Bartın üç renkten oluşuyor: Mavi, yeşil ve siyah… Gökyüzünün umut aşılayan mavisi, denizin engin mavisiyle bir oluyor kimi yerlerde. Yeşil ki Amasra’daki yaşamını yitiren madenci ailelerine ziyaret heyetinden bir arkadaşımın ifadesiyle “Doğanın nasıl talan edildiğini ve kuracağımız Türkiye’nin ne kadar güzel olacağını gösteren” bir yeşil. Bu arada rasgelebileceğiniz Trabzonspor bayraklarını da göz ardı etmemek lazım, onlar da bölgenin bir parçası.
Ve siyah: Çaresizliğin, muhtaçlığın, sömürünün, kömürün ve ölümün siyahı. Kapkara sessizlik bulutu Amasra’nın üzerinde geziniyor. İşçilerin yaşamını yitirdiği her yerde bu bulutu görmek mümkün.
Geçtiğimiz hafta sonu avukat, psikolog ve bölgeyi tanıyan yoldaşlarımızla Bartın’ı ziyaret ettik. Ankara’dan yola çıkan grubumuzla sabahın erken saatlerinde Bartın’a doğru giderken aklımda tek bir soru vardı: “Bu acıyı yaşayan ailelere ne anlatabilirim, failleri (belli ama) bulunmamış bir katliamda insanlara nasıl destek olmalıyım?”
Bir şey anlatmama gerek kalmadı, dinlemek yeterliydi; acılarını paylaşmak ve eksik kalan ailelerle dayanışmak için. Onların sözleri ve bizim izlenimlerimiz, hepimizin bildiği bir tablonun çıktıları olabilir sadece.
Bartın’a vardığımızda Amasra’ya geçtik hızlıca. Bartın’dan Amasra’ya geçerken yol çalışmalarıyla karşılaştık. İster istemez “Acaba patlamanın yaşandığı gece bu yoldan ambulanslar, itfaiye, sağlık personeli ve kurtarma/tahliye ekipleri nasıl Amasra’ya geçiş yaptı?” sorusu belirdi bu görüntüler eşliğinde. Cevabını bilmiyorum ama bu durumun da ekiplerin madene ulaşmasını zorlaştıran bir hal oluşturduğunu düşündüm.
Heyetle birlikte ailelerle görüşmemizde hepsinin ortak söylemi “önce araştırma raporu çıksın” idi. Herkes araştırma raporundan çıkacak sonucun, suçlu veyahut suçluları ortaya çıkaracağına inanıyordu. Peki araştırma raporundan çıkacak sonuç, hangi değişikliklere yol açacak? Bir değişikliğe yol açacak mı? Gelecekte olacakların önüne bir set mi olacak? Kim ders çıkaracak?
Ailelerle görüşmelerimizde ortak olarak sordukları veyahut dikkat çektikleri maddeleri konu ederek ilerlemeye çalışacağım:
Sorumlu kim?
Yaşamını yitiren madencilerin yakınlarının merak ettiği sorular “Sorumlu kim? Patlama sırasında müessese müdürü, mühendisler, yetkili amirler ne yapıyordu? Neden kimse tutuklanmadı?” olarak sıralanıyor.
Patlamanın ardından oluşturulan soruşturma ekibinde, “soruşmanın ehemmiyeti, olayın etraflıca araştırılması, kusurlu bulunan fail ya da faillerin tespit edilerek olayın tüm yönleriyle aydınlatılması için” Amasra Cumhuriyet Savcılığı’nda görevli savcı sayısı, Hakimler ve Savcılar Kurulu tarafından altıya çıkarıldı. Bu kapsamda Bartın Cumhuriyet Savcısı Ozan Mert Alıcı, "3 ay geçici süreli yetki" ile soruşturmada görevlendirildi.
Ayrıca Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Bartın'da maden ocağındaki patlamayı soruşturan 4 kişilik ekibe, 2 iş güvenliği uzmanını da dahil etti. Yapılan açıklamalardan anlaşıldığı üzere, soruşturmanın 3 aya yakın bir süre boyunca devam etmesi bekleniyor. Şu ana kadar herhangi bir gözaltı veya tutuklama kararıysa kamuoyuyla paylaşılmadı.
24 Ekim tarihinde Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) Amasra Müessesesi İş Güvenliği Daire Başkanı Faik Ahmet ve TTK Amasra Müessesesi Müdürü Cihat Özdemir Amasra Adliyesi'ne geldi. Özdemir ve Sarıalioğlu’nun yaklaşık 10 dakika adliyede kalmaları dikkat çekerken, gazetecilerin "Neler söyleyeceksiniz, ifade mi verdiniz?" soruları yanıtsız kaldı.
Ailelerle yaptığımız görüşmeler sırasında patlamanın üzerinden bir hafta geçmişti ve o ana kadar kimseye cezai işlem uygulanmamıştı. Madenci aileleri bu konuya tepki gösteriyor.
“Hiç kimse suçu ispat edilene kadar suçlu değildir” diyen bir madenci yakını, “Ancak devletle suçlu aynı. Bunların günahını kim ödeyecek? Televizyona bakıyorum. Denetim var sözde, liyakat var... Halbuki denetim dediğiniz önceden haber veriliyor birkaç gün önceden. Öncesinde düzenliyorlar, sonra da gelip ayakları çamura değmeden yemeklerini yiyip birkaç fotoğraf çekip gidiyorlar” diyerek tepkisini dile getirdi.
“En azından birileri, vardiya amiri, görevliler, müdürler görevden alınmalıydı. En azından yüreklerimize su serperdi” diyen bir başka madenci yakınıysa, “Dinliyorum, dinliyorum… Ne müdürden ne mühendisten ne çavuştan bahsediyorlar?” dedi.
Bu noktada ayrı bir korku var. Acaba gerçek suçlular mı bulunacak, yoksa birileri mi seçilecek? Tecrübeyle sabit olarak diğer maden katliamlarında benzeri olayların gözlemlediğini biliyoruz.
Bir madenci yakını düşüncelerini şöyle aktardı:
“Devlet yapar diye bekliyoruz. Bulur sorumluları. Yapılsın ama yanlış insanlara yapılmasın. Büyükler sıyrılır buradan. Önce yılanın başını ezmek gerekir. Baştakilerin suçu en fazla. Orada da bir gariban yanar. Birinin üzerine atarlar, kurtulurlar. Olan garibana olur. Ama öbür tarafta suçlu belli, orada yanacaklar.”
Sorun sadece 4-12 vardiyasında mı?
“16.00-24.00 vardiyasında ne olmuş? Çocuklarımıza ne dediler o sırada. Birisi çıkıp söylesin?”
Her aile bu soruyu soruyor. 16.00-24.00 vardiyasında ne olduğunu kimse net olarak bilmiyor. Bir ihmalden söz etmek mümkün, peki bu ihmalin sadece bu vardiyayı mı kapsadığı sorusu ortada duruyor. Patlamanın bir birikimin sonucu olduğu görüşünü savunanlar hayli fazla.
Elle tutulur tek belge olan Sayıştay raporu 2019 tarihli. Peki son 3 yılda bu madende hangi denetimler gerçekleştirildi? Gerçekleştirildiyse de hangi tespitler sonucunda, noksanlar giderildi, giderildi mi?
“4-12 vardiyasında başlar neredeydi? Ne dediler? Yoksa kendi kendilerine mi bıraktılar? Öyle şey olur mu? Hangi çavuş, hangi amir, hangi mühendis girdi de kontrol etti? İşçi senden izinsiz adım bile atmaz. Ne söylediler? Önce başlara sormak lazım bunları” diyen bir madenci yakını, vardiyada neler olduğunun neden açıklanmadığını sordu.
Bir diğeriyse “Çobanlar sokakta gezmiş, keyfetmiş. Koyunlar da başıboş kalmış” diyerek patlamanın sadece vardiyada görevli olanların sorumluluğu dahilinde olup olmadığını, yetkililerin daha önceden bir bilginin olup olmadığının soruşturması gerektiğini ifade etti.
Üstünün kapatılmaması temennisi
Ailelerin en büyük isteği, katliamın üstünün kapatılmaması.
“Hayır, hayır… Bu ne kader, ne kader planı, ne de fıtrat. Katliam. Kaza değil bu. Cinayet, cinayet. Tek isteğimiz bunun üstüne toprak atılmaması.”
Madenci kardeşini kaybeden bir abi “Suçlu suçunun cezasını çekmeli. İhmal var mı?” derken; madenci annesi “Gazı ölçmemişler ki, öyle diyorlar. Göndermişler yerin altına. Sanki koyun ya bizim çocuklarımız” ifadelerini kullandı.
Kardeşini madende kaybetmiş aile ferdi, “Bazen cahil cahil konuşmak istiyorum. Okumasınlar demek geliyor içinden. Okuyan da okumayan da bir. Tabii okumuşun cahili daha kötü oluyor ama okumuş da okumamışla aynı işi güdüyor. İkisi de ölüyor” dedi.
Yaşamını yitiren madencilerin ortak noktalarından birisi de hepsinin genç olması.
Gençlerdi ve hayatta yapmak istediklerini yapamadan öldüler. Bir kısmı eğitimli; ancak ülkede üniversite eğitiminin de geçer akçe olmaktan uzun süre önce çıkması, ekmeklerini kazanmaya girişmeleri ve gelecekleri için başka yollar aramalarına neden oldu. Kimi üniversite mezunu çalışmak zorunda kaldıkları inşaatlardaki cinayetlerle yaşamını yitiriyor, kimisi de yerin yedi kat altında ölüyor bu düzende.
Madenci yakınları duruma tepki gösterilmesi gerektiğini belirtiyor. Ancak mücadele ederek gerçek sorumluların ortaya çıkacağını biliyorlar:
“Herkes çıksın sokağa, hakkını savunsun. Çıksın açıklasın. Pankart mı yürüyüş mü ne? Ne yapacaklar o zaman, bize mi saldıracaklar? Devlet mi saldıracak bize? Biz canımızı yitirmişiz.”
Erdoğan mitosu
Bölgede saklı olmayan bir gerçek var, belki de bir mitos demek lazım. ‘Recep Tayyip Erdoğan’ mitosu. Patlamanın ardından aileler ve insanlar devlet yöneticilerini ve kurumları ve AKP’li bakanları eleştirmekten kaçınmıyor. Ancak Erdoğan’a olan inançlarını koruyorlar.
“Ben inanıyorum, bu sefer üstü kapanmayacak” diyen bir kişi, Erdoğan’ın açıklamalarını hatırlatıyor. AKP’li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, maden patlamasının ardından gittiği Amasra’da yaptığı açıklamada, “Bütün kardeşlerimizin aileleri bizlere mirastır ve bu miraslara bizler devlet olarak sahip çıkacağız. Gerek devlet olarak gerek bakanlıklar olarak hepimizin belli destekleri olacak. Bir de bizim yasal olarak vermemiz gereken destekleri de bu süreç içinde vereceğiz. Emanetlere de sahip çıkacağız. Tekrar tüm aileye Allah'tan sabırlar diliyorum. Milletimizin başı sağ olsun diyorum” demişti.
Erdoğan’ın sorumluların bulunacağına yönelik açıklamalarına güveniyor aileler; ancak bu sırada da Soma, Ermenek ve diğer maden katliamlarının üstünün kapatıldığından dert yanıyorlar, kendilerinin başına bunun gelmemesini istiyorlar. Erdoğan, 2002 yılından bu yana başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı görevleriyle ülkenin başında bulunuyor. Madenci ailelerinin bahsettiği Soma Katliamı ise 13 Mayıs 2014’te meydana geldi.
“Allah razı olsun Sayın Cumhurbaşkanımızdan” diyen bir aile ferdi yine de “Neden kaza, kader diyor?” diye bir soru da yöneltti. 10 senede bir maden böyle büyük maden patlaması meydana geldiğini belirten bir madenci yakını, “Ama ben bu sefer takip edileceğine inanıyorum. Cumhurbaşkanımız da kendisi söyledi” dedi.
Bir madenci yakını da “Cumhurbaşkanımıza karşı kötü bir niyetim yok, düşüncem yok. Allah başımızdan eksik etmesin. Ama sorumluyu istiyorum. Soruşturma istiyorum” diyerek benzer bir görüş belirtti.
Türkiye’de işçinin değeri
Görüşme sırasında söz Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez’in yaklaşık 1 ay kadar önce olayın yaşandığı madene yaptığı ziyarete geldi. Bu noktada da tepki gösterildi: “1 ay önce Enerji Bakanı geldi, ziyaret etti. O vardı bir ay önce. Ne yapıldı, denetim mi? Yok. Balıklarını yiyip döndüler. İşçi üretecek, onlar da üzerinden nemalanacaklar.”
İddia o ki Bakan Dönmez’in bölgeyi ziyaret etmesinin asıl nedeni, Amasra taşkömürü havzasının çok büyük bir bölümünün devredildiği Hattat Enerji ve Maden Ticaret A.Ş. yetkilileriyle görüşmekti. Amasra taşkömürü havzasının neredeyse tamamı özelleştirildi.
“En az değer Türkiye’de gösteriliyor işçiye. İnsana değer yok ki” sözlerini sadece oğullarını, kardeşlerini, eşlerini, torunlarını kaybeden madenci aileleri değil, tüm ülke ortak olarak dile getiriyor. Ve bu durum da Türkiye özelinde değil, sermayenin olduğu her yerde olan gerçek. İnsana değer olmayan bir yerde, işçi odaklı planlama yapılmayan bir yerde her türlü ihmal, kaza, cinayet ve katliam da sıradanlaşıyor.
İnsanlar bu tür cinayetlerin son bulması gerektiğini söylüyor, herkes bunu tekrarlıyor. “Dursun artık bu çile. Bizim başımız yandı. Başkasının yanmasın istiyoruz” diyen bir madenci yakını “Bütün rahmetlilerin adına, Türkiye’de herkes bunun ihmalden kaynaklandığını biliyor. Bulunsun suçlu ki en azından rahat yatarlar” ifadelerini kullandı.
Türkiye’de işçi ölümlerinin hepsinin ardından söylenen “fıtrat” söylemi Amasra’da da farklı bir haliyle karşımıza çıktı ve tepki topladı:
“Bizim memlekette çöpçüsü, kamyoncusu, işçisi, tekstildeki, fabrikadaki, tarlada çalışanı, herkese ama herkese ölüm var. Fıtrat olmuş diyorlar. Fıtrat olmuş bu. Bizim memleketteki olay bu."
Bir insanın yaşamının değeri
Madenciler yerin yüzlerce metre altında çalışıyor saatlerce. Çoğu insan için anlaşılamayacak bir derinlik, bir çalışma ortamı, hayat biçimi. Mezara girmekten farksız olduğu söylenir hep madenciliğin. Madencilerden birisinin ailesi de bunu şöyle dile getiriyor:
“Ölümü çok anardı. Karanlık bir yere giriyorsun tabii, mezar gibi. Ölümü düşünüyorlar onlar da. Bir gün anneme 'erken öleceğim herhalde ben, aynı babam gibi' demiş."
“Bana para pul lazım değil. Çocuğum lazım. Suçlular bulunsun” diyerek tepkisini dile getiriyor bir başka anne.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez 18 Ekim’de TBMM Genel Kurulu’nda yaptığı açıklamada, Bartın'daki maden ocağında yaşamını yitiren 41 maden işçisinin ailelerine, “kişi başı 1,5 milyon lira tazminat” ödeneceğini belirtti.
Ancak Soma ve Ermenek maden faciasında mağdur olan ailelerin birçoğunun söz verilen bu tazminatları yıllardır alamadığı belirtiliyor. Amasra’daki taşkömürü madeninin TTK’ya bağlı olması sebebiyle bu durumun farklı olabileceği dile getiriliyor, ayrıca yaklaşan seçim süreci de etki sağlayabilir.
Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık da katliamın ardından sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, “Maden şehitlerimizin ailelerine 50 bin TL, yaralı vatandaşlarımıza 25 bin TL akut ihtiyaçları için nakit desteğinde bulunacağız” demişti.
AKP’li Cumhurbaşkanı Erdoğan, maden ocağı patlamasında hayatını kaybeden 41 işçinin ailesine, “devletin 500+500, sendikanın 200, Çalışma Bakanlığı’nın 100, Aile Bakanlığı’nın ise 50 bin olmak üzere destek verileceğini” duyurmuştu. Erdoğan'ın açıklamasına göre, bu ailelere 1 milyon 350 bin lira ödeme yapılacak.
Yangının ne zaman sönümlenecek?
Maden ocağı patlamasından sonra alevli yangın sona ermiş olsa yangın halen devam ediyor.
Paylaşılan bilgilere göre, yangının sönümlenmesi için baraj kuruldu ve bekleniyor. Yangının sönümlenmesi kritik öneme sahip çünkü, ancak bu durumda soruşturma ekipleri ve bilirkişi heyeti alanda araştırmalarını gerçekleştirebilecek.
Ancak patlamanın ve yangının nasıl gerçekleştiği konusunda da soru işaretleri mevcut. Ortada bir grizu patlaması var ama bir göçük yok. Ki bu sayede de yaşamını yitiren madencilere ulaşılabildi. Türkiye’de maden patlamalarının ardından cesetlerine ulaşılamayan madenciler olduğu biliniyor. Amasra’da durum farklı.
“Patlama metrelerce öteden gerçekleşti diyorlar, kilometre diyorlar. Nasıl oldu bilen yok? Ancak 2-3 ay sonra inceleme yapabilirler. Kimisi diyor, yangın bitiyormuş. Yalan. Yangın devam ediyor” dedi bir madenci yakını. Aileler de madendeki yangının sona ermesini, soruşturmanın gerçekleşmesini ve raporun yayımlanmasını bekliyorlar.
Tahlisiye ekibi
Türkiye Taşkömürü Kurumu’nun internet sitesindeki verilere göre, ülkede toplamda 910 tahlisiyeci mevcut. Amasra’ya en yakın tahlisiye grubu Zonguldak’ta.
TTK tahlisiyeciliğin tanımı ve amacını “Yeraltı maden işletmelerinde, ocak atmosferinin yoğun olarak zehirli ve boğucu gazlar ihtiva ettiği, yüksek sıcaklık ve tehlikeli durumların bulunduğu ortamlara, can ve malzemeyi kurtarmak için görevlendirilmiş ve çeşitli madencilik sanatlarından seçilmiş özel olarak eğitilmiş kişilerdir” olarak nitelendiriyor.
Ayrıca yasal zorunluluk da “Maden ve Taş Ocakları ile Açık İşletmelerde, İşçi Sağlığı ve İş güvenliği tedbirlerinin alınması hakkındaki tüzüğün 333 ve bu tüzüğe istinaden iş yerlerinde denetim ve gözetim işlemlerinde uygulanacak yönergenin III. Bölüm 41. ve 42. maddelerine göre; yeraltında çalışan işçilerin; 10 kişiden az olmamak üzere en az yüzde 3’ü gerektiğinde tahlisiye işinde görevlendirilmek üzere önceden eğitilir” olarak tarif edilmiş.
Amasra taşkömürü havzasında neden tahlisiye ekibi olmadığı sorusu patlamanın ardından kamuoyunda soruldu. Tahlisiye ekiplerinin ciddi olarak nitelikli kişilerden oluştuğu biliniyor. Amasra’daki patlamanın ardından ilk kurtarma çalışmaları madenciler ve mühendisler tarafından gerçekleştirildi. Ayrıca bölgeye Zonguldak’tan ekip gönderildi.
“Ortaya çıktı ki TTK ekibinde ‘tahlisiye ekibi’ yokmuş. Yangına müdahale edecek ekip yok, siz düşünün. Zonguldak’tan diğer yerlerden gelmişler. Burada çalışanlar can havliyle girişmiş. Ama Amasra’nın kendi ekibi yokmuş, öyle diyorlar. Teknik ekip de çalışmıyormuş. Arkadaşları kurtarmaya çalışmış” diyerek neden Amasra’da ekip olmadığını soruyor bir madenci yakını.
Bu noktada herkes ekipbaşı Yener Saygın’ı andı. Yener Saygın'ın patlamanın ilk anında 6 arkadaşını kurtardığı daha sonra "Arkadaşlarımı bırakamam" diyerek girdiği madende hayatını kaybettiği öğrenilmişti.
Saygın’ın evine eşya yerleştirmek için vardiyasını değiştirdiği, aslında 08.00-16.00 vardiyasında çalıştığı belirtildi. Aileler Saygın’ı anarken “18.15’te giriyor madene, 23.30’da çıkabiliyor. Kilometrelerce yürümüş, herkesi çıkarmak için çabalamış. Bir kez çıktığında fenalaşmış. Sağlam çıktığını anlayınca, kendine gelince tekrar içeriye girmiş, tekrar. Ama çıkamamış” dediler.
Denetim/bakım iddiaları ve sendika sorunsalı
Tüm aileler bu ay içerisinde madende denetim, bakım, onarım veya tadilat olmasının beklendiği bilgisini bizlerle paylaştılar; “Ekim ortasından bir denetim olacağını söylemişti. O zaman ücretli izne de ayrılacaktı. Birlikte zaman geçirecektik, planlar yapmışık” denildi.
Madencilerin eşlerinden biri “Aspiratörün denetime ve tadilata gireceğini söylemişti bana” derken, ortaya başka bir iddia atıldı. Madendeki denetimin veya bakımın, Genel Maden-İş Sendikası’nın (GMİS) seçimleri sebebiyle ertelendiği öne sürüldü.
İddianın birkaç farklı yerden birden dile getirilmesi dikkatleri çekerken, görüştüğüm diğer kaynaklar bu durumun pek olası olamayacağını, maden işletmesiyle sendikanın bu konuda ortak bir söz sahibi olmadığını dile getirdiler. Ancak yine de böyle bir iddianın birkaç yerden birden duyulması dikkate değer.
Tabii ayrıca GMİS seçimlerinin ardından, seçimi kazanan kişinin eğlencesinin basına yansıması tepki gösterilen diğer bir husus. GMİS’in katliamın ardından harekete geçmemesi de dikkat çekti.
Ancak burada denetim konusunda bir soru işareti daha mevcut. Elimizdeki elle tutulur tek rapor 2019 yılındaki Sayıştay raporu. Peki bu 3 senelik süre zarfında madende başka bir denetim gerçekleşmedi mi? Madende gerçekleştirilen bakımlar hangi sıklıkla yapıldı?
Ayrıca yine basına havalandırma sisteminin ve erken uyarı sisteminin gerektiği gibi çalışmadığı yönünde iddialar yansıdı. Ortada gaz ölçüm verileri olmadığı ve soruşturma heyetinin tespitleri yayımlanmadığı için bu konular halen açık.
Diğer bir husus da denetimlerin pratiği hakkındaydı. Madenci yakınlarından birisi, “Denetimi de 2-3 gün önceden haberdar ederler. Yemeklerini yerler kapıda, ayaklarına çamur bulaşmaz. Sonra da fotoğraflarını çekerler, bir şeyler imzalarlar, giderler” dedi.
İşçi hayatlarının göz önünde olduğu herhangi bir iş kolunda denetimlerin bu şekilde yapılması doğru mu?
İşçiler kaçağı fark etti mi?
Bir diğer iddia madencilerin gaz kaçağı fark ettiği yönünde oldu. Bu konuda görüştüğümüz kaynaklar, taşkömürü madenlerinde metan gazının her zaman olduğunu ancak gerekli ölçümler ve denetimlerle çalışmaların yürütüldüğünü ifade ettiler.
Başka bir işçi yakını “Abisine demiş. Gaz kokusu yoğun artık. Patlama olabilir. Sendika seçiminden sonra denetim olacakmış, o zaman hallolur herhalde” ifadelerini kullandı.
Belirtilen ölçümlerin hatalı olup olmadığı ya da gaz ölçümlerinde bir tehlike fark edilip edilmediği de bilinmiyor. Bu duruma tepki gösteren bir kişi “350 metreye indin de hangi önlemleri aldın, nasıl korudun onları?” sorusunu yöneltti. Kendisi de eski madenci olan baba, “Bence gidip gaz ölçümleri yapılmadı ya da gaz ölçümleri kontrol edilmedi” yorumunda bulundu.
“5-10 dakika önceden uyarı olsaydı, belki de işçilerin hepsi hayatta olacaktı” ifadelerini kullanan madenci yakınları, erken uyarı sisteminin çalışıp çalışmadığının açıklanmasını istediler.
Özelleştirme, köşeye sıkıştırma, Hattat
TTK Amasra Müessesi’nin tamamen özelleştirilmesi yönelik bir söylenti var bölgede. İnsanların bundan bahsederken duydukları korkuyu hissedebiliyorsunuz. Bartın’a giderken avukat arkadaşım da bana bundan bahsetmişti. Özelleştirmenin getireceği şartlardan tabii ki haberim vardı, ancak bölge halkının da bundan korku duyması önemli bir gösterge.
TTK Amasra Müessesi, bir maden mühendisinin ifadesiyle, köşeye sıkıştırılmış vaziyette. Maden havzasının neredeyse tamamı Hattat adlı firmaya devredilmiş 2005 yılından beri. Ve bu “özel” maden ocakları da aynı şirket tarafından işletiliyor.
Eğer devlet kurumu olan maden ocağı da özelleştirilirse, işçilerin çalışma şartlarının daha zorlaştırılacağı, maaşların düşeceği ve güvencelerini kaybedeceklerinden korkuyorlar. Ayriyeten ortaya atılan bir iddiaya göre, Hattat sözleşmenin gerçekleştiği 2005 yılından beri taşkömürü üretimi gerçekleştirmedi.
TTK’nın maden ocağının özelleştirilmesinin planlandığı düşünülüyor. Yıllardır bu söylenti devam ediyor. Patlamanın ardından bulunacak “kusurların” bu özelleştirmenin kapısını açıp açmayacağı da belirsizliğini koruyor.
Aile fertlerinden birisi patlamanın ardından, “Özelleştirme söylentisi geldi hemen. Hattat’a devir diyorlar. Belki de göz göre göre oldu. ‘Üretime devam, kömür lazım’ dediler çocuklara. Belki de özelleştirme yolunu açtılar. Ama diyorlar ki o kurumlarda da korunak yok, önlem yok” diye konuştu.
Maden havzasının özelleştirilmesinin katliamın yaşanmasında bir payı olup olmadığıysa bilinmiyor.
Muhtaçlık, zorunluluk…
Amasra’nın yeşilliği içerisinde bir köyde görüşme yaptığımız bir aile ferdi “Durumu olan aile çocuğunu yerin 7 kat altına verir mi? Halbuki benim çocuğum üniversite okumuştu, dil biliyordu. Durumu olan çocuğuna bunu yapar mı ekmek için? Gidin bakın madenci ailelerin evine. Göreceğiniz ilk şey muhtaçlıktır.” diyerek bölgedeki yaşama şartlarını gözler önüne serdi.
Bu iki ifadeyi yan yana getirdiğinizde ve bölgedeki evlere baktığınızda, ekonomik göstergelerin farkına varmamak imkânsız. Bölgede yaşayan insanlar asgari ücretten daha iyi bir ücret alabilmek için, sağlıklarını göz ardı edip ömürlerinden parçaları kaybedeceklerini bilerek erken emeklilik için, ailelerine daha yaşanabilir bir hayat sunabilmek için yerin 7 kat altına girmeye muhtaç tutuluyorlar.
“Ölenlere bak. Ölenler hep gariban, fakir. Ortak noktaları muhtaçlık. Çok hikayeler var dinlemeniz gereken. Kimisi ailesine bakar, kimisi gece gündüz çalışır. Birisi annesine bakmaya çalışıyordu, kör annesine. Kim bakacak şimdi ona? Hepsi birbirinden kıymetli çocuklardı.”
Destek, çocuklar ve gelecek
Bölgede herkes birbirine destek olmaya çalışıyor. Birbirlerinin evine gidip geliyorlar. Aynı acıyı yaşamış insanlar birbirlerinin acılarının dindirmek için çaba harcıyor.
Bir diğer yanda da çocuklar var. Çocuklarına hissettirmemeye çalışıyorlar yaşananları. Acı gülümsemelerle onları eğlendirmeye çalışıyorlar. Onları gördükçe ben de yutkunmaya başlıyorum. Çocuklarını şen etmek istiyorlar. Kardeşleri, arkadaşları herkes birbirine destek oluyor.
“Çocuklar olmasaydı kafayı yerdik. En azından onların yanında kendimizi toparlamaya çalışıyoruz” diyor bir madenci eşi.
Başka bir aile, kendilerini ölümlerden dolayı suçlu hissettikleri için, çocuklarına söyleyememiş. Rehber öğretmenlerinden yardım almak zorunda kalmışlar. Çocukların bu olaydan etkilenmemesi için uğraşıyorlar.
Madenci ailelere psikolojik destek sağlanıyor mu? Çocuklarla pedagoglar ilgileniyor mu?
Amasra’nın dağ eteklerinde kurulu bir köyle görüştüğümüz anne-baba, “Çocuğumuzu kaybettik. Daha yeni çocukları olduydu. Babalarını hiç bilmeyecek bebekler” diyerek genç yaşta yaşamını yitiren madencinin çocuklarının büyümesini de göremeyeceğini söylediler.
“41 kişi öldü. Bir köy nüfusu. Aha burada 41 hane yoktur. 41 ocak söndü. Bir köy eksildi”
***
Son olarak Sayıştay’ın raporunu ve TMMOB Maden Mühendisleri Odası’nın tespitlerini de hatırlamak gerekiyor:
2019 Sayıştay Raporu ve ‘dezenformasyon’
Maden katliamının ardından kamuoyunda adından sıkça bahsedilen Sayıştay Raporu’nun 2019 tarihli olması da dikkat çeken diğer bir unsur.
Görüştüğümüz kaynaklar, Soma Katliamı’nın ardından madenlerdeki senelik denetim sayısının 2’den 4’e çıkarıldığını hatırlatarak, 2019 itibariyle madende denetimlerin gerçekleştirilmiş olması gerektiğini; ancak denetimlerin gerçekleştilmediğini ve gerçekleştirildiyse bile raporlarının paylaşılmadığına dikkat çektiler. Ancak denetimlerin gerçekleştirilmediği görüşü herkes tarafından dillendiriliyor, kamuoyuyla paylaşılan bilgilerde de aksi bir açıklama yapılmadı.
Sayıştay’ın Türkiye Taşkömürü Kurumu için yayımladığı 2019 raporunda, Amasra müessesi için şu ifadelere yer verilmişti:
“2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği -300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır. Çalışılan damarların tamamında gaz içeriklerinin yüksek olduğu, dolayısıyla degaj kapasitelerinin de yüksek olduğu, arıza zonlarında riskin daha da arttığı bilinmektedir. Bu nedenle müessese ocaklarında ilgili mevzuat hükümlerinin yanı sıra 'Kurum Degaj Yönergesi' hükümlerinin titizlikle uygulanması gerekmektedir.”
Amasra patlamasının ardından yapılan açıklamalarda, grizu patlamasının -300 kotunun altında gerçekleştiği bildirildi. Ancak 2019 yılında Sayıştay’ın işaret ettiği risklerin ardından, madende ne gibi önlemlerin alındığı sorusu, şu anlık cevapsız.
Patlamanın ardından basında çıkan Sayıştay raporu haberlerini TTK, “dezenformasyon” olarak nitelendirdi. Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürlüğü, “2019 yılında yayımlanan Sayıştay raporuna atıfta bulunularak yapılan haberlerde, çalışan damarların tamamında gaz içeriğinin yüksek olduğu ifade edilmektedir. Söz konusu haberlerde kömürün içerisinde yer alan metan gazı, 'Çalışılan ortamdaki havada yüksek metan gazı tespit edildi' şeklinde lanse edilmektedir. Söz konusu ifade tamamen yanlıştır. Ocak içerisindeki havalandırma ile kömürün bünyesindeki metan gazı birbirinden farklı konulardır. Dolayısıyla bu durum iş sağlığını ve güvenliğini etkileyen bir durum değildir” açıklamasında bulundu.
TTK açıklamasının devamındaysa “Sayıştay Başkanlığı Enerji Grup Başkanlığı’na atanan Sayın İbrahim Özkarcı, atanmasını müteakip kurumumuzu ziyaret etmiştir. Ziyaret esnasında Sayın Özkarcı, yeraltı ocağımızı da ziyaret etmiştir. Söz konusu ziyaret denetim amaçlı olmayıp, sadece kurumumuza yapılan bir nezaket ziyaretidir. Söz konusu haberler gerçeği yansıtmadığı gibi dezenformasyon içermektedir” denilmişti.
Maden patlamasının hemen öncesinde Meclis’ten geçen “sansür yasasının” bu olayda da devreye sokulmaya çalışıldığı yönünde bir görüş ortaya çıktı.
Maden Mühendisleri Odası’nın ilk tespitleri
TMMOB Maden Mühendisleri Odası facianın ardından Genel Merkezi’nden 3 ve Zonguldak Şubesinden de 5 kişilik bir inceleme ekibi oluşturularak olay yerine intikal edildiğini açıkladı.
Açıklamaya göre heyetin bilgi ve tespitleri şöyle:
- Amasra TİM’de 500 yeraltı işçisi, 80 yerüstü işçisi ve 142 memur olmak üzere toplam 722 çalışan bulunmaktadır. 16.00-00.00 vardiyasında yeraltı işçisi olarak 82 kişi tertip edilmiştir.
- Ocakta biri üretimde, diğeri de hazırlık safhasında olan iki kartiye mevcuttur. Meydana gelen patlama her iki kartiyeyi de etkilemiştir. Yapılacak incelemeler sonucunda durumun detayları ortaya çıkacaktır.
- Her maden faciasında ortaya çıkartılan trafo bahanesi burada da kullanılmaya çalışılmış, inandırıcı olmayacağı anlaşıldığında grizu patlaması olduğu gerçeği kabul edilmiştir.
- Grizu patlaması, kritik konsantrasyona ulaşmış metan gazının ve yeterli oksijenin ateş kaynağına ulaşması ile meydana gelir.
- Ölümlerin nedeni, grizu patlaması sonucu oluşan yüksek sıcaklık ve şok dalgası nedeniyle yanma ve ortama yayılan karbonmonoksit zehirlenmeleridir.
- TTK Tahlisiye ekipleri kurtarma çalışmalarını büyük bir özveriyle yürütürken, yerüstündeki kriz yönetimi organizasyonunda önemli aksaklıklar, madencilerin ailelerine bilgi verilmesinde eksikliklere, can kaybı sayısındaki belirsizlikler sebep olmuştur.
- Gaz izleme sistemi verilerine Odamızca ulaşılamamıştır. Metan sensorünün kritik seviyede uyarı verip vermediği, verdiyse ne çeşit önlemler alındığı, uyarı vermediyse nedenlerinin incelenmesi gerekmektedir.
- Yukarda sıralanan hususlar inceleme ekibimiz tarafından yapılan tespitler olup, kazanın neden ve sonuçları daha sonraki incelemeler sonucunda netlik kazanacak ve kamuoyuyla paylaşılacaktır.
Madenciliğin barındırdığı tehlikeler nedeniyle bilgi, deneyim, uzmanlık ve sürekli denetim gerektiren en tehlikeli iş kolu olduğu belirtilen açıklamada "İncelemeler sonucunda, maden kazalarının; teknik, sosyal, ekonomik, eğitim, planlama ve denetim sorunları gibi pek çok nedeni olduğu görülmektedir. Siyasetin bürokrasiye müdahalesi sonucu oluşan kadrolaşma, liyakatsiz atamalar ve mühendislerin yetki ve sorumluluklarının yeterli ve doğru belirlenmemiş olması; yukarıda sıralanan sayısız soruna neden olmuş ve ne yazık ki bu facia meydana gelmiştir" denildi.
Eskimeyen iddia: Trafo patlaması
Maden Mühendisleri Odası’nın açıklamasında işaret ettiği hususlardan birisi, maden patlamasının trafo patlaması olarak duyurulmasıydı. AFAD patlamanın ardından yaptığı ilk açıklamada, patlamanın “trafo patlaması” olduğunu ifade etmişti. Ancak sosyal medyadan yapılan paylaşım daha sonrasında silinmişti.
Türkiye’de herhangi bir olay olduğunda trafo ve elektrik iletim sistemleriyle ilgili bir açıklamayla karşılaşmak artık şaşırtıcı olmuyor…