumuzu düşünüyorsanız lütfen bizi izlemeyin” çıkışı büyük önem taşıyor. WNBA içerisinde de birçok maçın boykot edilmesi ve Washington Mystics’in kadın sporcularının üzerinde Jacob Blake’in adının yazılı olduğu tişörtlerle saha ortasında diz çökmesi, işlerin bu tarafında da durumun kritik olduğunu gösteriyor.

Son olarak ve her ne kadar Trump, NBA’in ‘siyasi bir örgüte’ dönüştüğünü, artık izlenmediğini ve reytinginin düşük olduğunu ileri sürüp, fütursuzca pazarlasa da, vaziyet artık önemsizleştirilemeyecek kadar önemli bir eşikte duruyor.

Emperyalist hiyerarşinin tepesinde salınan ve ‘özgürlük timsali’ diye makyajlanan kapitalist bir ülkede ölmek ve öldürülmenin bu kadar sıradanlaştığı günler, belki bize Netflix belgeseli ‘The Last Dance’te anlatılmıyor ama gerçekler var olmakta ısrar ediyor.

Bir diğer gerçek ise düzen içinde kaldıkça, yaşam alanlarımızın gittikçe daralması…