Filistinli işçiler iki ateş arasında: İşgal ve salgın

Filistinli işçiler sadece Covid-19 salgınıyla değil, İsrail'in apartheid uygulamalarıyla da mücadele etmek zorunda kalıyor.

G.N. Nithya (Çeviri)

''Sömürgecilik ne düşünen bir makine ne de muhakeme yetisiyle donanmış bir yapıdır. Onun şiddeti doğasından gelir.'' 

Frantz Fanon, Yeryüzünün Lanetlileri

Geçtiğimiz ay, İsrail askerleri Filistinli bir işçiyi Batı Şeria sınırındaki bir kontrol noktasının kenarına bıraktı. İşçi ateşten titriyor ve güçlükle soluk alıyordu. Middle East Eye’a göre işçi son dört gündür koronavirüs belirtileri gösteriyordu ve yakın zamanda test yaptırmıştı. Nabluslu olduğu belirtilen işçi test sonuçlarını henüz alamadan İsrailli patronu yetkilileri aramış ve onlar da adamı alarak İsrail ile işgal altındaki Batı Şeria’yı birbirine bağlayan Beit Sira kontrol noktasının diğer tarafına atmıştı. Bir Filistinli “Sanki biz onların kölesiyiz” diyor ve ekliyor: “İhtiyaçları varken bizi kullanıyorlar ve işleri bittiğinde adeta bir çöp gibi dışarı atıyorlar.” Kriz başladığından bu yana İsrailli askerler çok sayıda kliniği kapatmak ve keyfi ev yıkımı uygulamalarını sürdürmek suretiyle Filistinlilerin acil durumla mücadelesine aktif bir şekilde engel oluyor.

İsrail’in Koronavirüs salgınına karşı askerileştirilmiş tedbirlerine yapılan methiyeler koronavirüs karmaşasının aynı zamanda Filistinlilere karşı kullanılan bir silah biçimini aldığı gerçeğini göz ardı ediyor. Gazze'yi 13 yıllık abluka ve tekrar eden askeri saldırılar sayesinde iki milyon yurttaşıyla salgına karşı savunmasız bıraktı. Filistinliler bunun yanında Batı Şeria’da da onları en temel ve gerekli yaşam ve sağlık imkanlarından mahrum bırakmayı amaçlayan vahşi bir işgalle boğuşuyor. 9 Nisan 2020 itibarıyla Batı Şeria’da 250 koronavirüs vakası tespit edildiği bildiriliyor. Ancak bu sayıların önümüzdeki günlerde Fısıh Bayramı ve Ramazan sebebiyle pek çok Filistinlinin geri dönmesiyle ciddi bir artış göstermesi bekleniyor. İtalya ve Birleşik Krallıktaki insanlar “hayati sektörlerde” çalışanlara alkış tutarken İsrail’in “hayati işkollarında” çalışan Filistinli işçiler kendilerini bir yanda işgalin bir yanda koronavirüsün olduğu iki ateş arasında buluyor.

Filistinli sivil toplum örgütleri, acil uluslararası müdahale çağrısında bulunuyorlar. Salgın krizi yakın dünya tarihinde “istisnai” bir süreç olsa da Filistinlilerin maruz kaldığı koşullar bize Nakba’nın (Filistinlilerin 1948’de yurtlarından edilmesi, mülksüzleştirilmesi ve insanlıktan çıkarılması) aslında geçmişe değil, bugüne dair bir olgu olduğunu hatırlatıyor. Bu vahşetin cefasını Filistinli işçiler çekiyor. Uluslararası solun, Filistinlilerin karşısındaki istisnai salgın koşullarını dikkate alması, tıbbi acil ihtiyaçların derhal giderilmesine ve İsrail işgalinin sona ermesine destek için siyasi eylemde bulunması gerekiyor.

İşgal ve Salgın

İsrail toprak istimlakleri ve kontrol noktaları aracılığıyla pek çok Filistinlinin temel sağlık hizmetlerine erişimi engelleniyor. Batı Şeria’nın yaklaşık yüzde 60’ını teşkil eden C Bölgesindeki Filistinliler özellikle çok büyük tehlike altında. Örneğin Negev Bölgesinde 80 binin üzerinde Filistinlinin acil servise erişimi bulunmuyor. Filistinlilerin, İsrail’in ayrımcı “ikamet” kriterleri ve yetersiz kamu hizmetleriyle karşı karşıya olduğu Doğu Kudüs’te de koronavirüs vakaları hızla artıyor. Doğu Kudüs’teki Filistin hastanelerinde 350 bin kişiye sadece 22 havalandırma cihazı düşüyor. İsrail’in Filistin Yönetimi’ne yaptığı ödemeleri durdurması, Trump yönetimi altında ABD ödemelerinde yapılan kesintiler ve Filistin Yönetimi’ne Dünya Bankası ve IMF tarafından uygulanan yaptırımlar sebebiyle işçi sınıfı mensubu ve yoksul çok sayıdaki Filistinlinin Batı Şeria’daki sağlık hizmetlerine erişimi güçleşti. Batı Şeria’da 3 milyon kişilik nüfusa 256 yetişkin solunum cihazı düşüyor ki bunların yüzde 90’ı halihazırda kullanılıyor. Virüsün yayılmasının sonuçları Filistinliler için tam bir facia olacak.

Buna karşın Filistinlilerin birbirlerini destekleyecek ortak sistemler geliştirmesi İsrail işgali tarafından sistematik bir şekilde sabote ediliyor. Mart ayında kamusal alanların dezenfekte edilmesi ve Kudüs Eski Şehir bölgesinde yardım paketleri dağıtılmasıyla ilişkili olarak bazı Filistinliler tutuklanmıştı. Nisan başlarında salgında Kudüs’te bulunan Filistinlilere destek istediği için Filistin Yönetiminin Kudüs İşleri Bakanı Fadi Hidmi İsrail ordusu tarafından tutuklandı. 15 Nisan’da, Doğu Kudüs’teki Filistin mahallesi Silvan’da 40 teyitli vaka tespit edilmesine rağmen İsrail ordusu yerel cami içindeki koronavirüs test tesisine baskın yaparak tesisin kurucularını tutukladı. Silvan’ın Filistinli sakinleri tıpkı C Bölgesindekiler gibi tekrar eden zorunlu tahliye ve haneden çıkarmaların hedefi oldu. İsrail ordusu, Ürdün vadisinde bulanan Kirbet İbzik mezrasında da benzer şekilde sahra kliniği ve acil durum barınağı kurmak için gerekli olan ekipmana el koyarak koronavirüsle mücadele girişimlerini sabote ediyor. Ayrıca mezra sakinlerinin bazılarının evlerinin yıkılması da söz konusu oldu. Birleşmiş Milletler’in bütün çatışma bölgelerinde ateşkes çağrısında bulunmasına ve tüm dünyaya evinde kalması söylenmesine rağmen İsrail Filistinlileri evlerinden atıyor.

Günlük düzeyde, İsrail’in bu salgında erişilmesi çok temel bir gereklilik olan su üzerindeki denetimi sebebiyle Filistinliler kurumsal ayrımcılığa maruz kalıyor. Filistin’in sahil şeridi ve dağları ile Ürdün Vadisi’nde bulunan su kaynakları üzerindeki denetim ve kullanımı, bugüne dek İsrail’in en temel savaş araçlarından biri olageldi. Batı Şeria, Gazze ve Doğu Kudüs’ün 1967’de işgal edilmesinden sonra İsrail makamları su kaynakları ve suyla ilişkili altyapı üzerinde 1994 Oslo Anlaşması hükümleri çerçevesinde sahip oldukları denetimi sıkılaştırmak için askeri emirler çıkardı. On binlerce Filistinli (İsrail devletinin su şirketi Mekorot’a ait ya da taşıma) suları çok yüksek fiyatlar karşılığında satın almak zorunda bırakıldı. BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi’ne göre Batı Şeria’daki 180’den fazla kırsal topluluğun akan suya erişimi bulunmuyor. Batı Şeria’nın “tanınmayan” köylerinde 56 binden fazla insan aynı durumda. Uluslararası Af Örgütü’ne göre bazı yoksul topluluklarda su masrafları bir ailenin aylık gelirinin yarısına tekabül edebiliyor. Bunun sonucu açıkça ırksal ayrımcılıktır. Batı Şeria’da yaşayan ortalama bir İsrailli yerleşimci Filistinlilerin 8 katı kadar fazla su tüketiyor. Bu “Su Apartheid’ı” sistemi Filistinlilerin, özellikle işçi ve yoksul olanların salgında hayatta kalmak için gerekli olan temel hijyen koşullarına sahip olmasını imkânsız hale getiriyor. Dördüncü Cenevre Sözleşmesine göre işgalci bir güç olarak İsrail’in su ve temizlik koşulları da dahil asgari temel sağlık ve hijyen koşullarını sağlaması gerekiyor.

Kovid salgını, İsrailli makamlar tarafından askeri faaliyetleri yoğunlaştırmak, elektronik ve diğer türde izleme mekanizmalarını artırmak ve Trump yönetimi, yakın zamanlı İsrail Knesset kararları, Benjamin Netenyahu ile Benny Gantz arasındaki “birlik anlaşması” tarafından normalleştirilen Filistin ülkesinin ilhak süreci için yeni bahaneler yaratmak için istismar ediliyor. Geçtiğimiz ay, Kudüs güneyindeki Gush Etzion gibi büyük yerleşim blokları Batı Şeria’nın bölgesel bitişikliğini daha da koparacak şekilde genişletildi. Maale Adumim gibi büyük yerleşimlerde Apartheid yol alt yapısı yalnızca yerleşimciler için genişletiliyor. Filistin Yönetimi Batı Şeria’da sokağa çıkma yasakları uygularken, İsrail ordusu Batı Şeria ve Kudüs’te gece baskınlarını, tutuklamaları, ev yıkımlarını ve ev tahliyelerini sıklaştırdı. Mondoweiss’e göre sadece Mart ayındaki iki haftalık salgın periyodu sırasında bile “İsrail güçleri tarafından 200 Filistinli yaralandı, 100 Filistinli gözaltına alındı, 16 bina yıkıldı.” Aynı zamanda Batı Şeria’daki İsrail ihlalleri de artış gösterdi. Yakın zamanlı haberlere göre Filistinlilerin İsrail askerleri ve yerleşimci gençler tarafından ağır şekilde zarara uğratıldığı, kaçırıldığı, zeytin ağaçlarının yağmalandığı, mülklerinin ihlal edildiği, koronavirüs karantinası altında uğradığı tacizlerin oranı yüzde 78 arttı.

Yeşil Hattı Geçen Filistinliler ve Virüsü Önleme Apartheid’ı 

İsrail’de ve yerleşimlerde çalışan Filistinliler salgına karşı özellikle savunmasız durumda. İsrail sömürgeciliği Filistinlileri ülkelerinden kopararak, onları askeri yönetim altında İsrail ekonomisine entegre, bağımlı, sadık ve sömürülebilir ücretli çalışanlara dönüştürmeye çalıştı. 1967’den sonra Filistin’in endüstriyel gelişimini baskı altına alan sistematik bir geliştirmeme politikası ve buna eşlik eden işgal bölgelerindeki tarıma uygun arazilerin ve suların istimlak edilmesi çok sayıda Filistinliyi İsrail’de ve kendi ülkelerindeki el konulan yerleşimlerde gündelik ücretli işçi olarak çalışmaya zorladı. Bu politika bugün de yürürlükte. Ekonomilerinin İsrail tarafından boğulmasının bir sonucu olarak yüksek işsizlik oranları hesaba katıldığında, şu anda İsrail’de ve yerleşimlerde çalışmakta olan Filistinlilerin sayısının 133 binin üzerinde olduğu ve bunların ücretleriyle yarım milyondan fazla insanın geçindiği tahmin ediliyor.

Salgından önce dahi bu binlerce işçi İsrailli makamların çok çeşitli ırksal ayrımcılık araçlarına maruz kalıyordu. Bunlara Filistinlileri siyasi olarak disipline etmek ve onları işbirliğine zorlamak için bir numaralı şantaj silahı olan kontrol noktalarındaki izin sistemini, binlerce kişinin sabah saatlerinde geçmek zorunda olduğu kontrol noktalarındaki insanlık dışı koşulları, askerler tarafından aşağılanma ve tacizi, kanunlardaki ayrımcılığı ve İsrailli işverenlerin sömürü uygulamalarını eklemek gerekiyor. Filistinli işçilerin hukuki güvenceleri varla yok arasında; İsrailli Yahudi iş arkadaşlarından daha az ücret alıyorlar, sağlık sigortasından yararlanamıyorlar ve buna karşın sosyal güvenlik katkılarını ve temsil edilmemelerine rağmen İsrail işçi sendikası Histadrut’un sendika aidatlarını ödemek zorunda bırakılıyorlar. Kendilerini herhangi bir iş bulma garantisi olmadan sadece Yeşil Hattan geçirmek için gerekli izinleri kara borsa yoluyla edinebilsinler diye uçuk ücretler (ayda 800 ABD Dolarından fazla) ödemeye zorlanarak İsrailli ve Filistinli aracılar ve mafya tarafından sömürülüyorlar.

İsrailliler koronavirüse karşı içeride sokağa çıkma yasaklarını sıkılaştıran “askeri tarzda” etkinlikleri için övülüyorlar. Ancak salgın sırasında örneğin sadece inşaat sektörünün askıya alınmasından ötürü ayda 1,8 milyon dolar kayıpla karşılaşan İsrail ekonomisinin tüm hayati sektörlerinin sürdürülebilmesi için, İsrail hükümeti Filistinli işçilerin İsrail’e sürekli girişine müsaade etti. Böyle yapmakla İsrailli makamlar salgını bu işçilerin izlenmesi ve baskı altına alınmasının ağırlaştırılması için kullandı. Şu anda İsrail’de kalmak için gerekli izinlere ihtiyaç duyan Filistinlilere, İsrail ordusunun kullanıcılarının yerini tespit etmesini, kişisel dosyalarına ve telefonlarının kamerasına erişmesini sağlayan “El Münasık” (“Koordine Edici”) isimli bir akıllı telefon uygulaması indirmesi “tavsiye ediliyor”.

İsrail Apartheid’ının sınırlarında sadece Filistinlilerle Yahudi İsrailliler arasında bir ayrımcılık yok, aynı zamanda Filistinlilerin kendi arasında da bir ayrım gözetiliyor. İsrail, genç ve eli ayağı tutan Filistinli işçilere yaşlı olanlara göre imtiyaz tanıdı. 11 Mart’ta İsrailli makamlar ertesi gün yürürlüğe girmek üzere 50 yaşın üzerindeki Filistinli işçilerin geçişlerine engel olan yeni düzenlemeler ilan etti. 17 Mart’taysa, 18 Mart’ta yürürlük kazanmak üzere 50 yaşın altındaki Filistinli işçilerin eğer işlerine devam etmek niyetindeyseler bir aydan iki aya kadar bir süre boyunca İsrail’de kalmak zorunda olduklarını öngören bir düzenleme yapıldı. 40 ile 50 bin Filistinli işçinin bu karmaşa içerisinde İsrail’e girdiği tahmin ediliyor. Buna karşın 25 Mart’ta Filistin Başbakanı, ırkçı ve insanlık dışı davranışlara karşı itirazlarının ardından Filistinli işçilere Batı Şeria’ya dönme çağrısında bulundu. İşçiler, İsrail’deki işyerlerinde pis koşullarda yaşamaya zorlanıyor. İsrail’in işçilere koronavirüs testi yapmadığı ve bu koşulların “insanlar için uygun olmadığı” belirtiliyor. Semptomları gösteren ya da hasta olduğundan şüphelenilen işçiler ise tıbbi olarak ilgilenilmek yerine genellikle Filistinli makamlarla herhangi bir irtibat kurmaksızın Yeşil Hattaki kontrol noktalarından adeta bir “çöp gibi” Batı Şeria’ya atılıyorlar.

Batı Şeria’da, Fısıh Bayramı ve Ramazan sebebiyle 40 binin üzerinde işçinin dönüşü sebebiyle koronavirüsün kontrolsüz bir şekilde yayılma potansiyeli söz konusu. Ayrıca, İsrail hükümeti bu tatil dönemi boyunca Batı Şeria’ya dönen işçilerin iş amacıyla İsrail’e yeniden girişinin reddedileceğini duyurdu. Bu onların tek gelir kaynağı olduğundan ve çoğu kontrol noktalarını geçmek için satın almak zorunda kaldıkları izinler için hala borçlu bulunduğundan bu işçiler İsrail’deki ücretlerine oldukça bağımlı durumdalar. Aynı zamanda İsrail’de virüse doğrudan maruz kalma riski altındalar ve sağlık hizmetlerine ya da testlere de erişimleri bulunmuyor. Batı Şeria’ya dönmeleri halinde bu işçiler yine test yaptıramıyor ve yakın zamanda artan vakalar sebebiyle ters bir tepkiyle karşılaşıyorlar.

Filistinlilerle Uluslararası İşçi Dayanışması

Bu kriz dönemi Filistinliler ve diğer azınlıklarla dünyadaki tüm işçilerin dayanışma hareketlerini canlandırmak için bize tarihsel bir fırsat sunuyor. 7 Nisan’da Filistin insan hakları ve sivil toplum örgütleri birliği, İsrail’in kritik sivil sağlık altyapısına erişime izin vermesini ve haksız yere tutuklanarak İsrail cezaevlerinde virüse maruz kalma riski taşıyan Filistinli siyasi tutsakların serbest bırakmasını talep eden yeni bir uluslararası dayanışma çağrısında bulundu. Koalisyon ayrıca bir diğer Gazze Filosu aracılığıyla Gazze’deki kuşatmanın kırılması, Boykot, Yoksun Bırakma ve Yaptırım Kampanyasının yükseltilmesi çağrısı yaptı. Sivil toplum örgütleri arasındaki birlikler salgın hakkında bir Filistin Sivil Toplum Ortak Bildirgesi yayımladı. Filistinlilerin mevcut salgın sırasında maruz kaldığı şiddetin ve temel su, sağlık ve tıbbi ekipman koşullarının gözlenmesi için uzun süredir faaliyet gösteren bir hukuki savunma grubu olan El Hak tarafından olağan raporlama düzenekleri kuruldu. En son 14 Nisan 2020’de, bir insan hakları örgütleri grubu Birleşmiş Milletler Özel Usulleri’ne acil bir başvuruda bulundu. Bununla BM’nin, bu krizde sağlıklarını ve hayatlarını tehlikeye atmaya zorlanan Filistinli işçilere uygulanan sistematik ırksal ayrımcılık ve sömürü pratiklerini kınaması talep ediliyor. Koronavirüsün ötesinde, İsrail’in işlediği savaş suçları sebebiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi önünde yargılanması için gerçekleştirilen girişimler de mevcut olgular üzerinde doğrudan etki doğuruyor.

Uluslararası solun önünde duran sorulardan biri, Filistin içerisindeki kampanya ve koalisyonlara verilecek desteğin acilen nasıl seferber edileceği. 15 Mayıs 2020 Nakba günü Filistin halkının mücadele etmekte olduğu vicdana sığmaz adaletsizliklerin 72. yıldönümü olacak. Sol güçlerin Filistinlilerin karşısındaki özel sömürgecilik ve apartheid koşullarını tüm dünyadaki emekçi sınıflar üzerindeki neoliberal saldırılarla birleştirmesi şart. Filistinli işçilerin mücadelesi yalnızca özyönetim için verilen bir ulusal mücadele olarak yorumlanamaz. Covid-19; işçi sınıfının, neoliberalizmin on yıllardır süren sistematik saldırılarına, toplumsal yaşamın birçok kısmının metalaştırılmasına, mülksüzleştirmeye ve borçlandırmaya maruz bırakıldığı yoğunlaştırılmış bir kapitalist kriz dönemine denk geldi. Süregelen İsrail yerleşimci-sömürgeci iktidarı şeklinde özel bağlamda olsa da, Filistinli işçiler baştan sona küresel mali sermayenin bu süreçleriyle ilişkilidir. Bu sebeple, Filistin’deki işçilerin Covid-19 ile mücadelesi aynı zamanda kapitalizme karşı bir mücadele olarak anlaşılmalıdır. Uluslararası İşçi Dayanışma ve Mücadele Ağı tarafından bu salgın sürecinde Filistinlilerle ve tüm sömürge halklarla dayanışma talep eden birleşik küresel eylem çağrıları yapıldı. Mozambikli devrimci Samora Machel’in; “bir sadaka olarak değil, aynı amaçlar doğrultusunda farklı coğrafyalarda savaşan müttefikler arasında bir birlik göstergesi olarak” sözlerindeki anlamıyla, acilen dayanışma göstermemiz gerekiyor.

Çeviri: Ekin Görkem

Bu yazı socialistproject.ca adresinde yayınlanmıştır.