Elon Musk’ın çipi bizi hangi engelden kurtarıyor?

Yani doğru soru pek de şu şekilde değildir: “neden birbirimizi anlayamıyoruz?”. Soru daha çok şöyle olabilir: “Nasıl bir toplumda yaşıyoruz ki birbirimizi anlayamıyoruz?” İnsanın özgürleşmesini sağlayacak ilke liberal ütopyanın ileri sürdüğü gibi “başkasına zarar vermediğim sürece…” değildir; buradan bir “bütün” çıkamaz. Asıl mesele hangi etik kodlarda ve nasıl ortaklaşacağımızdadır.

Anıl Çınar

Musk, geçtiğimiz saatlerde, insanlığı sonunda ileriye sıçratacak buluşlarından birini daha tanıttı.

Elektrikli arabalar, yeraltı tünelleri, uzay yolculukları, beyne takılan çipler (ve alev silahı) derken, bunlar birer birer gerçekleştirilirken işin ciddiyet kazandığını kabul etmemiz gerekiyor: Karşımızda, cebe attığı kârların halkla ilişkiler çalışmasını yapan bir figürden ötesi bulunuyor.

Jobs ya da Musk gibi karakterleri medya önünde tutan, takdir edilir kılan bir düzende yaşıyoruz ve bunun elbette nedenleri bulunuyor. Öte yandan, buradaki asıl sorun “liderlik” ya da “öncülük”  kavramıyla ilgili.

Gerçek lider geniş kitlelerin “yapabilme” potansiyelini açığa çıkarır. Bunun yine geniş kitlelerin istekleriyle ilişkilenme, hatta onları yönlendirmekle ilgili yanları olduğu da yadsınamaz. Bu açıdan, gelişmiş teknolojik metalar yelpazesinin her yıl büyük bir şölenle “halk”a ilan edilmesini “reklamcılık” becerileriyle açıklayamayız.

Asıl sorun bu metaların üzerine yapıştırılan “engel kaldırıcı” etiketidir. Ucuz roket ile insanlığın uzay macerasının, elektrikli arabayla ekolojinin, yeraltı tünelleri ile trafiğin ve nihayet beyne takılan çip ile insanlar arasındaki iletişimin önündeki engeller kalkacaktır. (Alev silahı ile de sanıyoruz ki espri anlayışımızın…)

Meta denilen şey fetiş karakteri yüzünden zaten mistik bir yana sahipken ve aslında engelin kendisi tam da bu “metalar düzeni” iken bu sefer karşımızda insanlığın sorunlarını çözecek bir metayı bulmamız gerçekten Musk’ın “öncü” olarak yüklendiği işlevin bir sonucu olsa gerek. Musk değilse bile yüklendiği bu işlevin kendisinin etkili olduğunu düşünüyoruz.

Musk sosyal medya tuhaflıklarıyla geniş kitlelerdeki kredisini tüketmekten geri durmuyor; ancak aslen bu son ürünüyle, yani çip konusunda ilginç ve tehlikeli bir alana adımını atmış bulunuyor: Çip meselesi haklı bir korkutuculuğa sahip ve işin sonunda dünyaya “bela”yı getiren “öncü” kişi olarak anılmak da var.

Halbuki mesele bu sefer biraz daha “derin”. Çünkü Musk’ın iddiası biyonik göz ya da işitme implantı gibi bir şey üretmenin kesinlikle ötesinde.

Musk bu sefer insan toplumunun geleceğine dair ciddi tartışmaları alevlendirmiş durumda. Musk’ın iddiası insan zihninin okunmasıyla insanları birlikte hareket etmekten, birbirlerini anlayamama sorunundan kurtaracak cihazı yarattığı yönünde.

Peki gerçekten böyle mi? Anılarımız birbirimize bir tık uzakta mı duruyor?

Şu dil meselesi

Mesele gerçekten de derin; çünkü Musk’a göre çip, insanları iletişim kurdukları ara yüzeylerin engelleyiciliğinden kurtaracak bir potansiyele sahip.

İlk bakışta neden olmasın diyoruz değil mi? Başta tek sorunumuz hızdı, zamandı; çünkü sonrasında anlayacaktık ki telefonumuz, internetimiz yoktu; haber almak, anlaşmak zaman alıyordu. Bir de sosyal ritüeller vardı: Asıl isteğimizi anlatabilmek için tüm o sosyal-ahlaki kodların uygun gördüğü labirentten geçmeli, oyunu kuralına uygun şekilde oynamalıydınız.

Modern toplum her şeyi standarda bağlarken sosyal iletişimin zorlu olduğu düşünülen dolambaçlı yollarına da belli sadeleştirmeler getirmişti. Fakat artık elimizde dijital dünyanın hızı da mevcuttu. Telgraf, telefon, internet derken her seferinde zamansal farkın yarattığı sorunların üstesinden gelinmişti… Halbuki, bugünden bakılınca, sonuç tam bir başarısızlık olarak göründü. Bunlar işe yaramamıştı ve bize artık “tüm engelleri kaldıracak” bir atılım gerekiyordu.

Dil de buna dahildi. Evet düpedüz konuştuğumuz, yazdığımız dilden bahsediyoruz. Musk’ın çipinin asıl marifeti size sormadan sizin verilerinizi okuyabilmesiyle ilgili. Sadece duygudurumun ölçülmesi değil mesele, aklınızdan direksiyonu sola çevirmeyi geçiriyorsunuz ve Tesla marka otomobilinizin direksiyonu siz kelimelere (yani bir arayüzeye) dökme ihtiyacı duymadan anlıyor ne yapmak istediğinizi. Bu ise beyne indirilen sondanın bilişsel bir sonda olarak çalışacağı anlamına da geliyor.

Musk’ın bu adımından heyecan duyan kuramcılar elbette oldu. Çünkü fikir gerçekten müthiş: Hepimiz bir tür “beyin interneti” ile birbirimize bağlı olursak ve “anlam zaiyatı” yaşanacak tüm engelleri ortadan kaldırabilirsek sonunda kolektif zekaya ulaşabilmiş olacağız.

Halbuki bu düşüncenin engel olarak gördüğü şey aslında tam da insanı insanı yapan şeyin kendisidir. İnsanı hayvandan ayıran en temel şeyin kolektif yaşam olduğunu söyleriz genelde. Halbuki bu haliyle eksiktir. İnsan, hayvandan farklı olarak, ürettiği araçlarla kendi doğasını dönüştüren, tam da bu araçlar bütünün yarattığı bütünsel etki sayesinde bilincini geliştiren bir canlıdır. Dil ise insanın insan olma sürecinde yarattığı en önemli aracıdır ve bu araç elbette doğası gereği ancak kolektif olarak yaratılabilir.

Bununla birlikte, dil bir kere yaratıldıktan sonra düşünme sürecinin tamamını dönüştürür. Dilden bağımsız düşünmek mümkün değildir. Bu,“yazı”da da böyledir: sembol ve simgelerden harflere gidildikçe insanın soyutlama kabiliyeti müthiş hızlanır, bilişsel yeteneklerinde sıçrama yaşanır. İnsan  ancak dil ya da başka bir araçla ilişkilenirken düşüncelerini netleştirebilir ve bu düşünceler başka bir ara ortama, dile, pratiğe dökülmediği sürece aslında bir açıdan “önemli” de değildir. Önemli olan, düşüncenin kolektif pratikte gerçeklik kazanması, bu bütünsel sürecin kendisidir.

İşte aslında aradaki engel olarak görülen araçlar toplamı anlama-aktarma-iletişim kurma ve “özne” olma sürecinin merkezi öğesidir. Sorun bu araçların ortadan kaldırılması olamaz; sorun bu araçlarla kurulan ilişkinin niteliğiyle ilgili olabilir ancak.

Yani doğru soru pek de şu şekilde değildir: “neden birbirimizi anlayamıyoruz?”. Soru daha çok şöyle olabilir: “Nasıl bir toplumda yaşıyoruz ki birbirimizi anlayamıyoruz?” İnsanın özgürleşmesini sağlayacak ilke liberal ütopyanın ileri sürdüğü gibi “başkasına zarar vermediğim sürece…” değildir; buradan bir “bütün” çıkamaz. Asıl mesele hangi etik kodlarda ve nasıl ortaklaşacağımızdadır.

Burada dile, ritüellere, “engel”lere, kısacası insanın ürünü olan tüm düşünsel-maddi araçlara sonuna kadar ihtiyaç vardır. Asıl sorun, bizim bu araçlar toplamına değil bu araçlar toplamının bize hükmetmesidir. Çünkü kapitalizmde her şey metalaşır.

İnternet hız ve ortaklaşma anlamında müthiş bir potansiyele sahipken sonuç her bir “birey”in verilerinin metalaşması sonucunu doğurdu. Büyük tekeller büyük veri merkezleriyle toplumun tüm verisine erişiyor, kullanıyor, kâra dönüştürüyor…

Beyne takılan çip de ilk bakışta korkutucu ve rıza dışı gibi gözüküyor olabilir. Halbuki asıl korkutucu olan kendinizi kendi rızanızla büyük mekanizmaya emanet etmeniz, buradaki “bilinçli” yan değil midir? Asıl tehlike birilerinin zorla ve sinsice kafatasınızın altından verileri kaçırması değil de sizin bile isteye bunu yapacak duruma gelmiş olmanız değil midir?

Çipli insan ve geleceğin toplumu

Musk her ne kadar insanın bilişsel işleyişini bilgisayar terimleri ile ifade etse ve kendi deyimiyle “Black Mirror dizisindeki gibi” bilinç depolamanın ve aktarmanın mümkün hale geleceğini söylese de bunun gerçeklikle pek örtüşmediğini belirtmemiz gerekiyor.

Bunun detayına elbette felsefeye adım atmadan açıklık getirmek imkansız ve Musk’ın böyle bir kabiliyete sahip olmadığı da açık. Öte yandan, bu “büyük sıçrama” illüzyonunun sonuçları son derece ciddi oldu: Bir tür zombi kapitalizminden, insan sonrası kolektif topluma ve kolektif zekaya kadar türlü tartışmalar gerçekleştirilmeye devam ediyor.

İnsan bilincinin insanın özgürlüğü sorunuyla ilişkisi bu tartışmaların tam da merkezinde yer alıyor.

Burada korkuya yer olmamalı. Beyin çipi bir yana, insanı kimi eksiklerinden kurtaran implantlar çok uzun zamandan beri kullanılıyor. Biyonik göz, işitme aparatları, yapay sinir üzerine çalışmaları sıkça duyuyoruz. Yapay organ anlamına gelebilecek ya da insanı handikaplarından kurtaracak her tür gelişmenin sevinç yaratmaması gibi bir durum olamaz. Bunun daha ileri sürümlerinin gerçekleşmesi de bizce kaçınılmaz.

Bu anlamda “çip”in bazı başarıları olacağını, bunlar yokmuş gibi davranılamayacağını not etmemiz gerekir; ama üzerindeki illüzyonik örtüyü de tamamen kaldırmamız.

Problem herkese zorla çip takıldığı bir tür zombiler kapitalizmi yolunda ilerlememiz değil. Kapitalizmi yerinden üreten dinamikleri asla hafife almamamız gerekiyor: Problem çiple yaşamayı bir şekilde ister hale gelmenin kendisinde; yani bunu yaratan rızanın kaynaklarında.

Daha somut konuşalım… Herkesin “çiplendiği” bir toplumda her bir aktör artık gerçek anlamda bir özne de olamaz. Üstelik o çiplerin bize ne yapt(ırd)ığını fark da edemiyorsak bu hepten böyledir. Kapitalizm her bir bireyin bazı şeyleri arzuladığı, bazı amaçlar doğrultusunda harekete geçtiği, ortadaki bozuk etik/ideolojik yapıyı bir anlamda pratik olarak yeniden ürettiği bir düzendir.

Meta üretmekten olmasa bile metalar dünyasında yaşamanın bazı unsurlarından bir tür “keyif” alınamadığı (ki bu geriye dönük olarak metayı üreten kişiyi de bir motivasyona sokar), bu doğrultuda “kendi kendine işleyen” bir süreç mevcut olmadığı sürece kapitalizmi kapitalizm yapan bütünlük de kaybolur. Açık zorlama kendi karşıtını üretir, bu da hemen bir mücadele konusu haline gelir. Fakat açık zora eşlik eden bir rıza ya da doğrudan “rıza”nın kendisi çok daha tehlikelidir.

İşte bu noktada bütün hayallerden, sahte çözümlerden kurtulmamız gerekir. Bir teknolojinin kendi başına özgürleşme ya da ilerleme getiremeyeceğini anlamak için hemen şu soruyu sormak zorundayız: “Peki kim yönetecek?” Burada özerk özgürlük alanlarının olabileceğini düşünmek saçmadır.

Ama diğer soru daha da önemlidir: “Teknoloji, özgürleşmemizi sağlayacak tek seçeneğimiz midir?”

Ardından gelecek soruları sıralamak belki daha açıklayıcı olacaktır: “Anlaşmanın, birlikte hareket etmenin önündeki engeller kalktıysa daha huzurlu bir toplum inşa etmek, hiç değilse birlikte mücadele etmek daha mümkün hale gelmeyecek midir?” Bugünlere insanın aciziyeti yüzünden geldiysek bunu ortadan kaldırmak ‘insan sonrası insanı’ yaratmanın ve geleceğin toplumunu inşa etmenin ilk adımı değil midir?”

Bu soruların arkasında tek bir motivasyon bulabiliriz: kolay çözüm arayışı.

Hayır ve bu noktada geleceğin toplumunun müthiş bir uyumla işleyeceği hayalinden de kurtulmak gerekiyor. Yani herkesin beyninin birbirine bağlı olduğu statik bir toplum ancak “içinde tüm ineklerin siyah olduğu bir geceye” benzeyebilir. Bu anlamdaki bir “kolektif zeka” hayaldir. Gerçek, komünist toplum (yaygın kanının aksine) herkesin eşit olduğu değil “eşitlik” ilkesine ihtiyacın kalmadığı türden bir etik yaşamla mümkün olabilir. Bu komünist etik yaşamda ise elbette ki bazı ahlaki kodlar, ritüeller, “yorum alanları” olacaktır.

Bunların ortadan kaldırıldığı, bireyin kısa devreye uğratıldığı bir toplum hayvan olmaya geri dönüştür. Çözüm bunları ortadan kaldırmaktan değil; yeni içeriğiyle yaratmaktan ve işleyebilir kılmaktan geçiyor.

Bunu bireyin inisiyatif alanını bitirerek, yani özneyi yok ederek ya da burada konuştuğumuz şekliyle “beyinleri birleştirerek” gerçekleştirmek hayal değilse bir çarpıtmadır. Yani gerçek toplum, bireyin toplumuyla kurduğu bağın dinamik ama uyumlu doğasını garanti altına alabilecek bir toplum olabilir ancak. Bu ise liberalizmin ya da her türden teknolojik ütopyanın ufkunu aşar; çünkü bu toplum ancak kapitalizmin ötesine atılacak cüretli adımın ürünü olabilir. Çünkü bu yeni, komünist etik yaşam asla eski düzenin üzerinde inşa edilemez.

İşte unutmamız gereken budur: Çip taktırıp taktırmama “özgürlüğü”nü düşünmek yerine bir an önce bu düzenden çıkışın yollarını inşa etmek.