Gezi'nin karar davası öncesi Mücella Yapıcı soL'a konuştu: Gezi'nin savunulmaya ihtiyacı yok

Türkiye’nin yarıdan fazlasının, yaşanan baskılara karşı büyük bir direnişiydi Gezi... O cevap yargılanmaya çalışılıyor. Davanın önemli isimlerinden Mücella Yapıcı karar öncesi soL'a konuştu.

yavuz karamahmutoğlu

Haziran Direnişi başka özgün özellikleriyle beraber o dönemin toplumsal mücadelelerinin zirvesini temsil etti. Türkiye tarihinde bu kadar yaygınlık kazanmış bir toplumsal hareket ne o zaman dilimine kadar olmuştu, ne de sonrasında oldu. Türkiye’nin 79 şehrinde, milyonlarca insanın katılımcısı olduğu, anbean yaşanan günler. Türkiye'de yurttaşlar öyle bir baskı altındaydı ki, Shakespeare’in de dediği gibi "Böyle bir hava fırtına kopmadan açılmaz..." sözü Türkiye'de hayat bulmuştu. 

Tabii o günlerden sonra siyasi iktidar, Haziran Direnişi'ni lekelemek, gölge düşürmek için tüm yazarları ve organlarıyla canhıraş çalıştı. Türlü türlü yalan haberler servis ettiler. Dava üstüne dava açtılar. Her seferinde Gezi Direnişi haklı olarak beraat etti. 22 Nisan Cuma günü Gezi Davası'nın 3. kez karar duruşması var. Milyonların katıldığı bir toplumsal hareketle ilgili savcı 8 kişiye yönelik ceza talep etti. 

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülen Gezi davasında mütalaasını sunan savcı, Osman Kavala ve mimar Mücella Yapıcı’nın ağırlaştırılmış müebbet hapisle, Çiğdem Mater, Ali Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman, Yiğit Ali Ekmekçi’nin ise 15 yıldan 20 yıla dek hapis cezasıyla cezalandırılmasını istedi.

Davanın önemli isimlerinden Mücella Yapıcı'yla Gezi'yi, mirasını, davayı ve Türkiye'yi konuştuk.  Davanın ve sürecin nereden nereye geldiğinin fotoğrafını çekmeye çalıştık. 

Ülkenin her noktasında eylemlerin olduğu, milyonlarca yurttaşın sokaklara döküldüğü, AKP'ye tüm iktidar yılları boyunca en büyük korkuyu yaşatan bir direnişten, mücadeleden bahsediyoruz. Bugünden bakınca nasıl bir değerlendirme yaparsınız?

Birkaç açıdan değerlendiriyorum... Türkiye toplumsal tarihinde bir kent hakkından başlayarak yurttaşların kendi demokratik haklarına ve itirazlarına dair talepleri de kapsayan, lideri olmadan, birdenbire buluşup müthiş bir empatiyle tepkilerini gösterdikleri ve olağanüstü bir şiddete karşı büyük bir şiddetsizlikle tepkilerini gösterdikleri Türkiye toplumsal tarihinin en büyük direnişlerinden biri olarak bakıyorum. Ve kazandırdığı çok fazla şey olduğunu düşünüyorum, önce kendi meslek alanım açısından. Biliyorsunuz ben yıllardır kent hakkı, çevre hakkı, mimarlık mesleği üzerinden hem hayatını kazanan hem de bu mücadeleyi sürdüren insanlardan biriyim.

Bu zamana kadar bir sürü çevre direnişi olmuştu, köylü direnişleri olmuştu, kentsel dönüşüme karşı birtakım direnişler olmuştu. Ama onların esasına baktığımızda herkesin -özellikle kentler için- kendi mülkiyetleri konusunda gösterdikleri hassasiyetten ileri gelen direnişlerdi. İlk defa toplum kendine ait olmayan, yani kendi özel mülkiyeti olmayan ama herkesin olan bir kamusal alan için müthiş bir direniş ve dayanışma gösterdi. Yani Gezi’nin bizim kentsel direniş tarihinde böyle çok ayrıcalıklı bir yeri var. Gezi’nin ardından çok fazla kent savunmaları, kentsel dayanışmalar kuruldu. Bu bizim coğrafyada çok da alışkın olmadığımız bir durum. Savunmaların kurulması, dayanışmaların kurulması hem hukuk yolunun mücadele olarak kullanılarak hem de toplumsal direnişin de sokakta bir mücadele gösterme terbiyesi ve pratiği bence Gezi Direnişi’nin sizin tabirinizle (onu da severim) Haziran Direnişi’ nin bıraktığı miraslardır ve en önemlisi bir umut halidir. 

Son dönemde Kazdağları böyle bir örnek yarattı. Uzun zaman sonra yine binlerce insanın katıldığı bir eylemlilik, savunma oldu, kamplar yapıldı. Orada da bir süreç işledi.

Evet, yine çevreye dair Bergama direnişi vardı, mesela altın madeni direnişleri vardı ama kentsel alana dair bir direniş yoktu. Yani kentsel kamusal alanların savunulmasına dair bir fikriyat yoktu ortada. İşte köylerde maden direnişleri, Bergama örneğinde bu terbiye zaten vardı, kente geldiğinizde hatırlayın her mahallenin vardı kentsel dönüşüme dair bir karşı gelişi... Fakat bunlar hep mülkiyet kökenliydi. Mülkiyeti sende olmayan ama hepimizin olan bir alana dair Türkiye çapında yaygın bir direniş Gezi’dir.

Bahsettiniz ama ben tekrar sorayım, genel olarak bugünden bakınca Gezi’nin nasıl bir miras bıraktığını düşünüyorsunuz? 

İktidarın da Gezi’yle hesaplaşmayı hâlâ bitirememesinin nedeni de bu sorunun yanıtı bana göre. Bir kere şöyle bir umut doğurdu, biz bir araya gelirsek, olağanüstü şiddet koşullarında dahi bazı şeyleri başarabiliriz. Ve bir araya gelmedeki müştereğin belirlenmesi konusunda herkesin kendi öznel ideolojisi, politikası, partisi, birimi, odası her neyse onların önceliklerini bırakıp ortak bir öncelik üzerinden birbirimizi anlayarak o konuda birlikte, kendi öz fikirlerimizi de içimizde saklı tutarak ama birlikte bir şey yapabiliriz. Aslında iddianame burayı çok güzel anlatıyor, anlayamadıkları şu: Diyor ki Gezi olayları sui generis olaylardır yani dünyada eşi benzeri görülmemiş olaylardır. Bu kadar farklı siyaset, farklı ırk, farklı yaş, farklı cinsiyet yani herkes. Kadın, erkek, Türk, Kürt, her türlü siyasi oluşum, her türlü meslek odası ve siyasi partinin bir araya gelip bu kadar düzgün bir hareketi Türkiye’nin bir ili hariç ortaya çıkarmasını anlayamıyorlar. Diyorlar ki bunu örgütleyen insanlar olağanüstü yetenekliler, toplum hakkında bilgililer falan… Anlatabiliyor muyum? Herhangi bir lider olmadan bu kadar farklı düşüncenin nasıl bir araya gelip de bu mücadeleyi kazandığını anlayamıyorlar. Gezi bir başarı öyküsüdür aynı zamanda. Gezi dönemini düşünüyorum bugünden, bizim çocukken devrim durumu dediğimiz (şimdi yine yargılanacağım, devrim demek yasak biliyorsunuz, ben ondan da yargılanıyorum biliyorsun) belirleyici koşullar bu kadar ağır değilken dahi gerçekleşen Gezi’ye bakıp iktidar da maazallah diyor. Şimdi olağanüstü bir ekonomik kriz, ahlaki çöküntü, yolsuzluklar ayyuka çıkmış durumda. Yani alimallah diyor, bir de Gezi’deki gibi bu kadar farklı görüşle bir araya gelirler de hayır derlerse ne olur? Ama bu bir umut hali bırakmıştır. Bir korku iklimi vardı Gezi öncesinde, bunu dağıttı direniş. İktidar, dünyadaki bütün baskıcı iktidarlar gibi bu korku iklimi üzerinden iktidarlığını sürdürüyor.

Ben de tam bunu soracaktım...

Gezi inanılmaz bir şekilde mizahıyla, enerjisiyle bu korkuyu yok etti. Bu olağanüstü bir şey. Dünyadaki en büyük hapishane insanın kendi beynine kurduğu hapishanedir. Kapitalist sistemin yeni moda baskıcı rejimleri de bunu kullanıyorlar. Her birimizin kendimizi hapse sokmasını bekliyorlar. Bu çok ahlaksızca da bir yöntem. Bunu korkuyla yapıyorlar. Korkan insanlar itirazlarını dile getiremezler. Gezi bunu kırdı. Sonrasında bütün bu davalarla kendi hapishanesini yeniden inşa etme eylemi. Bu da korku. O korku iklimini tekrar ve şiddetle besliyorlar. Sesimizi çıkarmayalım, asla sokağa çıkmayalım. Yani sokak dediğimiz şey bizim Anayasal hakkımız değil mi? Bunu asla istemiyorlar. Ne yazık ki burada ana muhalefet de iktidarın bu korkusunu aman onu yapmayın iktidara yarar, aman bunu yapmayın iktidara yarar diyerek besliyor. Bizim kendi kendimize zihnimizde kurduğumuz hapishanenin inşaatını maalesef resmi muhalefetin sayesinde hep beraber yeniden inşa ediyoruz.

Biraz da davayı konuşalım, hukuk bir araç olarak bu davada çok net kullanılıyor. Her şey yapboza dönmüş durumda. Bu dava nasıl başladı? Okuyucularımız da bir kez daha hatırlasın. 

Mücella Yapıcı: İktidar önce medyayı çok ciddi bir silah ve rıza üretme mekanizması olarak kullanırken şimdi yargıyı da ciddi bir şekilde kendi elinde bir nevi kamçı gibi kullanıyor. Zaten en tehlikeli durum da bu, Gezi’ye kadar bu şekilde değildi. Gezi’den sonra iktidarın getirdiği yeni argüman senin dediğin gibi araç, yargının kullanılması oldu. Yargıyı artık cezalandırma aracı gibi de kullanıyor, bir nevi caydırma aracı gibi de kullanıyor. Her şekilde yargı şu anda iktidarın emrinde. Mesela Gezi’yi hafızalarda kendine göre kriminalize ettiler.

Milyonların katıldığı, meşruluğu tartışılmaz bir direnişi resmi tarihe iktidarın gözünden sokmaya çabalıyorlar bir de. Ders kitaplarına direnişle ilgili yazılanları inceleyebildiniz mi?

Evet, o inanılmaz. Lise son ders kitabında Gezi olayları diye bir bölüm var ve ardından 15 Temmuz var bildiğim kadarıyla. Ve öyle komik bir durum ki ekonomik krizi, dolar hareketlenmelerini falan Gezi’ye bağlıyorlar. Çocuklar şu şekilde okuyor, Türkiye’deki ekonomik hayatın ve finans sektörünün bu hale gelmesinin tek nedeni Gezi olayları. Ve sorular hazırlamışlar çocuklara soruyorlar, Türkiye’deki bu finans bozukluğunun nedeni nedir diye, doğru cevap Gezi olayları. Bakın bir kere devlet kendi milli eğitim kitaplarında bir resmi tarih yaratıyor. Hem de çok yakın bir tarihe dair bir resmi tarih yaratıyor. Kitapta, “Gezi dış kaynakların Türkiye’nin birliğini bütünlüğünü, ekonomisini çekemeyip onu çökertmek için örgütlenmiş bir harekettir” diyor. Yani bugün bizi yargıladığı şeye zaten devlet karar vermiş, bunu kitaplara sokmuş, şimdi bunun yargı yoluyla ispatına çalışıyor. Anlatabiliyor muyum? Bu yargının araçsallaşmasından öte bir şey. Yargı tarih de yazmaya başladı. Şimdi bu nasıl düzelir? Çünkü ülkedeki adalet o kadar önemlidir ki o olamadan hiçbir şey yapamayız. Bu nereye götürür? Herkes kendi adaletini kendi sağlamaya başlar ve başlamıştır da. Toplum silahlandırılıyor bu çok tehlikeli. İnsanlar çekip birbirini vuruyor çünkü artık yargıya güvenmiyor. Buradan orta çağın daha gerisine düşecek bir alana doğru evriliyoruz. Bu çok kritik. 

Davaya gelirsek, neyle suçlanıyorsunuz?

Bu hikaye şöyle başladı, o kadar çok Gezi davası açıldı ki sadece bizim değil, her yerde insanlar tutuklandı. Mesela Gezi’de kaybettiğimiz çocukların davalarını düşünün, orada o katillere verilen cezaları düşünün. Caydırıcı olmayan, neredeyse ödül gibi verilen cezalar var. Bir bütünlük içinde bakmak lazım Gezi davalarına. İşte gözlerini kaybedenlerin açtıkları tazminat davaları, bizim açtığımız çıplak arama davaları… Bütün bu toplam içinde aslında alınan sonuçlara baktığımızda bir sürü insan beraat etti Gezi’den çünkü hakikaten suç değil yaptığımız. Hepimiz anayasal ve demokratik insanlık hakkımızı kullandık. Görünmez olan, canlarını, gözlerini kaybeden insanların mahkemelerinde verilen kararlar. Polise, cumhurbaşkanı emri ben verdim demişti. Haksız da olsan, ne yaparsan yap mesleğini nasıl kötüye kullanırsan kullan ben seni koruyacağım diye cevap vermişti.

Aynı başbakan (Erdoğan yani) davada kendini mağdur atfediyor. Yanlış bilmiyorsam, iddianamenin mağdur olarak atfettiği kişiler dönemin kabinesi. 

Sadece kendisi değil hepsi ediyor. Arınç'lar, Abdullah Gül'ler bugün yanlış yaptık diye eleştirenler hala oradan çekmediler kendilerini. İsmail’i tekme ile öldüren, ceza almış polis bizden şikayetçi oldu ve mahkeme bunu kabul etti. İsmail’e tekme atarken ayağı incinmiş, onu biz zorlamışız ve itibarını yerle bir etmişiz. Durum dayanılır bir hal olmaktan çıktı. Türkiye’nin her yerinde böyle. O dönemdeki tüm asayiş olaylarda, Beşiktaş’tan biliyoruz, o dönem Beşiktaş’ta çıkan tüm asayiş olayları ayırmadan yolluyorlar. İnşaatta kavga mı çıkmış, karı koca mı ayrılmış, hırsızlık mı olmuş hepsi bizde. İnanılmaz bir şey. Milyonlarca liralık kamu malına zarar. Atılan gaz fişekleri ile yandı her yer, milyonlarca şahit var. Belki de bunu tek tek değil toptan Gezi'yi kriminalize edecek davada bizi buldular.

Bizim ortaya çıkmamız şöyle; ilk davada vali Gezi Parkı'nı açmıştı. Yolda arkadaşlarımızla giderken gözaltına alındık, şiddet ve çıplak arama oldu bu sırada. 2911’e muhalefetten alındık ama 4 gün içeride kaldık. O sıralar geçirilen işkencelerin, çıplak aramaların davası da sürüyor. Alındık ama beşimiz seçildik ve alınmamızla ilgimiz olmayan bir şey girdi içeri. Taksim Dayanışması'nın bir suç örgütü olduğu ve ben ve arkadaşlarımın bu suç örgütünün kurucusu olmakla suçlandığımız bir davayla karşılaştık. O davanın iddianamesinde Osman Kavala yoktu. Benim yargılandığım davada, diğer dört arkadaşım artık yargılanmıyor bir tek ben yargılanıyorum tekrar, beraat ettik. Beraat kesinleşti. Devlet kendisi bile bunu temyiz etmedi.

2016’da, Murat Papuç gidiyor emniyete, "ben bu davanın arka planını çok iyi biliyorum, size bir takım bilgiler vereceğim" diyor. Soros, OTPOR, modpor aklına gelen her şeyi söylüyor. Orada da diyor ki Mücella Yapıcı, Osman Kavala ve Can Atalay Gezi'nin finansörleridir. Ve birtakım isimler, tapeler... Bir gün olursa oturup romanını yazacağım. Keşke Aziz Nesin olsaydı da ben anlatsaydım, o da yazsaydı. Her neyse, sonra bir baktık ilk iddianameyi yazan savcılar FETÖ’den ceza almış.

Dönemin valisi, emniyet müdürü 'FETÖ'den tutuklandılar. Soruşturmayı başlatan savcı kaçak, yurt dışında şu an. Çok sayıda dava bu izler nedeniyle düştü. Gezi Davası ısrarla neden devam ettiriliyor?

Şimdi düşünüyorum ben... Bugünden baktığımda o günler Kavala falan ilgilenecek halimiz yoktu. Yok Kanal İstanbul, yok bilmem ne, kafamızı kaşıyacak vaktimiz yoktu. Kavala’nın başka bir yerden, Büyükada’daki bir otelden dolayı bir davası başlamış. Oradan galiba bir tutuklanmış, dava başlamış. Herhalde oradan bir şey tutturamayacaklarını fark etmişler ki Kavala’yı buraya soktular. Bizim davaya Kavala’nın girmesi aslında pek de Gezi ile alakalı değil.

Peki, iddianamede 1 + 1 + 6 sence nasıl seçildi?

Bu ilk, hep beraberken ondan sonra tekrar beraat edince, Kavala’nın ilgisi ne biliyor musun? Gezi'ye birkaç plastik sandalye ve beş plastik masa, biraz da poğaça yollamak. Başka hiçbir şey yok. Birkaç kişiyle konuşmuş etmiş, hele benimle hiçbir alakası yok. Aramızda zaten ideolojik bir şey de var. Ben hem kadın hareketinin hem de TMMOB üyesi olarak bu fon meselesine ideolojik olarak karşı duruyorum ve yönetişim kavramlarına da karşıyım. Fon alanları kınamıyorum ama bize göre fonla iş yaptığınızda bir şekilde bağlı kalırsınız. Bizim böyle bir kararımız var TMMOB olarak. TMMOB’a bakın fon yoktur. Bize, AB tarafından milyonlarca lira fon teklif edildi çok doğru işler için. Ama almadık.

Beraat ettik. Osman Kavala da bizimle beraat etti. Aynı gece adamcağız gün yüzü göremeden yine casusluktan tutukladılar. Şimdi tekrar istinafa gitti. Biz beraat ettik ya, İstinaf, Çarşı Davası ile birleştirin diyor. Çarşı Davası 6 senedir Yargıtay’da bekliyor. 

Bir yönlendirme mi var? Gezi Direnişi nedeniye 3. yargılanmanız, bu iddianame, ilk iki hazırlanan iddianameye ek yapılarak hazırlanan bir iddianame midir?

Tabii canım. Diyorlar ki döndürün buraya. Çarşı da geldi. "Araştırın bakalım, soruşturmayı derinleştirin" dedi istinaf. Döndük yine bir iddianameyle. İlkinden farkı şu, biraz daha işin matematiğini kurmaya çalışmışlar. Avukatların söylediğini söyleyeyim, bu iddianame biraz daha zekice, illiyetlik kurmaya çalışmış. Şöyle, bir ana fikri var, şiddetle bir hükümeti kırmak için bir örgüt gerekiyor değil mi? Örgütün yurt dışı ayağı Osman Kavala, Soros bilmem ne, kuran ben, diğer arkadaşlar yeni oldu, başta örgütü kuranlar bizler, şiddet kısmı da Çarşı'da. Çünkü Çarşı'nın davada bize hiçbir şey yok. Şahitler dinlenildi, araştırmalar yapıldı. Şiddete karşı insanlarız. Suç da şahsidir, orada taş atılmasını bana yoramazsın. "Çarşı ile birleştirin" dedi. Beş mahkeme görüldü. Beş mahkemenin de beşinde Çarşı bizden ayrılmak istedi. Taksim Dayanışması'ndan Can, ben ve Tayfun’uz. Diğer arkadaşlar Soros moros o taraftan hiç alakaları olmadan yargılanıyorlar. Tabii Gezi ile bağlantısı kuruluyor. Ama Çarşı istemedi bizle yargılanmak. Beş mahkemede bu reddedildi. Bundan önceki mahkemede ne olduğunu anlamadık, ne biz ne avukatlar. Birden bire Çarşı ayrıldı, Can Dündar'lar tefrik edildi. Hepimiz ne oluyor dedik? Anlaşılan o ki, yine bir yerden emir geldi. O arada Bekir Bozdağ geldi. Avrupa Konseyi artık Türkiye’yi çıkarma noktasına geldi Kavala yüzünden. Kavala’yı içerde tutmak için casusluk davası çöktü. Kavala’yı nereden tutacak? 1+1+6 nereden çıktı diyorsun ya onu anlatıyorum. Yine döndü Gezi'ye. Bu daha incelikli hazırlanmış mütalaada savcı diyor ki Osman Kavala dışarıdan emirleri almış, zaten onlar Gezi kalkışması diyorlar, Ortadoğu’daki Arap Baharı'nın Türkiye parçasıymış, bu zaten önceden planlanmışmış. O ağaçları taşıtacaklarmış zaten, biz bunu bahane etmişiz ve uluslararası Türkiye’yi çökertme planını yürürlüğe koymuşuz. Yürürlüğe koymamız için tarihi bilmemiz lazım. İBB’nin Taksim’i yayalaştırma projesini kabul etmesi, Tayyip Erdoğan’ın bunları yapması planın içinde miydi? Biz ne bilelim gecenin bir yarısı gelip yapacaklarınızı. Bu arada yurtdışı bağlantıları için Osman Kavala memur edilmiş, ben de bütün bunları kurmaya, Osman Kavala’nın talimatları ve emirleri doğrultusunda yapmışım, milyonlarca insan ne yaptıysak emirleri ondan almışız. Onları da ben örgütlemişim. Peki ben Osman Kavala’yla nerede görüşmüşüm.

O yok.

Yok. Osman Kavala’yı ben 96’dan beri görmedim. Görmediğimi bırak, yolda bile karşılaşmadım. Bir tek 99 depreminden sonra, onlar yardımlar yapıyorlardı depreme. Sokakta görmedim adamı.

Peki nasıl olmuş?

Mine Özerdem var, İstanbul’dan tanırım. O zaman S.O.S. diye bir şey var, Tarlabaşı yıkımlarında hep beraber çalışıyorduk. O dönemler Mine Özerdemler pankart yapacak Tarlabaşı’nda, ben de mimarlar odası görevlisiyim, konuştuk, konuşurum yani. 8 kere konuşmuşuz telefonda. İşte ben de o 8 telefonda Osman Kavala’dan talimatları almışım. İddiaları bu, diğerleri de bize yataklık etmiş. Bir böbürleniyorum, dünyada hangi halk ayaklanması hangi devrim 5 telefonla yapılır? Arkadaşlar bana iyi bakın. Bir de benim suçum habire devrim demek. Devrim yapacağız demişim, her konuşmamda devrim demişim. 

Yanlış bilmiyorsam, bu tapelere ilişkin ses kayıtlarını dinleyemediniz ama Cuma günü karar verilecek.

Bu tapelerle ilgili başından beri, ilk mahkemeden beri ses kayıtlarını istiyoruz. Bir kayboldu dendi, bir orada dendi hala daha ortaya çıkmadı. Mahkeme de çok tuhaf bir ara karar aldı, biz bu tapeleri dublaj gibi okuyacağız sesi tape yapacağız. Biz dedik ki çıldırdınız mı böyle bir şey olur mu? Bu kararından rücu etti mahkeme. Ve hala ses kayıtları ortada yok. Soruşturmanın derinleştirme talebini reddetti mahkeme.

Bir an önce karara varmak istediklerini mi anlamalıyız?

İstinafın istediğini de yapmadı bu mahkeme, karara gidiyor. Bu çok ilginç bir şey.

Son olarak, tüm bu yaşananlar karşısında Cuma günü nasıl bir savunma yapacaksınız?

Neyi savunacağım? Gezi savunulmaz ki... Ben çok merak ediyorum onlar ne diyecekler? Cuma günü merak ettiğim tek şey mahkemenin ne yapacağıdır. Bir mimar olarak böyle bir saçma sapanlıktan nereye varacaklarını merak ediyorum. Dizi izler gibi, nasıl bir finalle bağlayacaklar bunu? Neyi savunacağım, Gezi'nin savunulmaya ihtiyacı mı var? Ayıptır, haddime düşmez. Benim için en büyük onurdur. Ben ve arkadaşlarım adına da söylüyorum. Gezi yargılanamaz, gezi kirletilemez. Bize düşen, hepimize düşen; bu yeni bir tarih inşasına karşı, bu çok yanlış ve korkunç bir şey, bundan sonra ömrüm oldukça nerede olursam olayım Gezi'nin ve hepimizin bu şanlı tarihine sahip çıkmaktır. Bize düşen odur. Suç mu işledik de savunma yapacağız.