3. Doğan Avcıoğlu Ödülleri sahiplerini buldu. "Düzenini Arayan Osmanlı" eseriyle birincilik ödülünü alan Çağdaş Sümer, kitabı ve Avcıoğlu'yla ilgili sorularımızı yanıtladı.
Yekta Armanc Hatipoğlu
Eskişehir Odunpazarı Belediyesi ve Tekin Yayınevi, kurucusu ve yazarı olduğu Yön ve Devrim dergileriyle aydın hareketinin öncüsü olan Doğan Avcıoğlu için sosyal bilimler alanında "Doğan Avcıoğlu Ödülleri" düzenliyor.
Bu yıl üçüncüsü düzenlenen ödül töreninde Çağdaş Sümer'in "Düzenini Arayan Osmanlı" eseri birinciliğe layık görüldü.
İkinciliğe Tolga Şirin’in "Meclis Hükümeti – Rousseau’dan Marx’a Lenin’den Atatürk’e Bir Ortak Kesen", üçüncülüğe Hatice Duygu Bankoğlu’nun "Rusya’da ve Türkiye’de Planlamanın Değişimi" eserleri seçildi. Onur ödülüyse tarihçi Feroz Ahmad'a verildi.
Ödüller dün Eskişehir'de düzenlenen törende sahiplerine verildi.
'Onun kadar cesur aydın Türkiye tarihinde çok azdır'
Törende ilk sözü Tekin Yayınevi adına Genel Yayın Yönetmeni Elif Akkaya aldı ve Doğan Avcıoğlu'nun eserlerini yeni basımlarıyla okuyucuya ulaştıracaklarını duyurdu.
Akkaya’nın ardından konuşan Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Gökhan Atılgan, Avcıoğlu’nun sol Kemalist, devrimci, sosyalist ve Marksizmden beslenen bir aydın olduğunu söyledi.
Doğan Avcıoğlu’nun cesur bir aydın olduğuna dikkat çeken Atılgan, "Yön dergisini çıkardığında sosyalizm kelimesi bir tabuydu. Sosyalistler kendilerini toplumcu olarak adlandırmak zorunda kalıyorlardı. Birinci sayısının baş yazısında Türkiye için tek çıkar yolun sosyalizm olduğunu söyleyen cesur aydınımız kendisidir. Hasan Hüseyin Korkmazgil gibi büyük şairimiz Nâzım Hikmet’in şiirlerini okuduğu için 1950’li yıllarda öğretmenlikten atılmıştı. Nâzım hikmet bir tabuydu. Kitapları basılmıyordu. Şiirleri el yazmaları ile elden ele ulaşıyordu. Onun şiirlerini ilk yayımlayan kişi Doğan Avcıoğlu’dur" dedi.
Ödüllerin seçici kurulunda yer alan Eski CHP Genel Başkanı Altan Öymen, aynı dönem gazetecilik yaptığı Avcıoğlu'ndan şu sözlerle bahsetti: "Atatürk’ün devrimlerine inanıyordu. O devrimlere inanmasıyla birlikte sosyalist niteliği de taşıyordu. Bir nevi Kemalizm ve sosyalizmden yararlanarak yeni bir yol hartası çizmeye çalışıyordu. Gazetecilik ilk yaptığı işlerden biridir."
Öymen’in ardından son sözü alan Odunpazarı Belediye Başkanı Kazım Kurt, ödül alan yazarları tebrik etti, Avcıoğlu’nun Türkiye’ye "yön" vermiş insanlardan biri olduğunu ve yaşatılmasının önemli olduğunu söyledi.
Konuşmalar bittikten sonra Tepebaşı Belediye Başkanı Ahmet Ataç, Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi Eskişehir Temsilciği ve Türkiye Komünist Partisi Eskişehir İl Örgütü’nün selamları salona iletildi.
'Düzeni değiştirmek istiyorsak nasıl kurulduğunu bilmeliyiz'
3. Doğan Avcıoğlu Ödüllerinin birincisi Çağdaş Sümer, kendisine bu ödülü getiren "Düzenini Arayan Osmanlı" adlı çalışmasını, ödül törenine ismini veren Doğan Avcıoğlu üzerine sorularımızı yanıtladı.
“Düzenini Arayan Osmanlı”da eski rejimden II. Meşrutiyet’e uzanan uzun bir dönem boyunca Osmanlı İmparatorluğu’nu sınıf mücadelesi ekseninde anlattınız. Kitabınızda, resmi tarih tezlerinin de etkisiyle, ülkedeki Osmanlı anlatısında eksik olan “sınıf” başlığını işlemeye iten neden veya nedenler neler?
Birinci neden dünyayı ve tarihi okuma şeklim, ben bir Marksistim. Bir Marksistin, Marksist bir tarihçinin esas görevinin, esas sorumluluğunun dünyayı ve kendi bulunduğu coğrafyayı, onun yapısını, orada yaşanan değişimleri sınıf mücadeleleri merkezli bir analizle okumaya çalışmak olduğunu düşünüyorum.
Eğer biz içinde yaşadığımız düzeni değiştirmek istiyorsak o düzenin nasıl kurulduğunu bilmek durumundayız. Bunu bilmek için de biraz gerilere dönüp, böyle uzun süreli sınıf mücadelelerinin tarihine bakmamız gerekiyor. Çünkü buradan alınacak çok fazla ders var. Buradan öğrenilecek çok fazla şey var ve bunlar aslında sınıf merkezli olmayan çeşitli Osmanlı özelinde tarih okumaları tarafından sürekli karartılmış durumda.
Sınıfın yerine sürekli başka yapılar konuluyor. Bu yapılar üzerinden Osmanlı ve Türkiye tarihi anlaşılmaya çalışılıyor ve bu sadece Osmanlı tarihinin belli alanlarının karanlıkta kalmasına neden olmakla kalmıyor, şu an içinde yaşadığımız bu düzenin nasıl değiştirebileceğimize dair kafa yormamız da engelliyor. Dolayısıyla benim sınıf mücadelesi üzerinden uzun bir Osmanlı analizi yapmaya iten şey aslında anlamak ve değiştirmek çabası.
'Tez' olarak kalmayan bir 'tez'
Kitabınız Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Siyaset Bilimi Anabilim Dalında savunularak kabul edilen “Eski Rejimden II. Meşrutiyet'e Osmanlı İmparatorluğu'nda Devlet Oluşumu ve Siyasal Çatışma Dinamikleri” başlıklı doktora tezinin gözden geçirilmesiyle ortaya çıktı. Türkiye’de genellikle tezler kitaplaştırılırken tez olarak kalıyor. Genel okura hitap etmekten uzak kalıyor ve bu durum akademi ve okur arasındaki iletişimin zayıf kalmasına neden oluyor. Türkiye’de akademinin içinde bulunduğu durumu da göz önüne alarak bu konu hakkında neler söylemek istersiniz?
Türkiye’de üniversite ve genel olarak bilimsel faaliyet büyük bir çıkmazın içinde. İster üniversitede ister dışarıda çalışsın, araştırmacıların cesaretlendirilmek yerine kösteklendiği bir ülkeden yaşıyoruz. Tabii bunun en önemli nedeni piyasalaşma. Yani piyasa akademiyi bugün öyle bir teslim almış durumda ki akademide üretilen bilginin piyasa dolayına girmeden okuyucuyla, yani esas hitap etmesi gereken kitleye ulaşması, onunla buluşması çok güç.
Burada piyasa derken sadece bilimsel üretimin bir tür metaya dönüşmesini kastetmiyorum. Piyasalaşmadan kastım üniversitenin bir bilimsel bilgi üretim merkezi olmaktan çıkıp bir kişisel kariyer inşası mecrasına dönüşmüş olması, yani yazılan her şeyin, yapılan her araştırmanın piyasa ve kariyer odaklı hale gelmesi. Bu, üretilen bilginin esas ulaşması gereken kişilere, yani halka ulaşması önünde önemli sıkıntılar doğuruyor.
Ben bu konuda şanslıyım çünkü kitabımı basan Yordam, bu konuda çok özenli ve emek harcayan bir yayınevi. Ben de kitabı daha tez aşamasında yazarken hep aklımda o kolektif dünyayı anlama ve değiştirme çabamızın bir parçası olarak kurguladım. Bu ister istemez kitabın diline, kurgulanış biçimine, yapısına da yansıdı. Tezi yazdığımda yapılan yorumlardan biri bir tezden çok genel okur kitlesini hedef alacak bir kitap şeklinde kaleme alınmış olduğuydu. Bunu ne kadar başardım bilemiyorum ama sonuçta ortaya üniversitede sıkışıp kalmayan, belli bir uzmanlık alanının dehlizlerinde kaybolmayan, bilakis gerçekten hitap etmek, ulaşmak istediği insanlara ulaşabilecek bir kitap çıktı. Bu nedenle o yüzden şanslı görüyorum kendimi ve kitabı.
'Doğan Avcıoğlu değişim için ülkenin içine bakıyor'
Bu ödül törenine de adını veren, Türkiye’nin en büyük ve birikimli aydınlarından Doğan Avcıoğlu, son zamanlarda çokça tartışılıyor. Kitapları tekrar basılıyor. Avcıoğlu sizin için ne ifade ediyor ve Avcıoğlu’na olan ilgiyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok şey ifade ediyor. Ödül töreninde yaptığım konuşmada da değinme şansı buldum. Bir kere Doğan Avcıoğlu, bütün bu entelektüel faaliyetini Türkiye’yi ve düzeni nasıl değiştirebileceği sorusu etrafında örgütlemiş bir insan. Ve bu çok değerli çünkü Türkiye’nin düzenini değiştirmek için Türkiye’nin düzenini anlamak gerekiyor ve Türkiye’de aydınlar çok uzun bir süredir Türkiye’yi değiştirme çabasını terk ettiler. Bu çabadan uzaklaşmış aydınların Türkiye’yi anlamak için gerekli araçları da üretemeyeceklerini düşünüyorum. Dolayısıyla Doğan Avcıoğlu, bu açıdan her zaman dönüp bakılması gereken bir isim.
İkincisi, yine konuşmamda belirttim, Doğan Avcıoğlu, bu değişimin ülkenin kendi dinamikleriyle olabileceğine inanmış bir aydın. Burada esas önemli olan şey şu, Doğan Avcıoğlu, değişim için ülkenin içine bakıyor, ülkenin kendi dinamiklerine bakıyor ve buranın değişebilir olduğuna inanıyor. Bu da Türkiye’de aydının çok uzun süredir kaybetmiş olduğu bir özellik. Yani düzenin, kendi ülkesinin iç dinamikleriyle değiştirilebileceğine olan inanç Türkiye’de çok zayıflamış durumda. Belki bu anlamda biraz Osmanlı aydınına dönmüş durumda Türkiye aydını. Bizim aydınımız da değişimin kaynağı olarak dışarıya bakar. Bu açıdan da Doğan Avcıoğlu çok önemli bir figür.
Son olarak da tabii ki sınıf meselesi. Doğan Avcıoğlu her ne kadar Marksist bir devrimci olmasa da Marksizmden çok etkilenmiş ve Marksizmin düşünce sistematiğini iyi bilen, onun içine girmekten çekinmeyen bir isim, bunu çalışmalarına yansıtıyor. Doğan Avcıoğlu, bu açıdan da çok değerli bir aydın.
Avcıoğlu, bunların dışında çok çalışkan bir insan. Bizim en önemli eksiklerimizden biri çalışkanlık. Bu nedenle çalışkanlığı Doğan Avcıoğlu’na baktığımızda görmemiz gereken en önemli yanlarından biri. Onun bu çalışkanlığını, bütün enerjisini, bütün birikimini, bütün vaktini kendi davasına, yani Türkiye’yi bir devrim yoluyla değiştirme davasına adamış olması; buraya bakması lazım gençlerin.
Fakat burada bir uyarıda da bulunmak lazım. Doğan Avcıoğlu’na yönelik ilgi aslında Türkiye’de genel olarak ideolojiler alanında bir altüst oluşun yaşandığı, artık Kemalizmin var olduğu haliyle ihtiyaçlara yanıt veremediği, İslamcılığın giderek toplum nezdinde etkisini kaybettiği bir konjonktürde gündeme geldi.
Türkiye’de memlekete dair duyarlılıkları olan gençler bir arayış içindeler. Eğer bu arayış sadece Türklerin tarihini yazmış bir aydının peşinden gitmeye dönecekse bu problemli. O yüzden Doğan Avcıoğlu’nu sadece Doğan Avcıoğlu olarak değil kendi içinden yetiştiği ve sonra da dönüşümüne çok büyük katkıda bulunduğu bir aydın kuşağının parçası olarak görmek, okumak gerekiyor.
O yüzden Doğan Avcıoğlu'nu gençler umarım okuyorlardır, daha çok okusunlar ama onunla birlikte örneğin Yalçın Küçük de okusunlar, Behice Boran da okusunlar. Aralarındaki tartışmaları bilsinler. O tartışmalar bugün ne ifade ediyor, onun üzerine kafa yorsunlar.
Dolayısıyla Doğan Avcıoğlu’nu romantik bir milliyetçi kahraman olarak değil, kendi tanımladığı şekliyle Türkiye’yi bir devrim aracılığıyla, bir devrim üzerinden sosyalist, kalkınmış, müreffeh bir ülke haline getirme davası için her şeyini ortaya koymuş bir devrimci olarak tanımaları bence çok daha yerinde olacaktır.