'Despotizm daha büyük patlamaları hazırlıyor'

Dayanışma Meclisi üyeleri gazeteci-yazar Barış Terkoğlu ile hukukçu Mehmet Baran Selanik, iktidarın basına, yargıya ve toplumsal hayata yönelik müdahalelerine ilişkin Boyun Eğme dergisinin sorularını yanıtladı.

Haber Merkezi

Dayanışma Meclisi üyeleri gazeteci-yazar Barış Terkoğlu ve hukukçu Mehmet Baran Selanik iktidarın basına, yargıya, siyasete, toplumsal yaşama müdahaleleri ile ilgili değerlendirmelerde bulundu.

Boyun Eğme dergisinin 233. sayısında yayımlanan söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

Siyasetçilere yönelik olduğu kadar, hatta daha da fazla, basına yönelik susturma çabaları da sürüyor. Tele 1 ve Halk TV’ye verilen cezalar, OdaTV sitesinin günlerdir yasaklı olması, gazetecilere yönelik saldırılar ve haksız yere tutuklamaya varan baskılar… Hem dayanışmamızı ifade edelim, hem de soralım: İktidarın basına müdahalelerinin toplumda ne gibi bir karşılığı oluyor?

Barış Terkoğlu: Bu olaylar Türk toplumunda bir tür bağışıklık yarattı. Kapatılsa da hapse de atılsa engellense de gazeteciler ha- berciliğe devam ediyor. Bu medya organlarını takip etmekte ısrarcı olanlar ise her durumda haberlerini alacakları imkanı yaratıyor. Yine de toptan olarak şunu söyleyebilirim ki Odatv’yi ya da Halk Tv, Tele1’i izleyen yurttaşların öfkesini büyüten kararlar bunlar.

Ekonomik çöküntüyü sopayla engelleyemezsiniz

İktidarın bu manevralara, muhalefetle kavga etmek için olduğu kadar halkı ilgilendiren yakıcı gündemleri ötelemek için de başvurduğu anlaşılıyor. Fakat ülkede mızrak çuvala sığmıyor, özellikle de ekonomi için geçerli bu, para değer kaybediyor, hayat pahalılaşıyor, milyonlar işsiz… Bu taktiklerle nereye kadar gidilebilir?

BT: Siz haberleri belki engelleyebilirsiniz. Ekonomi eleştirilerini belki susturabilirsiniz. Ama ekonomi dediğiniz bir tür üretim ve bölüşüm meselesidir. Toplumun elinde, gözünde, emeğinde yaşanır. Bir emekçi markete gidip peynir, domates aldığında ücretinin karşılığının yok edildiği gerçeğiyle yüzleşir. Bu nedenle ekonomik çöküntünün bilince varmasını sopayla engelleyemezsiniz. Ama bir fizik kanunu, baskı ile oluşan tepkiyi kontrol etmeye çalışabilirsiniz. İktidar despotizme doğru gittikçe, sıkışan gazlar gibi daha büyük patlamaları hazırlamış oluyor.

HDP’ye yapılan operasyonla ilgili değerlendirmeler arasında, bunun bir seçim hazırlığı olduğu yorumu öne çıkıyor. AKP’nin bir erken seçim için avantaj elde etmeye çalıştığı dile getiriliyor. Öte yandan, iktidar partisinin de içi fena halde karışmış durumda. Sizce bu yorum ne kadar doğru? Ülkedeki her gelişme seçime mi endeksleniyor?

BT: Türkiye’de son yıllarda düzen dışı siyaset yapanlar dahil herkes siyaseti seçime endeksledi. Oysa siyaset seçimin dışında, hele Türkiye gibi ülkelerde bütün canlılığıyla yaşamaya devam eder. Hatırlayın, Türkiye’de hiç beklenmedik anda tribünlerde bile siyaset yapılır oldu. Ancak bugün için gizlenemeyen bir siyaset gerçeği daha var. O da şu ki, iktidarı bir kişiye endeksleyen, kurumları ortadan kaldıran, yerlerine hizipleri ve fraksiyonları öne çıkaran yönetim şekli Türkiye’yi taşıyamıyor. Bu nedenle bir yandan iktidar içi kavgaları öte yandan muhalefete dönük operasyonlar takip ediyor. İktidar sürdürülebilir olmaktan çıktıkça benzerlerini daha sık göreceğiz.

Özel olarak HDP’ye yönelik operasyona gelirsek, suçlamanın konusu olan 2014 yılındaki Kobani olayları çözüm süreci sırasında oldu. Bu süreçte hükümet Kobani meselesini dert etmeden süreci devam ettirdi. İmralı tutanakları bunu açıkça ortaya koyuyor. Ancak 6 yıl sonra buradan bir operasyon çıkarmak yargının da nasıl sopaya dönüştüğünü gösteriyor. Öte yandan, en hukuki görünen süreçlerin dahi aslında siyasi olduğunu anlatıyor.

Vergi de sınıfsaldır, kent sorunları da aydınlama ile ilgilidir

Dayanışma Meclisi sınıf ve aydınlanma eksenli bir bakış açısıyla yola çıktığını ilan etti. İktidar ve düzen muhalefeti arasındaki kavgada aslında eksik olan tam da bu; emekçilerin gerçek ihtiyaçları bu kavganın iki tarafının da öncelikleri arasında bulunmuyor. Dayanışma Meclisi’nin çalışmaları bu noktada nasıl bir katkı yapacak?

BT: Keşke Dayanışma Meclisi’ne hiç gerek kalmasaydı. Keşke Türkiye’de kendiliğinden bir aydın hareketi emekçi sınıfların hakkının savunusunu yapsaydı. Maalesef Türkiye’de İslamcılar ile ittifak halindeki liberal zihniyetin düşünce dünyasını belirlemesi, sonra da ilk baskıda kaçıp gitmesi, eleştirel düşüncenin anlık reaksiyona saplanması, Türkiye’nin aydınlanma ve sınıf eksenli bir doğrultuya ihtiyacını bir kez daha gösterdi. Türkiye’nin tüm meselelerini bu perspektifle yorumlaması gerekiyor. En uzak görünen vergi de sınıfsal bir meseledir, en ilgisiz olduğu düşünülen kent sorunları bile aydınlanma ile ilgilidir. Dayanışma Meclisi bu perspektifin altını çizecek, yön gösterecek, çıkış yolu sunacak.

Dayanışma Meclisi üyesi olarak geçtiğimiz hafta HDP yöneticilerinin gözaltına alınmasıyla başlayan, çeşitli başka siyasi gruplara ve sosyal medya üzerinden görüşlerini ifade eden yurttaşlara dönük baskı ve cezalandırmalarla süren gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?

Mehmet Baran Selanik: AKP iktidarı, ülkenin ekonomik olarak yıkımın eşiğine geldiği, işsizliğin tavan yaptığı, sağlık hizmetleri ve eğitim sisteminin çöktüğü bu dönemde bu sorunları örtbas etmek, gündemi değiştirmek adına 2014 yılındaki Kobani olayları ile ilgili yeni bir operasyon yaptı. Soruşturmayı yürüten Ankara Cumhuriyet Başsavcısı’nın operasyondan çok kısa süre önce Cumhurbaşkanı’nın yanına gittiğini bir detay olarak görülmemeli.

Operasyonların siyasi olduğu aşikar. 6 yıl sonra kişilere soruşturma açılması demokratik hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmaz. Adil yargılanma hakkını ihlal eder nitelikte olan bu işlemlerin hukuki açıdan kabul edilmesi mümkün değildir.

HDP’li belediye başkanı ve milletvekillerine yönelik işlemler tek adam rejiminin, Kürtlere yönelik sürdürdüğü kriminalize etme ve sistemin dışına atma politikasının bir ürünü olduğunu düşünüyorum. Milyonlarca seçmenin oy verdiği bir siyasi partinin seçilmişlerine karşı yapılan bu saldırılar, halkın iradesine karşı da yapılmış sayılmaktadır. HDP’yi geriletme ve nihayetinde susturma amacıyla yapılan bu siyasi operasyon, tüm devrimci demokrat kesimlere yönelecektir. Muhalefeti susturmak ve sindirmek AKP’nin tek amacı. İktidarın Kürtlere yönelik saldırılarına karşı bu aşamada, demokratik kamuoyu, demokrasi güçleri, sol sosyalist güçler birlik olmalıdır.

Bir yanda bekçiler, yeni kurulan takviye hazır kuvvet gücü; diğer yanda AKP’li Cumhurbaşkanı’nın “saygı duymuyorum” dediği yargı kararları, meslek örgütlerini yeniden şekillendirme çabaları, sayıları on binleri bulan hakaret soruşturmaları… Elbette bu hukuksuzluk atmosferi bir anda oluşmadı, otoriterleşme bir gecede gerçekleşmedi. Bu noktaya nasıl gelindi? Kimlerin sorumluluğu var?

MBS: Ülkemizde faşizm koşulları mevcut. Olağan hale getirilen bir olağanüstü halin içindeyiz. Kararnamelerle yönetilen bir ülkeyiz. Yaşam hakkı başta olmak üzere, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı, seçme ve seçilme hakkı, adil yargılanma hakkı, basın özgürlüğü ortadan kaldırılmış durumda. İşkence yeniden hortladı. Yargının bağımlı hale getirilmesi nedeniyle cezasızlık politikası normalleşti. Yasama, yürütme ve yargı erkleri arasında yargı, diğer iki erki aynı zamanda kontrol eder. Ülkemizdeki rejim değişikliği nede- niyle bu imkan da ortadan kalktı. Ülkenin, adı konmamış bir diktatörlük rejimi ile yönetilmesi devletin erklerinin de etkisiz-leşmesine, ülkenin karanlık bir döngüye girmesine neden oldu. Toplumsal muhalefetin de iktidar tarafından büyük bir saldırı ile karşılaşması iktidara faşist politikalarını yürütebileceği alan açtı.

Karanlıktan çıkış toplumcu bir programla mümkün

Geçtiğimiz haftalarda Dayanışma Meclisi Sekreteryası’ndan Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, “Halkın güncel nesnel ihtiyaçlarının demokratik yollarla ifade edilmesi açık bir gerekliliktir” demiş ve Dayanışma Meclisi’nin halkın sesinin kendine bulduğu yol olacağını ifade etmişti. Tam da bununla ilgili, Dayanışma Meclisi’nin bir üyesi olarak görüşünüzü sormak istiyoruz. Bu zorla, baskıyla ve şiddetle sindirme operasyonuna karşı halk korkusunu nasıl atmalı?

MBS: Toplumda çok büyük bir rahatsızlık söz konusu ancak mücadele etme noktasında bir yılgınlık ve yorgunluk olduğunu düşünüyorum. Siyasi iktidarın muhaliflerine yönelik saldırılarına karşı ortak bir tepki ortaya konulmalıdır. Bugün, iktidarın tüm güçleri ile saldırdığı kesimlere sahip çıkılmalı, dayanışma arttırılmalıdır. Ülkenin içinde bulunduğu bu karanlıktan çıkışın toplumcu sol sosyalist bir programla mümkün olacağı açık. Muhalif kesimin kendisine yeni bir plan ve proje belirlemesi, demokratik muhalefetin kararlılıkla devam etmesi gerekmekte. Bu mücadele, topluma umut aşılayacak ve toplumdan karşılık bulacaktır.