Depremzedeler için yapılacak olan 650 bin konut 453 bine düşürüldü. Tamamlanan konutlarınsa 36 bini dolu. İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Onur Özergene, "İnsanlar evlerde değil konteynerlerde yaşıyor; bu planlama hatası değil, ciddiyetsizliktir" diyor.
Özkan Öztaş
Depremin üzerinden 2 yıldan fazla zaman geçti. Ancak birçok başlıkta yaşanan sorunlar hâlâ ilk gün olduğu gibi devam ediyor.
Sorunları konuştuğumuz depremzede yurttaşlar artık bu sorunları kanıksadıklarını, sorunlarla beraber yaşamak konusunda direnç kazandıklarını belirtiyor.
Depremzedeler bozuk yollara, bir türlü iyileştirilemeyen altyapı eksikliklerine alıştırıldılar. Aslında bazen bir bardak temiz su dahi büyük bir lüks haline gelmiş durumda.
Çaresizlik en başa yazılan şey oluyor.
Ancak depremin üzerinden ne kadar zaman geçerse geçsin hâlâ sorunların devam ediyor oluşuna "Yetmez mi artık?" diye bakıyor depremzedeler.
Barınma sorunu: 'Plan hatası değil ciddiyetsizlik'
En büyük sorun ne yazık ki en başından beri barınma.
Barınma sorununu İnşaat Mühendisleri Odası ile soL okurları için konuştuk.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Onur Özergene, 6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen depremin hemen ardından ilgili bakanlıkların ve sorumluların vaat ettiği 650 bin konutun ilerleyen zamanlarda yaklaşık 453 bine kadar düşürüldüğüne dikkat çekerek başlıyor konuşmasına. "Planlamada iyi kötü, az çok hata olur. Ama 650 bin civarı sayı açıklayıp sonra bunu yaklaşık 200 bin daire kadar düşürmek plan hatası değil ciddiyetsizliktir" diyor Özergene.
Evet. 200 bin daire yaklaşık 800 bin insan demek. Bu bir hesap hatası olamayacak kadar büyük bir rakam.
'Sorunlar kanıksandı'
Haberler artık tekrara düşüyor sanki.
"Binalar geç teslim ediliyor, iş cinayetleri var" gibi başlıklar sürekli tekrarlanıyor. Ancak bu durum artık sürdürülemez hale gelen sorunlara işaret ediyor. Deprem bölgesinden uzakta yaşayan insanlar, "Hâlâ su yok mu gerçekten?" diye soruyor. Depremin ardından geçen onca zamanın ardından aynı sorunların devam ediyor oluşu akıl alır gibi değil.
Onur Özergene de bu tekrar eden ve artık kanıksanan sorunlara dikkat çekiyor:
"Özellikle deprem bölgesinde yapılan çalışmaların niteliği ve denetimsizlik büyük bir sorun. Örneğin, hasar tespit çalışmalarında bile siyasi müdahaleler olabiliyor. Kamu görevlilerinin raporları değiştirilmeye çalışılıyor. En büyük sorun, denetimsizlik ve yetkin olmayan kişilerin inşaat süreçlerinde yer alması. Örneğin, deprem bölgesinde yapılan binalarda kolonların birbirine bağlanmaması gibi temel hatalar var. Ayrıca, yapı denetim sistemi tam anlamıyla işlemiyor."
Depremden sonra yapılan binalar için bir yandan hız diğer yandan da sağlamlık şartı aranıyor. Ama görünen o ki hem süreç hızlı ilerlemiyor hem de sağlamlık konusunda insanların içi rahat.
'Müteahhitlerin iyi niyetine bırakılmış bir sistemdeyiz'
"Yapı denetimi eksik. İlgili tüm süreçlerde birçok boşluk var" diye söze giriyor Onur Özergene. Ve ekliyor:
"Maalesef bu tür ihbarları inceleyecek yeterli ekibimiz yok. Ancak yerel şubelerimiz bu konuları takip ediyor. Türkiye genelinde inşaat denetimi ciddi bir sorun. Deprem bölgeleri de ne yazık ki bu durumdan muaf değil. Müteahhitlerin iyi niyetine bırakılmış bir sistemdeyiz."
Ahmet Onur Özergene daha önce yaşanan felaketlerde İnşaat Mühendisleri Odası'ndan bilirkişi desteği talep edilmediğine dikkat çekiyor. Ancak 6 Şubat depremlerinde yaşanan felaketin boyutu büyük olunca iktidar İMO'yu da bilirkişi listelerine dahil etmiş.
TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Ankara Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Onur Özergene, ilk vaat edilen sayının 650 bin daire olduğunu söylüyor. Sonra bu sayının 453 bin daireye düşürüldüğüne dikkat çekiyor. Yani başta hesaplanıp hazırlandığı düşünülenle arada 200 bin kadar daire fark var.
Böylelikle yapılması planlanan bu konutların azalması sonrası yurttaşların nerede yaşayacağı ya da baştan sayıların neye göre belirlendiği soruları akla geliyor.
Peki depremden sonra onca vakit geçmesine rağmen teslim edilen bina sayısı ne kadar? Yanıt vermeden önce derin bir nefes alıyor Özergene. Zira konu biraz netameli.
'Hâlâ 650 binden fazla depremzede konteyner kentlerde yaşıyor'
"En temel ayrım bitirilen binalar değil, içine yerleşen insanlar, aileler, depremzedelerdir. Yani kaç bina bitirdiğiniz kaçının içinde yaşanabilir olduğu sorusuna yanıt vermiyor" diyen Özergene şunları söylüyor:
"Geçtiğimiz Mart ayında bitirilen daire sayısını 200 bin civarında açıkladı ilgili bakanlıklar ve müdürlükler. Yani ilk belirttikleri hedefin üçte biri kadar.
Peki esas soru nedir?
Bu dairelerin kaçına insanlar yerleşti? Kaçı kullanılabilir durumda? Kullanılan dairelerin eksiklerini, sorunlarını bir kenara bıraktım. Dediğim gibi, kaçında insanlar yerleşip içine oturabilir durumda?
İlk vaat 650 bin konuttu, bunun 320 bininin bir yıl içinde biteceği söylendi. Ama Şubat 2025 itibarıyla sadece 200 bin konut tamamlandı. Bir ara 650 bin rakamı 453 bine düşürüldü, yani 'ihtiyaç azaldı' dediler. Bu, devletin ciddiyetsizliğini gösteriyor. 800 bin kişinin yaşayacağı bir alanda böyle bir yanılma kabul edilemez. Üstelik, tamamlandığı söylenen 200 bin konuttan sadece 36 bini dolu. Neden? Ya bu konutlar yaşanabilir değil ya da açıklanan rakamlar yalan. İnsanlar, konteyner kentlerde yaşamayı bu yeni binalara tercih ediyor. Çünkü binalarda su yok, atık su sistemi çalışmıyor, fayanslar dökülüyor. Dahası, bu konutlar insanlara borçlandırılarak veriliyor. Depremzedeler, zaten her şeyini kaybetmişken, bir de borç yüküyle karşı karşıya."

'Kendi evinden üç gün uzakta...'
Farklı şehirlerde bir akrabasını bulup da gidenler mi şanslı yoksa konteyner kentlerde kalanlar mı belli değil. Ama kimi yetkililer konteyner kentlerde kalanları "bedavacı" olarak nitelendiriyor.
Bu yoruma asabiyetle gülümseyerek yanıt veriyor Onur Özergene.
"İnsan kendi evinden üç gün uzakta kalınca dahi düzeni bozuluyor. Bir akrabasına ya da yakınına gidip birkaç gün kaldığında dahi insan evini özlüyor değil mi? Şimdi böyle bir zamanda kalkıp da konteyner kentlerde kalanları bedavacı olarak yorumlamaya ne denir bilemiyorum gerçekten. Kim ister ki böyle yerlerde kalmayı? Güya kaldıkları yerlerdeki olanakları bedava kullanıyorlar. Birincisi bu böyle değil. İkincisi de bedava diye yorumladıkları sular akmıyor ya da aksa dahi kullanılır durumda olmuyor her zaman ikincisi de elektrikler çoğu zaman olmuyor."
'İnsanlar orada yaşamıyor, hayatta kalmaya çalışıyor'
Konteyner kentlerdeki durum da vahim.
650 bin kişinin hâlâ orada yaşadığı söyleniyor.
Onur Özergene konteynerlerde yaşayan insanların durumlarını anlatırken bir kritik ayrıma işaret ediyor. Yaşamakla hayatta kalmak ayrımı:
"Evet, 650 bin kişi hâlâ konteyner kentlerde. Elektrik düzgün değil, su kumlu akıyor, bulaşık yıkayacak su bile yok. İnsanlar orada yaşamıyor, hayatta kalmaya çalışıyor. 2,5 yıl geçti, ama hâlâ bu koşullardalar. Üstelik, 'konteyner kentler hızla azalıyor' diye haberler yapılıyor. 3-4 konteyner kentin kapanmasıyla mı azalıyor? 36 bin kişi ancak yeni konutlara yerleşmiş. Bu, korkunç bir tablo."
Devam ediyor Özergene bu ayrıntıları açmaya:
"Örnek olarak 300-400 konteyner kent var. Burada 7-8 konteyner kentteki insanlar konutlarına yerleştirilince 'konteyner kentler hızla azalıyor' haberleri servis ediliyor. Peki gerçek böyle mi? Bu ülkede yaşayan sorumlu bir insan olarak böyle haberlere inanmayı çok isterim. Ama maalesef böyle değil."
'Seçim öncesi ya da felaket sonrası söylenen hiçbir şeye güvenilmemeli'
Sayıların anlattıkları, tabloyu bir kez daha gözler önüne seriyor. Ancak insan bu sayılara bakarken "200 bin daireye gerek kalmadı" denilerek sayının "güncellenmesini" anlayamıyor.
Özergene, Kahramanmaraş depremleri sonrası hükümetin 650 bin konut inşa edileceği ve bunun 320 bininin bir yıl içinde tamamlanacağı yönündeki iddialı vaatlerini hatırlatıyor. Ancak, Şubat 2025 itibarıyla sadece 200 bin konutun tamamlandığını ve bu rakamın bile gerçekliği konusunda şüpheler olduğunu belirtiyor. Vaat edilen rakamların önce 453 bine düşürülmesi, ardından tamamlanan konutların büyük kısmının yaşanabilir olmaması veya boş kalması, siyasilerin gerçekçi olmayan hedeflerle halkı oyaladığını gösteriyor. Özergene, bu durumu şu sözlerle açıklıyor:
“Siyasetçiler, seçim öncesi ve böyle afet sonraları söylediği hiçbir şeye güvenilmemeli herhalde. Çünkü o anlarda yalan söylemekle ilgili hiç tereddüt etmiyorlar.”
Bu ifade, aynı zamanda Türkiye’deki denetimsizlik ve rant odaklı inşaat sektörünün daha geniş bir resmini çiziyor. Özergene, siyasilerin bu tür vaatlerle hem halkı kandırdığını hem de kalitesiz, denetimsiz inşaat süreçlerini meşrulaştırdığını belirtiyor. Deprem bölgesinde tamamlandığı söylenen konutların su, atık su sistemi veya temel altyapı sorunları nedeniyle kullanılamaması, bu vaatlerin boşluğunu ortaya koyuyor. Dahası, depremzedelerin borçlandırılarak bu konutlara yönlendirilmesi, siyasilerin felaketi bile bir “fırsat” olarak gördüğünü düşündürüyor.
'Yirmi yıl önceki uyarılar, felaketin habercisiydi'
"Deprem bölgelerini ziyaret etme imkanınız oldu mu?" sorusunu "Neredeyse tamamını ziyaret ettim. Yerinde incelemeler yaptık ve bölgedeki odalarımızla çalışmalar yürüttük" diye yanıtlıyor Özergene.
"Sizin bu ziyaretleriniz sırasında en çok etkileyen ya da şaşırtan şey ne oldu?" diye sorunca da önce biraz düşünüyor. "Aslında her şey ya da hiçbiri diyebilirim buna diye" giriyor söze. Şöyle konuşuyor:
"Çünkü yıllar önce bunları konuştuk. Ben o zamanlar yeni mezun genç bir inşaat mühendisiydim. Bu odada, bu kurumda meslek büyüklerimizle, abilerimizle, ablalarımızla defalarca konuştuk bunları.
1999 Marmara depreminde ben henüz mesleğin başında bile değildim, çok gençtim. O dönemde on binlerce insan hayatını kaybetti, binlerce bina çöktü. Üzerinden yirmi beş yıl geçti, ama aynı hatalar tekrarlandı. İnşaat mühendisleri olarak biz, bu sürecin sonucunun değişmeyeceğini neredeyse tastamam biliyorduk. Çünkü sorunlar hep aynı: Kalitesiz eğitim, denetimsizlik, rant odaklı inşaat sektörü… Mesela, her şehirde inşaat mühendisliği bölümleri açıldı, ama ne yeterli hoca var ne laboratuvar. Diplomalar yetkinliği garanti etmiyor. Bir mühendis, köprüden baraja, çelik binadan betonarme yapıya kadar her şeye imza atabiliyor. Bu, kabul edilemez. Yirmi yıl önce hocalarımız, 'Bu binalar böyle giderse bir gün çökecek' diyordu. Ne yazık ki, haklı çıktılar."
"Yani, yirmi yıl önceki uyarılar, bugünkü felaketin habercisi miydi?" sorusunu ise şöyle cevaplıyor:
"Evet. Maalesef evet. Üstelik bu bir kader değil. Bilinçli bir ihmal.
Bilgiye ulaşmak artık çok kolay. Başka ülkelerdeki iyi örnekler de kötü örnekler de önümüzde. Ama Türkiye’de mühendislik eğitimi yerlerde sürünüyor. Denetim sistemi kağıt üstünde. Siyasetçiler ve sermaye, insan hayatını hiçe sayarak bu düzeni sürdürüyor. Odamızın efsane başkanlarından Teoman Öztürk’ün bir sözü vardır: 'İnsan hayatı, siyasetçinin oy kaygısına, sermayenin kâr hırsına ve niteliksiz mühendislik hizmetine terk edilemez.' Ama tam da bu oluyor. Deprem bölgelerinde gezerken beni en çok etkileyen, bu felaketin yeni bir teknoloji eksikliğinden ya da bilinmeyen bir sebepten değil, bile isteye yapılan hatalardan kaynaklanması. Göz göre göre bu yıkımlar yaşandı."
Ve bugün.
Ne yazık ki hem hızlı hem de dayanıklı binalar yapma iddiasında olan iktidar ne yazık ki en temel olan şeyi, denetimi eksik bırakıyor. Birçok müteahhit firma nasıl olsa depremden dolayı fay hatlarındaki enerjinin boşaldığını ve kısa vadede benzer büyüklükte bir depremin tekrar etmeyeceğini hesaba katarak rahat hareket ediyor. Sosyal medyaya yansıyan denetimsiz ya da kalitesiz binalara dair haberler ne yazık ki gerçeğin bir kesiti. Üstelik sahada çalışan uzmanların aktarımıyla anlaşılıyor ki, çok küçük bir kesiti.
Onur Özergene, bu toprakların yetiştirdiği kıymetli aydınlardan, Türkiye'deki sosyalist, devrimci mühendis, mimar hareketinin en önemli öncülerinden Teoman Öztürk'ü hatırlatırken buraya dikkat çekiyor.
Emekçi halkın değil de rantın belirlediği her sürecin sonu felaketlerle nihayete eriyor. "Kader değil, ihmal" uyarısı tam da bu nedenle.
Felaketleri kanıksamamak için bu kısır döngüyü kırmak gerekiyor.