Başlamadan önce AKP’nin hukuk alanına yönelik yapısal ve organik müdahalelerinin belli bir olgunluğa ulaştığı ve yeniden yapılanma sürecinin, kimi yeni istekler ve hesaplaşmalar dışında, büyük ölçüde tamamlandığını söylemek gerekiyor. AKP, iktidara geldiği günden bu yana değişen yoğunluklarla alana şu üç ana başlıkta müdahale etmeyi tercih etti; mevzuat, hukuk kurumları ve politik davalar yoluyla. Daha fazla açlık, yoksulluk ve de savaş anlamına gelen AKP devrinin esasen en önemli düzleyici aracı; bu araçlarla hukuk haline gelmiştir. Bu anlamda yasa ve Anayasa değişikliklerinden HSYK düzenlemesine, sayısını unuttuğumuz “yargı reformu paketleri”nden yeni infaz düzenlemelerine, mesleğe kabul usullerinden hukuk eğitimindeki değişikliklere kadar dört bir yandan hukuksal alanı dizayn etmeye odaklanıldığını söylemek mümkündür. Zira hukuk yalnızca kendi özgün ilişkileri ve adalet talebi bağlamında değil; eğitimden sağlığa, seçim sisteminden işçi-işveren ilişkilerine kadar her alanda geçerli bir anahtar. Yasa koyucunun elinde tüm kapıları açacak ve hatta kendinden sonra kimse içeri girmesin diye arkadan kilitlemesini sağlayacak bir anahtar. İktidar hukuku böyle yorumladı ve yorumuna uygun biçimde başta hukuksal alanın kendi karar ve uygulama mekanizmaları olmak üzere hukukun içerdiği ve değdiği her alanı daha da “kullanışlı” hale getirmek için ‘düzleyici’ pek çok düzenlemeye imza attı.
Bu düzenlemeler arasında başta Ceza Kanunu ve İş Kanunu değişiklikleri, yüksek mahkemelerin yapısı ve bileşenlerinin değiştirilmesi, yeni Anayasa ve HSYK yapılanması geliyor. Kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesi bir gecede çıkan KHK’larla, masumiyet karinesi rutin hale gelen tutuklamalarla, adil yargılanma hakkı ve doğal hâkim ilkesi OHAL komisyonlarıyla buharlaştırıldı. Kuvvetler ayrılığı ilkesi partili cumhurbaşkanı sistemi ile tarihe karışırken, bağımsız ve tarafsız yargı kavramı bir şairin dizelerinden çıkmışçasına soyut bir imgeye dönüştürüldü. Evet, tüm bunlar oldu fakat bahsettiğimiz düzleyici dönüşüm bitti mi? Toplumsal meşruiyeti sağlamaya aritmetik hesabıyla değiştirilen kanunlar, düzenlemeler yetti mi? Ya da soruyu şöyle soralım, yazının en başında bahsettiğimiz yapısal dönüşümlere eklenmek istenen yeni istekler nelerdir, hesaplaşma mecrası neresi olacaktır?
Yeni saldırı alanı: Savunmanlık hattı
Bu sorunun cevabını anlamak için AKP’nin salgın döneminde can havliyle gündeme getirdiği Avukatlık Kanunu'nda yapılması planlanan değişiklik tasarısına bakmak yeterli diye düşünüyoruz.
Bugün geldiğimiz noktada söz konusu üç kuvvet; yasama, yürütme ve yargı arasından ilk ikisi partili cumhurbaşkanında birleşmiş görünüyor. Toplumsal muhalefetin meclisle sınırlı olmayacağına dair düşülecek şerhler saklı kalmak kaydıyla yazımızın ana teması olan yargıya gelecek olursak, hâkim ve savcıların bağımsızlığı ve tarafsızlığına böylesi bir gölgenin düştüğü başka bir dönem görülmemiştir diyebiliriz. Mesleğe kabul edilme ve atama süreçlerinden, mesleğin icrası ve denetimine kadar hiçbir aşamada yargının bağımsızlık ve tarafsızlığından söz edemeyeceğimiz günlerden geçmekteyiz. Hâkim ve savcılığa kabul sınavlarında torpilin kural, liyakatin esas alınmasının istisna olduğu günlerden geçiyoruz ve bu kimse için sır değil. Torpil belgeleri basında alenen yayınlanıyor. Ancak tüm bunlara rağmen AKP iktidarı yine de panikte. Haksız da sayılmazlar, zira temel hukuksal metinlerde yazan haklar ve ilkeler nasıl oraya kendiliğinden veya muktedirin lütfuyla yazılmadıysa, o şekilde de kaldırılamazlar. Bulunduğu çağın toplumsal dokusunun ve mücadelelerinin ürünü olan hukuksal hak ve ilkelere yönelik gerici müdahalelerin toplumsal dirençle karşılaşması kaçınılmazdır. İşte bu direncin hukuk alanında en yoğun görüldüğü yer savunma ve savunmanın örgütü olan barolar olduğu içindir ki bugün AKP can havliyle baroları işlevsizleştirmek için yasal kılıf bulmaya çalışmaktadır. Bu kılıfın şu andaki adı ise tahmin edileceği üzere Avukatlık Kanunu'nda ve baroların kurumsal yapısında gidilmek istenen değişikliklerdir.
Neden şimdi?
Yüksek Yargı'da tamamlanan dönüşümün özellikle Büyükşehir Baroları'nda ve avukatlık zemini olan savunmanlık hattında ters bir tablo yarattığını söylemek mümkün. Bu anlamda zeminin “muhalif” kimliğini artırarak korumaya devam ettiği söylenebilir. Ancak aynı zeminin bu yazının konusu olmamakla birlikte “ticarileşme” tehdidi altında ideolojik bir karmaşaya sahip olduğunu da söylememiz gerekir.
İşte neden şimdi sorusunun cevabını asıl olarak iktidara muhalif karakterde aramak gerekiyor. Her koşul ve şartta sağlanmak istenen biat kültürünün dışında kalan Barolar yeni bir saldırı alanı olarak durmakta.
Bireysel anlamda yapılan savunma mesleğinin özellikle, siz boyun eğmeyen bir gelenekten geliyor ve bu hattı örmeye çalışıyorsanız, kolektif olarak örgütlenebilecekleri ve kendi haklarını müdafaa edebilecekleri en önemli mecralar hukuk örgütleri ve Barolar. Hem bireysel savunma hattının kendisi, hem de kolektif örgütlenme mecraları artık direnci kırılması gereken mevziler olarak yeniden tanımlanıyor iktidarca.
Değişiklik ile ne yapılmak isteniyor?
AKP ve MHP’nin barolar başta olmak üzere meslek kuruluşlarının yapısı ve seçim sistemini değiştirmeye yönelik hamlesi öncelikle bu kurumların kamusal ve merkezi yapılanmasına, bağımsız inisiyatif geliştirebilme kabiliyetine yöneliyor. Çoklu baro sistemini öngören değişiklik tasarısına göre üye sayısı 5000’i aşan barolarda birden fazla baro yapılanmasına gidilebilecek. Yani İstanbul, Ankara, İzmir gibi yurt çapındaki avukat toplamının yarısından fazlasını bünyesinde bulunduran barolar kendi içlerinde bölünecek. 2000 üyeye ulaşan her topluluk kendi barosunu kurabilecek.
Avukatların tarihsel ve anayasal örgütü olan barolara yönelik bölerek yönetme politikasının neye hizmet edeceği çok açık: güçsüz baro, güçsüz savunma. Kamusal niteliği tartışılır hale getirilen barolara vurulan darbe eninde sonunda halkın hak arama özgürlüğüne vurulan darbeye dönüşecek, avukatlar yalnızlaştırılıp etkisizleştirilirken asıl olarak etkisizleştirilmek ve yalnızlaştırılmak istenen savunma hattı; mahkeme salonlarında adalet arayan işçiler, kadınlar, muhalifler, bütünüyle bir halk olacaktır. Baro yapılanmasında gidilmek istenen değişiklik ve buna yönelen tepkiler bu nedenle önemlidir.
Bizzat AKP sözcüleri tarafından “çoğulculuk” ve “rekabet” adına savunulan çoklu baro sistemi, kendi mimarları tarafından bile akılcı biçimde gerekçelendirilememekte, rekabet ve çoğulculuk gibi piyasacılığın abc’si olmuş kavramlarla meşrulaştırılmaya çalışılmaktadır. Yargı alanının hayati bileşeni olan savunmadan, halkın hak arama özgürlüğünün teminatı olan ve bu anlamda kamusal hizmet vasfını haiz savunmadan ve onun meslek örgütünden mi bahsediyoruz, yoksa KOBİ’lerden mi? Rekabet, kamusal ve anayasal bir meslek örgütünün yapılanmasında nasıl belirleyici olabilir? Yeni yapılanmanın gerekçesi olarak sunulan rekabetin teşvikiyle ne kast edilmektedir? Çoklu baro sisteminde, irili ufaklı baroların birbiriyle girişeceği rekabetin bağlamı ne olacak, bundan kim “kazançlı” çıkacaktır? Baro aidatlarında indirim mi vaat edilecek örneğin, ya da baro pulunda kampanya mı yapılacak? Bir baro çıkıp ben disiplin kurallarını kaldırdım, bana kayıt olan avukat etik kurallardan muaftır mı diyecek, yoksa başka bir baro çıkıp ben iktidara daha yakınım bana üye olana her hafta 10 CMK görevi, şu mahkemeden tahliye kararı garantisi mi diyecek? Aslında evet diyecektir. Çünkü mesleğin bağımsız karakteri doğrudan üye olduğunuz Baroya göre etiketlenmeniz nedeniyle zarar görecektir. Kürsüdeki hakimden, savcıya, dışarıdan bakış açısı buna göre şekillenebilecektir. Meslek kanununda dahi “reklam yasağı” olan avukatların örgütünde ne tür bir rekabet olacak yanıtlanması gereken sorunlardan bir tanesidir.
Yanıtlanması gereken diğer bir sorun ise sığınılan bir diğer argüman olan çoğulculuk konusu. Çoğulculuk demişken, Avukatlık Kanunu ve baro yapılanmasında yapılmak istenen değişikliğin fitilinin Ankara Barosu tarafından Diyanet İşleri Başkanı tarafından yapılan ve LGBTİ kişileri hedef alan açıklamanın kınanmasıyla ateşlendiğini hatırlamakta fayda var. Hatırlamakla beraber şaşırtıcı bulmuyoruz, zira çoğulculuk neo-liberal hükümetler tarafından gerçek çelişkileri örtmek için sıkça kullanılan bir perdedir. Barolar, özellikle müdahale edilerek bölünmek istenen İstanbul, Ankara ve İzmir Baroları neo-liberalizmin çoğulculuk ambalajına ihtiyaç duymadan senelerdir her türlü dezavantajlı ve ezilen kesimi; sömürülen işçileri, işkence mağdurlarını, şiddet gören, istismara uğrayan kadın ve çocukları, katledilen hayvanları, çevreyi korumayı görev edinmiş onlarca komisyona sahiptir. Bu komisyonlar birçok engele ve zorluğa karşın ayakta kalmaya çalışmaktadır. Çoklu baro sisteminin barolara hâlihazırda katacağı hiçbir değer yoktur, ancak kaybettirecekleri sadece avukatlar ve avukatlık mesleği değil tüm halk nezdinde savunma hattına dair hayati önemdedir.
Saldırıya karşı topyekün mücadele
Bu bağlamda söz konusu değişikliğe verilen tepkilerin boyutu artıyor. Bilindiği üzere Ankara'ya doğru "Savunma Yürüyüşü" başladı. Savunma, kendi meslek örgütüne, kamusal ve anayasal statüsüne yönelen saldırıya karşı direnişe geçti. Binlerce avukatın temsilcisi olan baroların bu tutumunun iktidar tarafından dikkate alınması ve barolar nezdinde savunmanın etkisizleştirileceği gayrimeşru değişiklik tasarısının geri çekilmesi bu noktada derhal atılması gereken yegâne adımdır. AKP kendi iktidar alanını genişletmek için savunmayı budamak yerine; avukatların gerçek sorunlarına gözlerini kapamaktan vazgeçmelidir. Avukatlar üstlendikleri davalar sebebiyle hedef tahtasına oturtulurken, bir yandan gerçek savunma hattı kapatılıp, bir yandan uzlaşma kültürüne biat etmeye zorlanırken, mahkeme salonlarında saldırıya uğrayıp can güvenlikleri tehlikeye atılırken, müvekkilleriyle görüşme hakları engellenirken ve hatta yaptıkları savunmalar sebebiyle tutuklanırken konuşulması gereken baroların seçim sistemi olmamalıdır. Yer yer asgari ücretin bile altına düşen ücretlerle, İş Kanunu’nda tanımlanan en temel haklardan yoksun bir şekilde çalıştırılan binlerce işçi avukatın durumu hiç gündeme getirilmezken, işçi avukatların kendi çabalarıyla çıkarılmasını sağladığı işçi-işveren avukat arası ilişkileri düzenleyen yönetmelik Danıştay'ca iptal edilmiş ve işçi avukatlar en temel iş hukuku haklarından mahrum bırakılmışken baroda nispi seçim sistemini, sözde çoğulculuğu tartışmak kabul edilemez.
Bağımsızlığına çoktan gölge düşmüş bir yargı sistemi içinde halkın hak arama özgürlüğünün temsilcisi ve güvencesi olan avukatların ve savunma hattının ihtiyacı olan şey suni tartışmalar değil, adil yargılanma hakkı çerçevesinde mesleklerini icra edebilmelerinin önünün açılması, sosyal ve ekonomik koşullarının düzeltilmesidir. Gerisi meslek kuruluşu üzerinden girişilen bir iktidar mücadelesinden ibaret olup, tarihsel ve toplumsal meşruiyete sahip değildir.