‘1 Mayıs’ı sette kutladık, sonra da gece 3’e kadar çalıştık!’

‘Dizi Dünyası’... Geçen hafta yine bir cinsel saldırı olayının haberiyle gündemdeydi. Bu dünyayı, yerleşik deyişle ‘sektörü’ bir sanat emekçisine sorduk.

Haber Merkezi

Diziler ülke gündeminden hiç düşmüyor. Seyirlik kısmından söz etmiyoruz. Dizi setlerinde yaşananlar, oyuncuların başına gelenler, ölümlü kazalar, daha doğrusu iş cinayetleri... Mobbing, taciz, cinsel saldırı. “Dizi dünyası” bunlardan ayrı düşünülemiyor.

Bu hafta oldukça magazinleştirilmiş bir şekilde haberlere yansıyan bir taciz olayının ardından bu dünyanın içinden, dizi setlerinde çalışan, bir ucu reklamlara, bir ucu siyaset pazarlama, halkla ilişkilere uzanan sektörü iyi tanıyan bir oyuncuyla konuştuk. Adını saklı tutuyoruz.

İş arayan bir oyuncuyu taciz eden bir kast direktörüyle ilgili bir haber bu hafta gündem oldu. Aslında olayın kendisinin üzerinden epey zaman geçmişti ama mahkeme aşamasında bu haber çıktı. Tahmin edileceği gibi örneğin Sabah gazetesinde neredeyse bir magazin haberi gibi çıktı. Sektörde yaygın bir sorun mu bu?

Sektörün işleyişi ve hukuki boşlukların yarattığı sonuçlardan biri bu bence... Yaygınlığı sayısal çokluğuyla değil bu türden olaylara uygunluğu ile ilgili... Geçen yıllarda bir yönetmenin evine aldığı “figüran” tarafından öldürülmesi, 2 genç kadının çekim bahanesiyle tacize uğraması en son habere konu olan taciz vb. Hep bu “uygun” zeminle alakalı.

Kronikleşmiş işsizlikle birlikte düşünün. Sektör çalışanları hem kendi hayatlarında hem de kölelikten hallice çalışma koşullarının içinde debelenip duruyorlar.

Oldukça derinde ve düşünüldüğünden çok daha yaygın ve kirli pratiklerin yaşandığına ilişkin çok fazla veri var aslında. Neden böyle? Erkek egemen ideoloji mi sebep? Ya da kadın düşmanlığı mı?

Sorun elbette ideolojik ama bence erkek egemenliği ya da kadın düşmanlığına indirgenemez... Örnek olsun kast direktörü dediğimiz kişilerin de çalışma saatleri belli değil... 24 saat süren çalışma günü (!) normalleşmiş... Ajanslar ve yapım şirketleri kayıt dışılığı içselleştirmişler. Figüran tanımı (daha doğrusu tanımsızlığı) iş kanununa daha yeni girdi...

Bir iki ajans dışında merdivenaltı çalışanlar o kadar çok ki... Düzgün çalışanların da düzgünlüğü yeri yurdu belli olmasından ibaret. Verilen figüran ücreti asgari ücrete bağlanmış ayda birkaç kez gidebilen 300 400 TL alabilir yani...

Sabah'ın haberi cinsel istismar olaylarında sık karşımıza çıkan bir "magazinleştirme" üslubuna da sahipti. Aslında popüler kültürde eskiden beri yeri var bu tarzın. "Artist olmak için İstanbul'a gelen ve sonra yapımcıların eline düşen kadın" klişesine kadar uzanıyor. Bu yaklaşım, taciz ve aslında her türden istismar için zemin oluşturmuyor mu?

Sorunuzun içindeki magazin yönü ne yazik ki yeniden hortlamış durumda: Yapımcının değil de ajansın eline düşen kadın ya da erkek... 

Cinsel sömürü bir parçası elbette ve yadsınamaz ama bundan ibaret de değil. Asıl sömürü iş bulamayan üniversite mezunu, atanamayan öğretmen, işten atılmışlardan, ek gelir elde etmeye çalışan emekliye, ev kadınına uzanan onbinlerce insan bu sektörde çırpınıyor.

Pek üzerinde durulmayan bir şeyi de söylemek isterim: Çocuk sömürüsü...

Çocuk sömürüsü

Sabah 7.00’de bu ajansların toplanma yerlerine gidiniz. Annelerinin ya da babalarının kucağında uyuklayan her yaştan çocuk. Ne yazık ki çaresizlik ailelerin çocuklarını buralara getirmesine yol açıyor... Çocuk oyuncuların olduğu kimi dizilerde “benim çocuğumun nesi eksik” diyen aileler de var elbette ama esas sorun yoksulluk...

Gecenin üçünde çocuk figüranlarla sette çok olduk... En iyi çalışma saati bizde nidalarıyla karşılanan sürenin 12 saat olduğu koşullarda setlerin bunu çok aşması sıradan... Gerek set çalışanlarının gerekse yardımcı oyuncu diye adlandırılıp paye (!) verilen figüranların örgütsüzlüğü her türlü sosyal haktan mahrum yarı köle olarak çalıştıkları bir iş bu.

Sorunuzdaki taciz meselesine dönersek üstü örtülenlerin açığa çıkanlardan çok daha fazla olduğunu düşünüyorum. Haberdeki olayda da kadın arkadaşın şikayetini geri alması için uğraş verildiğini duydum. Konu yargıda olduğu için fazla bir şey de söylenemez... Ama bence bu tarz olayların olması zaten yaşamımızın içinde sıradanlaşmışken bu sektörü de azade tutamayız. İşin kötüsü ajanslarda bu tür haberlere konu olanların da çalışma koşulları inanılmaz kötü...


Sömürüden, çalışma koşullarından söz edince sormak istiyoruz. Tam kapanma koşullarının size etkisi ne? Yani "muaf" olan önemli üretim sektörlerinden birisi olarak mı görülüyorsunuz mesela? Ve çalışmaya devam edenler için alınan/alınmayan önlemler için ne dersiniz?

“Tam kapanma”da muaf olan sektörlerden biriyiz... Hangi "önemli" nedenle muaf bilmiyorum ama dolu dizgin devam ediyor setler..

Çalışanlar ortalama elli kişi, kimi setlerde yüzün üstünde figüran olur hele tarihi dizilerde bu bazen birkaç yüz kişidir ve bu insanlar dip dibe çalışırlar... Test hemen her sette yapılıyor... Maske de verilir. Ötesi önde kamera arkada sömürü...

'İş aslanın ağzında, herkes gördüğüne kör ve sağır'

Çocuk oyuncuların çalışma saatleri güya 3 saat... Online da olsa derste olmaları gereken çocuklar yağmurda çamurda sıcakta soğukta setlerde geceler dahil çalıştırılıyorlar. Bu konuda takip sıfır. Sendikalar sembolik bile iş yapamıyorlar... Zaten örgütlenmeleri neredeyse yok.

İş aslanın ağzında olduğu için herkes gördüğüne kör ve sağır. O dışarda muhaliflik oynayan bazı ünlülerin setlerdeki hallerini de görmeniz lazım.

İnsanlık dışı muamele de cinsel tacizle sınırlı değil. Eskiden köşebaşında gündelik işler için bekleyen insanlar vardı... Dayıbaşları karpuz seçer gibi seçer götürürlerdi inşaatlara,  pamuğa vb... 

Setlere de figüranları ajansın ekipbaşı dediği genç insanlar götürür. Bu kişiler ajans yönericilerince yönlendirmeyle ve kişisel askerde çavuş oldum havasıyla götürdükleri insanlara kötü davranırlar... İşin acı taraflarından biri de emekçinin emekçiye baskı kurması hor davranması. Mekanizma böyle kurulmuş. Kamera arkasında da azıcık "yetki" almış bir çalışanın diğerini ezmesi şeklinde sürüp gidiyor. Vahşi kapitalizm deniyor ya bazan bu kelime bile yetersiz...

'Tarihi dizilerde attan düşüp sakatlanmak vakayi adiyeden'

Setlerde kazalar hatta ölümler de oluyor. Ve ne yazık ki çoğu üstü kapatılarak geçiştiriliyor. Hatırlayın; Atiye adlı dizide sette bir emekçi iskeleden düşüp öldü... Geçenlerde bir kadın dublör (bu  terim de uydurma, Türkiye’de dublörlük ben yaparım diyene verilen tehlikeli sahne aslında) sahne çekilirken öldü... Tarihi dizilerde attan düşüp sakatlanmak vakayi adiyeden. Kayıtdışılık sanırım tekstil sektöründen sonra en çok bu sektörde. Rus, Türkmen, Azeri, İranlı, Suriyeli ve Afrikalı' lar tümüyle kayıt dışı ve karakteristik özellikleri nedeniyle de tercihle çalıştırılıyorlar. Zaten işkolu olarak iş kanununa daha yeni giren figüranın tanımı her şeyi açıklamaya yeter.

Bir attan düşme olayında sektörün en büyük ajanslarından birine bağlı figüranın davası yargıtaya kadar uzadı ve yargıtay bu kişi işçidir, olay iş kazasıdır kararını verdi. Ondan sonra akla geldi işkolunun tanımı.

Tacizden mi bahsedeceğiz? “Bir bataklıkta sivrisinek niye var?” diye sormak  gibi... O entrikalı, kimin eli kimin cebinde belli olmayan, herkesin zenginlik içinde yaşadığı, fakir hatta işsiz ailenin evinin bile deniz manzaralı olduğu dizilerin içi seni dışı beni yakar durumda.

Hiç mi iyi bir şey yok derseniz... Var: Geçen gün 1 Mayıs'ı sette kutladık... Sonra da gece 3 e kadar çalıştık.