Liberal ideologların motivasyonları ve günümüzde başlıca temaları

Prof. Dr. Erhan Nalçacı Dayanışma Forumu'nun son sayısında liberal ideologluğun nasıl bir toplumsal iş bölümüne denk geldiğini incelediği bir makale kaleme aldı.

Erhan Nalçacı

Bu yazı Eylül 2022 tarihli Dayanışma Forumu’nun yeni sayısında (6. sayı) yer almaktadır.

Tarihsel bir giriş:

Liberal ideologların işlevlerini tarih içinde incelemek çok yararlı olurdu, ancak Dayanışma Forumu bu kadar kapsamlı bir yazı için uygun değil. Yine de liberal ideologluğun nasıl bir toplumsal iş bölümüne denk geldiğini anlamak için tarih içinde gerilere gitmeyi deneyelim.

Antik çağlarda Tunç Devri olarak anılan dönem, soylu toprak sahiplerinin egemenliğine ve köylünün sömürüsüne işaret eder. Köylünün artı ürününe el koymaya dayanan bir düzenin sürdürülebilmesi için askeri önlemlerin yanı sıra dinsel ideoloji binlerce yıla yayılan bu dönem boyunca başat bir rol oynamıştır. Her şeyin dinle açıklandığı, son derece muhafazakâr bu dönemde rahipler ve onların hegemonyasını dinden alan buyrukları, işi sadece ideologluk olan bir kadroya gerek bırakmamıştır.

Buna karşılık Demir Devrine geçişle birlikte, M.Ö. 700 gibi Akdeniz kıyılarında meta üretiminin, köle emeği kullanımının ve tüccarların ortaya çıkması, sınıfsal dengeleri altüst etmiş, soylu olmayan ama giderek güçlenen, yeni bir sınıf aristokrasiye karşı siyasal ve toplumsal iktidarını aramaya başlamıştır. En azından iktidarı soylularla paylaşmak istemektedirler ki “demokrasi” sınıflı toplumlar içinde böyle doğmuştur.

Yükselen sınıfın ideologları olayları tanrı ile değil madde ile açıklamaya başlamışlardı. Egemen sınıf için ise artık söz konusu materyalist düşünürlerin karşısına, sadece bazı ezberleri tekrarlayan ama düşüncesi olmayan rahipleri çıkarmak çok yetersiz kalacaktı. Bunun üzerine yeni bir toplumsal iş bölümü icat edildi: Filozoflar.

Gerçekten Pitagoras, Sokrat ve Platon soylu sınıfın iktidarını savunan, soylu olmayan sınıfların siyasetten uzak kalmasını öğütleyen ve materyalist filozoflara karşı kurnazlıkla sivriltilmiş düşüncelerle mücadele eden yeni bir toplumsal iş bölümüne işaret ediyordu.

Gerçi üçü de liberal değil, muhafazakâr düşünürlerdi; antik çağın liberalleri Stoacılar olacaktı. Ancak egemen sınıf tarafından çağın çaplı ve yetenekli kişilerinin sınıf mücadelesinde düşünsel kurnazlıklarıyla ideolojik cephede kullanılmaya başlanması yeniydi.

Şimdi günümüze dönebiliriz.

1.0. Tanımlar: Liberal ve liberal ideolog

Günümüz tek tanrılı dinleri, dünyaya gelen herkesin kendi dininden olduğunu ama sonra çevresel etkilerle din değiştirdiğini iddia eder.

Liberallik de öyle; günümüzde emekçi sınıfların çeşitli katmanlarında bulunan kişilere eğer işçi sınıfı partisi elini değdirmediyse hemen hepsi liberaldir.

Sınıfın diğer üyeleri ile rekabet ederek yaşam seviyelerini koruyabilecek ve yükseltebileceklerini düşünürler; kapitalist düzenin de ğişmeden sonsuza kadar uzayacağından şüpheleri bulunmaz; örgütlülüğün özgürlüklerini kısıtlayacağı kanısındadırlar; sermaye sınıfına nefret beslemek yerine onları dizi filmlerde izlemekte ve öykünmektedirler; onları düzene bağlamak için icat edilen çeşitli araçların fanatik tutkunudurlar vb.

Söz konusu liberal kafa, kişiye çok özgün ve bireysel bir tercihmiş gibi gelir ama aslında sermaye sınıfı tarafından ana akım medyası, film, müzik ve spor sanayisi, şişirilmiş düzen siyasetleri, okulların açık-gizli müfredatlarıyla ve karşıt olarak solun baskılanmasıyla şekillendirilir.

Böyle olunca emekçi sınıfların bireylerini liberal diye suçlamanın hiç anlamı kalmaz, aksine işçi sınıfının siyasi öncüsü her seferinde kendini suçlamalıdır, “bu kişilere neden ulaşamadım, neden onları dönüştürecek yeterli araç geliştirmedim, neden onları sosyalist geleceğe ilişkin umutlandıramadım” diye.

Liberal ideologluk ise liberalleştirilmiş kitleden bambaşka bir konu olarak ele alınmalıdır.

Liberal ideolog, şu veya bu şekilde sermaye sınıfının gereksinimi olan güncel ideolojik cephaneyi sağlar, düzenin bir kadrosu olarak yaptığı işte oldukça bilinçli davranır, akıl oyunları ile her durumda sermayeye bir yaşam öpücüğü kondurmaya çalışır.

Bu haliyle açık bir sınıf düşmanımızdır. Sınıf düşmanı olmaları her gün büyütülen bir kinle hesaplaşacağımız günü beklemek anlamına hiç gelmez; aksine gündelik olarak ürettikleri ideolojinin anında ve etkili bir şekilde karşılanması gerekir.

Bu kısa deneme yazısı da liberal ideologların günümüz sınıf mücadeleleri içindeki konumlarını anlamaya dönük kaleme alınmıştır.

2.0. Liberal ideologların motivasyonları

2.1 Sermaye sınıfının üyesi olmak

Liberal ideologlar çoğu kez sermaye sınıfının dışından devşirilirler ama bazı nadir durumlarda sazı ellerine alanlar olur. Tarihsel girişte ele aldığımız Platon örneğin, soylu sınıfların üyesiydi.

Güncel örnek olarak Celal Şengör verilebilir. Sermaye sınıfının üyesi olarak ideolojik girdi yaptığı çok belli olur ve sınıf çıkarlarından başka bir motivasyon aramanın anlamı bulunmaz. Belki zamanında Sakıp Sabancı çok medyatik ve çok konuşan biri olarak bu kategoride kabul edilebilirdi. Yoksa sermaye sınıfı üyeleri doğudan yazarlığa, siyasetçiliğe ve TV şovlarına katılmayı pek sevmezler; göz önünde olmamak işlerine gelir, çünkü toplumsal asalaklıkları çabuk deşifre olur.

2.2. Sosyalizmden umutsuzluk

Bir aydın adayının, hatta zamanında solda konumlanarak düşünce üretmiş bir kişinin liberal ideoloğa dönüşmesindeki en önemli etkenin sosyalizmden güncel olarak umudunu kesmesi olduğu söylenebilir. Mücadelenin zor zamanları olabilir, yenilgiler yaşanabilir ama her durumda sosyalist devrimin güncelliğinden umut kesme, sermaye tarafından düşürülme ve teslim alınma anlamına gelir.

Umudunu kesenlerin önemli bir kesimi liberal kitleye dönerler. Bazıları ise liberal ideoloğa dönüşür, bundan sonraki yaşamlarını yazılarında, konuşmalarında sermaye sınıfını ölümsüz kılacak manevralar yapmaya adarlar.

Bir kısmı zaten oldukça entelektüeldir ve yazma çizme işi bir yaşam biçimi haline gelmiştir. Bu yetenek ve birikim, renkli ve kimsenin beceremeyeceği şekilde sermaye sınıfının hizmetine sunulur. Örnek olarak Birikim dergisinin izlediği çizgi verilebilir. Muhakkak bir sonraki başlıkta inceleyeceğimiz maddi ödüller bu koşullarda devreye girer.

Sovyetler Birliği’nin ideolojik alanda etkisizleşmeye başlaması ve sonra 1989-91 aralığında tamamen çözülmesi, büyük bir inançsızlık furyasına dönüşmüş, liberalleşmenin eşlik ettiği bir gericilik dönemi yaratmıştır. Bu vasat dönekleşmiş solculardan liberal ideolog devşirmek için sermayeye olağanüstü bir fırsat vermiştir.

2.3 Liberal ideologluk ve dünyalıklar

Sermayenin vaz geçilmez bir kadrosu olarak liberal ideologların önemli bir bölümü hizmetlerinden dolayı bir dünyalık edinirler. Bu bazen ana akım medyada köşe yazarlığıdır, bazen televizyonlarda program yapmaktır, bazen kitapların basılmasıdır, bazen Başkan’ın uçağına binmektir, bazen fonlanmaktır, bazen üniversitede iyi bir pozisyondur, bazen yurt dışında ağırlanmaktır vb.

Sadece maddi özendiriciler akla gelmemeli; tanınmış olmak, toplumu etkileyebilmek, hayranları olmak vb. de önemli kazanımlardır. Dolayısıyla liberalleştirilmiş ve işçi sınıfı siyasetinin olanaklarının kısıtlandığı bir toplumda liberal ideologluk oldukça gözde bir meslektir.

2.4 Kronik aşamacılar

Bir de bu yazıda ayrıntısına girmeyeceğimiz ama yazılmazsa eksik kalacak bir motivasyon kaynağına değinmemiz gerekecek. Sol düşünce 250 yıldır sadece modern işçi sınıfından üremez, köylülükten ve küçük burjuvaziden de türer. Bu tip siyasetlerde muğlak bir sosyalizm söylemi bulunur ama sıra bir türlü sosyalizme gelmez, çünkü henüz tamamlanması gereken eksik bir burjuva devrimi vardır!

Bu “demokrasi” mücadelesidir, daha iyi bir kapitalizm için ara hedeflerdir, sosyalizm kafada canlansa bile bu burjuvazisiz olmaz, “özgürlük” için burjuvazinin soluk alıp vermesi elzemdir vb.

Bu sol siyasetler bazen radikal gözükseler de liberal bir ton taşırlar ve bir türlü sermayeden çok uzağa düşemezler. Sermayeye yanaşmak için mazeretler üretmek bu siyasetlerde bir çeşit liberal ideologluğa yol açar.

3.0. Liberal ideologların güncel temaları

3.1. Yağmaya dayalı bir sermaye birikim rejimini meşrulaştırmak

Burada en güncel örnek AKP’nin iktidar yıllarında ona eşlik eden liberal salgıdır. Batı emperyalizminin ve sermaye sınıfının talana dayalı bir sermaye birikim dönemini yürütmek üzere AKP’yi tasarladığını biliyoruz. Türkiye’deki bütün özelleştirmelerin %90 kadarının AKP tarafından yapılması Türkiye’nin gördüğü en büyük mülk devri dönemine işaret eder. Kamuya ait olan mülk, bu operasyonla yerli yabancı demeden sermaye sınıfına aktarılmış, ayrıca emekçilerin kuralsızca sömürülebildiği bir rejim yaratılmıştır.

Liberal ideologların bu dönemi meşrulaştırmak için yaptıkları en önemli girdi, Türkiye tarihinden sınıfsal olanı el çabukluğu ile yok etmektir. Buna göre AKP güya bir vesayet rejimi ile uğraşmış ve ileri demokrasiyi temsil etmiştir. 1908 ve 1923 bir burjuva devrimi değil, sınıflar üstü bürokrat ve askerlerin halkın iradesine karşı gerçekleştirdikleri darbelerdir. Bu vesayet, askeri darbeler ve askerlerin demokrasi üzerindeki hegemonyasıyla sürmüştür. Liberal ideologlar AKP’ye böylesi bir “kurtarıcı” rolü sağlamıştır.

1908 ve 1923’ün sınıfsal karakterine konuyu uzatmamak için burada girilmeyecektir, ancak Türkiye’deki bütün askeri darbeler sermaye sınıfının gereksinimlerini karşılamak için yapılmıştır.

Zaten emekçi sınıfları sınıfsal olandan ve sınıf mücadelelerinden uzak tutarsanız onları içinde debelendikleri liberalizm batağından çıkaracak hiçbir merdiven bırakmazsınız.

Bir yağma düzenini meşrulaştırmak, önündeki engelleri temizlemek için yapılan bu operasyon, liberal ideologlardan adeta bir cephe oluşturmuştur. 1996’da kurulan Radikal ve 2007’de kurulan Taraf gazeteleri liberal ideologların üst üste yığıldığı, nemalandığı ve işçi sınıfına karşı büyük bir ideolojik cephe oluşturdukları iki özel sermaye kuruluşudur.

Bilmiyoruz yazarlarını hatırlamaya gerek var mı?

Bazılarını hatırlayalım yine de: Ahmet İnsel, Cengiz Çandar, Cüneyt Özdemir, Murat Yetkin, Oral Çalışlar, Murat Belge, Oya Baydar, Orhan Pamuk, Mithat Sancar, Emre Uslu, Ahmet Altan, Yasemin Çongar…

Bu iki gazetenin işlevlerinin analizi liberal ideologların nasıl sermaye için araçsallaştırıldığını anlamak için çok yararlı olacaktır.

3.2. Emperyalizm kuramını ortadan kaldırmayı denemek

Liberal ideologlar nasıl sınıfı siyasi analizden kaldırıp yerine farklı etnik, seküler-muhafazakâr, kadın-erkek, hakları ihlal edilenler gibi kategoriler koymayı deniyorlarsa emperyalizm kuramını yok saymak da benzer bir marifettir. Burada üniversite kürsülerinde, özelikle uluslararası ilişkiler bölümlerinde liberal ideologların nasıl istihdam edildiği ve kadro yetiştirdiğini kavrama fırsatı da buluruz.

Bir kez emperyalizm kuramını yok sayarsanız, emperyalist ülkelerle bütün kirli ve kabul edilemez ilişkileri “reel politika” saymaya başlarsınız.

Ayrıca günümüzde özellikle 2008’den sonra belirginleşen Türkiye sermayesinin diğer halklar aleyhine yayılmacı eğilimlerinin de “reel politika” malzemesi olarak sunulmasında liberal ideologların büyük katkısı olmaktadır.

3.3. Reel sosyalizmi karalamak

Özellikle geçen yüzyılın sosyalizmli günlerinde liberal ideologların başlıca istihdam alanı reel sosyalizmi karalama işiydi ve bu iş adeta bir sektör haline gelmişti. Geçen yüzyılın bilim felsefecileri, tarihçileri, edebiyatçıları, gazetecilerinin bir kısmı dünyalığını buradan elde ediyordu. CIA’nın bu işe başlıca bir bütçe ayırdığı artık iyi biliniyor.

Yirminci yüzyılda reel sosyalizm tarihi insanlığın toplumsal eşitliğin sağlanması yolunda en cüretkâr, en kapsamlı ileri atılışıydı. Doğal olarak hatalar da yapıldı. Şimdi bunları gelecek atılım için anlamaya çalışıyoruz. Bu süreci anlamanın temel aracı ise 20. yüzyıldaki sınıf mücadelelerinin şiddetini kavramaktan geçiyor.

Oysa liberal ideologlar daha önceki başlıklarda gördüğümüz gibi bu konuda da sınıf mücadelelerinin yerine insan hakları, demokrasi gibi kavramları geçirmeye çalışırlar.

Şimdi ilgi başka alanlara kaydı, ancak geçerken ve satır aralarında sosyalizme vurmayı ihmal etmiyorlar doğal olarak.

3.4. Faşizm icat etmek

Hiçbir siyaset sermaye sınıfı için kalıcı değildir; gereksinimler farklılaşmakta, yıpranan siyasi tasarımların yeri gelince yeni siyasi oluşumlarla değiştirilmesi gerekmektedir. Türkiye tam da böyle bir zamandan geçiyor. Sermaye sınıfı ve uluslararası emperyalist güçler; son 20 yılda yeni tarzda sermaye birikiminin sağlanmasında çok büyük işlev görmüş ve çok büyük bir gücü kullanmasına izin verilmiş AKP’yi yeni bir sermaye siyasetiyle ikame edip edemeyeceklerine bakıyorlar.

Yeni sermaye siyaseti tasarımının sermayenin elde ettiği kazanımları sürdürmesinin yanı sıra ayaklanma potansiyelinden hep korkulan emekçi sınıfları kapsama yeteneği de olmalıdır. Bu hedef ise ancak şöyle ya böyle solu bir miktar içeri alarak hayata geçirilebilir.

Ama Altılı Masa’da olduğu gibi bu kadar açığa çıkmış bir sağ programa solu kapsama sıkıntısı belirir. İşte burada farklı tip bir liberal ideoloğa gereksinim doğar: Faşizm icatçısı.

Faşizm icat edilir çünkü solun geçen yüzyıldan kalma bir ezberi faşizme karşı işçi sınıfının sermaye partileri ile ittifak yapmasına dayanan birleşik cephedir. Birleşik Cephe siyasetinin geçen yüzyılda ne kadar yararlı olduğuna, ne kadar işçi sınıfı hareketine zarar verdiğine bu yazıda değinmeyeceğiz.

Ancak liberal ideolog tarafından faşizm icadı sınıf işbirlikçiliğinin yolunu döşeyecektir. İcat diyoruz, çünkü emperyalist düzende farklı dengelere ve farklı sermaye birikim yöntemlerine denk gelen Türkiye’de Erdoğan ve AKP iktidarı, Brezilya’da Bolsonaro, Hindistan’da Modi dönemi faşist rejimler değildir. Söz konusu yöneticiler faşizme yatkın karakterler olabilir, ama bu rejimin faşist olması için yeterli koşul değildir.

İnsanlar geçen yüzyılda yaşanan faşist rejimlerin ne olduğunu unutmuşa benziyor. İşçi sınıfı siyaseti güçlüyken, iktidarda olduğu ülkeler varken ve bazı ülkelerde iktidarını güç biriktirerek ararken sermaye sınıfı faşizmi örgütler. Faşizm altında komünistler yaşayabilmek için ya elde silah bir askeri cephe oluşturup savaşıyorlardır, ya derin bir yeraltı çalışmasına geçmişlerdir ya da ülkeden çıkmışlardır. Yoksa daha gözaltına alınırken öldürülmedilerse onları toplama kamplarında işlenen cinayetler bekler.

Oysa örneğin AKP döneminde sermaye işçi sınıfını kesitsel olarak temel tehdit olarak görmemiştir. Bu dönemde yaşanan çatışmaların başlıcaları Cumhuriyet Mitingleri, Ergenekon ve Balyoz Operasyonları, 15 Temmuz Darbe Girişimi gibi burjuva klikleri arasında gerçekleşmiştir. Emekçi sınıfları dinci gericilikle ve uluslararası düzeyde likidite bolluğu olan bir dönemde borç para ile gerçekleştirilen ve sonlu olduğunu herkesin bildiği bir “sahte Lale Devri” ile kontrol etmişlerdir. Tabii ki her sermaye iktidarı gibi baskı uygulamışlardır, ama her baskı uygulanan rejim faşizm anlamına gelmez. Hindistan ve Brezilya’da da, başkanlar ne kadar fanatik sağcı olurlarsa olsunlar, işçi sınıfı partileri bu dönemde yasal etkinliklerini sürdürmüş, hatta yerel yönetimlere gelmişlerdir.

Oysa şimdi Türkiye’de sahte refah dönemi sonlandı ve yağmalanacak pek bir şey kalmadı. Bu koşullarda ister AKP devam etsin ister Millet İttifakı iktidara gelsin, emekçi sınıflar üzerinde giderek artan bir baskı rejimi ile karşılaşacağımız kesin.

Ama liberal ideolog, işçi sınıfı siyasetini, olmayan faşizme karşı düzenin zor aygıtlarını elinde tutan sermayeye yedeklemekte kararlıdır.

3.5. Olmayan bir “ilerici” sermaye sınıfı siyaseti icat etmek

Geçen yüzyılda sömürge ve feodalizm karşıtı mücadeleler ve bu burjuva karakterli siyasetlerin bir süre için sırtlarını Sovyetler Birliği’ne yaslayabilmesi tutarlı olmayan bir ilerici sermaye hareketi yaratabilmişti.

Şimdi artık bunun izine bile rastlanmıyor. Sermaye sınıfı kendi içinde rekabet eden kliklere ayrılsa bile tümü tekelci sermayenin hegemonyasında gerçekleşiyor ve illaki gerici oluyor.

Oysa liberal ideolog işçi sınıfı siyasetini daha iyi bir kapitalizm için sınıf işbirliğine ikna ederken böyle bir özne icat etmek zorundadır. Ama gelin görün ki, bütün burjuva siyasetler, sosyal demokratlar da dâhil olmak üzere, tekelci sermayenin hizmetindedir. Dolayısı ile “ilerici bir burjuvazi” ile işçi sınıfının ittifakının kısmi kamuculuk, sömürünün hafifletilmesi, aydınlanmanın sağlanması vb. sonuçlara ulaşması sosyalist bir devrime göre oldukça ütopiktir, çünkü öznesi bulunmaz.

Syriza, Podemos gibi ara siyasetler de “ilerici” değildir. Syriza örneği, Yunanistan’da derin bir uçuruma yuvarlanmış düzene kurtarma merdiveni uzatmaktan başka bir şeye yaramamıştır.

3.6. "Piyasa sosyalizmi"nden adil bir dünya düzeni yaratmak

Genellikle “ulusalcıların”, Avrasyacıların, Çinci ve Rusçuların liberal ideologlardan farklı bir renk olduğu düşünülür, ne de olsa NATO’ya ve ABD emperyalizmine karşı bir alternatif önermektedirler.

Oysa bu alternatif kapitalizm dışına işaret etmez, sınıf işbirlikçiliğinin başka bir versiyonunu sağlar ve liberal ideologluğun bir türevini bize verir.

Son zamanlarda Mehmet Ali Güller tarafından üzerimize salınan Çin ve Rus ittifakının etrafında şekillenen “yeni ve adil bir dünya düzeni” kavramı bu liberal kavuşmanın en iyi örneği olarak karşımıza çıkıyor.

Çünkü Rusya tekelci bir kapitalizme sahipken Çin’deki tekeller bir piyasa düzeni sunuyorlar. Bunun nihai sonucu sermaye ihracatı, serbest bölgelerde emek gücü sömürüsü, eşitsiz ticari ilişki, ham madde kaynaklarına el konması ve en nihayet bağımlı ülkelerin yönetilmesinden başka bir şey olamaz.

ABD ve İngiltere’nin olağanüstü kirli ve kanlı tarihleri başka bir sermaye düzenini seçmemiz için bir neden oluşturmaz.

Sonuç:

Çağımız sosyalizme geçiş çağıdır ve sosyalizm liberal ideologluk denilen toplumsal iş bölümü kategorisinin zeminini kurutacaktır. Çünkü işçi sınıfının gerçek bir siyasi öncüsü hiçbir zaman sermaye ile birlikte yaşamak istemez, sermayenin yaşam suyunu keserek toplumsal eşitliği sağlamayı amaçlar.

Ancak her seferinde farklı bir kurnazlıkla bu kaçınılmaz sonu engellemeye çalışan liberal ideologlarla keskin ve anlık mücadelemiz sosyalizmin zaferine kadar bütün şiddetiyle sürecek.