GÖRÜŞ | Seçimlerin ardından: İran’da (karşı) devrimin ikinci aşaması

Egemen sınıf kavgaya hazırlanmakta, bu nedenle de eski teamüllerini terk etmektedir.

Hakkı Hacınebioğlu

İran’da 18 Haziran’da gerçekleşen seçimle iki dönem iktidarda kalan Hasan Ruhani reformist iktidarı son bulurken, muhafazakar İbrahim Reisi yeni cumhurbaşkanı seçildi. Hemen hemen her açıdan diğer seçimlerden farklılık arz eden seçim süreci ilk bakışta bir olağanüstülük sezdirmektedir. Bu durumun İran kapitalizmi ve molla rejiminin içinde bulunduğu olağanüstü kriz ve keskinleşen sınıf mücadeleleriyle bağlantılı olduğu görünüyor. Tartışmalı ve meşruiyeti sorunlu seçimden zaferle çıkan muhafazakarların devrimin ikinci aşamasının başladığı yönündeki iddiaları dikkat çekici. Bu söylemin İbrahim Reisi’nin geçmişi ve karakteri ile egemen sınıfın emekçi sınıflara yönelik tam bir pervasızlık mahiyetini almış saldırıları ve işçi sınıfının buna verdiği heyecan verici karşılık birlikte değerlendirildiğinde anlamlandığı kanaatindeyim. İbrahim Reisi, elinde komünistlerin kanıyla hükümeti kurmaya ve düzeni tesis etmeye hazırlanmaktadır.

Devrimin iki yenilgisi

İran işçi sınıfının en azından 2018 yılından itibaren gösterdiği canlılık ve mücadele azmi dünyanın pek çok coğrafyasından daha heyecan vericidir. İran kapitalizminin, biri henüz daha yolun başındayken olmak üzere iki defa kızıl tehdidi savuşturmak zorunda kaldığı düşünüldüğünde bu durum hiç şaşırtıcı değil. Bunlardan birincisinde SSCB haricinde kurulan az sayıdaki sovyet hükümetinden biri olan Gilan (İran) Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş, diğerinde Sovyetler Birliği ile dost bir komünist parti olan İran Tude Partisi iktidarı almanın eşiğine gelmiştir. Her iki dönemde de İran’da iktidara talip olanlar rüştünü bu tehlikeleri bertaraf ederek ispat etmiştir. İran kapitalizmi daha yola çıkarken emekçi sınıfların nefesini ensesinde hissetmiş ve bu tehlikeye karşı daima uyanık olmak zorunda kalmıştır.

Hazar Denizi’nin güneybatısında, İran’ın kuzeybatısında yer alan ormanlık bir bölge olan Gilan ve doğudaki komşusu olan ormanlık, dağlık bölge Mazenderan İran’ın doğal, tarihi, etno-kültürel zenginlikleriyle dikkat çeken parçaları olduğu kadar İran’da sınıflar mücadelesi açısından da önemlidir. 20’nci yüzyılın başında Gilan Sovyeti’ne, onun lideri Kuçek Han’ın Cengeli (ormancı-ormanlı) savaşçılarına sığınak olan bu bölgeler, 1970’ler boyunca İran’ı kasıp kavuran Marksist gerillalara da kucak açmıştır.

Kuçek Han ve Gilan Sovyeti’nin sınıfsal aidiyeti, Bolşevikler ve İran Komünist Partisi ile kurduğu ilişkinin çerçevesi gibi meseleler bu yazının kapsamı dışındadır. Bu konular başlı başına bir yazıyı, hatta etraflı bir çalışmayı hak ediyor. Kafkasya bağlantısı nedeniyle Türkiye Komünist Partisi’nin kurucu kadrolarıyla da bağ kurmuş olan bu hareketin Türkiye solunda hak ettiği ilgiyi görmemiş olması üzüntü verici. Hayranlık ve ilham verici bir üretkenliğe sahip olan Yalçın Küçük’ü saymazsak Türkiye’de sol, modern yakındoğu tarihinin bu önemli olayına ilgisiz kalmıştır.

İran 19’uncu yüzyıl boyunca süreklileşmiş bir krizin içinde çırpınan, Rusya ve İngiltere tarafından nüfuz bölgelerine ayrılan, 1906-1909 Anayasa Devrimi süreciyle modern dünyada kendine bir yer açma ihtimali olduğunu gösterse de tam manasıyla sorunlar yumağı bir ülke görüntüsündedir. Ülke her manada ve açıkça geri kalmıştır, Anayasa Devrimi sonrasında bile feodal kurumlar tasfiye edilebilmiş değildir. Buna rağmen İstanbul, Rus Çarlığı ve Avrupa’ya giden İran aydınları ve gençleri modern İran için kolları sıvamıştır. Özellikle İstanbul merkezli ilerici yayınlar giderek artan bir şekilde İran iç siyasetini etkilemeye başlamıştır. Bu durum Anayasa Devrimi ile varacağı yere varmış ve yukarıda belirtildiği gibi İran’ı sorunlar ülkesi olmaktan kurtarmaya nefesi yetmemiştir. Uzatmayalım, 1’inci Dünya Savaşı sırasında İran’ın genel görünüşü aşağı yukarı bu şekildedir.

İran için 1’inci Dünya Savaşı ne doğrudan dahil olabileceği ne de dışında kalabileceği bir savaştır. Tasfiye edilemeyen feodal kurumlara ordu da dahildir. İran henüz ulus devletlerin sahip olduğu tarzda merkezi bir orduya sahip değildir. Sadece bu bile İran’ın böylesine büyük bir savaşa dahil olmasını imkansız hale getirir. Fakat İngiliz emperyalizminin Asya kolonilerinin güvenliği için önemli bir stratejik konumda olması, savaşa dahil olan Osmanlı ve Rusya ile sınırdaş olması gibi nedenlerle büsbütün savaşın dışında da kalamaz. Ekim Devrimi sonrasında, devrimin Kafkasya’daki güvenliği ve İngiliz emperyalizminin devrimi boğma ya da en azından Kafkasya’dan çıkarma planları için de önem arz eder. İran’ın Hazar Denizi’ndeki limanları Ekim Devrimi’nin Kafkasya’da var olabilmesi için önemli hale gelir.

Bu sırada Gilan’da ülkesinin içinde bulunduğu durumu tersine çevirmek için mücadele eden bir İran yurtseveri ortaya çıkar. Kuçek Han ve Cengeli savaşçılarının mücadelesi Ekim Devrimi’nden alınan ilham ve Kızıl Ordu’nun doğrudan müdahalesiyle başka bir evreye geçer. 1920 yılında kurulan Gilan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti (Cumhuri-yi Şura-yi Sosyalist-i Gilan) hakkında söylenecek çok şey var ama yukarıda da belirtildiği gibi bu yazının bu konuyu hak ettiği şekilde kapsaması mümkün değil. Karşımızda ülkesinin içinde bulunduğu duruma karşı bir şeyler yapma ihtiyacı hisseden bir yurtseverin ve onun ufkunu genişleten bir Ekim Devrimi ve İran Komünist Partisi gerçeğinin olduğunu söyleyip geçelim.

Bu durum henüz doğum aşamasındaki İran kapitalizmi, ülkenin başına bela olmuş İngiliz emperyalizmi ve feodal kalıntılar için büyük bir endişe yaratır elbette. Üstelik Kuçek Han, Tahran’a yürümeye de kalkar. Ülkenin tek merkezi askeri birliği olan Kazak (elbette Cossack manasında) birliğinin komutanı olan Rıza Han bu şartlar altında parlama fırsatı bulur. Kuçek Han’ın savaşçılarını birkaç defa bozduktan sonra Gilan ormanlarına sıkıştırır ve nihayetinde Kuçek Han’ın hareketi ve Gilan Sovyeti ezilir. Rıza Han kızıl tehdidi savuşturarak kendini ispat etmiştir, bir süre sonra iktidarı ele geçirip Rıza Şah olacak ve Pehlevi Hanedanı’nın hikayesini başlatacaktır.

Rıza Şah’ın oğlu ve halefi Muhammed Rıza Şah, bütün bir işçi sınıfı-burjuvazi çatışması tarihinde göze çarpan bir alçaklık örneği sergilemeyi başarmıştır. Batı emperyalizmi ile kurduğu işbirlikçilik, işçi sınıfı mücadelesi karşısında sergilediği akıl almaz barbarlık, yoksul emekçilerin ekmek derdinde olduğu ülkede dünya magazin haberciliğinin gözbebeği olmasına neden olan şatafatlı hayatıyla hünerli bir alçaklık örneğidir. Fakat artık İran’da işçi sınıfı görkemli bir şekilde sahnededir. Marksist bir örgüt olan Halkın Fedaileri gerillaları Şah rejiminin başında büyük bir bela halindedir, yasaklı olmasına rağmen İran Tude Partisi İran’ın en etkili siyasi partilerinden biri haline gelir.

1977-79 arasında İran adlı adınca bir devrimci kriz yaşamıştır. İşçi sınıfı şahı ve sermayeyi alaşağı etmenin eşiğine gelmişken İran kapitalizmi yeni bir kurtarıcı bulur: Mollalar ve onların içinden iktidar hırsıyla sıyrılan önderleri İmam Humeyni. 1979 devriminin simgelerinden iki gazete manşetinde dendiği gibi Şah gitmiş, İmam gelmiştir; ancak molla iktidarının devamlılığı bu karmaşa döneminde kendini ispat etmesiyle mümkün olabilirdi. Öyle de olur, molla rejimi birkaç yıl içinde Halkın Fedaileri ve İran Tude Partisi başta olmak üzere solu şah döneminde bile görülmemiş bir barbarlıkla ve tamamen ezmeyi başarır. İktidar hırsının sarığını sarıp cübbesini giydikten sonra insanlar içinde dolaşmaya çıkmış bir hali olan Humeyni, onun velayet-i fakih düşüncesi ve İslami cumhuriyet kendini İran kapitalizmine böylece ispatlar.

1988 yılına gelindiğinde molla rejimi sola uyguladığı barbarlığın seviyesini daha da yukarı çeker. Bazılarının hapis süresini tamamladığı ya da tamamlamak üzere olduğu komünistler (ve bazı başka muhalifler ile çeteler) tekrar yargılanarak idam edilir. Molla rejiminin İran kapitalizmine dikensiz gül bahçesi yaratmak için işlediği son büyük suç bazı mollaları bile dehşete düşürür. İşte bu mahkemenin üyeleri arasında İran’ın yeni cumhurbaşkanı İbrahim Reisi de vardır.

(Karşı)devrimin ikinci aşaması

Molla rejimi tarihinin en ilginç, en gayrimeşru seçimi geride kaldı. Reformist Hasan Ruhani hükümetinin büyük başarısızlığının muhafazakarların büyük geri dönüşüne neden olacağı hiç değilse 2020 milletvekili seçimleriyle anlaşılmıştı. 2021 yılının ilk günlerinden itibaren ise seçimin reformistlerin büsbütün tasfiyesiyle sonuçlanma ihtimali ortaya çıktı. Önce reformistlerin muhtemel çatı adayı Cevad Zarif bir ses kaydı sızıntısıyla saf dışı bırakıldı. Seçim sürecinde ise molla rejiminin seçim mühendisliği devreye girdi.

Seçim mühendisliği molla rejiminin bu seçime has olarak başvurduğu bir yöntem değil, ancak bu kadarı da görülmemişti. Molla rejimi seçimlere katılım oranının yüksek olmasını çok önemsiyordu, seçimler bu nedenle görece özgür bir ortamda gerçekleşirdi, farklı siyasi yönelimlerin temsili halk kesimlerinin ve çeşitli zümrelerin taleplerini kapsayacak şekilde dizayn edilirdi. Molla rejimi bu sefer böyle bir kaygı duymadı. Anayasayı Koruyucular Konseyi’nin seçim mühendisliği reformistleri biçmek, hatta İbrahim Reisi’nin zaferini kesinleştirmek için gerçekleşti. Konsey, reformistlerin bir diğer muhtemel çatı adayı olan Cumhurbaşkanı Birinci Yardımcısı İshak Cihangiri’nin adaylığına izin vermedi. Ilımlı muhafazakar olarak bilinen ve kesinlikle rejimle sorunu olmayan eski Meclis Başkanı Ali Laricani’nin adaylığı da Reisi’nin zaferini engellemesi ihtimali nedeniyle reddedildi. Sıradan olmayan seçimin kazananı da sıradan bir cumhurbaşkanı olmayacak görünüyor. Rejimin Reisi’yi cumhurbaşkanı seçtirerek Ayetullah Seyyid Ali Hamaney’in ölümünden sonra İslam Devrimi Rehberi olarak seçtirmeye hazırladığı anlaşılıyor. Peki Reisi’yi rejim için bu denli önemli kılan nedir?

Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın nükleer anlaşmadan çekilmesi ve İran’a öncekilerden de ağır yaptırımlar uygulaması İran ekonomisini ağır bir ekonomik krize soktu. Bu duruma bir de koronavirüs salgını eklenince egemen sınıf ve molla rejimi emekçi sınıflara kontrolsüz, pervasız bir saldırı başlatmak zorunda kaldı. Emekçilerin hayat standartları ancak Irak-İran Savaşı dönemiyle karşılaştırılabilecek kadar düştü. Temel ihtiyaç ürünlerinde sürekli artan pahalılığa, yüksek işsizlik ve reel ücretlerin düşüşü eklendi. Petrol zengini ülkede bugün bazı bölgelerde günde on saati geçen elektrik kesintileri dahi yaşanıyor.

Rejim bu tablonun faturasını hükümet üzerinden reformistlere kesmeye çalıştı, bir ölçüde başarılı olsalar da emekçilerin artan hoşnutsuzluğunun rejimin bütününe dönük bir öfkeye dönüştüğü açık. 2018 ve 2019 yıllarındaki sokak gösterileri reformist hükümete tepki olarak ve belki biraz da müesses nizamın yeşil ışık yakmasıyla başladıktan sonra rejimin tamamına dönük bir öfke patlamasına dönüştü. 2020 yılının yaz ayları İran’ın sanayi bölgelerinin inanılmaz bir grev dalgasıyla sarsılmasıyla geçti. Bunların içinden Heft Tepe Şeker Kamışı Tarım ve Endüstri Kompleksi’ndeki grev ve direniş İran işçi sınıfının görkemli tarihinin yarınlar için ne denli zengin bir birikime sahip olduğunu göstermiş oldu. Mahmud Ahmedinejad döneminde özelleştirilen ve İran sanayileşmesinin simgelerinden olan kompleksin işçileri kamulaştırma talebiyle mücadele ettiler. Rejim bu durumun bir komünist komplo olduğunu iddia etti. Direnişin içinden bir işçi önderi olarak çıkan İsmail Bahşi’yi İşçi Komünist Partisi üyesi olmakla itham etti. 2021 yılının yaz ayları da benzer bir şekilde geçecek gibi görünüyor. Petrol işçileri yaz aylarına grevle girdi, ücretlerin artmasını, çalışma koşullarının iyileşmesini talep ediyorlar.

https://haber.sol.org.tr/haber/iran-isci-sinifinin-onuru-heft-tepe-dire…

İşte İbrahim Reisi’yi rejim için önemli kılan şey tam olarak buradadır. Zaten Reisi’nin sunabileceği başka bir hizmet de yoktur. Örnek olarak, ekonomik darboğazın pençesindeki ülkede Reisi, ekonomi cahili bir cumhurbaşkanı olarak bu konuda herhangi bir şey vaat edemeyecektir. Seçim öncesinde, devlet televizyonundaki adaylar arası münazarada Reisi’nin en çok sıkıştırıldığı konu ekonomi oldu. Reisi ekonomik sorunların çözümü için rejimin klişeleşmiş sloganlarını, direniş ekonomisi ve kendi kendine yeten ekonomi iddiasını slogan düzeyinde tekrar etmekten başka bir öneri getiremedi. Direniş ekonomisinin ne olduğu belli değildir, açıkçası bir slogandan başka bir şey olmadığı kesin. Kendi kendine yeten ekonomi ise molla rejiminin alçak yağmalarının örtbas edilmesi için icat olunan gargaradan başka bir şey değildir. Molla rejimi kendi kendine yeten ekonomiden ülkenin zenginliklerini bir avuç nevzuhur burjuvaya ve Devrim Muhafızları Ordusu’nun şanlı generallerine yağmalatmayı anlamaktadır. Zaten ABD ambargosunun perişan ettiği ekonomisiyle İran, kapitalizmde kendi kendine yeten bir ekonominin ancak hayal olabileceğini göstermiştir.

Reisi’nin, cumhurbaşkanlığı için şart olan yüksek lisans diplomasına da sahip olmadığı anlaşıldı. Gerek yoktur, İran kapitalizmi komşusundaki deneyimi de örnek alarak emekçi sınıfların üzerindeki baskıyı arttırma girişiminde liyakatı başka yerde aramayı seçmiştir. Keskinleşen sınıf savaşımında İran egemen sınıfı liyakatı 1988 mahkemesinin barbarlığında bulmuştur. İbrahim Reisi ve uyuşturucu kaçakçılığı dahil her türlü çürümüşlüğe bulaşmış Devrim Muhafızları Ordusu generalleri kendilerini işçi sınıfı karşısında ispatlamaya çalışacaklardır. Yargı Erki Başkanlığı döneminde bazı yolsuzlukların üzerine giderek parlayan Reisi’nin rejime sunabileceği bir diğer hizmet, rejim içindeki kimi sorunları çözmek olacaktır. İşlerin kötü gittiği ülkede yolsuzluğun, kaçakçılığın, rüşvetin dozu kaçmıştır. Bu durumu da “normal” seviyelere indirmek gerekir.

Muhafazakarların devrimin ikinci aşamasından kast ettikleri dönem olsa olsa işte bunlar olacak. Egemen sınıf kavgaya hazırlanmakta, bu nedenle de eski teamüllerini terk etmektedir. Yüzde 48 gibi bir katılım oranı önceden tüm rejim mekanizmasının endişeden tir tir titremesine neden olurdu, artık umurlarında bile değil. Seçim mühendisliği, usulünce, kırk takla atarak yapılırdı, artık halkın gözüne soka soka yapıyorlar. Burjuvazi, emekçi sınıfların direngenliğini görmüş ve yaklaşan kavgaya karşı saflarını sıklaştırmayı seçmiştir. İran işçi sınıfı gibi İran kapitalizmi de son derece tecrübelidir, hele de sınıf savaşımı başlığında. Mücadelenin seyri nereye varacak, göreceğiz. Fakat yanı başımızda büyük bir işçi sınıfı yıllardır süren sessizliğini bozmuştur, yarım kalan hikayesini elbet tamamlayacaktır ve nice alametler belirmiştir.