'İlgi Manyağı': Göstermiyorsan yaşanmamıştır

Kristine Kujath Thorp, Eirik Saether, Fanny Vaager ve Sarah Francesca Braenne gibi isimlerin rol aldığı film için kara komedi ile absürtlüğün harmanlandığı bir tür diyebiliriz.

Meltem Atay

Norveçli Yönetmen Kristoffer Borgli’nin ikinci uzun metrajı "İlgi Manyağı" (Syk Pike) vizyona girdi. Gösterime girdiği günden beri de seanslar hep dolu. Yani İlgi Manyağı’na ilgi oldukça fazla görünüyor.

Kristine Kujath Thorp, Eirik Saether, Fanny Vaager ve Sarah Francesca Braenne gibi isimlerin rol aldığı film için, kara komedi ile absürtlüğün harmanlandığı bir tür diyebiliriz.

Filmimiz, bir kafede garson olarak çalışan Signe’nin (Kristine Kujath Thorp), birlikte yaşadığı sanatçı sevgilisi Thomas (Eirik Sæther) ile gittikleri bir akşam yemeğiyle açılıyor. Yemekte yaşadıkları bir an ve o anın bir ev partisine taşınmasıyla da aralarındaki ilişkiye dair ipuçlarını görmeye başlıyoruz.

"Ne olursa olsun yeter ki ilgiler benim üzerimde olsun!" psikolojisiyle hareket eden karakterlerimizin ilişkileri üzerinden kurulmuş bir anlatıyla devam eden film, dozajı çok iyi ayarlanmış ve zamanlaması şahane tutturulmuş bir mizahı da barındırıyor.

Signe, sevgilisi Thomas gibi sanatçı değil, dolayısıyla sanatıyla ilgi çekme şansı yok. O da bunun için kendine kendi bedeni üzerinden bir alan yaratıyor ve bu alanı sonuna kadar kullanmaktan da çekinmiyor. Çünkü elinde bir tek o var.

Signe’nin mustarip olduğu ve filme de adını veren “ilgi manyaklığı” narsistik bir kişilik bozukluğuna mı işaret ediyor? Narsisizm; görkemli bir öz-önem duygusu, büyüklenme gibi tariflenir kabaca. Signe’nin güven problemleriyle dolu geçen çocukluğu, önce ebeveynlerinden sonrasında sevgilisinden göremediği ilgi, sevgilisine gösterilen ilginin odağını kendine kaydırma mücadelesi, narsistik bozukluk mudur, yani durumun teşhisi bu mudur, bilemiyorum. Ama o mücadele öyle bir hâl alıyor ki, “bu kadar da olmaz” diye düşünürken “bu kadar olması daha da olabileceğini işaret ediyordu aslında” şeklinde ikna oluyorsunuz. Film bir yandan güldürürken beri yandan da günümüz insanının, “göstermezsen gerçekten yaşanmamıştır!” belgeciliğiyle savrulduğu bu teşhircilik dönemine nasıl adapte olduğunu, bu hastalıklı hallerin nasıl bir virüs gibi yayıldığını ve bu tür davranışların yaslandığı motivasyonun neler olabileceğini de düşündürüyor.

O zaman, hazır düşünmeye başlamışken; konuyu, kapitalizmin bireyi giderek daha da bencilleştiren, yalnızlaştıran, yalnızlaştırdıkça da daha çok ilgi bekleyen birer hasarlı türe dönüştürdüğüne bağlamayalım mı? Bağlayalım. Çünkü meslek kisvesi altında çeşitli sosyal medya “pozisyonlarının” türemesi ve yeter akçesi “iyi göstermekten” ibaret olan bu pozisyonların günümüzde muteber uğraşlar listesinde tırmanışa geçmesi de bunun sonucu değil mi? Bu yozlaşmayı kapitalizmden, onun “dahaçoksatalımcılık” bunun için “dahaçokgörünelimcilik” mottolarından azade düşünmek mümkün mü? Kapitalizmin her geçen gün arsızlığın sınırlarını zorlamasıyla filmdeki kahramanımızın ilgi manyaklığının sınırlarını zorlaması paralel değil mi?..

Filmi Marx’ın "İnsan özü, tek tek her bireyin doğasında bulunan bir soyutlama değildir. Bu öz aslında toplumsal ilişkiler bütünüdür" sözünü hatırlayarak ve Signe’nin ilgi manyaklığının da, filmin işaret ettiği diğer manyaklıkların da, insanların plastik duyarlılıklar üzerinden toplumla ve birbirleriyle kurduğu ilişkilerin de, bireylerin sadece doğuştan getirdikleri psikolojik birtakım hasarlardan kaynaklı olmadığını, tüm bunların toplumdaki çürümenin birer yansıması olduğunu, bunun da baş müsebbibinin adlı adınca kapitalizm olduğunu düşünerek ele aldığımızda, izlekteki tutarlılık daha da belirginleşiyor.