Çocuk bakımı ve kreş hakkı: Yalnızca annelerin sorunu değil

Çocuğa iyi bakılması sorunu, toplumun bir sorunudur. Kadının eve hapsolması da toplumun bir sorunudur. Bu sorunlar özelleştirilemez. Kimseye “bu sorununu kendin çöz” denemeyeceği gibi “böyle mutluysan sen bilirsin” de denemez.

Fatma Pınar Arslan

Karantina dönemi, kadınların üzerine yığılmış olan ev ve çocuk bakımı sorumluluklarının yoğunluğunu daha da görünür hale getirdi. Özellikle kreşlerin bir süre için kapanması, çalışmaya devam eden annelerin çocuklarını nereye bırakacakları sorununu ortaya çıkardı. Salgın önlemleri nedeniyle piyasadan bu bakımı satın alması zorlaşan ve yaşlı anne-babalarına da çocuklarını bırakamayan kadınlar için devlet herhangi bir önlem almaya gerek duymadı. Herkes kendi başının çaresine bakmalıydı.

Geçtiğimiz hafta Diyarbakır’da 26 yaşında bir hemşire intihar etti. SES (Sağlık Emekçileri Sendikası)’in yaptığı açıklamada, eşi de sağlık emekçisi olan ve COVID-19 nedeniyle karantinada bulunan genç kadının çocuğunu bir yere bırakmakta zorluk çektiği ve bu durumun yaşamını oldukça zorlaştırdığı belirtildi.

Bir ülke düşünün ki, sağlık emekçilerini salgın esnasında göreve çağırırken, gece gündüz görev yapan bu emekçilerin çocuklarına ya da anne-babalarına kimin nasıl bakacağı konusunda bir çözüm üretmiyor. Salgınla mücadelede başarılı olduğunu iddia eden devlet yönetimi, bu başarıda en fazla payı olanların kendilerini ve ailelerini korumaya yönelik bir planlama yapamıyor, herkesi kendi başının çaresine bakmak üzere yalnız bırakıyor.

Yetersiz yasal gereklilikler bile uygulanmıyor

Kadın çalışanlar için kreş hizmetinin işveren tarafından sağlanması hakkı, yasalarda oldukça kısıtlı bir şekilde var. Kamuda çalışanların çocukları için kreş açılması, kamu kurumunun takdirine bırakılmış durumda. Özel işyerleri ise son olarak Haziran 2013’te Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Gebe veya Emziren Kadınların Çalıştırılma Şartlarıyla Emzirme Odaları ve Çocuk Bakım Yurtlarına Dair Yönetmelik”e tâbi. Bu yönetmelik hamile ve emziren kadınların hangi risklerle karşı karşıya oldukları ve hangi şartlarda çalıştırılmaları gerektiğine dair ayrıntılı kurallar sunuyor. Ayrıca kreşlerin hangi fiziksel özelliklere sahip olmaları gerektiği de detaylı olarak anlatılmış.

Tarifler güzel de, uygulanmadıktan sonra neye yarar? Bu kanun maddelerine uyulup uyulmadığını kim denetliyor, uymayan işverenler nasıl cezalandırılıyor?

Kreşlerin hangi şartlar altında açılacağının tarifi ise, uygulamaya geçmeden önce, daha kanun tarifinde sorunlu:

(1) Yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 100-150 kadın çalışanı olan işyerlerinde, emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine en çok 250 metre uzaklıkta EK-IV’te belirtilen şartları taşıyan bir emzirme odasının kurulması zorunludur.

(2) Yaşları ve medeni halleri ne olursa olsun, 150’den çok kadın çalışanı olan işyerlerinde, 0-6 yaşındaki çocukların bırakılması, bakımı ve emziren çalışanların çocuklarını emzirmeleri için işveren tarafından, çalışma yerlerinden ayrı ve işyerine yakın EK-IV’te belirtilen şartları taşıyan bir yurdun kurulması zorunludur. Yurt, işyerine 250 metreden daha uzaksa işveren taşıt sağlamakla yükümlüdür.1

İşyerinin yurt açıp açmaması zorunluluğu, işyerinde çalışan kadın sayısına bağlı. 100’ün altında kadın çalıştıran işyerinin hiçbir sorumluluğu yok. Yasa işverene şunu diyor: Kadın işçi sayısını kontrol et, mecbur değilsen belli bir sayının üzerine çıkma. Böylece, kadınları işe almak konusunda isteksiz davranan patronlara bir sebep daha verilmiş oluyor.

Hadi çalışan sayısına göre bir sınır belirlenmesini kabul ettik diyelim, erkeklerin de sayısının hesaba katılıp ona göre bir sınır belirlenmesi gerekmez mi? Erkeklerin çocuğu olmuyor mu? Devlet daha yasada, çocuğa bakmak kadının sorumluluğudur demiş oluyor.

Yasada yurtların nasıl olması gerektiği, yataklardan döşemelere kadar anlatılmış. Ama uygulamada neler olduğu malum. Kreş açmamanın cezası aylık 4000 TL civarında (işyerinin statüsüne göre değişiyor) olunca, işveren kreş açmak yerine cezayı ödemeye razı oluyor. O ayrıntılı kreş tarifleri ise çöpe gidiyor.

Yasalar işvereni kreş açmaya zorlamadığı gibi devlete de bir sorumluluk yüklemiyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı özel kreş ve gündüz bakımevlerinin nasıl çalışabileceğine dair yönetmelik hazırlamakla ve bunun uygulanıp uygulanmadığını denetlemekle yetiniyor. Bu kreş ve gündüz bakımevlerinde maddi durumunun yetersiz olduğunu ispat edenler ve başka önceliği olan ailelerin çocukları (şehit çocukları, ebeveyni engelli olanlar vs.) için %3 ücretsiz kontenjan bulunuyor. Parası olmayanlar için sadece bu %3’lük kontenjana başvurma şansı kalıyor.

Durum böyle olunca çocuğa kimin bakacağı, kreş ya da bakıcı masrafının nasıl ödeneceği çalışan kadının önemli bir derdi haline geliyor. İmkanı olan aile büyüklerine ya da yakınlarına çocuğunu bırakıyor, parası olan bakıcı tutuyor, ikisini de yapamayan işini bırakmak zorunda kalıyor.

Türkiye’de kadın işsizliğinin boyutları can yakacak büyüklükte. Geniş tanımlı işsizlik %45. Diğer yandan istihdamda olan kadınların oranı %25. Bu demektir ki, çalışma yaşındaki dört kadından biri çalışmıyor ve iş de aramıyor.2 Çocuk bakımının maliyeti ve çalışan kadının çocuk bakımında yalnız kalması, istihdam oranının bu kadar düşük olmasının önemli sebeplerinden biri.

Nasıl olmalı?

Çalışan kadınların çocukları için kreş hakkının güvence altına alınması Sovyetler Birliği için bir öncelikti. 1974 tarihli bir The New York Times makalesi “Sovyetler Birliği’nde Gündüz Bakımı Bir Norm” başlığıyla yayınlanmış.3 Makaleye göre, Kiev’de yaşayan bir kadın, devletin kreş ve bakımevlerinde çocuğu için tam günlük bir bakımını 3 öğün yemek de dahil olmak üzere maaşının onda birini ödeyerek sağlayabiliyor. Aynı makalede, Sovyet gazetelerine dayanarak, kadınların daha fazla gündüz bakımevi istedikleri ve devletin bu konuda çalışmalara devam ettiği, özellikle kırsal bölgelerdeki bakımevi sayısının arttırılması için planlar yapıldığı aktarılıyor. Sovyetlerde 6 yaşa kadar olan çocuklara bakılan kreş ve bakımevlerinin Batılı ülkelere göre çok daha yaygın olduğu belirtiliyor.

Küba’da ise şu an 6 yaşın altındaki çocukların %99,5’i erken çocukluk eğitim programına dahil.4 Erken çocukluk döneminin gelişimsel açısından çok önemli olduğu ve çocuğun sosyal ortama alışmasının bir yolu olduğu belirtiliyor. Erken çocukluk dönemi programları aynı zamanda, çocuğun sağlığının düzenli olarak kontrol edilmesini ve çocuğun ebeveynleri ile eğitim ve sağlık personelinin düzenli bir bağlantı halinde olmasını sağlıyor. Küba çocuklarını bu çok yönlü planlama ile koruyor.

Böylesine çok boyutlu ve parasız bir çocuk bakımı hizmeti kapitalist dünyada bulunması mümkün olmayan bir nimet. Örneğin, günümüze ait OECD verilerine bakıldığında, 0-2 yaş arası çocukların bakım hizmetlerinden yararlanabildiği ülkelerin yüksek gelirli Avrupa ülkeleri olduğu görülüyor.5 Ayrıca nüfusun gelire göre dilimlere bölünmesiyle yapılan hesaplamalarda, nüfusun daha zengin kesimlerinin çocuklarının daha yüksek bir oranda bakım hizmeti aldığı anlaşılıyor.

2019’da The New York Times’a makale yazan bir Amerikalı kadın gazeteci özetle şöyle diyor: Bundan 70 yıl önce ABD’de çalışan kadınların çocuklarını bırakmaları için güzel ve ucuz bakımevleri olduğunu anlatan makaleler okumak acı verici. Dünya savaşı sonrası iş gücü ihtiyacı ortaya çıktığı için, kadınlar daha kolay çalışsın diye, devlet tarafından bu imkanlar verilmişti. Şimdi ise ücretlerimiz aynı kalırken çocuk bakım masrafları artıyor. Bir “çocuk bakımı krizi” içindeyiz.6

ABD’de “çocuk bakım krizi” tanımlaması ve 2. Dünya Savaşı yılları ve sonrasındaki yıllara atıf yapılarak “buna tekrar ihtiyacımız var” tespiti başka yayınlarda da yapılmış.78 Eşitsizliğin ve yoksulluğun giderek görünür hale geldiği ABD’de çocuk bakımı bir kriz olarak tanımlanırken, birçok Avrupa ülkesinde de çocuk bakımına ulaşım oranlarının düşüklüğü ve bakım masraflarının yüksekliği aynı soruna işaret ediyor.

Kreş hakkı kapitalist dünyada kadınların işgücüne katılımı için gerekli bulunan ve kadın hareketlerinin de sahip çıktığı bir kazanımdı. Sosyalizmin geri çekilmesi ile kapitalist sistem kamucu politikalar sürdürme zorunluluğundan kurtuldu ve çalışan kadınlara destek olan politikalarını sona erdirdi. Beyaz yakalı olup göreceli olarak daha fazla para kazanan kadına “çocuk bakım hizmetini piyasadan al” denirken, daha az para kazanan kadına da “kreş yapmak benim için maliyetli, kendi başının çaresine bak” dendi. Böylece kadınlar geleneksel aile ilişkileri içinde çocukları anne-babalarına bırakmaya, paraları yeterse bakıcı tutmaya başladı. Bakıcı masraflarını aldığı ücretin ancak karşıladığını gören kadınlar ise çalışmak yerine çocuğuna kendi bakmaya ve evde daha ekonomik bir hayatı sağlamak üzerine evde kalmaya karar verdi.

Kapitalizmin derdi kadınların ne pahasına olursa olsun çalışması değildi. Kadın iş gücü “maliyetinin” üzerinde kazanç sağlıyorsa önemliydi. Sosyalizm geri çekilince, bu maliyet-kazanç testinden geçemeyen kadınlara eve dönüş yolu göründü. Bunlara ek olarak, evden çalışma, part-time çalışma gibi çalışma biçimleri de, çocuğunun bakımı için yardım alamayan kadınların ucuz ve sigortasız işçi olarak çalıştırılması için kullanılan çalışma biçimleri oldu.

İlginçtir ki, kadın hareketinin önemli bir bölmesi bu ideolojik saldırıya sessiz kaldı. 20. yüzyılda kadını evden ve aile sorumluluklarından bağımsızlaştırmak için mücadele eden, radikal çıkışlar yapanlar 21. yüzyılımızda kadının evdeki özel yaşamını, kendine yarattığı dünyayı, çocuğuyla kurduğu ilişkiyi göklere çıkarır oldu. Kapitalizmin çalışma koşullarında yıpranan, kendisine vaat edilen kariyer hayallerinin yalan olduğunu anlayan kadının çalışma hayatından eve dönmek istemesi anlaşılır olsa bile, nasıl oldu da çalışma hayatının değiştirilmesi, hem kadınlar hem de erkekler için insanca bir yaşam mücadelesi verilmesi es geçilip kadının ev yaşamı, annelik becerileri, kadınlığın kendine özgülüğü övülür oldu?

Yakın zamanda Gelenek dergisinde yayınlanan bir yazıda da belirtildiği üzere,9 kapitalist ideolojinin “yeterince çaba gösterirseniz ve para harcarsanız siz de sahip olabilirsiniz” dediği mutlu yuva, gerçek olmayan bir şey. Ekonomik kriz dönemlerinde gerçek olmayan bu ailenin temelleri daha da sarsılıyor; ev ve özel alan, iş yaşamından bunalan kadınların sığınabilecekleri bir yer olmaktan daha da çıkıyor. Borçlarla faturalarla boğuşan, işsizliğin bunalttığı ailelerde kadının “yuva kurma becerileri” bir işe yaramıyor. Geçimsizlik ve şiddet istisna olmaktan çıkıyor.

Annelerin halinden yalnızca anneler mi anlar?

Gelelim bizim mücadelemize.

Günümüz siyasetinde bireyci liberal siyasi girdilerin etkisinde ortaya çıkan ve her yere sirayet eden bir varsayım var: Birey hayatını yalnız kendi bilebilir, yalnız kendi anlayabilir.

Annelerin çektiğini yalnız anneler anlar. Erkekler kadınların derdinden anlamaz. Maden işçilerini anlamak için maden işçisi, inşaat işçisinin derdini anlamak için inşaat işçisi olmak gerekir. Beyaz yakalı işçilerin derdini ise yalnız beyaz yakalı olanlar anlar. Öyleyse herkes kendi derdine baksın, kendi derdi hakkında konuşsun, kendi derdine boğulsun, kendi derdini ayrıntılandırdıkça ayrıntılandırsın, kimsenin gerçekten anlamayacağı hale getirsin. Sonra da herkes kendi derdi için mücadele etsin.

Oldu mu? Olmadı.

Bireylerin ya da insan topluluklarının kendilerine özgü sorunlarının özelleştirilmesinin bir sınırı olmalı. O sınırı da, sınıf mücadelesinin güçlenip güçlenmemesi belirlemeli. Kimsenin anlayıp destek veremeyeceği kadar sorunları özelleştirmenin sonucu, dertlerimizle baş başa kalmak olacaktır. Oysa insanlar, kendilerinden farklı maddi koşullar içindeki insanların dertlerini de anlayabilirler, bu dertleri yaratan düzene karşı mücadele edebilirler.

Çocuğa iyi bakılması sorunu, toplumun bir sorunudur. Kadının eve hapsolması da toplumun bir sorunudur. Bu sorunlar özelleştirilemez. Kimseye “bu sorununu kendin çöz” denemeyeceği gibi “böyle mutluysan sen bilirsin” de denemez.

Çocuğun temel ihtiyaçlarının karşılanmasının toplumsal bir sorumluluk olduğu, herkesin insanca şartlarda yaşadığı koşullarda, çocuğun ebeveynleriyle kurduğu bağ gerçekten herkes için iç açıcı, geliştirici, mutluluk verici olacaktır. Bunun için en temel maddi gereksinimlerimizin, en temel haklarımızın güvence altında olması gerekir. Bebek ve çocuk bakımının toplumsallaşması bu nedenle en önemli koşullardan biridir.