Güle güle İrfan Alış: Yerin yanıbaşımız, umudun umudumuz

"Cenazede toplanan kalabalık gösteriyor ki en verimli, en parlak ve en görkemli zamanında sönüveren bu kandilin alevi sayısız küçük kandile kıvılcım olmuş."

Ulaş Özer

"...Fakat birdenbire kağıtlar ve sakallarım görünmez oldu. Odam ansızın kararıvermişti. Başımı kaldırınca, önümde senelerden beri aynı intizamla yanan kandilimin sönmüş olduğunu gördüm. Hiçbir rüzgar veya hareket olmadığına göre, yağının bitmiş olması lazımdı. Lakin elime alıp bakınca, yağının dolu, fitilinin kusursuz olduğunu gördüm; haznesinde bir delik, boğazında bir sakatlık yoktu. Benim farkına varamadığım bir rüzgara hamlederek (yorarak) tekrar yakmak istedim… Fakat hayret: Yanmıyordu. Yaklaştırdığım ateşler yalnız fitili kızartıyor ve oradan hoş olmayan kokular çıkarıyordu. Alev, senelerden beri devam eden kırmızımtırak alev artık yoktu. Hangi sebebin bu ihtiyar şamdanı kararttığını düşünürken, kaybolan aleve benzeyen bir ışığın kafamın içinde parlamaya başladığını hissettim. Ve karşımdaki kandilin arkasında, ona benzeyen sayısı bellisiz kandiller sıralandığını gördüm. Kimisi benimki gibi sönmüştü ve kimisi hala kırmızı ve değişmez bir alevle parlıyordu. Fakat ara sıra bunlardan biri, hiçbir rüzgar, hiçbir üfleyen olmadığı halde, yavaşça kararıveriyordu. Ve bu sönük kandillerin bir daha aydınlanması da mümkün değildi..."

Peyk, X hesabında birkaç gün önce paylaştı: "İrfanımızı bu sabah kaybettik"...

Birkaç saniye boş gözler ve boş bir hissizlikle baktım bu iletiye; tek bir şey geçti içimden: "Bu, sevimsiz bir şaka olsun..." Bu hâl kaç dakika, ne kadar sürdü bilmiyorum; nihayet Özgür'ü aramayı akıl edebildim. "Aradığınız kişi şu anda bir başkasıyla..." diyen sesli yanıtı her duyuşumda tatsız bir şaka olmasını dilediğim bu şeyin gerçekliği, şiddeti arttıkça yüzümü kızartan bir tokat gibi vurmaya başladı yüzüme. Nihayetinde aldığım "kaybettik" yanıtı, sızısıyla kendini dakikalar içinde yavaş yavaş hissettiren parçayı koparıverdi içimden; ilk anda yaşadığım hissizliğin yerini, boşluğu saran bir acı aldı.

Geçtiğimiz gün uğurladık İrfan'ı. Şarkılarında dile gelen insanlar, o son yokuşu güçlükle çıkarak varabildi İrfan'ın son evine. Yokuştaki apartmanlardan birinin üst katında bir kadın, balkondan sarkıp yürüyen kalabalığa seslendi: "Gençler, nereye böyle..." Boğazlar düğümlendi ve kimse yanıt veremedi bu soruya; kimse diyemedi "İrfan'ı toprağa vermeye gidiyoruz" diye.

Gençler... İrfan'ı uğurlarken en dikkat çeken şey buydu sanırım; gençler uğurladı İrfan'ı. Onun, şarkılarıyla hayatına dokunduğu, kimi zaman bir küfür olup ağızlarından çıktığı, kimi zaman da "teslim olma" diyen şarkılarını metroda, iş yerinde, ofiste, okulda, sokakta İrfan'la birlikte söyleyen ağızlar; memleketi saran karanlığı dert edinen, düzenin çürüten girdabına ayak direyen, zaman zaman yalnızlığa düşüp tökezleseler de umudunu kaybetmeyen insanlar; onun ele avuca sığmaz bir enerjiyle hayatlarına dokunduğu gençler...

İrfan'ı kaybettiğimiz haberini aldığımda Sabahattin Ali'nin bir öyküsü geldi aklıma: "Birdenbire Sönen Kandilin Hikayesi"... Eşsiz bir güzellikle yanan fakat ortada hiçbir neden yokken birdenbire ışığı sönen kandilin, kandillerin hikayesi... Cenazede toplanan kalabalık gösteriyor ki en verimli, en parlak ve en görkemli zamanında sönüveren bu kandilin alevi sayısız küçük kandile kıvılcım olmuş.

İrfan bir röportajında şöyle diyor: "Yaşadığımız zamanın bir parçasıyız biz de. Gözlemlerimi şarkılara yansıtıyorum sadece (...) Benim şahsi tarihimle toplumun tarihi arasındaki aritmetik ortalama diyebiliriz şarkılarımız için. Hiçbirimiz bağımsız değiliz, hayatı elimizde tutmuyoruz, yaşadığımız dönem bizi yönlendiriyor."

Böylesi bir çürüme döneminde İrfan'ın "aritmetik ortalama" olarak tanımladığı şarkılarına; bu yozlaştıran müzik piyasasına karşı duruşuna ve oraya kişisel bir çaba ve enerjiyle müdahalesine hayranlıkla bakıyor insan. "Şarkıların az duyulmasının sebebi bizim onları az tanıtmamızdan kaynaklı oluyor. Sol medyada çok yer buluyoruz. Mainstream dediğimiz medyada birçok röportajı reddettiğimiz oldu, meraklısı değiliz. Mainstream medyada çalışan arkadaşlara karşı bir art niyetimiz yok ama bazı medya kuruluşlarına sansür uyguladığımız doğru".

İrfan'ın ve Peyk'in bu konumlanışı, ayrımın doğru yerden kurulmasından geldiği çok açık; "örgütlülük her şeyi çözer, çünkü biz kalabalığız onlar az. Zenginler az, biz çoğuz. Zenginlerle fakirlerin mücadelesidir bu, her zaman böyle oldu"...

Emekçi bir ailenin çocuğu olarak, emek sömürüsüyle erkenden tanışması belirledi İrfan'ın doğal ve kendiliğinden emekçilerin gözünden bakan, oradan üreten bir müzisyen oluşunu; vicdanı ve adalet anlayışı sağladı akıntıya karşı durabilmesini.

Örgütlü olmayı önemsedi; büyük bir inat ve samimiyetle "Olta Dayanışma"da gencinden yaşlısına, amatöründen profesyoneline pek çok müzisyeni çıkarsız bir birliktelik ekseninde buluşturdu; çok büyük iş! Kısa sürede 16 Albüm çıkardı Olta Dayanışma. Farklı müzik türlerinde üretim yapan çok sayıda müzisyen, bir karşılık beklemeden verdi şarkılarını Olta'ya. Stüdyolar bulundu, birbirini hiç tanımayan müzisyenler birbirine omuz verip yaptı bu kayıtları; 16 albüm böylesi bir dayanışmayla yayınlandı. Onlarca genç müzisyene, çürüyen ve çürüten bu endüstride farklı bir üretimin mümkün olduğunu gösterdi, onlara öncülük etti İrfan; umutla ve inançla.

Geçtiğimiz günlerden birinde yağı dolu, fitili kusursuz, haznesinde delik ve boğazında sakatlık bulunmayan bir kandil, onlarca küçük kandile kıvılcım olduktan sonra birdenbire söndü. O günden beri daha çok çınlıyor kulaklarımızda İrfan'ın sesi. İşte bu, bizim, birdenbire sönen kandilimizin hikayesi. Güle güle İrfan; yerin yanıbaşımız, umudun umudumuz...