1 dakika bile sürmeyen bir grevin arkasında yıllardır planlanan, işlenen, büyüyen bir güç var. Patronların sendikacılığı, belediyelerin şirkete dönmesi; hakkını arayan işçinin önüne dağ oldu.
irem yıldırım
Kadıköy Belediyesi işçileri dün rekorlar kitabına girecek bir grev süreci yaşadı.
Çalışma koşulları, düşük ücret gibi konularda belediye yönetimiyle anlaşamayan işçiler saatler 00:00’ı gösterdiğinde greve çıktı.
Ancak, grev 00:01’de cep telefonlarına gelen “imzalar atıldı” mesajıyla son buldu.
İşçilerin muhatap bulamadığı, şube yöneticilerinin “bizim haberimiz vallahi yok” dediği anlaşmayla, bu grev oldukça kısa sürdü.
1 dakikalık grev ve işçilerin iradesi olmadan imzalanan sözleşme için kullanılan sıfat aynı, “berbat”.
Hayırsız ‘hayırlı olsun’ mesajı
Hemen alt tarafta İstanbulluların büyük bir kısmı kalabalık içinde metrobüs/marmaray sırasında itişirken, Kadıköy Belediyesi işçileri yeni yaktıkları grev ateşinin etrafında toparlanıyordu.
Onlar toparlanırken işveren ve işçi tarafları masada pazarlık yapıyordu. İşçilere göre bu pazarlık süreci “at pazarlığı”na benziyor. 1 lira 1 lira zam yapan işveren sendikasıyla oturulan masaya “oyalama masası burası” diyorlar artık.
Saatler 00:00’ı gösterirken çekilen halaylar daha coşkulu, atılan sloganlar daha güçlüydü Kadıköy Belediyesi önünde.
Yeleklerini giyip belediye binasının çatısından sarkıtılacak “Bu iş yerinde grev vardır” pankartı için geri sayım yaparken, bir başka geri sayım daha yapıldığını bilmiyorlardı.
Herkese 00:01’de gelen mesaj tüm coşkulu sesleri bastırdı; derin bir sessizlik çöktü.
İşçilerin telefonlarına gelen şu mesaj tüm sesleri susturmuştu:
“Kıymetli mesai arkadaşlarımız;
Belediyemiz KASDAŞ Şirketi ile Genel-İş Sendikamız arasındaki toplu iş sözleşmesi görüşmeleri, bugün yapılan son görüşme sonucunda, her iki tarafın olumlu yaklaşımlarıyla, anlaşma ile sonuçlanmıştır.
Tüm çalışma arkadaşlarımıza hayırlı olsun.”
Varillerde yakılan yalnızca yelekler olmadı
Pankart sallandı. İşçiler kavganın henüz ilk dakikasındayken gelen mesajla anlaştıklarını öğrendiler.
Hangi ücrete, nasıl koşullara imza atıldığına dair hiçbir fikirleri yoktu.
Umutla etrafında toparlanarak yaktıları kavga ateşine bu sefer grev yeleklerini attılar, kafalarında bambaşka düşüncelerle.
Şube yetkililerinin “hiç kimseye ulaşamıyoruz, kabul edilebilir bir durum değil” sözlerine karşın sendikadan istifa edeceklerini söyleyen işçilerin sesi yükselmeye başladı bu sefer.
Uzun süre imzalanan sözleşmenin maddelerini dahi öğrenemeyen Kadıköy Belediyesi işçileri için sonuç tam anlamıyla bir fiyaskoydu.
İmzalanan sözleşmeyle en düşük günlük brüt ücret 1500 lira. Günlük brüt ücretler Kartal'da 1430 lira, Ataşehir'de 1460 lira, Maltepe'de 1480 lira olarak belirlenmişti.
Belediyeler hatta özellikle CHP'li belediyeler, ücretleri duyururken ısrarla brüt ücretleri açıklıyor. İşçinin eline geçen para brüt değil net ücret, amaçlarıysa maaşlar yüksekmiş algısı yaratabilmek.
Oysa, brüt halleriyle bile belirlenen maaşlar yoksulluk sınırında. Maaşların net hallerinde birçok işçinin maaşı CHP Genel Başkanı Özgür Özel'in önerdiği "30 altında yokuz" sloganlı asgari ücretin bile altında.
Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu’na (DİSK) bağlı Türkiye Genel Hizmetler İşçileri Sendikası (Genel-İş) bunu sadece Kadıköy’de değil; Kartal, Maltepe ve Ataşehir’de de yaptı. Sosyal Demokrat Kamu İşverenleri Sendikası’nın (SODEM-SEN) şubelerle yaptığı pazarlık, genel merkezin işçilerden habersiz attığı imzayla son buluyor her seferinde.
En hızlı grev mi en berbat grev mi?
soL, dünyanın en hızlı grevine katılan işçilerle konuştu. Kırgın oldukları her cümleleriyle ortada.
Anadolu Yakası 1 No'lu Şube Başkanı Nazan Gevher Çam Ay’ın “hiç kimseye ulaşamıyoruz, kabul edilebilir bir durum değil” sözlerine yanıt olarak “Biz bile biliyorduk böyle yapacaklarını, nasıl böyle bir şey olacağını bilmiyorlardı?” diyorlar.
Geçen sefer de ondan önceki seferde de aynı şeylerin yaşandığını hatırlatarak “istifa edilmedikçe bu önümüzdeki sene de sürer” düşüncesi hakim.
“İşçiler neden hakkına sahip çıkmıyor” sorusunu ya da suçlamasını hatırlatıp yanıtlıyorlar: “İşte bu yüzden. Her sene aynı senaryo. Hangi sendikayla nasıl hakkımıza sahip çıkalım?”
Süreci nasıl değerlendirdiklerine yönelik soruya tek kelimelik cevap da belli: “Berbat”
Hiç bu kadar kötü bir sözleşme görmediklerini söyleyen işçilerden Levent*, cumartesi-pazar için mesai verilmemesine mana bulamıyor. İstanbul’un en kalabalık ilçelerinden biri Kadıköy'de temizlik işçileri ne insanca bir yaşam sağlayacak ücret alıyor ne düzgün koşullarda çalışıyor. Öte yandan bu kalabalığa yetmeyecek kadar az kişiyle bu iş yapılıyor.
Osman* evli, 2 çocuğu var. Temizlik işçisi olarak yıllardır çalışıyor ve kirada oturuyor. Osman'ın sorusu net:
“Şu anda kiram 12 bin lira ama Ocak ayında yenilenecek. Ev sahibi yeni kira için 25 bin liradan bahsediyor. Şu imzalanan sözleşmeyle bizim elimize geçecek parayı düşününce kiradan geriye kalanla çocuk mu okutacağız, karnımızı mı doyuracağız?”
Patronlara örgütlülük serbest, peki ya işçiye?
Belediyelerdeki toplu iş sözleşmesi döneminin parlayan yıldızı SODEM-SEN oldu. AKP’li belediyelerin patron sendikası MİKSEN’in yerine CHP de kendi MİKSEN’ini kurdu, yani SODEM-SEN'i.
Patronlar tarafından kurulan bu sendikaları, TKP Merkez Komite üyesi Alpaslan Savaş temel amacından başlayarak anlattı:
“Sektörlerde patronlar, patron sendikası kuruyorlar. Patron sendikalarının temel amacı, işçi sendikaları karşısında koordine olmayı sağlamak ve işçilerin karşısına örgütlü bir şey çıkarmak. Birbirleriyle sektörde rekabet ediyorlar ama işçi meseleleri söz konusu oldu mu yan yana geliyorlar. Adına sendika diyorlar ancak bu bir patron örgütü. Bir tekel oluşturuyorlar, sözleşmeleri baskılıyorlar, ücretleri düşük tutuyorlar, grup sözleşmesi yapıyorlar.”
Sadece SODEM-SEN değil birçok patron sendikası var; Metal Sanayicileri Sendikası (MESS), Kimya, Petrol, Lastik ve Plastik Sanayii İşverenleri Sendikası (KİPLAS), Çimento Endüstrisi İşverenleri Sendikası (ÇEİS) gibi. Belediyelerde çok popüler değildi. AKP’nin belediye iş kolunda MİKSEN isimli bir sendikası vardı. CHP de kendi belediyelerinde sözleşmeleri baskılayabilmek üzere bir işveren sendikası kurdu. SODEM-SEN’in ilk başkanı da eski İzmir Büyükşehir Belediyesi Başkanı Tunç Soyer’di.
Savaş bir noktaya daha dikkat çekerek devam ediyor:
“Belediyeler aslında kamu hizmeti veren yerler. Toplu sözleşmelerini bir işveren sendikasıyla yürütmesi belediyelerin şirket kafasıyla yönetildiğinin de göstergesi. Piyasa koşullarına göre şirketleştirip çalıştırıyorlar. Öte yandan belediye kolundaki işveren sendikaları, tek tek her belediyede belediye başkanının devreye girmesini, inisiyatif alıp farklı farklı sözleşmelerin çıkmasını kesmek istediler. Amaçlanılan şey grup sözleşmesi. Tek bir sözleşme yapalım ve tüm belediyeleri bağlasın muradındalar. Fiilen şu anda bunu yapıyorlar. Aynı anda balıklama atlamıyorlar ancak, SODEM-SEN yürütüyor süreci, ondan sonra tepede CHP yönetimiyle sendikanın genel merkezi imzalıyor sözleşmeyi. Aslında şu anda da birbirine çok yakın ve teknik bir sözleşme yapıyorlar. Bir vadeden sonra bunu SODEM-SEN’le yapmış olacaklar.”
Patronların Ensesindeyiz Belediye Emekçileri Ağı, birbirini takip eden tıpatıp benzer bu süreçlere yönelik eleştiride bulunurken şu soruyu soruyor: “Böyle işçi sendikaları varken SODEM-SEN’e ne gerek var?”
*İşçilerin isimleri istekleri doğrultusunda değiştirilmiştir.