Antik DNA Anadolu'nun 10 bin yıllık toplumsal ilişkilerine ışık tuttu

Antik DNA çalışmaları Çatalhöyük gibi toplumlarda 'sosyal akrabalıkların' kan bağından daha öncelikli olabileceğini gösterdi

Haber Merkezi

ODTÜ ve Hacettepe Üniversitesi araştırmacılarının öncülüğünü yaptığı uluslararası bir ekip, antik DNA kullanarak Anadolu’nun 10 bin yıl önceki geleneklerini ortaya çıkarttı. Çalışmada Anadolu’nun en eski köylerinde evlerin tabanlarına gömülmüş iskeletler incelendi. Araştırmacılar, aynı haneye birlikte gömülen bu bireylerin biyolojik akraba olup olmadıklarını test etti. Bazı yerleşimlerde gömülerin sıklıkla biyolojik akraba olduğu bulunurken, Çatalhöyük ve Barcın Höyük gibi yerleşimlerde durum farklıydı. Bu iki köyde aynı binanın tabanına gömülmüş çocuk ve bebekler arasında genellikle kan bağına olmadığı görüldü. Bu durum, eski insan topluluklarında “sosyal akrabalık” gibi sosyokültürel yapıların önemini gözler önüne seriyor.

Anadolu’da binlerce yıl önce yaşamış kadim insan toplulukları için ölüm, belki de bugünkü algımızdan çok farklı anlamlar içeriyordu. Bu toplumlar ölülerini, gündelik hayatlarına devam ettikleri evlerin tabanlarına gömüyor, bir nevi ölüleriyle birlikte yaşıyorlardı.

Birlikte gömülen bu insanların nasıl bir ilişkiyle birbirlerine bağlı oldukları ise arkeologların onyıllardır merak ettiği bir soruydu. En yaygın tahmin, bu bireylerin kan bağına dayalı aile mensupları olduğu idi. Fakat bunun aksini öne süren bilim insanları da mevcuttu. Bunlar, bu topumların kan bağından bağımsız sosyal akrabalık ilişkileri üzerine kurulu olabileceğini tahmin ediyordu.

Yeni yayımlanan bir çalışma bu soruları inceliyor. On bir ülkeden 57 biliminsanı bir araya getiren çalışmada, Aşıklı Höyük (Aksaray), Boncuklu Höyük (Konya), Barcın Höyük (Bursa) ve Çatalhöyük (Konya) yerleşimlerinde insan antik DNA verisi analiz edildi. Çalışmanın sonuçları "Neolitik Anadolu'daki antik genomlar, çeşitli akrabalık örüntülerinin bir arada var olduğunu gösteriyor" başlıklı makalede Current Biology dergisinde geçen hafta yayımlandı.

Çatalhöyük’te çocuk DNA’sı daha iyi korunmuş

Makalenin ilk yazarı Reyhan Yaka, çalışma için Aşıklı ve Çatalhöyük’ten 60 adet insan kemiğini antik DNA laboratuvarında incelediklerini belirtti. Yakın zamanda doktorasını ODTÜ’de tamamlayan Yaka, “Kemikler çok eski ve içindeki genetik bilgiyi taşıyan moleküller zaman içinde oldukça bozunmuş. Bu nedenle sadece 22 bireyin DNA’sını çıkarabildik,” dedi. Ekip bu 22 genomu daha önce analiz edilmiş 37 bireyin genomuyla bir araya getirerek aralarındaki genetik akrabalıkları tespit etti.

Çalışmanın baş yazarları arasında yer alan ve ODTÜ’de doktora sonrası araştırmacı olarak çalışan Damla Kaptan ise, Çatalhöyük’te incelenen iskeletler arasında çocuk kemiklerinin, erişkin bireylerin kemiklerine göre daha iyi korunduğunu anlattı. Bunun beklenen bir sonuç olmadığını söyleyen Kaptan’a göre DNA’nın erişkinlerde kötü korunmuş olmasının sebebi, Çatalhöyük insanlarının erişkin ölülerin cesetlerine gömmeden önce yaptıkları muameleler olabilir. 

En eski köylerde biyolojik aileler saptandı

Elde edilen DNA verileriyle gömüler arasında akrabalık seviyelerini belirleyen ekip, ilginç sonuçlarla karşılaştı. 

Ekip önce Aşıklı Höyük ve Boncuklu Höyük yerleşimlerinde aynı mekâna gömülmüş bireyleri inceledi. Yaklaşık 10 bin yıl önceye tarihlenen bu iki köy, Orta Anadolu’nun ilk köyleri arasında.

Aşıklı Höyük ve Boncuklu Höyük evlerinde bir arada gömülmüş bireylerin çoğunlukla kardeş ya da ebeveyn-çocuk çiftleri oldukları görüldü. Çalışmanın sorumlu yazarlarından Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Füsun Özer’e göre, bu sonuç bu köylerde toplumsal ilişkilerin biyolojik aile bağlarını içerdiğine işaret ediyor. 

“Yine de tüm vakalarda akrabalık bulamadık,” diyen Özer, örneğin Boncuklu Höyük’te aynı mezara gömülü bir kadın ve yeni doğmuş bir bebek arasında hiçbir akrabalığa rastlanmadığına dikkat çekiyor. 

Çatalhöyük’te sosyal yapı biyolojik aile temelli olmayabilir

Çatalhöyük ve Barcın Höyük’ten elde edilen sonuçlarsa farklıydı. Tarımın yaygınlaştığı ve köylerin büyüdüğü yaklaşık 8 bin 500 yıl öncesi bir döneme tekabül eden bu iki yerleşimde araştırmacılar asıl olarak çocuk ve bebek gömülerinden DNA elde edebildi. Şaşırtıcı biçimde, aynı bina içine veya çevresine gömülmüş bu çocuk ölüleri arasında biyolojik akrabalığın nadir olduğu görüldü. Bir başka deyişle, farklı biyolojik ailelerin çocukları bir arada gömülmüştü. 

Yazarlardan ODTÜ öğretim elemanı Mehmet Somel’e göre bu sonuçlar Neolitik topluluklarda toplumsal örgütlenmenin biyolojik akrabalıktan ziyade başka sosyal bağlara dayandığı fikrini destekliyor. Somel, bu sonucun Çatalhöyük’te eşitlikçi bir kültürün varlığına işaret eden çalışmalarla uyumlu olduğunu vurguluyor. 

'Agresif derecede eşitlikçi bir kültür'

Nitekim Çatalhöyük kazısını 20 yıl yürüten arkeolog Ian Hodder çalışmalarında Çatalhöyük’te “agresif derecede eşitlikçi” bir kültürün hakim olduğunu söylüyordu. Hodder, bina boyutu, besin depo alanları, binalarda bulunan süs eşyalarının sayısı ya da binalardaki gömüler incelendiğinde Çatalhöyük toplumunda sistematik bir eşitsizlik emaresi olmadığının altını çiziyordu. Örneğin daha sonraki dönemlere ait arkeolojik yerleşimlerin mimarilerinde veya mezarlarında eşitsizlik yoğun olarak göze çarpıyor.

Somel, Çatalhöyük’te binlerce insanın görünürde eşitlikçi bir toplumsal yapıyı yüzyıllar boyunca koruyabilmesinde, kan bağından daha önemli addedilen “sosyal akrabalık” ilişkilerinin rol oynamış olabileceğini tahmin ediyor.

Atayerli gelenekler tarımdan sonra mı egemen oldu?

Çalışmanın kadim toplumsal gelenekleri aydınlatan bir diğer önemli sonucu Aşıklı Höyük ve Boncuklu Höyük’ten elde edildi. Daha tarımın yaygınlaşmadığı erken Neolitik döneme ait bu köylerde yapılan DNA analizi, erişkin kadınların kız kardeşleriyle beraber gömüldüklerini gösterdi. 

Çalışma yazarlarından Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Yılmaz Selim Erdal’a göre bu durum, kadınların topluma dışarıdan girdiği ve aralarında kan bağı olmayan bireylerle birlikte gömüldükleri patrilokal, yani atayerli geleneklerle uyuşmuyor. Erdal, bu sonucun, atayerli geleneklerin tarımla beraber veya sonrasında gelişmiş olabileceğini gösterdiğini belirtiyor.

Deneyleri ve veri analizleri Ankara’da gerçekleştirilen çalışma, NEOGENE adlı Avrupa Araştırma Konseyi projesi ile bir TÜBİTAK projesi kapsamında gerçekleştirildi. Çalışmanın yürütücü ekibi ODTÜ'den evrimsel biyolog Mehmet Somel, arkeolog Çiğdem Atakuman ve bilgisayar bilimci Elif Sürer, Hacettepe'den ise popülasyon genetikçisi Füsun Özer ve antropolog Yılmaz Selim Erdal’dan oluştu.

Araştırmanın sorumlu yazarları arasında Aşıklı Höyük’ü kazan arkeologlar Mihriban Özbaşaran ve Güneş Duru ile Barcın Höyük’ten Rana Özbal ve Fokke Gerritsen gibi isimler de bulunuyor.

Araştırmanın kapsamını daha da ileriye götürmeyi planlayan ekip, gelecekte Neolitik döneme dair çok daha kapsamlı bilgiler elde edebilecek.