ÇEVİRİ | Gazze'deki yıkım: Sorun sadece Netanyahu değil, aynı zamanda İsrail toplumu

Yalnızca Netanyahu’ya odaklanmak, Gazze’deki savaşın Netanyahu’nun değil İsrail’in savaşı olduğunu ve sorunun sadece Netanyahu değil, aynı zamanda İsrailli seçmenler olduğu gerçeğinden uzaklaştırıyor.

Mairav Zonszein

ABD'li Foreign Policy dergisinde, geçtiğimiz Nisan ayında İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun hükümetinin Gazze'de yürüttüğü savaşa ve İsrail toplumunun savaşa bakışına dair bir yazı yayımlandı.

Uluslararası Kriz Grubu'nda görevli olan İsrailli araştırmacı Mairav Zonszein'ın kaleme aldığı yazıda, İsrail halkının temelde Gazze'deki savaşa karşı olmadığına dikkat çekiliyor.

Yazıda, ülkedeki Netanyahu karşıtı eylemlerin esasında savaşa karşı olmadığına, başbakanın yolsuzluktan yargılanması ve savaşı yönetiş biçimine dair olduğunun altı çiziliyor. 

Savaş nedeniyle yalnızca Netanyahu'yu suçlamanın, kendisini bir günah keçisi konumuna soktuğu vurgulanan yazıda, Filistin söz konusu olduğunda, birçok İsraillinin geniş ölçüde Netanyahu ile aynı fikirlere sahip olduğu belirtiliyor.

Çeviri: Oğulcan Kutay Kıvanç

ABD’nin en İsrail yanlısı meclis üyelerinden ve Washington'daki en üst düzey Yahudi yetkili olan ABD Senatosu Çoğunluk Lideri Chuck Schumer, mart ayında Senato’da İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu’nun görevden alınmasını talep ettiğinde bu durum, İsrail’in ABD siyasetindeki rolünü takip eden herkes için önemli bir dönem noktası olmuştu. 

İsrail, ABD’de o kadar uzun süredir dokunulmaz sayılıyor ki Schumer gibi savaş yanlısı bir demokratın İsrail’de rejim değişikliği çağrısında bulunması olağanüstü bir durum olarak değerlendiriliyor. Ancak Senato liderinin duruşu İsrail halkı arasında oldukça yaygın bir düşünce. Hatta kendi partisi içerisinde bile erken seçim yapılması gerektiği konusunda bir fikir birliği var. Netanyahu’nun kendi siyasi ömrünü uzatmak için savaşı sürdürdüğü İsrail’de yaygın bir kanı gibi görünüyor. Çünkü o da savaş bittiği anda İsrail halkının, 7 Ekim’deki başarısızlıkların daha kararlı bir şekilde soruşturulmasını ve onun görevden alınması için erken seçim talep edeceklerini çok iyi biliyor. 

Yalnızca Netanyahu’ya odaklanmak, Gazze’deki savaşın Netanyahu’nun değil İsrail’in savaşı olduğunu ve sorunun sadece Netanyahu değil, aynı zamanda İsrailli seçmenler olduğu gerçeğinden dikkatleri uzaklaştırıyor. 

Yolsuzluk suçlamalarından yargılanmasına ve ülke tarihinin en büyük felaketi yaşanmasına rağmen siyasi hayatını terk etmeyi reddeden Netanyahu’yu suçlamak, özellikle Gazze’ye yönelik İsrail politikaları ve genel olarak Filistin söz konusu olduğunda, birçok İsraillinin geniş ölçüde Netanyahu ile aynı fikirlere sahip olduğu gerçeğini gölgede bırakıyor. Halkın büyük bir çoğunluğu, Gazze’deki mevcut askerî harekâtı ve hükümetin Hamas’ı yok etme politikasını, maliyeti Gazze Şeridi’ndeki Filistinliler için ne olursa olsun destekliyor. 

Yıllardır İsrailliler, askeri ve ekonomik hakimiyetleri sayesinde ülkelerinin karşı karşıya olduğu en başat meseleyi, milyonlarca Filistinli üzerindeki kontrolü görmezden gelebildiler. 7 Ekim saldırısının yarattığı şok ve travma, neyin kabul edilebilir olduğu konusunda sınırları daha da genişletti. 

Ocak ayında yapılan bir ankete katılan Yahudi İsrail halkının yüzde 88’i gibi büyük bir çoğunluğu o dönem sayısı 25 bini geçen Filistinli ölümlerinin meşru olduğunu düşünüyor. Yahudi halkının büyük bir çoğunluğu da İsrail Savunma Kuvvetleri’nin Gazze’de yeterli hatta az çok az güç kullandığını düşünüyor. Hamas'ın bu "başka seçeneği olmayan savaş"ı İsrail ve Gazze halkına dayattığı ve İsrail’in hayatta kalması için Hamas’ın yok edilmesi gerektiğine dayanan bu görüş, Gazze’deki kıtlık tehdidine rağmen harekata karşı bir muhalefet yaratmıyor. 

Ayrıca, İsrail Demokrasi Enstitüsü'nün şubat ayında yaptığı bir ankete göre Yahudi katılımcıların yaklaşık üçte ikisi (yüzde 63), İsrail'in bağımsız, silahsızlandırılmış bir Filistin devleti kurulmasını prensipte kabul etme önerisine karşı olduklarını belirtti. İsrailli liderler, uluslararası alanda hükümetlerin Filistin’i tek taraflı olarak bir devlet olarak tanımasını, 7 Ekim saldırısı için Filistinlileri ödüllendirmek olarak görüyorlar.

Aslında bir anket yapmaya gerek yok. Son yıllarda Yahudi İsrail halkının iki devletli bir çözüme olan inancının, Filistin halkının temel özgürlük ve kendi kaderlerini tayin etme haklarına ilişkin desteğinin sürekli olarak azaldığı ve bugün muhtemelen tarihin en düşük seviyesinde olduğu açıkça görülüyor. Sadece İsrail’deki siyasi partilerin tutumlarına bakmak bile yeterli. Neredeyse hiçbiri iki devletli bir çözümü desteklemiyor ve iktidardakiler bunun gerçekleşmesini engellemek için titizlikle çalışıyorlar.

Sokağa çıkan binlerce İsrailli, savaşı protesto etmiyor. Bir avuç İsrailli ve Filistinli dışında savaşın sona ermesini talep eden yok. İsrail’in Gazze’deki eşi benzeri görülmemiş sayıda Filistinliyi öldürmesini ya da kitlesel açlığa yol açan insani yardım kısıtlamalarını protesto etmiyorlar. (Hatta bazı sağcı İsrailliler, daha da ileri giderek yardımların şehre girmesini engelliyor.) 57. yılına giren askeri işgalin sona ermesi gerektiğini asla dile getirmiyorlar. Onlar sadece Netanyahu’nun istifa etmemesi konusundaki ısrarını ve rehine anlaşması imzalamaktaki isteksizliğini protesto ediyorlar.

Kudüs’te yakın zamanda düzenlenen bir eylemde demokratların Netanyahu hükümeti ile halkı arasında yaptığı ayrımı yansıtan “biz hükümetimiz değiliz” yazılı dövizler ön plandaydı.

Kudüs'te yapılan Netanyahu karşıtı bir eylemde açılan "Biz hükümetimiz değiliz" yazılı pankart. Ancak Netanyahu karşıtı İsrailliler'in birçoğu, Gazze'deki savaşa temelden karşı çıkmıyor.

Fakat bu yanıltıcı bir ayrım.

Bütün suçu başbakana yüklemek asıl noktayı kaçırmak olur. Bu durum İsraillilerin, uzun zamandır ülkelerinin askeri işgal ve Filistin halkını insanlıktan çıkarma sistemini geliştirdiklerini, buna olanak tanıdıklarını ve bununla barıştıklarını göz ardı ediyor. 

Bu, sıklıkla başbakana karşı alternatif ya da dengeleyici olarak lanse edilen savaş kabinesi üyeleri için de geçerli. 7 Ekim'den sonra Gazze'nin tamamen kuşatılması çağrısını yapan Netanyahu değil, savunma bakanı Yoav Gallant'tı: "Elektrik yok, yakıt yok, yiyecek yok, her şey kapatılacak." Savaşın başında "sorumlunun bütün bir ulus olduğunu" söylerken Gazze'de yaşayan her kişinin meşru bir hedef olduğunu ima eden Netanyahu değil, sözde merkezci başkan Isaac Herzog'du. Çeşitli İsrailli siyasetçilerin ve şahsiyetlerin bu kışkırtıcı ve soykırımcı dili, Güney Afrika'nın geçen yılın sonlarında Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı davada belgelendi.

Yalnızca Netanyahu'ya odaklanmak, İsrail siyasetinin, özellikle ana akım medyanın savaşa ilişkin haberlerinde açıkça görülebilen, ırkçılığı ve milliyetçiliği normalleştiren sağa yönelimini de göz ardı ediyor. İsrail medyası Gazze’de yaşananlara neredeyse hiç yer vermiyor ve gazeteciler nadiren İsrail Savunma Kuvvetleri’nin yaptıklarını inceliyor veya sorguluyor.

Bu, aynı zamanda, İsraillilerin Netanyahu'nun liderliğine ve sözlerine duyduğu güvensizliğe rağmen, savaşın neredeyse altıncı ayında hâlâ tereddütsüz bir şekilde yedek askerlik görevine geldiklerini ve hükümetin yargı reformu planı nedeniyle görev yapmayı reddetmekle tehdit ettiklerini göz ardı ediyor.

7 Ekim’den bu yana ölen asker (600) ve yaralı (3000’den fazla) sayısına rağmen asker anneleri savaşı protesto etmiyorlar. Bu durum, İsrail'in Lübnan'daki işgaline ve sonrasında geri çekilmesine karşı muhalefetin önemli bir parçasını oluşturmuştu.

Lider değişikliği ise beraberinde anlamlı politika değişiklikleri getirmeyecek. Netanyahu’nun karşısında iyi anket sonuçlarına sahip olan eski savunma bakanı ve İsrail Savunma Kuvvetleri genelkurmay başkanı Benny Gantz başbakan seçilirse, Filistin konusunda Netanyahu’dan farklı politikalar izlemesi pek olası değil.

2019 yılında Gantz, Gazze'nin bazı bölgelerini Taş Devri'ne geri döndürmekle övündüğü bir seçim kampanyası videosu yayınlamıştı. Bugün ise tıpkı Netanyahu gibi, şu anda sayısı 1.5 milyona varan yerinden edilmiş Filistinlinin toplandığı Refah kentine işgal talep ediyor ve bu işgalin Hamas’a son bir ölümcül darbe anlamına geleceğini iddia ediyor.

Ayrıca Gantz, Filistin devletini tek taraflı olarak tanımayı reddederken Filistinlilerin en fazla bir “kimlik” sahibi olarak var olabileceğini kabul ediyor. Gerçekten de 2021'de kısa ömürlü Naftali Bennett hükümetinde savunma bakanı olan Gantz, Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas'ı evinde ağırlamıştı ve bu durum, Filistin Yönetimi’nin işlevsel kalmasının İsrail'in kontrolü koruması için hayati bir ulusal güvenlik çıkarı olduğunu derinlemesine anlayan askeri anlayışını benimsediğini gösteriyor.

Benny Gantz

Biden yönetiminin Filistin Yönetimi'ni yeniden yapılandırma ve Gazze'ye gönderme yönünde ana hatlarını çizdiği doktrin, bir Suudi-İsrail normalleşme anlaşması kapsamında Filistin devleti için İsrail'in tavizlerini gerektirecek bir siyasi süreç oluşturmayı öngörüyor. Bu, şu anda İsrail'in Gazze'deki uzun süreli yıkımı ve işgali için masada olan tek alternatif.

Bazı eski İsrail hükümet ve güvenlik yetkilileri de bu yaklaşımı benimsediler. Çünkü bunun İsrail’in Amerikan kamuoyundan daha fazla yabancılaşmasını engellemek ve uluslararası meşruiyetini sürdürmesi için en iyi seçenek olduğunu düşünüyorlar.

Şubat ayında İsrail'de Yahudi ve Filistinli vatandaşlar arasında yapılan bir anket, katılımcıların yarısının bu doğrultuda bir siyasi süreci destekleyeceğini gösterdi. Bu anlamda bazı İsrailliler en azından pragmatik bir çıkış yolu arıyorlar.

Bu fikrin ne kadar gerçekçi olduğu da şüpheli. Filistin Yönetimi'nin Filistinliler arasında meşruiyet kazanmak için yeterince reform yapıp yapamayacağı belirsiz. Benzer şekilde Hamas'ın Gazze'deki sahneden tamamen kaybolması da olası değil. Önerilen yol, İsrail'in ne tür tavizler vermesi gerekeceğini de özetlemiyor. Ancak en azından bir ateşkes şeklinde gerilimin anında azalmasına yol açabilir ki bu durum hayati önem taşıyor.

Her durumda, bunun bir İsrailli lider veya siyasetçi tarafından değil, ABD yönetimi tarafından öneriliyor olması dikkat çekici. Dolayısıyla böyle bir sürecin sonucu hem İsraillilerin hem de Filistinlilerin zaman içinde ateşkese nasıl tepki vereceğine ve ABD ile diğer aktörlerin bunun gerçekleşmesi için ne kadar çaba harcayacağına bağlı olacaktır. Şimdilik, İsraillilerin büyük çoğunluğu bir ateşkes çağrısında bulunmuyor. 

Netanyahu iktidarda olduğu sürece, savaşın sürmesi kesin gibi görünüyor ve bununla birlikte Gazze'de açlıktan kaynaklanan kitlesel ölüm riski, daha fazla bölgesel gerilim ve Gazze'de tutulan sevdiklerinin akıbetini hiç bilmeden, daralmış, güvensiz sınırlarla yaşayan İsrail halkı…

Netanyahu'yu devirmeye yönelik tüm çabalar, anlaşılabilir olsa da, İsraillilerin uzun süredir devam eden askeri işgale, Gazze'nin yok edilmesine ve mevcut krizden çıkmak için gerçek bir siyasi yol belirleme konusundaki eksikliklere karşı sorumluluk almalarını engellemektedir. Bu bağlamda, Netanyahu pratikte bir günah keçisi işlevi görüyor.