Türkiye’de sanatın kendini gösterdiği her alan uzun yıllardır iktidarın gerici baskısı ve yağması altında. Her karışı günden güne talan edilen sanat kurumları Türkçülük ve Batıcılık arasında gidip gelen bir vizyon karmaşası içerisinde.
Daha geçtiğimiz günlerde bu karmaşaya yeni bir skandal daha eklendi. Göreve geldiğinden bu yana Batıcılığından ve piyasacılığından ödün vermeyen Devlet Opera ve Balesi Müdürü Tan Sağtürk, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’yi makamında ziyaret ederek kendisinden medet uman liberal sol kesimi hayal kırıklığına uğratmış olsa gerek ki bu paylaşım epey tepki aldı.
Tan Sağtürk, göreve ilk geldiğinde toplumun laik duyarlılığı yüksek kesimlerinde bir heyecan yaratmışsa da, bu heyecan bir avuntudan ötesini yansıtmıyordu. Ne de olsa Tan Sağtürk, kendi adını verdiği özel sanat okulu olan Tan Sağtürk Akademi’nin sahibi. Hem de bu özel okulun 9 şubesi var! Devletteki müdürlük unvanıyla da kendi özel okulunun reklamını epey yapıyor olsa gerek. 25 yıllık sanat hayatının sadece 3 yılını Devlet Opera ve Balesi’nde geçiren bu ismin, zamanında balenin spor olduğuna yönelik söylemleri desteklediği de unutulmamalıdır.
Gelelim o paylaşımın altındaki yazıya:
“MHP Genel Başkanı sayın Devlet Bahçeli bizleri makamında kabul etti. Nazik davetleri için teşekkür ederim. Sanatın ve kültürün önemini vurgulayan bu görüşme, sanat alanındaki iş birliklerinin güçlenmesine katkı sağlayacaktır. Sayın Bahçeli’nin sanata olan duyarlılığı ve destekleri, ülkemiz kültür hayatına büyük değer katmaktadır.”
Öncelikle Devlet Bahçeli kimdir ve Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürü tarafından ziyaret edilmesi için hangi niteliksel gerekçeye sahiptir sorularını sormadan geçemeyiz. Özel sanat okulları olan piyasacı bir müdürle ırkçı zihniyete sahip Devlet Bahçeli arasındaki görüşme bahsedildiği gibi “sanatın ve kültürün önemini” ne denli vurgulamıştır? Bu iki karakter arasındaki görüşme bahsedildiği gibi “sanat alanındaki iş birliklerinin güçlenmesine” ne denli katkı sağlayabilir? Devlet Bahçeli sanata nasıl duyarlı ve destekçi olabilir? Aydınlara saldırmak ve mafyayla iş tutmak mıdır sanata duyarlılık ve destekçilik?
Gerici iktidarın bu gerici müdahalesi tabii ki Devlet Konservatuvarlarına da oldu, olmaya da devam ediyor. Yaklaşık 5 yıldır birçok Devlet Konservatuvarı, sırayla farklı bölgelere, farklı binalara taşınıyor. Bu taşınmalar depreme dayanıklılık gibi gerekçeler gösterilerek yapılıyor. Binaların taşınması elbet birilerine rant kapılarını aralıyor. Bu binalar hem konservatuvarların kültürel belleğini yok ediyor, hem de yetersiz derslikler ve pratik eğitimle uyumsuz koşullar nitelikli eğitimi engelliyor. İçerisinde sahne bulunmayan sahne sanatları anasanat dalları, yapısal yetersizlik sebebiyle yıllarca açılmayan seçmeli dersler bunlara örnek.
Buna son olarak Adnan Menderes Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nın boşaltılıyor olması eklendi. Zaten 2021 yılında farklı binaya taşınmış olan konservatuvarın bu sefer de bulundukları binaya belediyenin otel ve müze açma projesi sebebiyle taşınması isteniyor.
Türkiye’nin en köklü konservatuvarlarından olan Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda da geçtiğimiz günlerde yeterli sınıf olmadığı gerekçesiyle yerleşke bahçesine konteynerler yerleştirildi. Öğrencilerin soğuk, nemli ve bireysel çalışmalarını gerçekleştirecek koşullara uygun olmayan ortamda çalışmasına göz yumuldu!
İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı ve İzmir Devlet Konservatuvarı da şu 5 yıl içerisinde anlamsız noktalara ve yetersiz binalara taşınan köklü konservatuvarlardan.
Tüm bunların sebebi için elbette olasılığı yüksek olan farklı şeyler konuşulabilir. Rant için yapıyorlar da diyebiliriz, gericiler sanata saldırıyor da diyebiliriz. Ancak bu bağlamda unutulmaması gereken şey şu ki konu sömürü, yağma ve talan olunca gericilerin en büyük dostu sermaye, sermayenin en büyük dostu gericiler. Bu ikisi birbirinden ayrılamaz bir birliktelikte. Tıpkı “ilerici” olarak görülen Tan Sağtürk ile Devlet Bahçeli’nin birlikteliği gibi. Tıpkı “aydınlıkçı” görülen CHP’nin Kuşadası Belediye Başkanının, Konservatuvarın bulunduğu yapıya otel ve müze açmak için öğrencileri yerinden ettiği, hatta haftalardır, aktif ders işlenen binanın elektriklerini kestiği gibi...
Sadece dinci gericiler değil, dinci gericilerin hizmet ettiği kapitalizm de çağımızın en karanlık olgusudur.
Ancak sadece sebep üretmek de yetmez, sormak gerekir. Bu insanlar sanata saldıracak cüreti nasıl bulurlar? Kendinden ve mutlak cebinden başkasını düşünmeyen bu ikiyüzlüler Cumhuriyetin değerli birikimlerini de barındıran sanat kurumlarını nasıl böylesine yağmalayacak cüreti takınabilirler?
Çünkü sanat örgütsüz, sanatçı örgütsüz. Her fırsatta konservatuvar öğrencilerine ve sanatçıya dikte edilen ve benimsetilen “sanatçının siyasetle işi olmaz” söylemleri sebebiyle örgütsüz.
En çok bakmamız gereken yerde dünyaya gözlerimizi kapatmamız öğretildi. Sindirildik. Sermayeye uşaklık etmek, halkın sorunlarını gözetmekten daha cazip gelir oldu. Öğrenciye toplumcu, aydın bir sanatçı olmayı anlatmaktansa yurtdışına gitme yolları öğretildi. Türkiye’de bu işin yapılamayacağı, en iyisi bu topraklardan kaçıp gitmenin gerektiği anlatıldı ve sonucunda örgütsüz, apolitik sanatçı kimliği baş gösterdi.
Sanatçı örgütsüz oldukça sanata her türlü müdahalenin yapılması, cumhuriyetçi birikimlerin tasfiyesi kaçınılmazdır. Sanatçı ve hatta öğrenci örgütsüz oldukça daha birçok okulu kapatırlar. Burjuvazinin işine yaramadığı anda Devlet Tiyatroları ve Devlet Opera ve Balesi müdürlüklerini dahi kapatırlar.
Her şeyden önce sanatçı, sermayeye soytarılık etmekten vazgeçmeli. Sanatçı eğer gerçek anlamıyla sanata hizmet etmek istiyorsa, örgütlenmeli. Sanatını tüm örgütlülüğüyle topluma ulaştırmalı. Çünkü aydınlık yarınların örgütlenmekten başka çaresi yok.
Serbest Kürsü'de, soL'a dışarıdan iletilen katkılar arasından tartışmaya değer içerikte görülen ancak soL'un yayın çizgisini bağlamayan yazılar yayımlanır.