GÖRÜŞ | Antikomünist mücadelenin ön saflarında: Twitter bolşevikleri

Dandik analizlerini bilimsel gerçekler gibi pazarlayan liberal, genç kanaat önderlerini sosyal medyada görmeye alışmıştık. Çarpıcı olan, aynı yapaylığa solun ciddi ölçüde prim vermesi.

D. Can

Onlar Twitter’da karşısınıza Marx, Lenin, Dzerjinskiy gibi tarihe mâl olmuş devrimcilerin kılığında ya da bilmemne dergisi vb. kurumsal görüntü veren isimler altında çıkabilirler. Sizden, herhangi bir siyasi gelişme ya da etkinlik hakkında “ses çıkarmanızı” (yani Tweet atmanızı) ya da “faaliyetlerini” sürdürebilmeleri için bağışta bulunmanızı isteyebilirler. İtibar etmeyiniz.

“Zaten anonim bir sosyal medya hesabına itibar edecek değiliz” mi diyorsunuz?

Elbette. Bu sosyal medya hesaplarının arkasında büyük devrimciler, teorisyenler, halk önderleri olmadığını hepimiz biliyoruz.

Peki... Bu hesaplardan paylaşılanların bizi etkilemediğini, gündemimize girmediğini, düşünce dünyamıza ya da gündelik sohbetlerimize etkisinin bulunmadığını da söyleyebilir miyiz?

Konuyu hakkında yazı yazacak ölçüde gündemine almış biri olarak, büyük bir açıklıkla yanıt vereyim: Profil fotoğrafında Marx olan sosyal medya hesaplarının beni Marx’ın yapıtlarından daha fazla etkilemeye başladığını hissediyorum.

İnsanlar yok, algoritma var

Sosyal medya kullanımınızı en aza indirmiş olsanız bile, mesajlaşma uygulamaları ya da mail grupları üzerinden insanlar birbirleriyle beğendikleri “tweet”leri paylaşıyor.

Bir arkadaşımdan gelen mesajı okumak için telefonu elime alıyorum ve bir anda kendimi, arkadaşımın benimle linkini paylaştığı sosyal medya gönderisine yapılan yorumları okurken, hiç önemsemediğim bir tartışmaya kafa yorar halde buluyorum.

O anda şu gerçekle burun buruna geliyorum; karşımdaki özne, bu hesapları yöneten Ahmet, Mehmet, Mustafa değil. Ahmet, Mehmet ve Mustafa gerçek hayatta bu kadar zamanımı çalamazlar.

Karşımızdaki, hızlı akan bir dünyada 7/24 çalışan bir mekanizma. Sosyal medya, insanların merakını öldürmeye, siyaseti magazinleştirmeye ve önyargıları kemikleştirmeye hizmet eden hareket kurallarına yaslanan bir sindirme, dezenformasyon ve hatta sansür mekanizması.

Karşımızdaki, zaman zaman irademize baskın çıkan ve bizi istemediğimiz yerlere sürükleyen, kaynağı anlayamadığımız derinliklere gömülü takıntılarımız.

Söz konusu mekanizma, zaaflarımızı kullanarak siyasi aklımıza, bilincimize, idrak gücümüze saldırıyor. Profil fotoğrafında Lenin olan hesap, Leninistlere karşı hummalı bir faaliyet içerisinde.

Yaşasın partimiz, Twitter-ML

Sol partilerin çizgisini sosyal medyaya tercüme ettiği düşünülerek bu hareketlerin destekçileri tarafından beğenilen, çok takipçili binlerce hesaptan bahsediyoruz.

Neredeyse her sol örgütün en az bir Twitter fenomeni var. Ve çoğu zaman, bu Twitter fenomeni, sosyal medyada o sol partiden daha aktif bir varlık gösteriyor ve diğer sosyal medya kullanıcılarının algısında adına konuştuğu kolektifle özdeşleşiyor.

Parti yöneticilerine sorsanız, çoğu zaman söz konusu hesapları yönetenlerin gerçek kimliği dahi bilinmiyor. Alacağınız yanıt: Bir destekçimiz açmış.

Kimi zaman, bu -anonim ya da gerçek hesaplı- Twitter fenomenlerinin, destekçisi ya da üyesi oldukları düşünülen örgütlerle çeliştiği, inceden inceye eleştirel paylaşımlar, göndermeler yaptıkları da görülebiliyor. İşte o zaman, o örgütün içinde bir tartışma olduğu ya da örgütün bir kısım destekçisini kaybetmekte olduğu düşünülüyor.

Twitter bolşevikleri sağolsun, liberallerin şeffaflık ilkesini Türkiyeli devrimcilerden daha iyi uygulayan yok.

Solun dijital kanaat önderleri

Bu manzaranın örgütlere ve kurumlara ilişkin bu yazıda değinmeyeceğim boyutları var. Parlamentoda temsil edilen siyasi partilerin sosyal medyayla ilişkisi, karar alma süreçlerinin sosyal medya tarafından nasıl etkilendiği başlı başına bir araştırmanın konusu olabilir belki.

Benim ilgimi daha çok çeken şey, Twitter’daki kanaat önderliği zanaatı.

Eğitime önem veren bir ailenin çocuğu olarak iyi okullarda okumuş ama kütük gibi mezun olmayı başarmış, dandik analizlerini bilimsel gerçekler gibi pazarlayan liberal, genç kanaat önderlerini sosyal medyada olduğu gibi merkez medyada da görmeye alışmıştık. Çarpıcı olan, aynı yapaylığa solun ciddi ölçüde prim vermesi.

Gazeteci desen gazetecilik yapmıyor, akademisyen desen bilimsel yöntemden bihaber, bir mesleki deneyime dayanmıyor, topluma gerçek emek ürünü veya nitelikli hiçbir katkısı yok ama kanaat önderi. Tek yeteneği iyi bir taklitçi olması ve sosyal medya “beceri”leri.

Bir sol partinin destekçilerini “takipçi”niz haline getirmek için fazla emek vermeniz de gerekmiyor hani: İman tazeleten sloganlar, şık duran bir iki analiz (fazla derinlik olmak zorunda değil), biraz espri yeteneği, polemikçi bir dil… Hele hele o örgütü dışarıdan biri olarak destekliyormuş gibi bir havanız varsa, yorumlarınız paylaşım rekorları kırabilir. Üstelik sosyal medyada biriktirdiğiniz sempatiden, gerçek yaşamda bile “az ünlü” statüsü sayesinde faydalanabilirsiniz.

Neden antikomünizm diyorum?

Buraya kadar yazılanlardan, sorunun genel bir sosyal medya bağımlılığı sorunu olduğu izlenimi edinilebilir. Ortada özel olarak sola yönelen, komünistlere yönelen bir saldırı yokken, nereden çıktı antikomünizm suçlaması?

Doğru. Sosyal medya herkesi hasta ediyor. Ama birileri, bu hastalığı ısrarla sola yaymaya çalışıyor. Davranış kalıplarımızı, takıntılarımızı, endişelerimizi, başkalarıyla bizi ideolojik olarak ayıran, karşı karşıya getiren noktaları iyi biliyorlar çünkü bizim içimizden çıkma kişiler bunlar. Ve onların bu bilgilerini kullanan sosyal medya mekanizmasında, neye hizmet ettiklerini anlamaksızın sola dönük bir silaha dönüşmüş durumdalar.

Elimizden sözümüzü, irademizi, hangi kavgaya girip hangisine girmeyeceğimizi seçme hakkını almak istiyorlar. Açılımlarımızı, topluma ulaşma çabamızın ürünü olan çalışmalarımızı sistemli şekilde baltalıyorlar. Aslında bunu yapan kendileri de değil, onları yan yana getirerek sol kamuoyunun üzerine salan algoritmalar.

Kendilerine bunları anlatsanız, aralarından “benim örgütünüzle bağım yok, sadece bir dönem destekledim, şimdi istediğimi yaparım” diyenler çıkar. Ancak bir “takipçi” profillerini çıkarsak, en az yüzde 80 oranında tezgahlarını kurdukları örgütün destekçilerine seslendikleri görülür.

Buna rağmen haklı sayılırlar. Sorun solun ve gerçek bir demokrasiyi ve ifade özgürlüğünü savunan kesimlerin, kamuoyu önünde zaman zaman kendilerine açıkça saldıran ve fiilen sansürleyen kişileri gerçekte bulundukları safa, düşman safına koymamış olması.

Çözüm elbette bu kadar basit değil. Daha zor olan, siyasete karşı ilgisizliği ve bağımlılıkları besleyen hedefsizliği aşmak.