İnsan haklarının jeosemiyotiği

İnsan Hakları Bildirgesi'nin ayakları yere basmayan idealist ayartmalarına yenik düşmeyelim… Gerçekte pek bir anlamı olmayan haklar hakkında iddialı vaazlar vermek boşunadır.

Fernando Buen Abad Domínguez

Bu yazı Granma'da yayımlanmıştır.

Çevirmen: Necati Ege Keklik

Hukuk, sosyal adalete hiç sahip olmamış halklar için aynı değildir. Verili bir yerdeki nesnel koşullar, orada ne kadar ‘‘uzman kuruluş’’ faaliyet gösteriyor olursa olsun, insan hakları konusundaki farkındalık ve uygulama derecesini belirler. Okuma yazma bilmemenin, açlığın, işsizliğin ve sağlıksızlığın hüküm sürdüğü bir yerde İnsan Hakları Sözleşmesi ne anlama gelir? Az ya da hiç! İnsanlık tarafından büyük zorluklarla elde edilmiş hakların savunulması, reformist laf kalabalığı ve piyasa hayırseverliğini süsleyen demagojik beyanlara indirgenemez.

Sadece bir illüzyonsa, beşerperestliğin bir değeri yoktur – bölge gözetmeksizin, salt "iyi niyetler" manzumesi olarak beşerperestlik. Bölgeler sadece coğrafyadan ibaret değillerdir, aynı zamanda tarihtirler de; tüm sosyal ilişkileri, tüm duygusal ve sembolik düzlemleri içinde barındıran sınıf mücadelelerinin ürettiği "duyu", tat ve kokulara sahiptirler. İnsan hakları, söz konusu bölgeden ve "yerlilerin" anlamsal gerilimlerinden yalıtılarak ileri sürülemez. 10 Aralık 1948’de doğan İnsan Hakları Bildirgesi, o tarihte pusuda bekleyen faşist Nazi projesine karşı bir araç olarak tarihsel önem ve değere sahip olsa da; her şeyin yozlaşma, halklar için aşağılama ve horgörü olduğu yerde, insan hakları söylemi sadece “salon konuşması” yahut bürokratik aldatmacadır. 

Ulusal burjuvazinin dayattığı sapkınlıkların ve yoksunlukların yerli halkları ezdiği her yerde, yerli ve köylü nüfusun topraklarını, kimliklerini ve onurlarını gasp etmek için şiddetli polisiye, askeri ve ideolojik tacizin kullanıldığı her yerde insan haklarından söz etmek; paradoksal biçimde, sadece düşmanın propagandası ve burjuva ideolojisidir. Bölge, anlamın ağırlığını taşır. İşçilerin işverenler, vergi tahsildarları ve sendikalar tarafından üç kere gasp edildiği, maaşların üzerlerine yabancılaştırıcı bir tabut gibi ağır bastığı, hayatın cüzi ücretler ve fahiş enflasyon karşılığında tüketildiği ve zamanın akıp gittiği yerlerde insan haklarından söz etmek, eğer gerçeklerden kaçış yanılsamaları yerine gerçek somut dönüşüm araçları sunmuyorsa basitçe grotesktir. Kısası, insan hakları bilincini belirleyen gerçekliktir – Semiyotik kriz.

"Ayakları yere basmayan" ve semiyotik gerçekliği olmayan bir İnsan Hakları Bildirgesi'nin idealist ayartmalarına boyun eğmeyelim; çünkü bir kez aptal durumuna düşüldüğünde artık geri dönüş yoktur. Hiçbir şey ifade etmeyen veya her halükarda bir başkasının düşüncesini yansıtan ve umutlarımızı, mücadelelerimizi ve devrimci dönüşüm programlarımızı yenmek için düşman ideolojisi olarak hizmet eden “haklar” hakkında özenti bir fanatizmle tapınaklar inşa etmek veya vaazlar vermek yararsızdır.

Ve İnsan Hakları Bildirgesi'nin tamamının, onun bireyci karakterine meydan okuyan, onu insan haklarının kaçınılmaz olarak toplumsal ve tanım gereği siyasi karakteriyle karşılaştıran bir perspektifle ve incelemeyle gözden geçirilmesi elzemdir. Bölgesel bir semiyotik ahenk, yani, insan haklarının her bölgedeki kritik gücünün görünür kılındığı ve hümanizm anlayışını kökten değiştirebilecek bir Devrimci Hümanist Bildirge’ye duyulan ihtiyacın ortaya çıktığı jeosemiyotik arayışı ile geçen on yılların ardından bu, kapıya dayanmış bir tarihsel ve zorunlu tartışmadır. Bu koşullarda, konuya dair analizlerin, insanlığın tamamına hizmet etme iddiasında olan herhangi bir önermeyi detaylı biçimde, tüm anlamsal yansımalarıyla ele alması; insanların tüm tarihsel sorunlarını ve dönüştürücü praksise olan acil ihtiyaçlarını göz önünde tutması mutlak bir zorunluluktur.

Bu bağlamda jeosemiyotik, her bölgede var olan karmaşık, çeşitli ve dinamik diyalektik anlam ağının ve bu ağın gelişiminin genel yasalarının özelliklerini saptama yönünde yürütülen teorik-pratik çaba anlamına gelir. Halkların günlük sınıf davranışlarının örgütlendiği karmaşık ve sıklıkla birbirine bağlı anlamlardan oluşan bu ağ, halkın felsefi temelleri ve bu temellerin ahlaki/etik ifadeleridir. Her eylemin başlangıcında gerçekliğe dair bir dizi ön kabul ve bir fikrin geleceğe dair izdüşümü olduğu varsayımıyla jeosemiyotik; anlam üretim tarzları ve anlam üretim ilişkilerinin yerel olarak da somut koşullar ekseninde karakterize edilmesi ihtiyacına dayanır. Bu, göstergebilimi ve onun egemen sınıfın ideolojisiyle mücadelede bir araç olarak rolünü daha da anlaşılmaz kılmaya yönelik ezoterik bir çaba değildir. Aksine, halkların kendi somut gerçeklikleri üzerindeki etkilerini olanaklı hale getirmek için eylem araçlarının, bilimsel praksisin zenginleştirilmesi sorunudur.

Anlamın kurtuluşu için verilen günlük mücadelede gerekli tüm görevler karşısında İnsan Hakları Bildirgesi, derhal meydan okunması gereken çok önemli bir zorluk olarak durmaktadır. Bu meydan okuma, dogmatik, mekanik veya şematik biçimlerdeki hümanizme karşı, sadece zamanımızın insani sorunlarının değil, aynı zamanda eleştirel sosyal adalet ilkesinden kopuk haklar fikrinin de çözülüp ortadan kaldırılmasına yönelik özgürleştirici mücadeleleri çok-disiplinli bir tarzda yönlendirmeye katkıda bulunmayı düşünen herkesin sorumluluğudur.

Böylece, hümanizmi devrimcileştirmeye ve insan haklarının semantik çerçevesini -henüz inşa edilmemiş olan- politik bir sosyal adalet çerçevesiyle karşı karşıya getirmeye yönelik girişimler yeni bir anlam kazanıyor. Tüm insani zorlukların şiddetlendiği ve çıkmaz sokaklara kısıldığı bir yerde, insan kavramının, adalet fikrinin ta kendisinin anlamını yitirdiği açıktır. Her halükarda, bu, ister felsefe alanında, ister dolaysız pratiğe en acil ihtiyaç duyulan yerlerde olsun, bizi somut olarak yön sağlayabilecek her düşünceden ve her hümanist uygulamadan mahrum bırakmak isteyen egemen sınıf ideolojisinin rüyasıdır - Anlamsızlık duygusu.

Salgının piyasaya uygun ve kapitalist acımasızlığa yakışır bir biçimde aşı istifleyen burjuva zulmünü açığa çıkardığı bir zamanda, İnsan Hakları Bildirgesi'ni devrimcileştirmek artık ütopik bir fikir değildir. Hümanizmi devrimcileştirmek, aşı haklarının ertelenmesini çaresizlik ve öfkeyle izleyen şaşkın halklarımızın yüzünü taşıyan araçlar üretmeyi gerektirir; eğitim, beslenme, çalışma, barınma ve kültürel haklarının ertelenmesini izleyen halklarımızın... Kapitalizm gayri ahlaki koşullarında “yaşayan” birinin “hayatta kalmak değil, yaşamak için yaşama” hakkı… İnsan haklarından bahisle kastedilen hümanizmi devrimcileştirmek; hayırseverlik illüzyonunun karşısına, egemen üretim tarzının ve yabancılaştırıcı üretim ilişkilerinin –yani onların yol ve yöntemlerinin– tüm insanlık dışılığıyla hüküm sürdüğü sınıflı toplumlara karşı somut bir eylem programı ile dikilmek anlamına gelir.