Nâzım Hikmet’e ait olduğunu düşünülen iki şiiri gündeme getiren Doç. Dr. Bilgin Güngör'le Nâzım Hikmet’in 123. doğum günü vesilesiyle bu önemli keşfi konuştuk.
Burak Efeyurtlu
Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim üyesi olarak görev yapan Doç. Dr. Bilgin Güngör tarafından Varlık dergisinde yayınlanan "Nâzım'ın İzinde: Bu Ahmed, O Ahmed mi?" başlıklı yazı Nâzım Hikmet’e ait olduğunu düşünülen iki şiiri gündeme getirdi.
Bilgin Güngör’ün 2016 yılında Sinan Şanlıer’in Yazılama Yayınevi’nden çıkan Nâzım’dan Eksik Kalanlar adlı kitabından yola çıkarak ulaştığını belirttiği iki şiir de Varlık dergisinde yayınlanan yazıda tam metinleriyle yer alıyor. ‘Bir Ders’ ve ‘para sultanlığına ölüm!’ başlıklarını taşıyan şiirlerden "para sultanlığına ölüm"ün bir kısmı şöyle:
“…
Ey bezirgân, çorbacı, ey efendi, bey, ağa!..
Artık bugünden sonra hakkın yok yaşamaya!..
Artık sen ebediyen göremezsin güneşi,
Sönecek gözlerinin o lanetli ateşi,
Artık kanlı izini tarihten sileceksin,
Yarın güneş doğmadan ipe çekileceksin!..”
Nâzım Hikmet’in 123. doğum gününün ardından bizler de bu önemli keşifle ilgili Doç. Dr. Bilgin Güngör’le konuştuk.
-Varlık dergisinin Aralık 2024 tarihli sayısında yayınlanan ‘‘Nazım’ın izinden: Bu ‘Ahmed’, o ‘Ahmed’ mi?’’ başlıklı yazınızda araştırmalarınız sonucunda ulaştığınız ve Nâzım Hikmet külliyatında yer almayan, fakat ona ait olma ihtimalinin yüksek olduğunu öne sürdüğünüz iki şiiri ele alıyorsunuz. Bu çalışmaya başlarken çıkış noktanız ne oldu? Nereden başladınız araştırmaya?
Yaklaşık 1,5-2 sene önce, Türkiye'de toplumcu edebiyatın gelişimi üzerine bir kitap çalışmasına başlamıştım. Kitabı hazırlarken tabii döneme (II. Meşrutiyet'ten erken Cumhuriyet'e kadar uzanan süreç) ilişkin çeşitli kaynaklara, süreli yayınlara başvurmuştum. Bu esnada, değerli Nâzım Hikmet araştırmacısı Sinan Şanlıer'in Nâzım'dan Eksik Kalanlar adlı bir çalışmasına rastladım.
Burada, Nâzım'ın bir mektubuna dayanarak Şanlıer, "Ahmed" mahlasına dikkat çekiyordu. Şanlıer'in ortaya çıkardığı üzere Aydınlık dergisinde bu mahlasla kaleme alınan şiirler Nâzım'a aitti. Şüphesiz ufuk açıcı bir veriydi bu. Şöyle ki Aydınlık'la hemen hemen aynı sıralarda, Ankara'da çıkan ve Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası'nın yayın organı olan Yeni Hayat dergisindeki bazı şiirlerde, "Nâzım Hikmet" imzasının yanı sıra "Ahmed" imzasına da rastlamıştım ve Şanlıer'in sunduğu bakış açısıyla bu şiirlerin de Nâzım bağlamında değerlendirilebilir olduğunu düşünmüştüm.
Sonrası malum, sözünü ettiğiniz ve Varlık'ın Aralık 2024 tarihli sayısında yayımlanan yazı ortaya çıktı.
-Sizin de bu yazınızın son kısmında yer verdiğiniz iki şiir hem dönemin tarihsel tanıklığı açısından hem de Nâzım Hikmet’in şiirindeki edebi gelişim açısından önemli veriler sunan eserler. Bu şiirlerin Nâzım Hikmet’in yine aynı dönemlerde Aydınlık'ta yazdığı diğer şiirlerle üslup ve içerik bakımından örtüştüğünü de belirtiyorsunuz. Bu benzerlikleri ve şiirlerin Nâzım’a ait olduğu tezini güçlendiren ipuçlarını biraz açabilir misiniz?
Öncelikle "Ahmed" mahlası başlı başına bir ipucu niteliğinde. Sonra, Yeni Hayat dergisinin Nâzım'la ilişkisi söz konusu. Zaten bu dergide Nâzım'ın başka şiirleri de yayımlanıyor.
Bunlardan ikisi "Nâzım Hikmet" imzalı: "Müşterek Zahmet" ve "Gözlerimiz..." Aydınlık'ta "Ahmed" imzasıyla yayımlanan bir şiir de yine Yeni Hayat sayfalarında mevcut: "Şarka Çevir Yüzünü". İşte bu metinler Nâzım'ın dergiyle yakın ilişkisi olduğunu gösteriyor (en azından düşündürüyor).
Nitekim Yeni Hayat'ı çıkaran Türkiye Halk İştirakiyyun Fırkası'nın Nâzım'ın Türkiye çevresinin (sosyalist çevre) bileşenlerinden biri olduğunu da biliyoruz. Hepsinden önemlisi, Nâzım'ın "Ahmed" mahlasıyla yazdığı şiirlerin içerik ve biçim özellikleri açısından (toplumcu öz, anlatımcı yapı, hece vb.) sadece Yeni Hayat'ta yayımlanan ve yine "Ahmed" mahlasını taşıyan şiirlerle ortaklıkları.
İşte bütün bunlardan hareketle, üzerinde durduğum iki şiirin, yani "Para Sultanlığına Ölüm!.." ve "Bir Ders"in Nâzım'a ait olduğunu iddia edebiliriz.
-Bahsettiğiniz iki şiir de 1922 tarihli. Nâzım yine 1922 yılında Rusya'da 'Açların Gözbebekleri' şiirini yazarak Türkçede ilk serbest ölçülü şiiri ortaya çıkarıyor. Yeni Hayat dergisinde yayınlanan iki şiirde ise Nâzım yine hece ölçüsünü kullanmış. Sizce burada kasıtlı bir tercih mi var?
Bence var. Tabii Yeni Hayat'taki şiirlerin Nâzım'a ait olduğunu varsayarak söylüyorum. Nâzım'ın bu hece vezinli şiirlerle toplumcu bilinci, daha halkçı bir söylemle aktarma amacı taşıdığı düşünülebilir ki bu propagandist bir stratejiye tekabül eder. O dönemlerde Türk halkının geniş kesimi bir tarım toplumu, köy toplumu niteliğinde.
Bu köy toplumuna, başka bir ifadeyle geniş kitlelere, onun anlayacağı ve hafızasında tutabileceği (çünkü okuma yazma oranı çok düşük) bir şiir diliyle seslenmek gerek. Bu şiir dili de hecesiz olamaz. Zaten hece, malum, bu toplumun vezni. İşte Nâzım, hemen hemen aynı tarihlerde yazdığı "Açların Gözbebekleri", "Orkestra" gibi serbest vezinli, avangart biçimli şiirlerle çok daha geniş kitlelere seslenilemeyeceği düşüncesiyle hece vezinli şiirler ortaya koymaya devam etmiştir, denilebilir.
Devam etmiştir diyorum, çünkü, malum, Nâzım da 1921'den önce bir hece şairiydi. Bu bakımdan ortada olan bir süreklilik hâlidir.
-Varlık'ta yayınlanan yazınızda da bahsettiğiniz tüm bu başlıkları ayrıntılandırıyorsunuz. Okuyucularımız ilgili yazıya söyleşimizde yer alan bağlantıdan ulaşarak inceleme şansına sahip. O yüzden biraz da yazının dışına çıkarak birkaç soru sormak isterim. ‘Nâzım Hikmet’e ait ilk defa yayınlanmış fotoğraflar, görüntü ve ses kayıtları, şiirler’ başlıklı haberler birkaç yılda bir karşımıza çıkıyor. Aslında bu da gösteriyor ki Nâzım’a ait izlerin ortaya çıkarılmasına dönük farklı kollardan süren bir çaba var. Bu çabanın bir parçası olan biri olarak bu izlerin bulunmasını sıradan bir koleksiyonculuktan ayıran şey ne sizce? Nâzım Hikmet’e dair keşfedilen her yeni bulgunun bugüne dair değeri ne?
Öncelikle şunu belirteyim: Benim Nâzım Hikmet adına ortaya koyduğum bu yazı, emsallerine göre pek de değerli sayılmaz. Bugün için söylüyorum, esas değerli çalışmaları Sinan Şanlıer, Haluk Oral, Melih Güneş başta olmak üzere çeşitli Nâzım Hikmet araştırmacıları ortaya koyuyor.
Şanlıer'in eserinden yukarıda bahsettik, bunun yanı sıra özellikle Haluk Oral'ın Nâzım Hikmet'in Yolculuğu ile Melih Güneş'in Nâzım Hikmet'in Ellerinin İzinde adlı çalışmalarını herkese tavsiye ediyorum. Hem Nâzım'ın arkeolojisi hem de Türk edebiyatının tarihsel gelişimi bağlamında oldukça önemli, değerli çalışmalar bunlar.
Şimdi sorunun doğrudan cevabına gelmeye çalışırsak; Nâzım'a dair her "keşif", onun anlaşılmasını, şiirinin veya edebiyatının tarihsel gelişimini daha net bir şekilde ortaya koymak adına atılmış önemli birer adımı karşılar. Bu, başka şairlerin/yazarların "keşfedilen" eserleri için de böyledir. Bir şairi, yazarı anlamak için evvela onun eserlerinden yola çıkmamız gerek; biyografi vs. daha sonra gelir.
Dolayısıyla bir şairin/yazarın karanlıkta kalmış eserlerini gün yüzüne çıkarmak, külliyatını eksiksiz bir şekilde ortaya koymak (tabii bu ne kadar mümkünse) o şairi/yazarı daha iyi, daha doğru anlamaya götürür bizi.
-Aslında siz araştırmalarınızda gördüğüm kadarıyla Nâzım'la da sınırlı kalmayarak o dönemin tüm sosyalist yayınları ile bu yayınlarda yer almış sanat ve edebiyat yazılarını incelemeye çalışıyorsunuz. Son yıllarda özellikle Türkiye Sosyal Tarih Araştırma Vakfı bünyesinde süren transliterasyon çalışmalarıyla da birlikte II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’in ilk yıllarına kadar olan dönemde yayınlanmış sosyalist yayın organları ve Komintern belgeleri de daha fazla gün yüzüne çıkmaya ve incelenmeye başlandı. Bu yayınlarda ortaya çıkan her bir yazı ve sanatsal eser aslında toplumu gerçekçiliğin Türkiye’de geçirdiği sürece dair de birçok yeni veri sunuyor. Araştırmalar bir süre sonra Türkiye’de Marksist estetiğin ve toplumcu gerçekçi edebiyatın gelişimine dair yeni bir tarih yazımını gerektirecek mi?
Elbette gerektirecek. Çünkü edebiyat tarihlerinde ve hatta edebiyat kamuoyunun genelinde Türkiye'de toplumcu edebiyatı Nâzım Hikmet'le, özellikle de onun 1929'daki çıkışıyla ("Putları Yıkıyoruz" kampanyası, kendi imzasıyla yayımlanan ilk şiir kitapları) başlatmak bir genelgeçer yargı konumunda.
Halbuki Kerim Sadi, Asım Bezirci gibi eleştirmenlerin, Metin Kayahan Özgül gibi günümüz araştırmacılarının dikkat çekici eserlerinden de anlıyoruz ki Türkiye'de toplumcu edebiyat, iptidai vaziyette olsa da, II. Meşrutiyet'in kısmî özgürlük ortamında Rasim Haşmet, Abdülaziz Mecdi Tolun, Ahmed Rıfkı, Bedik gibi isimlerin şiirleriyle, hikâyeleriyle başlıyor. Hatta toplumcu edebiyatın ilk roman tecrübesi de bu yıllardadır: İştirak dergisinde (ki Osmanlı Sosyalist Fırkası'nın yayın organıdır) 1910'larda yayımlanmış fakat yarım kalmış bir roman tefrikası görüyoruz. Adı "Kahraman Kız", yazarı Asu (bu metnin çevrimyazısını çok yakında yayımlayacağız).
Sadri Ertem'in Çıkrıklar Durunca 'sından yaklaşık 19 yıl önce çıkmış bir metin bu; "Türkiye'de ilk toplumcu gerçekçi romanın Çıkrıklar Durunca olduğu" yargısını sorgulatan bir metin. Yani demek istediğim, bu türden araştırmalarla Türkiye'de toplumcu edebiyatın kökleri, daha net bir şekilde açığa çıkacaktır. Ben de bu noktada ufak bir katkı mahiyetinde bir eser yayımladım yakın zamanda: Toplumcu Türk Edebiyatının Doğuşu.
Burada, 1909'dan 1929'a kadar Türkiye'de toplumcu edebiyatın gelişiminin tarihsel panoramasına ışık tutmaya çalıştım, çeşitli metin örnekleri sundum. Ama bu noktada asıl büyük kaynağın, TÜSTAV'ın döneme ilişkin yayımladığı metinler ve süreli yayınlar olduğunu söyleyelim. Çok büyük bir emek bu. Her şeyden evvel edebiyat tarihçilerinin görmezden gelemeyeceği bir emek.
-Bahsettiğiniz 'Kahraman Kız' romanının da yayınlanmasıyla tekrar sohbet etmemiz gerekecek o halde. Ortaya çıkan her bir metin, yapılan her yeni araştırma bizleri heyecanlandırıyor; çünkü aynı zamanda toplumcu sanatın ve sosyalist düşüncenin köklerinin bu topraklarda ne kadar derinde olduğunu da gösteriyor. Nâzım'ın şiirine dönecek olursak... Yayınladığınız iki şiirden birinin başlığı 'para sultanlığına ölüm!'. Nâzım'ın 123. doğum gününü de derinleşen yoksulluk ve büyüyen toplumsal eşitsizliklerle birlikte karşılıyoruz. Nâzım'ın bahsettiği para sultanlığının yarattığı etkinin en yakıcı olduğu dönemdeyiz aslında. Son olarak siz bu şiirlerden yola çıkarak, Nâzım'ın gözünden bugüne dair ne söylemek istersiniz?
Nâzım'ın sadece bu şiirlerinden değil, 1921'den sonra kaleme aldığı hemen hemen bütün şiirlerinden hareketle bugüne baktığımızda elbette değişenlerin yanında değişmeyenleri görüyoruz. Değişenler, tarihsel ayrıntılar tabii. Bunlara değinmeye lüzum yok.
Değişmeyenler önemli: Sistem özünde aynı sistem, "para sultanlığı"nın en ileri aşaması emperyalist düzen, bütün dünyaya hâkim.
Ama onun karşısında duranlar da var hâlâ. İnsandan, onun gücünden, en nihayetinde yaşamdan umudunu kesmeyenler yani. Nitekim, Nâzım'ın deyişiyle, "umutsuz yaşanmıyor."