İkinci atak yaklaşırken: Salgında çözüm sosyalizm

Kapitalist politikalar nedeniyle olmadı. Salgında halk sınıfları işsizlik içine yuvarlanırken, patronlar karlarını daha da artırdılar. Şimdi salgının ikinci dalgası yaklaşıyor ve çözüm yine aynı: Sosyalist bir ekonomi, sosyalist bir toplumsal yapılanma.

İlker Belek

Hastalığın salgın halini almasını Çin’deki yoksulluk, aşırı kalabalık kent ortamı tetikledi. Çin yıllar içinde izlediği politikalarla kendisini dünyanın emek maliyeti en düşük fabrikası haline getirmişti. “Ekonomik gelişme” adına tercih edilen bu politika yalnızca küçük bir zengin azınlığın işine yarıyordu.

Şu anda dünyadaki toplam hasta sayısı 20 milyonu buldu, ölüm sayısı da 700.000’i aştı.

Hasta sayısında lider ülke yaklaşık 5 milyonla ABD. O’nu yaklaşık 3 milyon hastayla Brezilya izliyor. Bu ikisinin hasta sayısı dünya toplamının neredeyse yarısını oluşturuyor.

ABD ve Brezilya’nın karakterleri belli. ABD emperyalist hiyerarşinin en tepesinde olmakla birlikte ekonomik krizin etkisiyle bu konumunu yitiriyor. Dünyanın en zengin ülkeleri arasında ama yoksulluk liginde de tepelerde yer alıyor. Brezilya son 10 yıldır her daim en kırılgan ekonomiler içinde sıralanıyor. Ayrıca ortak bir başka özellikleri daha var: Aşıya, kürtaja, cinsel haklara ve maskeye karşı çıkan gerici liderlere sahipler.

Gericilik ise kapitalizmin yasası.

Salgında ilk anda ne yapılması ve sonrasında nasıl devam edilmesi gerektiği belliydi: En az bir kuluçka süresi kadar tam karantina, kritik sektörlerin dışında ekonomilerin tamamen kapatılması, yaygın test uygulanması, hastaların sağlamlardan ayrı mekanlarda izolasyonu, nihayet kontrollü bir normalleşme.

Kapitalist ülkelerin hiç birisi bunları tam olarak yap(a)madılar.

Nedeni ekonomiyi kapatmaya niyetlerinin olmaması, güçlerinin yetmemesi, bunun nedeni de halk sağlığı politikalarıyla burjuvazinin sınıfsal çıkarlarının çelişmesiydi.

Kısacası, kapitalist ülkeler ya patron sınıfının kârı ya da halkın sağlığı çelişkisi içindeydiler, sonuçta kendilerinden bekleneni yaparak patronlar için halkın sağlığını feda ettiler.

Hatta bunu sürecin ilk günlerinde pasif-sürü bağışıklığı diye rasyonalize etmeye bile çalıştılar. Bu, insanlık dışı yaklaşımlarını halka kabul ettirmeye yönelik akıl ve ahlak dışı bir öneriydi.

Tam bu noktada hep sorulan soru şudur: Hükümetlerin ekonominin çarklarını, yavaşlatarak da olsa dördürmekten başka çareleri var mıydı? Ortaya çıkacak işsizliğin, şirket kapanmalarının maliyetini kim, nasıl üstlenecekti?

Bu soru düzen içinde düşünen kafası karışıklara ait bir sorudur. Bu soru insanlığın ortak çıkarları düşünüldüğünde yalancı bir sorudur.

Bu soruya kapitalist üretim ilişkileri içinde esir olmaktan başka çare yoktur.

Oysa soru şu olmalıdır: Salgınla mücadelenin gerektirdiği halk sağlığı politikalarını hayata geçirebilmek için ekonomide neler yapılmalıdır?

İşte bu soru mantıklıdır ve yanıtı da nettir: Tüm üretim araçları, hastaneler, okullar, bankalar, fabrikalar, tarımsal araziler, yer altı madenleri kamulaştırılmalı ve bunun topluma sağlayacağı devasa kaynak (burjuvazinin serveti) toplumun ortak sorunlarının çözülmesi için kullanılmalıdır.

Eğer ülkeler böyle bir seçeneği kabul etmiş olsalardı, işte o zaman devletlerin salgının ve ekonominin kapatılmasının yaratacağı maliyeti rahatlıkla karşılamaları, herkesin çalışırken aldığı ücreti tam olarak ödemeyi sürdürmeleri, sonuçlarından herkesin yararlanacağı ilaç ve aşı çalışmalarını rahatlıkla finanse etmeleri mümkün olurdu.

Kapitalist politikalar nedeniyle olmadı. Salgında halk sınıfları işsizlik içine yuvarlanırken, patronlar karlarını daha da artırdılar.

Şimdi salgının ikinci dalgası yaklaşıyor ve çözüm yine aynı: Sosyalist bir ekonomi, sosyalist bir toplumsal yapılanma.