"Halayda elini tuttuğu adamın bütün günü kendisini öldürme çabasıyla geçirdiğinin farkında değildir. Bu da bugün kendini hissettirmeyen ancak kaynayan bir gerçekliğe işaret ediyor."
Efe Ardıç
Murat Fıratoğlu’nun 2024 çıkışlı filmi “Hemme'nin Öldüğü Günlerden Biri”, 81. Venedik Film Festivali’nde Orizzonti Jüri Özel Ödülü, 31. Adana Altın Koza Film Festivali’nde En İyi Film Ödülü, SİYAD En İyi Film Ödülü ve 35. Ankara Film Festivali’nde En İyi Film, En İyi Yönetmen ve En İyi Kurgu ödüllerini aldı. Dolayısıyla üstüne konuşmak lazım.
Film Siverek’te borçlar ile boğuşan ve başka bir iş bulamadığı için sıcak güneşin altında domates kurutan Eyüp’ün hikayesini anlatıyor. Uzun süredir yevmiyesini alamayan Eyüp ırgatbaşı Hemme’yle iyice gerilip onu öldürmeye karar veriyor. Film boyunca Eyüp’ün evden silahını alıp geri dönmeye çalışırken bozulup duran motoru ve yolda karşılaştığı insanların onu meşgul etmesi yüzünden emeline varamayışını izliyoruz.
Film hayli tanıdık. İlk elden Yılmaz Güney filmlerini ya da Orhan Kemal romanlarını getiriyor akla. Yola patronunu öldürmek gayesiyle çıkıp yolun sonunda kendini, onunla halay çekerken bulan Eyüp’ü; Orhan Kemal’in “Bereketli Topraklar Üzerinde” romanındaki Kürt Zeynel’le ister istemez karşılaştırıyoruz. Zeynel de benzer bir ırgatlık işinde çalışırken kovulduğu için harmanları aleve vererek tepki göstermişti.
Bu tanıdıklık hepsinin benzer coğrafyalarda geçen ırgatlık hikayeleri olmaları ile mi alakalı? Biraz evet. Ama işledikleri konu bu peyzajın ötesinde ortaklaşıyor. Bu hikayelerin hepsi bir yandan eski ve güncel olanın üst üste binmiş, çelişkili yapısını ve farklı karakterlerin bu yapının zorunlulukları içeresinde nasıl hareket ettiğini inceliyor.
Mücadele temaları ve biçimleri
Tarih her yanı ile tutarlı ve eşit bir biçimde ilerlemez. İlerlerken muhakkak eskinin artıklarını da içinde belli ölçülerde (genelde dönüştürerek) barındırır. Bu açıdan modernleşme ya da sermayenin egemenlik ve kültürel hegemonya alanını genişletme eğilimleri de birer süreçtir ve dolayısıyla çeşitli anlarında eski ile yeniyi aynı anda içinde bulunduran eşitsiz olgulardır. Üstüne konuştuğumuz hikayeler de bu eşitsizlik ve çelişkileri bolca içinde bulunduran topraklarda geçen hikayelerdir.
Biraz daha açalım. Türkiye’nin kentleşme süreci Avrupalı örneklerden farklı olarak sanayileşmenin önünde ilerlemiştir. Kırdan kente göçün en hızlandığı ve dolayısıyla kentlerin en hızlı genişlediği dönemlerde sanayi alanı bu göçü emebilecek istihdam alanını sağlayamamış, küçük toprak mülkiyetinin yaygınlığı göç edenlerin kırla ekonomik bağlarının kopmadığı bir kentleşmeyi sağlayabilmiştir. Bu durum kente göç etmiş birinin sanayi işçiliği ya da işsizlik arasında kalacağı sanayi ile kentleşmenin el ele gittiği bir senaryo ile karşılaştırıldığında modernleştirmeyen ve sınıf savaşının dozunun düşük hissedildiği bir kentlileşme alanı oluşturulduğu görülebilir. Gecekondu mahallelerinde, marjinal hizmet alanlarında istihdam sağlayarak, kır yaşamı yeniden üretilebilmiştir.
Zeynel de Eyüp de üretim araçları ile kurdukları ilişki bakımından gayet modern denklemler içerisindeler. Yaşadıkları emek sömürüsü ve dolayımında yaşadıkları bütün problemler, hikâyenin etrafında kurulduğu temel antagonizmalar çağlarıyla tutarlıdır ve daha kentli bir sahnede de farklı bir görüntü vermeyecektir: borcun üstünde yarattığı baskı, çalışıp maaşını alamamak, haksız yere kovulmak ve patronunla aranda oluşan düşmanlık.
Bunun dışında kalan yaşamları ise daha eski bir dünyanın kalıntıları ile bezenmiştir. İnsan ilişkileri, değer setleri, yaşam alanları ve dolayısıyla kendilerini içinde buldukları durumlarda gösterdikleri reflekslerde bu bezemeyi görürüz. Biriyle yaşadığın gerginliğin sonucu ya da onurun zedelendiğinde silahı çekip o kişiyi vurmak, yine Avrupa ile karşılaştıracaksak 19.yy’ın işçi sınıfı mücadelelerinden ziyade orta çağın şövalyelerini anımsatır bize. Aşiretler ve kan davalarıyla bezenmiş bir dünyanın refleksidir. Ve yine karşılaştırma kuracaksak modern kent ortak yaşam kurulan ve birlikte hareket etme kabiliyeti/refleksi yaratan bir yaşam alanıdır. Eyüp’le Zeynel’in eylemleri ise kasıtlı ve inatçı bir biçimde bireyseldir. Zeynel kendisi de işçi olan yakın arkadaşını dahil etmemek için özel bir çabaya bile girmiştir. Buradan modern sınıf savaşımı değil, en fazla onur, yiğitlik, kahramanlık gibi temalar çıkabilir. Aynı ilkellik yine Zeynel’in “Canımı yaktılar, canlarını yaktım” sözünde de görülebilir.
Ne harman yakmak ne de ırgatbaşını vurmak karşımıza çıktıkları halleriyle modern sınıf savaşımının biçimleri olabilecek eylemlerdir. Yine de bu eylemler yadsınmamalıdır. İkisi de kendilerine dayatılan şartlar içerisinde o şartları zorlayan iradi eylemlerdir. İleriye taşınabilecek bir potansiyele işaret ederler.
Dönüşümün eşiğinde
Burada önemli olan “eskinin kalıntısı” olarak tarif ettiğimiz şeylerin yalnızca sınıf çelişkilerinin yarattığı gerginliklerin dışa vurum biçimi olarak görülmemesi. Bu örneklerde içinde bulundukları sömürü ilişkilerine boyun eğmemelerine sebep olan da aynı kalıntılardır. Eyüp için son damla aile onuruna dokunulması olmuş, Zeynel’inse baştan itibaren bütün karakteri yiğitlik temasıyla donanmıştır. Bu tarz çelişkiler bu topraklarda mücadele edenlerin faydalanabileceği çelişkilerdir.
Bu olguyu Zeynel’de görmek daha kolay. Eyüp’ü izlerken eskinin eline koluna dolanışı filmde çok daha baskın bir şekilde kendini gösteriyor. Hemme’ye ulaşabilmek için bozulan motoru yerine ödünç motor alması gerekir. Motorcu Osman’a ulaşmaya çalışırken namaza gitmek için arkadaşı dükkânı kendisine emanet eder, aldığı karpuzu kendi başına eve götürüp doğrayamayacak kadar yaşlı biri ile karşılaşınca ona yardım eder ve sürekli boş muhabbete tutan tanıdıklar tarafından oyalanır. Günün sonunda haklı öfkesi, kırın telaşsızlığı içerisinde sönümlenir.
Eyüp filmin sonunda yalnızca patronunu öldürmekten vaz geçmiş değildir, onunla kol kola halay çekmektedir. Bu sahne yalnızca mahalleciliğin modern olanı yenmesi olarak görülmemeli. Eski olan yeniyi sağlayacak şekilde: sınıf karşıtlığını uzlaştıracak şekilde yeniden işlevlenmiştir.
Eyüp’ün hikayesini bir türlü eyleme varamama hali olarak okursak günümüzü pek de fena anlatmayan bir hikâye ile karşılaşırız. Ancak filmin adı, “Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri”, bunun ötesinde bir şeye işaret ediyor. Kim bilir benzer hikayeler daha önce kaç kere yaşanmış, kaç kere daha yaşanacaktır. Eyüp’ün bütün gününü Hemme’yi öldürmek niyeti ve çabası ile geçirdiğinden Hemme dair kimsenin haberi yoktur. Bir akşam halayda Eyüp’ün elini tutarken, elini tuttuğu adamın bütün günü kendisini öldürme çabasıyla geçirdiğinin farkında değildir. Bu da bugün kendini hissettirmeyen ancak kaynayan bir gerçekliğe işaret ediyor. Filmin böyle okunması günümüzü daha da iyi açıklayacaktır. Son açıklanan asgari ücret rakamına bu gözle de bakılmalı. Eyüplerin yan yana gelip kendilerini hissettirmeye başlaması günümüzün en acil ihtiyacı olarak kendini dayatıyor.