ABD tarafından tek taraflı olarak ilan edilen teröre destek veren ülkeler listesini ciddiye almamak gerekiyor. Ancak yine de emperyalizmin argümanlarını çürütmek Küba dostlarının boynunun borcu.
Ogün Eratalay
Tarihi boyunca emperyalist teröre karşı kendini ve dünya halklarını savunmuş olan Küba’yı “terörü destekleyen ülkeler” listesine almak zaten iki yüzlülük.
Hele ki İsrail’in Gazze’ye her gün ölüm yağdırdığı, ardından Lübnan’da binlerce sivili hedef gözetmeksizin bir terör saldırısıyla hedef aldığı ve son olarak komşu ülkeyi bombalayıp Hizbullah lideri Hasan Nasrallah dahil yüzlerce kişiyi öldürdüğü günlerde.
Emperyalizmin dış politikada düşman bellediği ülkeleri tanımlamak için çok sevdiği bir terim “terörü destekleyen devlet” sözü. Kendi kendilerine belirledikleri kuralı yine kendi bildikleri şekilde uyguluyorlar.
Uluslararası terörizme destek verdiği iddia edilen devletler ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından üç ayrı kanun maddesi uyarınca (ulusal savunma, silah ihracatı, dış yardım) kara listeye alınıyor ve savunma alanında ihracat veya satış faaliyeti gerçekleştiremiyor, bunun dışında mali konular başta olmak üzere çeşitli yaptırımlara maruz bırakılıyor.
ABD’nin bu kriterleri halihazırda dört ülke için yürürlükte; Küba, Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, İran ve Suriye. Bu yazımızın konusu Küba.
Küba konusunda Trump’ın izinden giden Biden
Küba 12 Ocak 2021 tarihinde bu yana ABD’nin terörü destekleyen devletler listesinde. ABD Başkanlık seçim ve göreve geliş tarihlerine aşina olanlar bu tarihlerdeki kritikliği hemen görecektir. Dört yılda bir Kasım ayının ilk Pazar günü yapılan başkanlık seçimlerini kazanan aday, takip eden Ocak ayının ortalarına doğru göreve başlar.
Bu karar da ilginç bir şekilde 2020 ABD başkanlık seçimlerini kaybeden dönemin başkanı Donald Trump tarafından giderayak alınmıştır. Trump, bu adımla Barack Obama tarafından başlatılan süreci geri çevirmiştir.
Obama tarafından 2014 sonlarında başlayan yumuşama dönemi 20 Mart 2016 tarihinde Obama’nın Küba’yı ziyaretiyle tepe noktasına ulaşmış, iki ülke arasındaki ilişkilerde normalleşme yönünde adımlar atılmış, Küba terörü destekleyen ülkeler listesinden çıkarılmıştı. Ancak 2020 seçimlerini kazanan Demokrat aday Joe Biden, Obama’nın aldığı kararların takipçisi olmamış, Trump tarafından atılan adımları izlemiştir. Emperyalizm burada ilginç bir tutarlılıkla yoluna devam ediyor.
ABD’nin tezi Küba’nın 'barış sürecine' katkısına dayanıyor
Küba’nın dünya kamuoyu nezdindeki saygınlığı o kadar yüksek ki, ABD emperyalizmi keyfekeder alındığı çok açık olan bir kararın arka planını oluşturabilmek için çok çaba harcıyor.
Buna göre Küba, topraklarında Kolombiya iç savaşı sürecinde yer alan ELN örgütüne bağlı bazı kişileri ve 1970’li yıllarda ABD topraklarında ırkçı saldırılara karşı çıkan bazı isimleri ABD’ye iade etmemekle itham ediliyor.
Ancak emperyalizmin allayıp pullayarak sunduğu “deliller”, üzerini biraz kazıyınca hemen özünü belli ediyor. Kolombiya bilindiği gibi son döneme kadar ABD’nin Latin Amerika’daki özel müttefikiydi. Hatta NATO, bu ülkeyi aynen İsrail örneğinde olduğu gibi üye olmamasına rağmen “stratejik ortak” ilan etmişti.
Kolombiya, hem ülke içinde hem de komşu ülkelerde uyuşturucuyla müdahale kisvesi altında askerî harekât düzenleyen, paralı askerlik yapan, darbelere, katliamlara, yargısız infazlara imza atan bir terör devleti görünümündeydi. Dolayısıyla ABD ile çok yakın ilişkilere sahipti.
Barış sürecinin kendisiyse, Küba’dan ibaret olmayan bir uluslararası girişimdi. Kolombiya’da onyıllardır süren çatışma halinin sona ermesi için bizzat sağcı Kolombiya hükümeti Küba’nın arabulucuğunu istemişti. Küba bu pozisyonda yalnız da değildi. Vatikan da arabuluculuk sürecinin parçasıydı.
2022 yılında beklenmedik bir şekilde Gustavo Petro’nun Devlet Başkanı seçilmesiyle bu süreç sekteye uğradı. ABD’nin Küba’yı kendisine iade etmemekle suçladığı isimler, tam da Kolombiya’daki barış sürecinin önemli bir aşamasında Ivan Duque iktidarının süreci baltalaması sonucu başlatılan yargısız infaz sürecinden kaçan isimler. Dolayısıyla ortadaki mesele ABD’nin iddiasının tam aksine emperyalizmin kendi çıkarları uyarınca Kolombiya’da giriştiği yargısız infaz süreci ve bunun yansımaları.
ABD’ye iade edilmediği belirtilen bir diğer isim ise JoAnne Deborah Byron. 1970’li yıllarda ABD’de yükselen siyah hareketinin önde gelen isimlerinden. ABD’de yaygın olan ırkçı uygulamalar yüzünden düzen dışına itilen insan hakları hareketinin bir varyantında yer alan Byron, 2 Mayıs 1973 tarihinde polisle girdiği çatışmada polis memuru James Harper’ı vurmakla suçlanmıştır. Ancak hem Byron’ın daha önce düşen davaları hem de emniyet güçlerinin çelişkili ifadeleri dava sürecine gölge düşürmüştür. Buna rağmen hüküm giyen Byron 1979 yılında hapisten arkadaşlarının yardımıyla kaçarak Küba’ya sığınmıştır.
Asıl isminin ABD’nin köleci döneminin olduğunu düşünüp köklerini anlatan Assata Olugbala Shakur adını alan eylemci, kendisini Amerikalı değil, Afrikalı bir kadın olarak gördüğünü belirtiyor. Bundan daha birkaç yıl önce George Floyd’un güpegündüz Amerikan polisi tarafından işkenceyle öldürüldüğü düşünüldüğünde bundan elli yıl önceki benzer bir olayın nasıl örtbas edilmek istendiğini tahmin etmek zor değil.
İşin NATO üyeliği boyutu herkesi bu kirli politikanın parçası yapıyor
ABD’nin öne sürdüğü “delilleri” ciddiye almak zaten olası değil ancak özellikle Batı kamuoyunda ABD etkisi düşünüldüğünde bu tezlerin çürütülmesi önem kazanıyor. Ancak bahane ne olursa olsun kategorik olarak emperyalizmden sosyalist Küba’ya yönelik gelen her eleştiri mahkum edilmesi gerektiğini de yinelemiş olalım.
Burada bir önemli ayrıntı da ABD’nin kendi kafasına göre ülkelere dayattığı kategorileri, NATO’ya da dayatması. İçinden geçtiğimiz günlerde stratejik ortağı İsrail’in Filistin halkına yönelik soykırımını görmezden gelen NATO ülkemizde de yoğun şekilde protesto ediliyor.
NATO bugün emperyalizmin en önemli silahlarından birisi olarak, zaten kendisi bir terör örgütü olan yapı olmasına rağmen “uluslararası aktörler” eliyle gerçekleştirilen terör eylemlerine karşı politika belirlemiş durumda. Buna göre adı konmadan ABD’nin terörü destekleyen devletler listesine de atıfta bulunan örgüt uluslararası toplumun çıkarları doğrultusunda terörle mücadele edeceğini bildiriyor. Bununla da kalınmıyor, NATO’nun uluslararası barış ve huzurun teminatı olduğunu iddia ediliyor.
Ancak bütün bu kitabî laf salatası hiçbir anlam ifade etmiyor. ABD, başta kendi ülkesindeki emekçilere ve dünya halklarına dayattığı düzenin alternatifinin olmasını istemiyor. En ufak bir umut, en ufak bir karşıtlık istemiyor. Küba emperyalistlerin burnunun dibinde onurlu ve egemen bir emekçi halk iktidarı olarak ABD’nin temsil ettiği tüm değerlerin anti-tezi durumunda. Bu yüzden de ne koşulla olursa olsun boğulmalı ve yok edilmeli. Ancak emperyalizm ne yaparsa yapsın başarısız olmaya mahkum. Karşılarında örgütlü bir halk ve bu halkın yaşadığı ekonomik koşulların emperyalizm tarafından dayatılan ablukayla doğrudan bağlantılı olduğunu bilen bir Küba dostu kamuoyu var.