'İtin Olayım Ağam…'

Kitaba adını veren öykü sevdiğine varamayan Anadolu kadınının içime oturan öyküsü, “İtin Olayım Ağam”. Köle kadınların sadece Mısır’da, batılı ressamların resimlerinde değil, yanımızda, kendi toprağımızda alınıp satıldığı gerçeğini yüzümüze çarpıyor Yusuf Ziya Ağabey.

Tunç Tatoğlu

Yusuf Ziya Bahadınlı… Anadolulu, emekçi, köy enstitütüsü apoletlerini gururla taşıyan öğretmen, yazar, yayıncı, milletvekili, örgütçü. Doğduğu yerin adını soyadına taşıyacak kadar köklerine bağlı, Bahadın’ı hiç unutmamış, gençler için kendi adını taşıyan bir kültür merkezi kurmuş , ışığını Yozgat’ın bu yoksul köşesine taşımış bir aydın. Aleviliğini hiç saklamamış, yalnız kalmaktan korkmamış, Anadolu aleviliği ile sosyalist mücadelenin damarlarının yakın olduğuna dair bir çok araştırma yapmış, sabırla sözlükler yazmış/yayınlamış, yurdunu seven, inatçı, iyimser, gülümsemesi ile hatırlanası bir komünist.

2010 yılında, yakın dostu İbrahim Balaban’ın bazı öykülere desen çizdiği “İtin Olayım Ağam” kitabının 1964 yılındaki ilk baskısını sahaflarda bulmuştum. Bakkallıktan kazandığı para ile kurduğu Hür Yayınları’ndan basılmış. İlk yaptığım şeyin sağlam görünen ciltini itinayla açıp, sayfaları koklamak olduğunu hatırlıyorum. Eski kitap kokusu gibisi yoktur, yılların kokusu yavaşça siner sayfalara, okuduğunuz sürece kolunuza girer, sizi yalnız bırakmaz. Şimdilerde dijital kitapları tercih edenlere önermiş olayım.

Bir öykü kitabını desenler ile zenginleştirmek muhtemelen zamanının ilerisinde bir düşünceymiş. Basit, çarpıcı, daha çok köylü kadınların öykülerinin yer aldığı kitap Balaban’ın iki boyutlu desenleri ile derinlik kazanmış. Balaban’ın o yıllarda imzası bile daha kendini bulmamış. Nasıl olduğunu  dinlemek isterdim ama herhalde Balaban, içine dokunan hikayelere desen çizmiş, Bahadın’lı da onu serbest bırakmış. İki Anadolu aydını, iki Anadolu sanatçısı, iki yakın dostun ortaya çıkardığı çok güzel bir kitap…

Öykülerden biri de kendi gibi Yozgatlı bir edebiyatçı olan Abbas Sayar’a atfedilmiş, “Allah de Azap Ali”. Abbas Sayar da değeri bilinmemiş önemli bir edebiyatçı… Yoksulluğun, adaletsizliğin, dinin en keskin biçimde sorgulandığı öyküsünü armağan etmiş dostuna. Ali de dostu gibi inatçıymış muhtemelen “… Gençtim, sevmek, sevilmek benim de hakkımdı, kara gözlü bir yâr mi verdi! Bir karış toprak mı verdi, bir tek mal mı verdi, niye (Allah) diyeyim!..”

Kitaba adını veren öykü sevdiğine varamayan Anadolu kadınının içime oturan öyküsü, “İtin Olayım Ağam”. Köle kadınların sadece Mısır’da, batılı ressamların resimlerinde değil, yanımızda, kendi toprağımızda alınıp satıldığı gerçeğini yüzümüze çarpıyor Yusuf Ziya Ağabey.

Sonra sofrada yeri öküzümüzden sonra gelen kadının, gelin geldiği evde bir “Bazlama” için nasıl ağladığını duydum, duyarsınız… İlk desen bu öyküye çizilmiş. Bazlamalar, gelin, bebek, kayın anne ve bazlamaların ayrıldığı uzaktaki koca… hepsi aynı karede.

d1

Köylerde ağalık taslayan kişilere tapınma, herşeyin ve herkesin sahibi olma üzerine sert bir öykü “Gül Yüzlü Efendim”. Cahilliğin bu yüzünü çok iyi tanıyoruz değil mi? Hem de sadece köylük yerde değil her yerde. Altmış yılda değişen bir şey olmamış, ağalık/mülk ve din el ele kendilerini herşeyin ve herkesin sahibi sanıyorlar hâlâ bugün de.

“Şehriban’ın saçları”… Ah nasıl kıydınız Şehriban’ın saçlarına, bit vardır bahanesiyle kestiniz hastanede. Balaban’ın resimlediği bu öykü Rapunzel’in masalını anımsatıyor ilk baktığınızda. Pencerinin dibinde, Şehriban’a ulaşamadan yedi gün ağlayan Yusuf, olsaydı ona ördüğü saçları sallandıracakmış gibi camdan bakan Şehriban. 

d2

Portakalın bilinmediği, bulunmadığı günlerden bir öykü, “Otuzbeş Yıl”. Ankara yollarına kapıcılık yapma umuduyla düşüldüğü yıllar. Omuzlarında yorgan, ellerinde azık, gözleri geride köylüler. Kentlilerin “yorganlılar” dediği yoksulların hikayeleri.

d3

“Geceden kalkacağım üstüme gün düştüğünü kimse görmeyecek…” Kâzım’ın coşkuyla herkese anlattığı hikaye en sonunda tüm köyü ikna eder. Kâzım’a daha sonra ödemesi şartıyla “Bir Çift Sürek” verirler. Günün birinde süreklerden biri ölür, Kâzım’da onunla ölür sanki. Sonra… sonra ne zaman “bir çift süreğin olsa ne yapardın Kâzım?” diye sorsalar aynı coşkuya anlatır Kâzım bıkmadan “Geceden kalkacağım…”

d4

Kitabın sonunda umudunuzu yitirmeyin diyor Yusuf Ziya Ağabey… Önce bozkıra açılan ferah bir “Pencere”, Köy Enstitüleri.  Sonra da “Aydınlığa Çağrı”, “Yüzyılların paslandırdığı kulaklarım duyuyordu artık. Kendi ülkemi kendim kuracaktım.”

Böyle işte çalışkan bir aydının 60 yıl sonra kulağımızda kalması, yolumuzu aydınlatması için yazdığı öyküler…

kk