'Maç sonu demeci': Düğünde kalabalık, taziyede yalnız! 

Emek kelimesinin hırsızlıkla birlikte kullanıldığı en önemli sektörlerden birisi olan futbolda, çalışma rejimi emek düşmanlığıyla devam ediyor.

İsmail Sarp Aykurt

Diyarbakırspor’un hazin denebilecek hikâyesinin anlatıldığı bir kitabın başlığıdır  “Düğünde Kalabalık, Taziyede Yalnız”... Şimdi bu başlık, futbol sektörünün herhangi bir yerinde tutunmaya çalışan tüm emekçiler için geçerli hâlde. 

Futbolun her türden emekçisi, antrenöründen, amatör hakemine, gözlemcisinden saha amirine kadar sayısız emekçi, bir yalnızlığın içerisindedirler.

O yüzden, ne futbol sadece futbolcular ve meşin yuvarlaktan ibaret ne de futbolcuların sadece maç yapmakla bir bağı var. 

Futbol, büyük bir ucuz emek cennetidir; bir umut tacirliğidir artık.

Son günlerde tartışılan konu, aşı vurulmak için sırada bekleyen, canhıraş çalışan milyonlarca emekçi varken, çok rahat bir biçimde çıkıp futbolcuların aşılanması gerektiğini söyleyenlerin tartışılmasıyla geçti, geçiyor. Rahatça ve hesap vermeksizin bu açıklama yapılırken ve profesyonel olan futbolcuların da aşılama programlarında yer alacağı kesinleşmişken soruyor; “Neden, futbol insan sağlığından daha mı önemli?” diyoruz.

Yanıtı bellidir ve evet, onlar için böyledir. Bizden önemlidir, çünkü kendimizi sığ profesyonel futbol tartışmalarının içine gömerek, bireysel ya da örgütlü fanatizmin içine tıkılarak ve yahut kendi emeğimizi, hakkımızı öncelemeyerek güç vermiş oluyoruz.

Futbolun kişi bazında önemsiz oluşunun bir değer taşımadığı açık olduğu gibi, bu girişimin kendi iç tartışması olan, diğer branşlardaki sporcuların ya da diğer çalışanların neden aşı olamadığı ya da amatör ve kadın sporculara bunun eşit dağılıp dağıtılmayacağı da konuşulanlar listesinde uzayıp gidiyor.

Uzayacaktır, ama görünen köy uzakta değildir: Türkiye’de futbol, zenginlerin oyuncağıdır.

Diğer taraf şunun derdindedir; ligler sürmeli, organizasyonlara halel gelmemeli, futbolun sürekliliği önündeki bariyerler bir bir ötelenmeli. Ötelenmemesinin alternatifi yok; futbolun patronlarının, tekellerinin bırakın futbolun devamını, salgından sonra nasıl yeni bir futbol kârlılık modeli geliştirebilirizi düşündüklerini tahayyül etmek olanaklıdır.

Biz ise burada izleyen, kavga eden, hakem tartışan kimseler düzeyinde, kısır diyalogların dibindeyizdir.

Ancak kaçırdığımız gerçekler yerli yerinde duruyor. Burada mühim olan, futbolun çalışma rejiminin yenilenerek devamıdır. Futbolculara yapılacak aşı, kapitalist futbol rejiminin çarklarına yapılmış bir aşı sayılmalıdır.

Bu da profesyonel futbolun sınırlı değinilen bir özelliğini getirip önümüze bırakmış oluyor. Futbol kapitalist bir çalışma rejimi olarak ciddi bir emek sömürüsüne ve artı-değere  referans veriyor. 

Sendikal eksikliği ayan beyan ortada olan futbol emekçilerinin, bunu bir ‘eksik’ olarak fark etmesi için pandeminin ortaya çıkması gerekmiyordu. Ancak artık ve özellikle amatör ve kadın futbolcularda olağanüstü boyutlara varan bu emek sömürüsü çıplak gözle seçilebilmektedir.

Cruyff’un önemli bir sözü vardı, “ancak anladığın zaman görmeye başlarsın” diye; anlamaya yeni yeni mi başlanıyor?

Herkesin dilinde “emek” kelimesi dönüp dursa da kimse futbolun küresel bir emek sömürüsü ile tekellerin nasıl da ceplerini doldurduğunu görmek istemiyor. Bizim sahalarda ise çığlık çığlığa atılan “emek hırsızı hakemler” demagojisi genellikle kaybedilmiş maç sonrasındaki medya demeçlerinde bıktırırcasına yer buluyor.

Oysaki emek hırsızlığı, maçı kazanıp kaybetmekle ölçülmüyor. Ortada koskoca bir sömürü ve kayıt dışı bir futbol ekonomisi hüküm sürüyor. Transfer bütçelerinden, menajerlik ücretlerine, futbol mağazacılığından, yayıncılık ve tesisleşmeye kadar her kulvarda serbest piyasanın kuralları işliyor.

Nasıl ki Marx, metaların kullanım ve değişim değerini, fiziksel ve zihinsel çabayı ve ücretleri bilimsel olarak açıklıyor; futbolun da hizmet sektörünün kritik bir halkası, ancak onu bütünleyen bir “eğlence ve mutluluk endüstrisi” olarak cisimleşmesi ve sömürü ile emek arasında birinciden yana durduğunun altını çizmek de bize düşüyor.

Futbolun salgın sonrası çalışma rejiminde bizi bilinmezler beklemiyor.

Tam da bu sebeple, futbolu izlerken hayatın kendisini, yüklerini görüyor; bir maç izlemekten fazlasını yapmayı tasarlıyoruz.

Gerçekten ve topyekün mutluluğa eriştiğimiz günlerde bize sorulacak sorulardan birine ise çok hazırlıklıyız:

Ülkenizde “hak ve özgürlüklere kısıtlamalar” var mıdır sorusuna; evet diyoruz ve ekliyoruz. Gerçek bir emek toplumuna referans vererek, “hiç kimseye diğerinin emeğini sömürmesi ve sonuçları kendine mal etmesine izin verilmez” notunu düşüyoruz.

İşte, biz de buna ”maç sonu demeci” diyoruz.