"'Kurumsal süreklilik' maskesi arasında, eski Semt Garajı alanındaki tapu devrinin usulsüz olduğunu saklama hali tüm belediye başkanlarına sirayet ediyor."
Haber Merkezi
TKP İzmir Kent Komitesi adına TKP İzmir İl Başkanı Savaş Sarı'yla gerçekleştirdiğimiz söyleşimizin ilk bölümünde, İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Cemil Tugay tarafından “Basmane Çukuru” olarak anılan alan için getirilen güncel önerinin içeriğini konuşmuştuk.
İzmir Büyükşehir Belediyesi hizmet binasının yer seçimi ve yapımına ilişkin sorunlara işaret eden Sarı, mevcut durumu yaratan sorunların, çözüm olarak sunulduğunu belirtmişti.
Ayrıca, sermaye grubu ayrımı gözetmeksizin, kamuya ait alanların, sermayeye aktarılmasının kabul edilemez olduğunu söyleyerek, bu girişimlerin içerisinde yer alan tüm kamu görevlilerinin, birinci dereceden sorumlu olduğunu ifade etmiş, alandaki dava sürecine dair bilgi vermişti.
Söyleşinin akışında, sürecin geçmişini ele alma ihtiyacı ortaya çıkmıştı.
Bugün alanın mülkiyetinin nasıl el değiştiğini konuşacağız.
'Kamuya ne kadar düşman oldukları açık olmalı'
“İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin hissesinin düşük olmasının nedeni, kamu mülkiyetinin doğrudan sermayeye aktarılmasının bir sonucudur” dediniz. TKP’nin önceki açıklamalarında da, “kamu arazisinin peşkeşi” olarak yorumlarınız olmuştu. Bize biraz süreci anlatabilir misiniz? Kamu mülkiyeti nasıl bir sermaye grubunun mülkiyetine geçirildi?
Süreç aslında oldukça uzun… Neredeyse her bir anında, en hafif deyimi ile tartışmalı çokça konu var. Onları da dâhil edince, daha da uzun bir hale geliyor. Bu nedenle, mülkiyet ve kullanım kararlarına dair olan kısmı hızla özetleyelim.
“1922 İzmir Yangını”nda yanan bir alan burası. Yangın sonrasında, kamu mülkiyetine geçmiş. Bir süre üzerindeki yıkıntılar öylece kalmış, ardından “Semt Garajı”na dönüşmüş. 1973 planı ile “Semt Garajı”nın Halkapınar’a taşınması gündeme alınmış ve birkaç yıl içinde şehirlerarası terminal taşınsa da, toplu ulaşım araçları için kullanılmaya devam edilmiş. Kültürpark’ın hemen yanında onunla ilişkilenmiş kamusal bir alan olan varlığını sürdürmüş.
1980 darbesi sonrasında, bu alanın turizm ve ticaret alanı olması ortaya atılmış. O günden bu güne de, alanın kamusal bir nitelik dışında kullanılması ve bu sayede de özel şirketlere devredilmesi çabaları hiç son bulmamış.
İşte bu çabalar içerisinde, bugünkü tartışmalara neden olan en kritik adım, 1997 Temmuz’unda İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Güçbirliği Holding’e bağlı Güç Yapı arasında imzalanan, kat karşılığı inşaat sözleşmesi. O sözleşme ile İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin arsa üzerindeki hisse payı yüzde 11, Güç Yapı’nın hisse payı ise yüzde 89 olarak belirlenmiş.
Çok hakkaniyetli görünmeyen bir hisselendirme değil mi bu? Bir belediye başkanı hangi motivasyonla böyle bir karar alır?
İkinci sorunuzun yanıtı, ilk sorunuza da verilecek yanıtı etkiliyor.
Dönemin belediye başkanı, Burhan Özfatura, klasik bir Özal dönemi politikacısı. Kamudan özel sektöre sermaye aktarımı için, fırsat yaratmakta ve bunları da kullanmakta çekinmiyor. eski Semt Garajı alanı dışında da örnekleri var. İlk belediye başkanlığı döneminde, 1987 yılında, belediyeye ait arsalardan birini, Hilton yapılması için vermiş.
Ne karşılığında diye sorabilirsiniz… Belediye, sadece şirkette hisse verilmiş ama yıllar boyunca ne kiralardan ne satışlardan ne de gelirlerden belediyeye herhangi bir para verilmemiş. O kadar ilginç ki, inşaatı yapacak şirket, belediyenin arsasını teminat göstererek kredi çekmiş.
Eski Semt Garajı alanında, Hilton arazisine kıyasla daha “insaflı” davrandıkları bile söylenebilir. Belediyeye bir miktar nakit verilmiş mesela. İnşaatın 360 gün içerisinde tamamlanması koşulu eklenmiş. Kahramanlar’da bir katlı otopark yapılacağı yazılmış. Ama çok ileri gittiklerini düşünmüş olmalılar ki, hemen yanına, otoparkın işletme hakkının 15 yıl, şirkette kalacağını eklemeyi ihmal etmemişler. Tüm bunları da, klasik bir şekilde, “borçlu belediye devraldık” söylemine yaslanarak yapmışlar.
İşin ironisi bir yana, kamuya ne kadar düşman oldukları açık olmalı. Sözleşmenin hakkaniyetten uzak olmasını da, bu düşmanlığın doğal bir parçası olarak sayabiliriz herhalde.
'Hem hukuka aykırı bir işlem uygulanıyor hem de görevin kötüye kullanılması söz konusu'
Geçmişte, sözleşmedeki bu eşitsizliğe, tapu devrindeki usulsüzlüğün de eklendiğine ilişkin açıklamalarınız olmuştu. Okuyucularımıza hatırlatmak için tekrar edersek; alanda imar planı bulunmayan bir tarihte, inşaat projesi hazırlanmasını, projeye göre de ruhsat düzenlenmesini ve kat irtifakı kurularak mülkiyet devri yapılmasını, mevzuata aykırı tanımlıyorsunuz. Peki, bu nasıl mümkün oldu?
Standart uygulama, inşaatın tamamlanmasından sonra tapu devrinin yapılmasıdır. Böylece, inşaatın tamamlanmaması durumunda ortaya çıkabilecek riskler baştan önlenmiş olunur.
Öte yandan, sözleşmede bir istisna getirilerek, inşaat tamamlanmadan tapu devri gerçekleştirilebilir. Ancak, bizim örneğimizde, İzmir Büyükşehir Belediyesi ile Güç Yapı arasında imzalanan sözleşmede böyle bir madde bulunmamaktadır.
İstisna getirilmiş olsa bile, bu durumda da, tapu devri, kat irtifakına göre yapılabilir. Kat irtifakına göre tapu tescili yapılabilmesi için de, mimari projenin ve inşaatın ruhsatının olması gerekmektedir.
Eski Semt Garajı alanına bakacak olursak, alana ilişkin tapu devri 18 Mart 1999 tarihinde gerçekleştirildiğini görüyoruz. Ve bu tarihte de, alanda yürürlükte olan 1/1000 ölçekli uygulama imar planı bulunmuyor. Mevzuat diyor ki, uygulama imar planı olmayan bir yerde, mimari proje hazırlanamaz, bu proje esas alınarak inşaat ruhsatı verilemez.
Oysa Burhan Özfatura döneminde, 1/1000 ölçekli uygulama imar planı olmayan bir yer için hem proje onaylanmış, hem inşaat ruhsatı verilmiştir. Yani hem hukuka aykırı bir işlem uygulanıyor hem de görevin kötüye kullanılması söz konusu.
Burada, etik bir konuya da işaret etmemiz gerekiyor. Devir işlemi, 18 Nisan 1999’da gerçekleştirilecek olan yerel seçimlerden tam 1 ay öncesinde yapılıyor. Pek dindar Burhan Özfatura, kendi ahlak kriterleri açısından da, bu devir işleminde hiçbir sakınca görmüyor.
'İzmir sermayesi belediye üzerinde baskı kurmaya çalıştı'
1999 yerel seçimlerinde, belediye yönetiminin değiştiğini ve DSP’den Ahmet Piriştina’nın başkan olduğunu biliyoruz. Piriştina’dan başlamak üzere, neden belediye başkanları bu işlemleri sorgulamadı? Geçmişte yapılan usule aykırı işlemlerin iptal edilmesi gerekmez miydi?
Piriştina, bu devri doğru bulmadığını söylemekle birlikte, konu öncelikle arsanın geri satın alınması üzerinden tartışmaya açıldı. Tartışma sınırlı kaldı. Çünkü belediyenin bütçe sorunu vardı ve bir yandan da Güç Yapı, tapudaki hisselerine güvenerek yüksek bedeller talep ediyor, işi yokuşa sürüyordu.
Ayrıca, bedel tartışması yapılırken, basın üzerinden, belediyenin “ayıplı mal sattığı” iddiaları ortaya atılmaya başlandı. “Ayıplı mal” iddiasının kaynağı da, iptal edilen imar planları. Bakıyorsunuz, o planların değişmesini isteyen sermayenin ta kendisi. İmar planlarının iptal edilme gerekçesi ise, kamu yararına, şehircilik ilke ve planlama esaslarına aykırı olması. Yani kamu yararına aykırı bir işlemin iptal edilmesi, “ayıp” olarak görülüyor sermaye tarafından.
O döneme geri dönüp baktığımızda, bu girişimlerin, İzmir sermayesinin, belediye üzerinde kurmaya çalıştığı baskının unsurları olduğunu söyleyebiliriz. Ne de olsa, Güçbirliği Holding, daha çok Kemal Zorlu ile birlikte anılsa da, İzmir’den ve Ege Bölgesi’nden çok sayıda patronun bir araya geldiği bir şirketti. Ve 1990’lar ile birlikte İzmir sermayesi, kendi çapında ölçek atlamıştı.
Sonuçta, belediye, bu baskıya boyun eğdi. Kamuoyundaki görüntüyü kurtarmak için de, alanın bir bölümünün opera binası olması fikri konuşuldu. Ancak geri kalan kısmında, sermayenin beklentisi doğrultusuna planların geçmesine onay verildi.
Bu süreci, Piriştina’nın planların konuşulduğu meclis toplantısında yaptığı sunum özetliyor aslında. Ya planları değiştirmeliyiz ya da sözleşmeyi diyor. Protokolün değiştirmesinin tek taraflı olamayacağını, şirketin de söz hakkı olduğunu, “kurumsal süreklilik” nedeni ile planların değiştirilmesi gerektiğini söylüyor. Ve sözleşmeye dokunamayacaklarını deklare ediyor.
'Kamu kaynaklarını sermayeye aktarmak için kamu işleyişi kullanılıyor'
Anlattıklarınıza göre, yasal düzenlemelere aykırı işlemler var ama. Hatalı uygulamalar için “kurumsal süreklilik”ten söz edilebilir mi?
Piyasa ekonomisinin temel taşlarından sayılan “laissez faire”i duymuşuzdur hepimiz. Eski Semt Garajı alanı örneğinde, bu liberal politikanın iki yüzünü de görüyoruz. Bir yandan, kamu kaynaklarını sermayeye aktarmak için kamu işleyişi kullanılıyor ve mevzuata müdahale ediliyor. Diğer yandan da, yine sermayenin ihtiyaçları doğrultusunda, “bırakınız yapsınlar” denilerek, mevzuat ve yaptırımlar uygulanmıyor. Bu açıdan, liberalizme içkin bir “kurumsal süreklilik”ten söz edebiliriz.
Ancak, bizim sahip olduğumuz, kamu kaynaklarını ve halkın çıkarlarını savunan yaklaşım açısından, bu örnek, bir kurumsallığın kalmadığının göstergesi oluyor. Bu kavramı kullandıklarında, hesap sorma inisiyatifine sahip olmayan bir yapının, sorunu anonimleştirerek onu görünmez kılma çabasına girdiğini anlıyoruz.
Böylece, “kurumsal süreklilik” maskesi arasında, eski Semt Garajı alanındaki tapu devrinin usulsüz olduğunu saklama hali tüm belediye başkanlarına sirayet ediyor.
Ahmet Piriştina sonrasında belediye başkanlığı yapan Aziz Kocaoğlu’nun eski hataları tartışmaya gerek yok, sözleşme yapılmış bir kere sözlerini örneklerden biri olarak gösterebiliriz.
Aziz Kocaoğlu’nun adı geçmişken, merak ettiğimiz başlıklardan birini de soralım. Kocaoğlu, 2009 yılında belediyenin tapu payının yüzde 11’den yüzde 30’a çıkarıldığını belirtmiş ve bunu bir başarı olarak sunmuştu kamuoyuna. Bu söylemin doğruluk payı nedir?
Kocaoğlu, 2004 yılı sonrasında eski Semt Garajı alanı üzerine bir görüşme trafiği yürütmeye başlıyor. Kamuoyuna yaptığı açıklamalardan, stratejisini şu şekilde açıklayabiliriz:
Alandaki imar planı düzenlemeleri, “kamu yararı”na aykırı olduğu gerekçesi ile mahkemelerce iptal ediliyor. Bu gerekçeyi ekarte edebilmek için de, alandaki inşaat alanının bir bölümünün belediye hizmet alanı olması ve alanda otopark ayrılması üzerine pazarlık yürütüyor. Niyeti, kamusal bu fonksiyonlar ile mahkemeye “kamu yararı”nı sağladığını kanıtlayabilmek.
TMSF ve Güç Yapı’yı da, bu stratejiye ikna ediyor.
Yapılan görüşmelerin sonunda, TMSF ile İzmir Büyükşehir Belediyesi arasında, kamuoyu ile paylaşılmadığı için ayrıntılarını bilmediğimiz yeni bir protokol imzalanıyor. Ayrıca, belediye tarafından inşaat alanının yüzde 30’unun belediye hizmet alanı olacağına dair bir plan değişikliği hazırlanıyor.
Ancak sorun şu ki, bu hisse değişikliği oranı, protokolün ve hazırlanan planın notlarında bir madde olarak kalıyor ve tapuya işlenmiyor. Tapuya işlenmediği konusunda, eminiz. Yani kamuoyuna, açık bir şekilde, yanıltıcı bir bilgi veriliyor.
Daha da önemlisi, burada, sözleşmenin iptal edilmesi seçeneğinin gündem dışı bırakılmasına tanık oluyoruz yine. Daha da ilginci, yıllar sonra, Kocaoğlu, konu kendisine sorulduğunda, “mağdur etmemek” için dava açmadık diyecek. Mağdur etmek istemediği, İzmir sermayesi.
'TMSF, Güçbirliği Holding’in hissedarı olduğu bankaya el koymuştu'
Yakın zamandaki tüm tartışmalarda, TMSF bir taraf olarak gösterilse de, siz ilk kez, bu sorumuzda TMSF’den bahsettiniz. TMSF’nin konuyla ilgisini aktarabilir misiniz?
Özfatura döneminde, tapudaki hisseleri devralan Güçbirliği Holding’in, hissedarı olduğu bir banka var: EGS Bank. Bu bankanın temel amacı, Güçbirliği Holding’e ve bünyesindeki alt şirketlere kaynak sağlamak. Ancak, bir süre sora, bankanın verdiği kredilerin geri dönüşünde sorunlar yaşanıyor ve 2001 yılında TMSF tarafından bankaya el konuyor.
Bankanın çoğunluk hisseleri Güçbirliği Holding’e ait olduğu için de, holdingin ve alt iştiraklerinin varlıkları da dolaylı olarak TMSF’ye devredilmiş oluyor. Eski Semt Garajı alanındaki hisseler de, devredilen hisselerin arasında yer alıyor. Bu nedenle, TMSF, alandaki tartışmalara dâhil oluyor.
'Folkart’ın konuya eklenmesi rastlantı değil'
TMSF ile bir parantez açmış olduk aslında. Ana konudan devam edecek olursak… Kocaoğlu ve TMSF arasında uzlaşı sağlayan stratejinin devam etmediğini, yaptıkları plan düzenlemelerinin yine mahkemelerce iptal edildiğini biliyoruz. Konu uzun bir süre, boşlukta kalıyor. Ancak, 2016 yılında, bu sefer Folkart’ın da dahil olduğu yeni bir süreç başlıyor. Büyükşehir belediyesi, aynı döneme denk gelecek şekilde, “Kültürpark Revizyon Projesi”ni de hazırlıyor. Bu süreç nasıl gelişti, İzmir Büyükşehir Belediyesi’nin Folkart’a satıştaki rolü neydi?
AKP ile de açık bir flörtü bulunan, aynı zamanda, Aziz Kocaoğlu dönemindeki büyümesi başlı başına incelenmesi gereken bir şirketten söz ediyoruz. Bu açıdan, Folkart’ın konuya eklenmesi, bir rastlantı değildi.
Sadece, 2009 yılındaki deneyimden farklı olarak, belediye çok fazla ön plana çıkmamaya çalıştı. Sanki TMSF, belediyeden habersiz bir şekilde, el koyduğu hisseleri satıyor görünüyordu. Belediye, bu sırada, eski Semt Garajı alanını da doğrudan etkileyecek olan “Kültürpark Revizyon Projesi” ile bölgenin çehresinin değişeceğine bir algı yaratma peşindeydi.
Ayrıca, İzmir Büyükşehir Belediyesi, “katılımcılık” başlığı altında, meslek odalarını, kentte örgütlü çevre platformlarını ciddi bir oyalama içerisine sokmaya ve manipüle etmeye çalıştı. Ancak, Kent Komitemizin gerçekleştirdiği önemli çıkışların da etkisi ile İzmir kamuoyu, bağlantıyı hızlı bir şekilde deşifre etti. Bir tabiat parkı niteliği taşıyan ve kent tarihi açısından oldukça önemli olan Kültürpark’ın, “Basmane Çukuru”nda yükselecek bir gökdelenin bahçesi olmasına karşı bir direnç oluşturuldu.
Bu dirence, planların yine mahkeme tarafından iptal edilmesi kararı eklenince, Folkart, inşaata başlamadan, satın aldığı hisseleri TMSF’ye iade etti.