Anadolu Güneşi: Sadece 'Bir Moğollar Albümü' değil

Anatolian Sun (Anadolu Güneşi) albümü, müzik dağarcığımıza marş haline gelmiş eserler de katmış olan Moğollar'ın 16 şarkılık bir müzikal yolculuğu.

Birkut Engüllü

Moğollar'ı ve çağdaşlarını, Moğollar'ın 55 yıldır devam ettirdiği ve bir ekol, okul olmayı başarabildiği varlık serüvenini anlamak, anlamlandırabilmek hiç şüphesiz sadece müzik bilgisiyle sınırlı tutulamayacak bir 'sanat tarihi' konusudur. Yazının sınırlarını aşacak olan bu noktaya çok kısa da olsa değinmeden geçemememin sebebi, öneminin vurgulanması gerektiğini düşünmem. 

Gelelim yazının esas konusuna. 

Anatolian Sun (Anadolu Güneşi), müzik dağarcığımıza marş haline gelmiş eserler de katmış olan Moğollar'ın yeni albümü. Aslında 2020 yılının sonunda çıkan albüm, özellikle de müzisyenler açısından hâlâ devam eden, oldukça bunaltıcı geçen pandemi sürecinin ortasına doğduğu için ben yine de 'yeni' demeyi tercih ediyorum. 

Sıkı takipçiler "Bu şarkı eksik kalmış" diyebilirler. Bu gayet normal; 55 yıl büyük, plak küçük ve fakat grubu ilk defa dinleyecekler için (albümün yurt dışında yayınlandığını not düşelim), iki plaklık gayet doyurucu ve hızlandırılmış kurs niteliğinde arşivlik bir seçki var karşımızda. Teknik detaylarından çokça söz edildi ama bu anlamda albümün en önemli özelliğini; dünyaca ünlü Artone Studio'da, 'doğrudan plağa kayıt (direct to disc)' teknolojisiyle tamamen canlı (tek seferde) kaydedilmiş olduğunu ve dinleyicilerine, hiçbir şekilde müdahale edilmemiş bir canlı performans sunduğunu belirtmeden geçmemek lazım. İçeriğe bakınca ise 16 şarkılık bir müzikal yolculukla karşılaşıyoruz. 

Birinci plak, Cahit Berkay'ın efsane bestesi; senaryosu, Lenin Nişanı sahibi Sovyet yazar Cengiz Aytmatov'un eserinden yola çıkılarak hazırlanan ve 1977 yılında çekilen filmin tema müziği olan aynı adlı 'Selvi Boylum Al Yazmalım' ile başlıyor. Sanırım başka bir şey söylemeye gerek yok. Eserin, filmin, bestenin ve "sevgi, emektir" sözünün etki gücünün 'zemini' gayet net; bu anlamda Al Yazmalım, her dinlenişinde müziğin, anlatının ve dinleyicinin bütünleşmesinin tam da somutlaştığı eserlerden. 

Ardından, ritimden ritme geçen değişik akışıyla, dinlemesi de çalması kadar özen isteyen 7/8 9/8 geliyor.
Peşinden Cem Karaca'nın, Moğollar'la birlikte çalıştığı dönemde, eşi Feride Balkan için yaptığı Gel Gel şarkısının 2008'den bu yana Moğollar'ın vokalistliğini yapan çocukları Emrah Karaca tarafından seslendirilmesi, albümün en hoş sürprizi olarak yüreklere doluyor. 

Bu neşeli olduğu kadar duygusal parçanın ardından, insanı kendi içinde kısa ama yüklü bir yolculuğa çıkaran Gam Yükü, Nilüfer çalıyor. Sonra, ülkemin ayıbı olarak 28 yıldır güncelliğinden hiçbir şey kaybetmemiş  'müzikli politik mani' niteliğindeki 'Dinleyiverin Gari' geliyor; 'Oylar yandı tavada.' diyor. Buram buram folklor kokan 'Çığrık' ve 'Düm-Tek' ile devam eden birinci plak, uğul uğul bir şarkı olan 'Haliç'te Güneşin Batışı' ile sona eriyor. 

İkinci plak, bir Karadeniz rüzgarıyla, fırtına hali bilinen ama esintisiyle de aynı etkiyi bırakan Keşişleme ile açılış yapıyor. İkinci şarkı, çoktandır marş haline gelen 'Bi'Şey Yapmalı'. 

Uzatmaya gerek yok; ne olduğu gayet açık olan 'bi'şey'in, neyi hedef alması gerektiği de sır değil; Taner Öngür, konserlerde, şarkıya girilmeden önce yaptığı birçok özgün girizgahtan bir tanesinde yekten söylüyor: "Doymak bilmeyen kapitalizme ve onun işbirlikçilerine karşı..."

Başrollerini Kemal Sunal ve Yavuzer Çetinkaya'nın paylaştığı, 1986 yapımı Deli Deli Küpeli filminin tema müziği olan ve filmin kaynağıyla aynı adı taşıyan (Cevat Fehmi Başkut'un yazdığı tiyatro oyunu) Buzlar Çözülmeden ile devam ediyor albüm. Ardından, toprağa saygı duruşu niteliğinde gümbür gümbür bir parça, 'Toprak Ana' ve sonrasında da Iklığ ve Berkay Oyun Havası ile peş peşe Anadolu ezgileri geliyor. Cahit Berkay'ın şu sözünü hatırlıyorum: "Keşke insanın tadını kaçıran olaylar olmasa da hep oyun havası bestelesem; biliyor musun, o kadar da güzel yaparım ki..."

Albümün sonuna doğru gelirken, sözlerini Mansur Balcı'nın yazdığı ve Taner Öngür'ün bestelediği, 23 yıl önce Bergamalı yurttaşların siyanürle altın aramaya karşı başlattıkları direnişe ses olmak amacıyla yapılan ve 2019'da en son canlı dinlediğimde, Kanadalı bir şirketin Kaz Dağları'nı talan etme girişimine (yine altın için) karşı hep birlikte söylediğimiz 'Ölüler Altın Takar Mı' çalıyor. Bir Toros anlatısı olan Alageyik Destanı'yla albüm, dinleyeni, götürdüğü yerlerden bulunduğu yere geri bırakarak sona eriyor. 

Grubun ayırıcı özelliklerinden biri tam da bu zaten. İnsanı alıp götürüyor kimi zaman, kimi zaman duygu ve düşüncelerinde şimşekler çaktırıyor ama asla gerçeklikten koparmak gibi bir amaç gütmüyor; yalan söylemiyor yani. 

Orta yolculuğun alemi yok! 'Beste fabrikaları'nın diskografileri üst üste koyulsa bile bir tam şarkı kadar içeriğin elde edilemediği, ne idiği belirsiz bir 'siz bunu tüketin' çamurunun uzağında koca bir orman Moğollar. Dinleyin, dinletin; pamuklara sarılsın diye değil, açılmasının öncülerinden olduğu yolda daha iyileri yaratılabilsin diye. Olabiliyor, olsun. 

Son söz, Moğollar'ın: "...ispatlamak istediğimiz, halk müziğimizin çok sesli bir ruha sahip olması. Ayrıca folklorumuzdaki dinamizmin, pop müziğin dinamiğine yakın olması. Geri kalmış popüler müziğimizin, ileri teknik ve zengin folklorumuzla birleşmesiyle bir kişilik kazanması..."