Almanya'daki tartışma üzerine: Kapitalizmde ücretsiz toplu taşımacılık mümkün mü?

Almanya artan enflasyon ve yakıt fiyatları nedeniyle toplu taşımanın teşvik edilmesini tartışıyor. Peki ücretsiz ulaşım kapitalizmde bile olabilir mi?

Haluk Arican

Korona salgını ve ardından gelen Ukrayna'daki savaş, Almanya'da emekçileri vurdu. Resmi rakamlar yüzde 7'nin üzerinde bir enflasyonu gösterirken, özellikle yiyecek ve yakıt fiyatlarındaki artış çok daha yüksek seviyelerde gerçekleşti.

Federal İstatistik Kurumu'nun açıkladığı verilere göre, 2021 yılı baz alındığında süper benzinin litresi Almanya'da son 20 yılda 55 cent artarak 157.9 cente çıkarken, içinde bulunduğumuz mayıs ayında geçtiğimiz yıla oranla ortalama 46.1 cent artarak 204 cente çıktı. Bu da aşağı yukarı benzinde son bir yılda yüzde 30'luk bir artışa denk geliyor. Taşımacılıkta kullanılan dizelin litresinin son bir yıl içinde benzinden daha fazla arttığı dikkate alındığında, enflasyonun önümüzdeki dönemde daha da artacağı kestirilebilir.

Sosyal demokrat, Yeşiller ve liberallerden (FDP) oluşan hükümet ise toplumsal huzursuzluğu engellemek için çeşitli önlemler alınacağını açıkladı.

Ukrayna'daki savaş bahanesiyle Federal Ordu'ya bu yıl için 100 milyar avroluk özel bir fonun ayrılması, sosyal harcamalarda kısıntıya gidilmesine yol açarken, artan enflasyon, emekçilere kaşıkla verilenlerin kepçeyle geri alınmasına neden olacak.

Koalisyon ortakları ve muhalefet arasında sermayeye destek söz konusu olduğunda sorun çıkmazken, emekçiler söz konusu olduğunda tartışma çıkması ise demokrasinin olmazsa olmazı.

Geçtiğimiz aylarda hükümet, daha çok emekçiler tarafından kullanılan toplu taşıtlarda ortalama 50 ile 80 avrodan başlayan aylık kart ücretini, haziran ayından itibaren üç ay boyunca 9 avroya düşüreceğini açıkladığında, bunu artan benzin fiyatlarındaki artışla arabayla yolculuğun çok pahalı hale gelmesiyle gerekçelendirmişti. Enerjide dışa bağımlı Almanya petrol ürünleri ihracatını da azaltma hesabı yapıyordu. Biletlerin sadece şehir içi yolculuklarda değil, şehirler arasında da geçerli olması, iç turizmin de bu sayede canlanacağı beklentisini doğuruyordu.

İlk tepki ''ucuzcu'' turistlerin, Almanya'nın kuzeyindeki sahilleri doldurarak, paralı turistleri kaçıracağı gerekçesiyle turizmcilerden geldi.

Koalisyon ortağı liberaller de bu koroya katılırken, yasa tasarısının Federal Meclis dışında Eyaletler Meclisi tarafından da onaylanması gerektiği için orada da sorun çıkma olasılığı yüksek. Zaten Bavyera Eyaleti hükümeti, 9 avroluk bilet tasarısını yol açacağı maliyetinin büyük bir kısmını federal hükümet karşılamazsa red oyu vereceklerini açıkladı.

FDP'li Federal Ulaştırma Bakanı bu öneriye destek vermezken, koalisyonun diğer üyesi Yeşiller de bu konudaki engelleme sürerse, FDP ve güçlü otomobil lobisinin arzuladıkları benzin ve dizelde vergileri düşürerek, litre başına 30 centlik indirimi engelleyebileceklerini duyurdular.

Toplu ve bireysel ulaşım araçlarının finansmanı üzerine tartışmalar sürerken, kısa bir süre öncesine kadar arada sırada çevre kirliliği bağlamında gündeme gelen ''toplu ulaşım araçlarının parasız olmaları'' başlığı tamamen unutulmuş gözüküyor.

Toplu taşımacılık ücretsiz yapılabilir mi?

Sosyalizmde bu sorunun yanıtı basitçe evettir. Çünkü seyahat, özellikle de şehir içi yolculuk, çalışanlar için bir zorunluluk olduğuna göre, temel bir haktır. Bu nedenle reel sosyalizmde şehir içi ulaşım ya bedava, çoğunlukla da çok ucuzdu.

Çünkü fabrikalar, bürolarda çalışılan işletmeler, tarım işletmeleri özel mülkiyetin elinde olmadığı için, buralarda yaratılan toplumsal kaynaklar yine toplum için kullanılabiliyordu.

Sağlık ve eğitim de temel bir haktır. Yani hasta olduğunuzda hiçbir şey için para ödemeyeceksiniz. İlkokuldan üniversitenin sonuna kadar para ödemeden okuyacaksınız. Başka bir deyişle müşteri değil, hasta veya öğrenci olacaksınız. Kısaca insanların temel ihtiyaçları toplum tarafından karşılanacak; yani parasız olacak.

Çok iyi değil mi? Zaten sosyalist ülkelerde bütün bu hizmetler parasız veya çok düşük bir ücret karşılığı yıllarca halkın hizmetine sunuldu.

Kapitalizm koşullarında toplu taşımacılık ücretsiz olabilir mi?

Sağlık ve eğitim hem Türkiye'de hem Federal Almanya'da bundan 30 küsur yıl öncesine kadar ücretsizdi. Ama bugün, ''Almanya zengin, o yapabilir'' diye düşünen varsa, Türkiye’de sermayeye aktarılan kaynakları gözünün önüne getirebilir. Zararına verilen krediler, teşvikler, vergi afları, geçilmeyen köprülere verilen garantiler, bunların yapım maliyetleri… Ve daha niceleri!

Türkiye’de ücrete tabii herhangi bir kamusal hizmeti ücretsiz sağlamak yasak, bunun için hapis cezası almış belediye yöneticileri bile var. Dikkat edin, bayramlarda ücretsiz geçişlerde bile 0,001 lira gibi sembolik bir ücret alınır.

Toplumda ücretsiz olan her şey verimsizdir, verimsiz değilse sonuç olarak sadece büyük bütçe harcamalarına yol açtığı için ekonomi için zararlıdır... Söylenen bu. Peki, gerçekten öyle mi?

Örneğin, kapitalist ülkelerde, bütçede çok büyük gider kalemi oluşturan, askeri ve emniyet (polis teşkilatı) için yapılan harcamalara çoğu kişi, bütçede açık oluşturan gider kalemleri olarak bakmaz. Buralara yapılan harcamaların başka başlıklarda yarar sağladığı düşünülür: Üretimin sorunsuz yapılabilmesi, üretilenlerin başka bölgelere zarar görmeden ve büyük gecikmeler olmadan ulaşması, toplumsal huzur vb., güvenliğe yapılan harcamalarla sağlanır. En azından güvenlik güçlerinin ''normal zamanlardaki'' işlevleri böyle anlaşılır.

Bu nedenle söz konusu güvenlik organlarına harcanan büyük meblağlar, başka sektörlerin, kârlı/verimli çalışmasını sağlar. Yani ülke için bu harcamalar aslında zarara değil, kâra neden olur.

Kapitalist ülkelerde bu maddi getirinin büyük kısmının patronlara gittiğini ve ordu ile polisin asıl sınıfsal işlevleri olduğunu da unutmazsak, bu sav yanlış değildir.

Üstelik, sosyalist ülkelerin mevcut olduğu dönemde batılı kapitalist ülkeler, işçilerin verdiği mücadele sonucu, sağlık, eğitim gibi önemli başlıkların da kamu hizmeti olarak devlet tarafından sağlanmasını kabul ettirmişlerdi.

Peki bu harcamaların kaynağı nereden geliyordu? Elbette devletin bütçesinden. Peki, bütçeye bu kaynak, yani para nereden geliyordu? Tıpkı sosyalist ülkelerde olduğu gibi, asıl olarak işçi sınıfının üretiminden. En kolay görüneni, ay sonunda ellerine geçen ücretten kesilen vergilerden.

Burada kıstas (sisteme göre) sadece kâr veya zarar değil, ayrıca toplumsal yarar oluyordu.

Almanya'da utangaç sosyalizm tartışmaları

Peki, toplumsal açıdan yararlı olan ve maliyetinin toplum tarafından karşılanması durumunda bütçede büyük bir gider kalemi oluşturacağı düşünülen bir hizmetin, toplum için sadece yararlı değil, genel olarak düşünüldüğünde, aslında devlet bütçesinde “zarar”a neden olmadığını gösterme olanağımız var mi?

Elbette. Hem de en gelişmiş kapitalist bir ülkeden, Federal Almanya’dan bir örnekle bu duruma bakabiliriz.

Almanya'da büyük kentlerdeki azot dioksit oranının tehlikeli boyutlara ulaşması üzerine, uzun süredir çeşitli önlemler üzerine tartışıldığı biliniyor.

Geçtiğimiz yıllarda, Merkel idaresindeki federal hükümet, Almanya’nın beş kentinde, deneme amaçlı olarak kamuya ait toplu taşıma araçlarının ücretsiz olmasını kararlaştırdı. Böylece tehlikeli seviyeye gelmiş gazların oranlarının düşürülmesi hedefleniyordu. Çevreyle ilgili çeşitli kuruluşların, benzin-mazot birim fiyatlarının artırılması ve taşıtlara ek vergi getirilmesi gibi önerilerine kıyasla, hükümetin ücretsiz taşımacılık önlemi, çok daha ileri bir adım olmakla birlikte, bu konuda ciddi bir gelişme olmadı.

Tek sorun, Alman siyasetinde etkili olan devlet görevlisi ve siyasetçilerin, medyanın otomobil tekelleriyle olan çok açık ve derin ilişkileri! Yani sermaye düzeni. Yoksa, istatistiklere göre günde ortalama yarım saat kullanılan araçlara, insanların birkaç yıllık maaşları tutarındaki bir meblağı yatırmaları, üç beş yıl sonra da sil baştan yapmaları, başka nasıl sağlanabilirdi ki?

Toplu taşımacılığın çevresel ve toplumsal yararları dışında, genel bir çerçevede ele alındığında kamu bütçesine yük olmadığı, çeşitli kamu kuruluşlarının yayınladığı istatistiklerin karşılaştırılmasından ortaya çıkıyor.

Şehir içi toplu taşımacılığın genel yıllık cirosu Almanya'da 30 milyar avro civarında. Bu miktarın aşağı yukarı yarısı bilet gelirlerinden oluşuyor. Diğer yarısı ise çoğunluğu yerel yönetimlerin bütçesinden olmak üzere kamu kaynaklarından karşılanıyor. Bilet satışlarıyla karşılanan 15 milyar avroluk giderin, toplu taşımacılığın ücretsiz hale getirilmesi durumunda yerel yönetimlerin üzerine kalacak olması en büyük eleştiri konusu.

Diğer yandan ise Federal Karayolları Araştırma Enstitüsü'nün yaptığı ve çok geniş ve ayrıntılı istatistik verilerinden derlediği araştırmalara göre, Federal Almanya karayollarında 2017 yılında gerçekleşen trafik kazalarında can ve mal kayıplarının resmi verilerle hesaplanabilen toplam tutarı 34 milyar avronun üstünde. Can kayıplarının bedelinin maddiyatla ölçülemeyeceği bir kenara konsa bile, bu miktar toplu taşımacılığın bütün giderlerinden çok daha fazla. Binlerce ölüm ve sakatlıkla sonuçlanan araba kazalarının sona ermesi ise toplu taşımacılığın en büyük toplumsal yararı olacak.

Görüldüğü gibi toplu taşımacılık, toplumsal hayata etkileri ve ekonominin bütün sektörleriyle olan bağlantılarıyla bir bütün olarak kavrandığında, kapitalizm koşullarında bile devlet bütçesi üzerinde bir yük oluşturmadığı gibi, bilakis tasarrufa neden oluyor.

Elbette olasıdır ki, bu yazı kapsamında ele alınmayan, toplu taşımacılığa ağırlık verilmesiyle otomotiv ve buna bağlı yan sanayiinin uğrayacağı zarar ve bunun sonucu ortaya çıkacak işsizliğin göz ardı edildiği eleştirisine ise üç kısa yanıt verilebilir:

Toplu taşımacılık otomobil üretimini düşürür ama vagon, ray ve elektronik aksamların üretimini arttırır. Sadece bunların üretimi için değil, artan ulaşım araçlarının kullanımı ve bakımı için de işçilere yeni iş alanları açılır.

Mümkündür ki, ilk başta bu dönüşüm bir miktar ek bir mali yük getirebilir. Otomobil tekellerinin 2008'den sonra girdikleri krizde federal hükümetin yüz milyarlarca avroluk, doğrudan ve dolaylı teşviklerini hatırladığımızda, bu olası zararın devede kulak kalacağı aşikar.

Zaten Federal Çevre Dairesi'nin açıkladığı verilere göre, federal hükümet yıllardır on milyarlarca avroluk sübvansiyonlarla, çevreye en büyük zararı veren, kömür işletmelerini, sanayi tesislerini destekliyor. 2012 yılında çoğu patronların cebine giden çeşitli destek miktarı, 57 milyar avroydu. Korona salgınıyla birlikte hem bu devlet destekleri çok arttı, hem de milyoner ve milyarder sayısı!

Bütün bu verilere rağmen, ücretsiz kamu hizmetini güçlü otomobil tekelleri engeller diyorsanız...

Evet, haklısınız.

Bundan dolayı, insanca, çevreye zarar vermeden yaşamak için de kârı değil, toplumsal yararı temel alan bir sisteme ihtiyaç var.