Vatikan, Avrupa dışına çıkmak durumundadır. Roma, bir büyük bataklıktır ve Avrupa dışına açılıp, diğer kıta ve toplumsal öbeklere yetki tanımadan ''yoksulların kilisesi'' söyleminin makyajı erimeye mahkûmdur.
Tevfik Taş
Monarşiyi ideal varoluş biçimi olarak gören Katolik Kilisesi'nin Aydınlanma sonrasında geçirdiği evrim sürecinde demokrasiye zorunlu iknasından beri ''konklav'' yani papalık seçimi özel bir ilgi odağı haline geldi. Seçimle, eşit ve genel oy hakkıyla arası hiç de iyi olmadığı bilinen Papalık, Vatikan bürokrasisi içinde yaşlı erkeklerin vicdanlarına tanrının sızmasıyla verdikleri oylar ile yine tanrının yeryüzündeki vekilini seçme iddiasına dayalı ritüeline gidiyorlar bir kez daha. Kadınların kardinal olamadığı ve yine yalnızca kardinallerin seçebildiği tanrının yeryüzündeki vekili birkaç turluk bir seçim ritüeli ile kadınları da yönetecek bir devasa kilise cemaatinin başına geçiyor. Bugünlerde başlayan seremoniler silsilesi bu sürecin doğal akışıyla ilgili. Kadınların Katolik Kilisesi bürokrasisi içindeki yeri piskoposlara, kardinallere ve papaya hizmet etmekten ileri gitmez. Kadınların payına düşen, bu işleri onurlandırıcı bir şeymiş diye pazarlamanın ve bu "onur"a sahip olmak isteyen cemaat kadınlarının tuhaf mutluluğudur.
Jestlerin konseptlere galebe çaldığı bir dünyada yaşıyoruz. Genel ve eşit oy hakkının kendi cemaati dışında hayata geçirilmesine uzun süre direnen Katolik Kilisesi, sözü geçen hakları fıtratı gereği tanımazken, tanrının vekilinin 133 yaşlı erkek tarafından belirlenmesini büyük bir şatafatla 'seçim' diye pazarlayabilmektedir! Ölen papaya sahte göz yaşları döken ''dünya liderler''inin yeni papanın seçilmesi üzerine ikiyüzlüce hazırlanmış prosedürü uygulayacaklarından emin olunmalıdır. Trump, Batı palyaçosu Zelenskiy ile Ukrayna'nın değerli madenlerini iç edelarn anlaşmayı Papa Francis'in cenaze töreninde kotarmıştı örneğin. Ya da İsrail'in Suriye'yi yutma operasyonunda Hakan Fidan ile yapılan kulis çalışmasının sahnesinin de Papa Francis'in cenaze töreni olması gibi.
Jestlere odaklanmış burjuva medyası, Polonyalı Papa Karol Wojtyla'dan (Papa II. Johannes Paul) beri Vatikan ve papayı da kadrajın içine almanın kerametlerini keşfetmişti. ''Pop star'' nitelemeli Polonyalı Papa vakası ile papa seçimleri ve Vatikan daha bir özel yere yerleşmişti. Polonyalı Papa, uçuş rekorları kırarken, ''uçan papa'' burjuva medyasını kilisesi lehine kullanmayı hedefliyordu. Sermaye medyası yerleşik düzenin devamına hizmet eden her başlıkta olduğu gibi, kutsi olan kavram ve simgelerden de yağ çıkarmayı ihmal etmiyordu. Mükemmel bir karşılıklı yararlanma hadisesiydi, kabul etmek gerekiyor! 80'li yılların reel sosyalizmi içerden fethetme stratejisinin kilise – medya ayağı bu eksen üzerine kuruluydu. O gün bugündür papa ve Vatikan medyatik bir ürüne evrildi. Papalık taziyeleri ruhani Davos sahnesini çağrıştırırken, papalık törenleri uluslararası ilişkilerin gayrı resmi diplomatik arka odalarına hizmet eden otel lobileri gibi kullanıldı.
İşlevsizlik sendromu aşılabilecek mi?
2013'den beri Mukaddes Makam'da oturan Françis'in 21 Nisan 2025'de hayatını kaybetmesi üzerine başlayan Vatikan'da seçim tartışmalarında resmi üyeliği bir milyarı aşkın bir dinsel grubun liderinin kim olacağı, hangi siyasal yönelimi benimseyeceği, kilise iç yapısında radikal değişikliklere gidip gitmeyeceği gibi başlıkları üzerine pek çok değerlendirmede bulunuluyor. Bireyin tarihteki yerinin bin kez abartıldığı bu ve benzeri değerlendirmelerin medyatik gevezeliği besleyen ticari değeri elbette ki var. Bununla birlikte ana ekseni muhafazakârlık – yenilikçilik üzerine kurgulanmış yorumların papanın kişisel jestler ile simgeleşen kişilik özetini ele veren boyutlarını önemsemek gerekiyor. Zamanında adı ''Hitler'in Papası''na çıkmış XII. Pius'un papa seçilmesinden sonra Romalı muzaffer komutanlar gibi tahta oturma görüntülerinden yaka silken sade müminlerin görece alçak gönüllü makama yerleşme seremonilerinin daha fazla sempati topladığı artık Vatikan halkla ilişkiler ofisi tarafından dahi kabul edilen bir şey. Bundan dolayıdır ki, karizması parlatılmış Polonyalı Papa'dan sonra İsa'nın vekilliğine yerleşen Alman Papa Ratzinger (Papa XVI. Benedigt), reel sosyalizmin yenilgisi sonrasındaki sıkıcı papalığı medyanın ilgisini hemen hiç çekmemişti. Kurtuluş Teolojisi düşmanlığında özel ihtisas yapmış Alman Papa'nın işlevli olmasına dair talebin düşüklüğü o kadar can sıkıcıydı ki, Alman Papa bir ilke imza atarak 'ben artık papalık yapmıyorum' diyerek tanrıdan ve kiliseden affını istemişti. Eş zamanlı olarak iki papanın tuhaf kaçan tanrısal vekilliği tam bir işlevsizlik sendrumuydu. Aydınlanma birikiminin yara aldığı, sosyalizm talebinin kısık sesli kaldığı dönemlerde papa ve Vatikan'ın da düzen siyasetinde karşılığı o oranda önemini yitiriyor. Bu gerçeğin en iyi kanıtı Alman Papa Ratzinger vakasıdır. Kilise içi pedofili vakalarının sayısının artması, Vatikan Bank'ın vergi kaçırması, kilisenin uyuşturucu tedarik zinciri içindeki yerinin gün yüzüne çıkması ve sözü geçen papanın kendisini yaşlı ve halsiz hissetmiş olması da bu ''af dileme''de etkili olmuştu elbette. Ancak istifaya neden olan asıl sorun Vatikan'ın patronunun yeni koşullara kendini uyarlayamamış olmasıydı. Liberal kilise yorumcularının papayı ''gelenekçi'' diye olumsuzlamalarının asıl nedeni bu yeni koşullara uyum sağlama meselesidir.
Papa ve Vatikan'ın asli görevi yerleşik düzeni ayakta tutmaktır. Dinsel söylem bu işlevi işlerli kılan zorunlu koruyucu kabuktur nihayetinde. İddia, bunun tersi olsa da. Türk hakim bürokrasisinde zamanında adı görgüsüz bir pişkinlikle dillendirilen ''Türk Papa'' yani Roncalli (Papa XXIII. Johannes), bir geçiş dönemi papası olarak seçilmişti. Zira Papa seçildiğinde yaşı 77 idi. Yalnızca dört buçuk yıl papalık yapabildi, daha fazlasına ömrü yetmedi. Ancak bu kısa sürede bile Soğuk Savaş'ın ''yumuşama'' stratejisini kendi mecrasına uyarlamayı başarmış, reel sosyalizmi çeper boylarından dinsel işbirlikleri ile kuşatmaya dönük siyasal bir hat izlemişti. Katolik Kilisesi'nin Soğuk Savaş'a uyum sağlayan ve bu süreci kilise lehine olacak şekilde planlayabilmiş en etkili Soğuk Savaş geçiş dönemi papasıdır Roncalli. Polonyalı Papa, Roncalli'den daha popüler bir figür olmasının nedeni kaleyi içerden yıkma konusunda yumuşama döneminden farklı bir saldırganlıkla hareket etmiş olmasındandır. Roncalli, halefi ''Hitler'in Papası'' XII. Pius gibi gözü kara bir antikomünizm çizgisini benimsememiş, uzun Türkiye mesaisinde kuşatma stratejisinin muhafazakâr modellerde ısrar etmekle değil, yenilikçi görüntüsü ile mümkün olacağını görmüştü. Komünizmle bir arada (uzun süre) yaşamanının mümkün olmadığını bilen bir antikomünizmi temsil ediyordu namı diğer Türk Papa. Doksan küsur yıl sonra Vatikan II. Konsil'ini toplama kararı alarak, hem Katolik Kilisesi içindeki Hitlerci Papa paslanmasını törpüleyerek yönünü Berlin'den Washington'a çevirdi hem de Ortodoks Kilisesi ile iyi ilişkiler geliştirme adı altında reel sosyalizmin egemen coğrafyasına yumuşak bir giriş yaptı.
''Türk Papa'' Roncalli, Papalık seçiminde görece uzun bir turlamada Papa seçilmişti. 51 kardinal arasında üçte ikiye ulaşmak için on bir tur gerekmişti. Polonyalı Papa Wojtyla, 111 kardinal arasında üçte ikiye ulaşmak için sekizinci turda seçilmişti. Polonyalı Papa'dan önce seçilen ve yalnızca ''33 gün'' papa kalabilen Luciani ise kardinaller arasında en sevilen olmalıydı: Yalnızca dördüncü turda seçildi Luciani (Papa I. Johannes Paul). 1978 yılında 66 yaşında henüz 33 günlük papayken ''ani bir ölüm''le tasfiye edilmişti. Otopsisinin yapılmasına Vatikan devlet bürokrasisi izin vermedi. Luciani'nin sağlıklı bir insan olduğunu belirten yirmi yıllık özel doktoru dahil herkes şaşkınlık içindeydi. Yaklaşık bir buçuk ay sonra adı pek de bilinmeyen Polonyalı kardinal Wojtyla İsa'nın vekilliğine getirilmişti. Yani seçimde kaçıncı turda seçildiğinizin önem bulunmuyor Vatikan'da. Kime, nasıl ve hangi becerilerle hizmet edildiğidir ayırt edici asıl seçimi belirleyen. Klasik dönemde Papalığı yönlendiren krallar hatta derebeylerdi. Bugün ise istihbarat örgütleri ve tabii sermaye düzeninin üst belirleyenleridir.
Olası yeni Papa kimi referans alacak: Papa XIII. Leo mu, Papa XII. Pius mu?
Klasik dönem Papaları ağırlıklı olarak soylu ailenin çocuklarından ya da teoloji eğitiminde en yeteneklilerden seçilirdi. Askeri becerileri olanlar da bu gruplara eklenebiliyordu yer yer. Sosyalizmin emekçiler arasında güç kazanması ile birlikte papalar arasından emekçi kökenli olanlara da yer verilmeye başlanmıştı. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında bu eğilim güç kazandı. Bu eğilimi temsilen, emekçi sınıflar ile sosyal bağı olan ilahiyatçıların tercih edilme eğiliminde sapma olmayacağını iddia etmek temelsiz olmasa gerek. Zira yoksulluğun derinleştiği, insanların kavimler göçünü andıran yerlerinden yurtlarından sökün ederek yaşam mücadelesi verdiği bir dünyada kilisenin varlığını koruyabilmek için dahi yoksul kitlelerden uzak duran bir siyasi hat izleyemeyeceği nettir. Bu bağlamda, Vatikan 1870'lerden daha fazla ilham alıp, bu dönemin yarattığı sosyal politikalara daha fazla referansla siyaset yapmaya azami gayret gösterecektir. ''İşçi Papa'' olarak özenli ve programlı bir imaj çalışması yapan dönemin papası XIII. Leo'nun ''Katolik sosyal öğretisi'', sıçanların kemirici eleştirisinin insafına bırakılmayarak, raflarda yerini hızla alacak gibi görünmektedir.
Vatikan, daha fazla politikleşmek zorundadır. Daha az liturjik söylem daha fazla sosyal dayanışma çağrısı yapıp, bunun gereksinim duyduğu örgütlülüklere alan açmak durumundadır. Merhum Papa Francis'in ''yoksulların kilisesi'' söylemine yeniden sarılması tam da bu ihtiyacın ürünüydü. Bu sürecin devam edeceğini, olası yeni papanın yoksulluk başlığını başa yazan bir söylemi devam ettireceğini varsayabiliriz. Muhafazakârlar – yenilikçiler ekseni üzerine kurulu medyatik söylemin hiçbir karşılığı bulunmamaktadır. Bütün dinler gibi, Katolik Kilisesi de kadın düşmanıdır. Ne kadar reform yapılırsa yapılsın asla bir kadın kardinal olamayacaktır örneğin. Bu başlığı işleyen bir yeni konsil toplanabilir ancak sınıf meselesinin türevi olarak şekillenen cinsler arası ayrımcılık başlığı da gevelenip duracaktır. Çünkü sınıflı toplumu tanrının ''doğal düzeni'' diye kitlelere yutturmaya çalışan bir ideoloji ile eşitlik fikri her daim uzlaşmazlık içinde olacaktır.
Vatikan, Avrupa dışına çıkmak durumundadır. Vatikan'a içrek olan yüzlerce yıllık İtalyan kardinaller belirlenimi biteli çok oldu. Roma, bir büyük bataklıktır ve Avrupa dışına açılıp, diğer kıta ve toplumsal öbeklere yetki tanımadan ''yoksulların kilisesi'' söyleminin makyajı erimeye mahkûmdur. Emperyalist krizlerde özerkliği tehlikeye giren Roma Kilisesi, derinleşen yoksulluk ve sıcak savaş başlıklarında kitlelerin kalbini kazanmaya dönük siyaset izlediği oranda sözü geçen özerklik meselesinde de mesafe alabilecektir. Yoksa Papa XII. Pius'un başına gelen ''Hitler'in Papası'' kıskacı bir başka düzlemde farkı görünümler altında yinelenecektir.
Eski kilisenin olası yeni papası, dinsel yobazlığın sermaye elinde bir yönetim aracı olarak kullanılmasına karşı direnen sosyalist Aydınlanmacılığa ve onun devrimci laikliğine karşı kamusal alanda güçlü bir hat örmeye çaba harcayacaktır. Özelde ateizme karşı yürütülen kadim ideolojik kavgaya hız verilecek, genelde de kamusal alanın dinselleştirilmesi için sermaye destekli proje ve programlara cömert krediler ekleneceğinden kuşku duymamak gerekiyor. Aydınlanma sonrası Avrupa tarihinde Papalık, kültürel ve ideolojik hegemonyanın ana bileşkesiydi. Emekçi sınıfların sömürü düzenine ikna edilmesi bu işlevin temel motivasyonuydu. Bu ideolojik hegemonya mücadelesinde olası yeni papanın alacağı tutum, büyük ihtimalle, yeni faşizmleri savunan XII. Pius'dan ilham alan çizgi değil, ''yoksulların kilisesi'' söylemine referansla emekçi sınıflarla empati kurmaya dönük yönelimi benimseyen, güncellenmiş bir XIII. Leo çizgisinin güç kazanacağı gibi görünmektedir.
Not: Bu yazı Vatikan'daki papalık seçimi yapılmadan önce kaleme alınmıştır.