"Sosyalizm deneyimlerinde kadın politikaları sadece istatistiksel olarak daha çok kadının çalışıyor olması değil, kadını boyunduruğu altına alan zincirlerin de kırılması anlamına geliyor."

Tahtını da bahtını da kendi kuran kadınlar: Reel sosyalizm deneyimlerinde kadın eşitlik ve özgürlüğü

Elimizde, Sovyetler Birliği ve Küba ile birlikte, bakmamız gereken oldukça zengin bir deneyim birikimi var. Tekil örnekleri beğenelim beğenmeyelim, sosyalizm döneminde Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nden, Çekoslovakya Sosyalist Cumhuriyeti’ne, Polonya Halk Cumhuriyeti, Demokratik Almanya Cumhuriyeti, Macaristan Halk Cumhuriyeti hatta Romanya Sosyalist Cumhuriyeti’nde dahi kadının eşitlik ve özgürleşmesi adına verilen mücadele programının incelenmesi ve bu deneyimlerin önemsenmesi gerekiyor. Sadece propaganda malzemesi olmanın ötesinde, birbirleri ile farklı gelişkinlikte, farklı özgünlükte hatta içlerinde hâla tarım toplumu denebilecek ülkelerin olduğu “Doğu Bloku” ülkelerinin (program, zamanlama, kaynak yeterliliği, hedeflerine dair başarı oranı ve örgütlenme modelleri değişiklik gösterse de) ortaklaştığı en temel başlık “kadın eşitliliği ve özgürleşmesi” ve attıkları adımlar bizim için de ön açıcı nitelikte.

2019 yılında The Economist dergisinde yayınlanan “Neden Bazı Doğu Avrupa Ülkelerinde Bilim insanlarının Yarısı Kadın?1 başlıklı yazı; dünya çapında bilim ve teknoloji alanında çalışan kadın oranı %28, Avrupa Birliği (AB) ülkeleri içinde %20 iken, örneğin neden Bulgaristan’da %52 olduğunu soruyor. Bilimsel araştırma yayınlarının cinsiyete göre dağılımında eşitliğin en iyi durumda olduğu ülkeler Polonya ve Sırbistan, Güneydoğu Avrupa’da bilimsel araştırma kadrolarının %49’u kadın çalışanlardan oluşuyor. Ayrıca, 2015 yılında en yüksek kadın doktor oranına sahip on ülkeden altısı, 2017 yılında teknoloji ve mühendislik alanında AB içinde cinsiyet eşitliğinin en yüksek olduğu ilk beş ülkeden dördü, 2018’ de kadın çalışan sayısının en yüksek olduğu on yüksek teknoloji şirketinin sekizi eski “Doğu Bloku” ülkelerinde.2

The Economist’in raporunda şaşılacak bir şey yok. Avusturya’ da genç kadınlar son çıkan mutfak eşyalarını çeyizlerine katma derdindeyken, Macaristan Halk Cumhuriyeti’ndeki akranları üniversite diploması edinmeleri için teşvik ediliyordu. Kapitalizm, genç kadınlara ellerinde kırmızı güllerle kapılarını çalacak beyaz atlı prenslerini beklemelerini öğretirken; sosyalizm, kadınlara kendi güllerini yetiştirme ve ekmeklerini kazanma şansını sundu. Reel sosyalizm ülkeleri, sosyalist toplumu kadın ve erkek eşitliği üzerine inşa ettikleri için, Avrupa’nın geri kalanından çok daha önce kadınları bilim ve mühendislik alanında eğitmeye başladılar. Sosyalist ülkeler kadın başlığında dünyanın geri kalanına attıkları bu “farkı”, sadece devletin eğitime yaptığı yatırımlarla değil, kadınların ev içi ve bakım yüklerini azaltacak adımları ile de yarattılar. 1950 senesinde, Demokratik Almanya’da anneler çalışma, işyerlerinde ücretsiz kreş, ücretli doğum izni bu sürenin emeklilik sürelerine eklenmesi ve izin dönüşü iş garantisi haklarına sahipken, Federal Almanya yasalarına göre 1977 yılına kadar kadınlar “ancak ev işlerini, çocuklarını ve kocalarına karşı sorumluluklarını aksatmaması şartıyla”3 çalışabiliyordu.

Sosyalizm deneyimlerinde kadın politikaları sadece istatistiksel olarak daha çok kadının çalışıyor olması değil, kadını boyunduruğu altına alan zincirlerin de kırılması anlamına geliyor. Kadınların ‘boşanırsam ortada kalırım’ korkusu ile içinde kalmak zorunda olduğu evlilikler yok, erkek egemenliğinin kendini ifade ettiği -edebileceği biçimler, kadının ikincil konumunun sistematik mekanizmalarla desteklendiği bir devlet yapısı yok, ‘tek başıma çocuğuma nasıl bakarım’ korkusu yok, erkek dayanışmasının işyerinde yahut ev içinde kadının ikincil konumunu sağlama almak için ürettiği tezahürler yok. Evlenmek de boşanmak da, finansal ya da toplumsal dertlerle değil, çiftlerin özgürce aldıkları kararlarla gerçekleşiyor. Çünkü sosyalizm özel mülkiyetin ortadan kalkması, üretim araçlarının toplumsallaştırılması, tarımın kolektifleştirilmesi kadar aynı zamanda kadın- erkek eşitliğinin sadece yasal zeminde kalmayıp hayatın her alanında gerçekleştirilmesi, toplumsal ilişkilerin pazar hâkimiyetinden kurtulması da demek.

  Aralarında önemli farklar bulundursalar da bu ülkelerin tümü (örneğin Yugoslavya, Romanya ve Bulgaristan’a göre Demokratik Almanya, Polonya ve Macaristan çok daha kentleşmiş ve gelişmiş ülkelerdi) kadının eşitlik ve özgürlüğü için aynı sosyalist ilkeler ve Sovyetler Birliğinde hayat bulmuş olan aynı programı uyguladılar. Bu programı, temelde kadınların hayatın her alanında erkeklerle eşitliğini sağlamak, kadınların istihdama katılabilmesi için alınan önlem ve teşvikler (anne ve çocuğun korunması ile kadın işgücünü kalifiye / vasıflı işgücü haline getirebilmek için atılan adımlar) ve kadınların politik iktisadi, toplumsal temsil ve yetkisinin arttırılması olarak üç başlık altında gruplandırabiliriz.

Reel sosyalizm deneyimlerinde, Kadının eşitliği ve özgürleşmesi için verilen mücadele tarihinde, (bugün bizim için Komünist Kadınların kararlarında da özetlenmiş ve elbette geliştirilecek) bir program ve değişmeyen bir çerçeve var. Bu sınıfsal çerçevenin pratikte ne anlama gelmiş olduğuna bakma amacı ile bu yazı, giriş niteliğinde ve kendi sınırları içinde, Demokratik Almanya -Federal Almanya ve Avusturya-Macaristan Halk Cumhuriyeti karşılaştırmaları aracılığıyla sosyalizmin kadınlara ne getirdiğini daha iyi anlamayı amaçlıyor.

Başka bir dünya!

40’lı yaşlarının sonlarında eski Demokratik Almanya vatandaşı bir grup erkekle 2006 yılında yapılan bir röportajda şöyle diyorlar:

Doğu Alman kadınların sahip olduğu cinsel özgüven ve ekonomik bağımsızlık gerçekten sinir bozucu idi. “Bir doktorun herhangi bir tiyatro işçisinden fazla aldığı birkaç ekstra Doğu Alman markı bir halta yaramıyordu. İlginç olmak zorundaydık. Romantik olmak zorundaydık”.

“Şimdi bugün Birleşik Almanya’da erkekler olarak eski komünist günlere göre çok daha fazla erk sahibiyiz”4

‘Hitleri iktidara getirdiği’ söylenen kadınların Almanya’sında, savaştan harap olmuş bir ekonomi ve tahrip olmuş şehirlerde, kocaları, oğulları, babalarını savaşta kaybetmiş, temel gıda maddelerine dahi ulaşamayan, doğum esnasında anne ölüm oranları ve bebek ölüm oranlarının yüksek olduğu bir ülkede 10-15 yıl gibi kısa bir sürede başarılanlara bakınca ve özellikle kapitalist dünya ile kıyaslayınca; sosyalizm olmazsa, olmayacağını görüyoruz.

İnceleme kolaylığı açısından Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ndeki kadınlara yönelik politikaları 3 aşamada dönemleştirmek uygun olacaktır.5 1946’dan 1960 ortalarına kadar yaşanan ilk süreçte, SED (Sosyalist Birlik Partisi) önderliğindeki Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde, kadınların yasal ve toplumsal eşitliği ile işgücüne katılımı odaklı bir politika ve çalışmalar hedefleniyor. Kadınları erkeklerle aynı işyerlerinde aynı işleri yapabilir, aynı eğitim olanaklarına, eşit ücret, sorumluluk ve yöneticilik vasfına sahip hale getirme getirmek için bir dizi yasal düzenlemelere gidiliyor. Komünistlerin, genel olarak ilk ele aldığı yasal düzenlemelere bakarsak; 1946 yılında yapılan “Eşit işe Eşit ücret yasası”, kadınlara yönelik anayasal haklar ve “Anneyle Çocuğun Korunması” ve Kadın Hakları Yasasını görürüz. Öncelikle 1949 Anayasası, kadın ve erkeğin eşit olduğunu toplumun tüm alanlarında aynı haklara sahip olduğunu, devletin öncelikli görevinin eşit istihdam ve eşit ücret ve eğitim teşvik etmek olduğuna yer veriyor. 1950 yılında yayınlanan “Anne ve Çocukların Korunması ve Kadın Hakları Yasası”nda kadının çalışma hakkını garanti altına almanın yanı sıra, beş yıl içerisinde açılacak kreş ve bakımevi hedefleri, bunlara ayrılacak bütçe miktarını belirliyor ve tüm kreşlerin çalışma saatlerinin annelerin çalışma saatleri ile uyumlu olarak düzenleneceğini belirtiyor. Evlilik içi ve dışı çocukların yasal olarak eşitlenmesi ve bekar annelere yönelik özel önlemler de bu yasaların arasında yer alıyor. Kısa, öz ve net. Kadınlar için getirilen bu yasalar; aslında bir programın sonucu, program da aslında bir planlamanın neticesi. Kadınlar için hayatın her alanında zincirler kırılmaya çalışılıyor demiştik, aynı anayasada ‘evlilik, aile ve annelik’ in devlet tarafından özel olarak korunduğu söyleniyor fakat bu kadını ‘aileye zincirlemenin’ ötesinde dönemin şartlarında kadınlar için haklar sağlamak amacı ile geliştiriliyor. Örneğin, 1965 tarihli Aile Hukuku, evlilik, aile ve anneliğin kadınların pahasına korunmayacağını açık bir ifade ile söylüyor. “Kadın ve erkeğin hak eşitliği ailenin karakterini belirler, eğitim ve eşitlik aileyi güçlendirir ve sağlıklı temellere kavuşturur”. Öncelikli olan aile değil, kadın aile ile sınırlı değil, ‘Aile’ eşitlikle sınırlı…Bu haklar sadece kağıt üstünde kalmayıp gündelik hayata geçirilebilmesi için atılan adımlarla pekiştiriliyor. 1950 sonrasında devlet fabrikaları ve işletmeleri; ölçeklerine göre kendi bünyelerinde spor faaliyetleri, çocuk bakım merkezleri ve kreşler, ortak yemekhane ve çamaşırhaneler, dikiş odaları, çalışanların alışverişte vakit kaybetmelerini engellemek için fabrika içinde yer alan devlet mağazaları ve tatil kampları sunacak şekilde örgütleniyor.6 Bu fikir, zikir ve program birlikteliğinde, faaliyetler de buna göre şekilleniyor. Sadece işyerleri değil, şehir planlaması da kadınların ihtiyaçları akılda tutularak geliştiriliyor. Kadınlar için erişilebilir mesafede çocuk parkları, oyun alanları, toplu taşıma uygulamaları vs ile anneler destekleniyor, örneğin Çekoslovakya’da kadınlara özel dinlenme ve rahatlama merkezleri düzenleniyor, kadınların ihtiyaçları göz önüne alınıyor.

Reel sosyalizm deneyimine baktığımız zaman bilhassa sosyalist kuruluş dönemlerinde kadın örgütlerinin özellikle gündelik hayatın örgütlenmesinde önemli görevler aldığını görüyoruz. Demokratik Almanya’da bir bütün olarak parti ve sendikalar kadar sürecin önemli aktörlerinden birisi de DFD (Demokratischer Frauenbund Deutschlands-Almanya Demokratik Kadınlar Birliği).7 Kuruluşunda, temel görevi antifaşist ve kültürel aydınlanmayı geliştirmek, demokratik yeniden yapılandırma için kadınları mobilize etmek ve demokratik bir ruhla çocukların yetiştirilmesi için anneleri desteklemek olarak tanımlanan DFD, sadece ‘kadınlar arasında parti çalışması yapmakla’ sınırlı bir ara yüzey değil. İlk etapta temel hedefi o dönem partinin ulaşmakta en zorlandığı kesim olan ev kadınlarına ulaşmak, onları iş gücüne katabilmek için çalışmalar yapmak, kadınların üretim sürecinde var olmalarını sağlamak ve özellikle partili olmayan kadınları da sosyalizme kazanmak diyebiliriz. DFD, bu dönem kadın akademileri kuran, okul komitelerinde görev alan, dekorasyondan diyete, karşı cinsle ilişkilerden, gebeliğe yayınlar hazırlayan ve çocuk bakımından, evlilik danışma merkezleri kurmaya kadar toplumsal hayatın düzenlenmesinde görev alan ve ayrıca mecliste temsiliyeti bulunan bir örgüt durumunda. Demokratik Almanya’nın her zaman kıtlığını çektiği ham maddeler için geri dönüşüm kampanyaları organize ediyor, okul komitelerinde görev alıyor hatta işyerlerini kadın çalışanlara uygunluk açısından denetliyor. 1946-1949 arasında fabrikalarda da görev alan DFD’nin yanı sıra 1952 yılında parti; fabrikalarda eşitlik ve kadınların sistematik ilerlemelerini sağlamakla görevli fabrika kadın komiteleri kuruyor. Yine aynı yıl parti, DFD ve sendikaların kadın komitelerinin ortak çalışmasıyla hazırlanan “Kadınların Terfisi” (Women’s Promotion) programı ile plan ve önlemlerini açıklıyor.

Demokratik Almanya’da Anne ve Çocukların Korunması Yasası ve Kadın Hakları Yasası çıktığında Birleşmiş Milletler henüz köleliği ve fuhuşu yasaklayan yasal düzenlemeleri çıkarıyordu.8 1955’de, sadece 5 yıl içerisine 0-3 yaş arası çocuklar için çocuk bakımevleri %9,9’ a çıkıyor. 1970’ e gelindiğinde bu oranın %23,6 olduğunu görüyoruz. O dönem için muazzam rakamlar, Kadınların doğum izni, doğum ve aile yardımları mevcut, kadınlar izin dönüşü iş garantisine sahip. 1965 yılına gelindiğinde evli kadınların %70’i işgücünde ve 1967 yılında iki ya da daha fazla çocuğu olan kadınların da %55’i çalışma hayatında yer alabiliyor.9 Türkiye’de 2019 yılında, 3 yaş altında çocuğu olan kadınların çalışma oranının %26,7 olduğu düşünülürse bu rakamın önemi daha da iyi anlaşılacaktır.10

Demokratik Almanya Cumhuriyeti kanunlarında “Evlilik içinde her bireyin kendi potansiyelini tamamen geliştirme ve eşinden eğitim / öğretim sürecinde destek bekleme hakkı vardır” maddesi var, ve ayrıntılandırılıyor da “Ebeveynlerin ikisi de çocukların eğitimi ve bakımı için görevlerini yerine getirmeli. Kocalar sadece ‘yardımcı’ olmamalı, bu yükleri paylaşmalıdır” ... Bizim için alışıldık bir durum değil ama anayasa, medeni kanun ya da yasalarda kadınlarla ilgili bir madde varsa bunun hayata geçirilmesi için yapılan kampanyalar, çalışmalar ve planlamalar da olduğunu görüyoruz. Kadınların erkeklerle yasal eşitliği hayatın her alanında destekleniyor. Bu kampanyalar dönemsel bir rüzgâr olarak esip geçmiyor, sürekli geliştiriliyor, genişletiliyor ve derinleştiriliyor. Örneğin kadın işgücünün niteliğinin vasfının arttırılması başlığı Demokratik Almanya’nın ilk günden beri gündeminde ve her dönem farklı boyutta açılımlarla, hız azaltmıyor yahut hız kesmiyor aksine üzerine ekliyor. 1961 yılında partinin çıkardığı “Kadın, Barış ve Sosyalizm” başlıklı bildirisi (Communique) kadın eşitliği statüsünü ortaya koyuyor ve kadınların koşullarının daha da geliştirilmesi için neler yapılacağının çerçevesini çiziyor. Kadın işgücünün niteliğini arttırmak, kadınları daha da fazla işgücüne dahil etmek ve kadınları teknik, sanayi, bilimsel ve tipik erkek mesleklerinde ve yüksek kademelerde yer almaları için daha da desteklenmeleri gerektiği de bu programda yer alıyor.

Aynı dönem Federal Almanya’ya bakarsak 1949 yılında kadın-erkek eşitliğinin yasal olarak tanındığını ve 1953 yılında kadınlara ayrımcılık oluşturan tüm yasaların sözde ‘askıya alındığını’ görüyoruz fakat bunun gündelik hayatta ne anlama geldiği, bu yasanın nasıl işleyeceğine dair hiçbir açıklama ya da pratik bulunmuyor. Zaten Federal Alman kadınları 1958 yılına kadar kocalarının izni olmadan çalışamıyor,11 yukarıda değinildiği gibi 1977 yılına kadar ev dışında çalışmalarına “ev ve kocalarına karşı sorumluluklarını aksatmadıkları müddetçe” izin veriliyor aynı yıla kadar evlilikte sadece bir “kabahat” varsa boşanabiliyordu.12 Federal Almanya yasaları aynı zamanda “devletin genel normları kurabileceği fakat yurttaşların özel alanına giremeyeceği, bireysel ilişkilerin devlet müdahalesi alanına giremeyeceğini söylüyor (o zaman kadın erkek eşitliğinin nasıl kurulacağına dair elbette bir açıklama yok). Aile kanunlarında da kadınların aileye katkısının temelde ev işleri olarak düzenlendiğini görüyoruz. Bir diğer deyişle, Federal Almanya savaş sırasında çalışma hayatına dahil etmek zorunda kaldığı kadınları evlerine gönderip hızla özüne dönüyor. Federal Almanya’ da eve iki maaş girdiği bunun da aile ücretini düşürdüğü gerekçesi ile 1950lerde ve 1960larda bizzat sendikaların düzenlediği kampanyalar var. Sendikalar bir erkeğin karısı ve iki çocuğa bakabileceği bir ücret için mücadele ettiklerini, kadınların işgücüne girmesinin bu mücadelenin önünü kestiğini söylüyor.13 İdeolojik bombardıman kültürel olanla birleşiyor, annesi çalışan çocuklar “anahtarlı çocuk” olarak adlandırılıyor (okuldan dönünce anneleri işte olduğundan ev kapısının anahtarını taşıdıkları için) ve acınarak bakılıyorlar. Çocukların tam gün eğitim alabilecekleri ücretsiz okulları, okul sonrası kendilerini geliştirdikleri, sporla veya sanatla ilgilendikleri ücretsiz hobi kulüpleri yok, öğlenleri okulda karınlarını doyurabilecekleri okul yemekhaneleri yok. Federal Almanya’da okullar “çocukların öğlen okuldan dönüp kendilerine evde bekleyen anneler” modeli üzerine kurulu. Tüm bu süreç boyunca Demokratik Almanya’da kadınlar yeni bir dünyayı yaratırken, Federal Almanya’da kadınlar evlerin içindeki yaşamlarına devam ediyorlar. Yanı başlarındaki Demokratik Almanya’da kadınların kazanımları, Federal Almanya için deyim yerindeyse ileri çekici bir unsur oluyor fakat Federal Almanya bu yasaları her zaman göstermelik ve her zaman kısıtlı olarak geçiriyor. Kar odaklı ve özel mülkiyetin temel olduğu bir sistemde, kadınlar kar edemiyor. Federal Almanya’da kadınlar geleneksel Alman kültürünün ve nazizmin kadınları hapsettiği 3K ile yaşamlarına devam ediyor. Kütche (Mutfak), Kinder (Çocuk) ve Kirche (Kilise). 1950 sonrasında buna sadece Kleider (kıyafet) eklenebiliyor.

Demokratik Almanya için ikinci dönem, 1960 ortaları ve 1970 yılları arasında, özellikle kadınları vasıflı nitelikli iş gücü haline getirme ve mesleki eğitim/vasıf/kalifikasyon arttırma başlığına yoğunlaşıyor. 1961 yılında “Kadın işgücünün vasıf ve niteliğini arttırma” kampanyasını başlatan Politbüro, 1962 yılında kadın örgütü ve çalışma grupları ile birlikte bu konuda bir komisyon teşkil ediyor. Komisyonda sendika ve kadın örgütü temsilcileri, parti görevlileri, ekonomistler, sosyologlar, sosyal hizmet görevlileri, jinekolog ve psikologlar var. Komisyon; istatistikler, parti raporları, fabrika incelemeleri, haftalık kadın dergisine (Für Dicht-Senin İçin14) iletilen şikâyetlerin derlenmesi, çalışma hayatı, üretim / tüketim ve yeniden üretim, doğum raporlarını da kapsayan araştırma raporları oluşturuyor. (Bu çalışma başlı başına incelenmesi gereken bir başlık, öyle ki bu çalışmalar içerisinde bir parti raporu “Bazı yoldaşlar ve yöneticiler, partinin Kadın Barış ve Sosyalizm bildirisinin uygulanmasını önlüyor ve kendi ailelerinde kadınların eşitliğini inkâr ediyor. Kocalar hala temiz bir ev, uslu çocuklar ve akşam yemeği beklentisinde olduklarından şikâyet ediyor. Bir başka rapor “kadınların yönetici pozisyonlara ancak aile içinde desteklendikleri ve ailede gerçek bir eşitlik olduğu zaman gelebileceğini” dile getiriyor.15) Komisyon çalışması sonrası, kadınların evdeki yükleri düşünülerek çalışma saatlerinde diploma edinebilmeleri yahut vasıflarını arttırabilmeleri için özel sınıflar, işyeri eğitimleri, özelleştirilmiş, kısaltılmış modüller haline getirilmiş ve odaklanmış eğitim programları, akşam kursları hazırlanıyor. Uydu üniversiteler16, kadınların evlerine yakın ulaşılabilir mesafede akşam kursları yahut mektupla takip edilebilecek eğitim programları geliştiriliyor.17  Bu yıllarda vurgu, kadınları işgücüne katmanın ötesinde kadın işgücünün niteliğini arttırmaya kaydırıldığı için artık misyonunu tamamladığı düşünülerek, 1965 yılında DFD faaliyetlerine son veriliyor ve ağırlık işyeri örgütlenmelerine geçiyor. Fabrikalarda bulunan kadın komiteleri komisyonlara dönüştürülerek işyeri sendika temsilciliklerine bağlanıyor. İşyerleri sendika temsilcilikleri üzerinden FDBG (Bağımsız Ulusal Sendikalar Birliği) kadın komitelerinin sorumluluğunu üstleniyor. Burada bir parantez açma ihtiyacı duyuyorum. Bu kadın örgütleri ve işyeri kadın komiteleri, komisyonlar kadınları temsil ediyor ve kadınlar tarafından oluşturuluyor. Sosyalizm deneyimlerinde Macaristan’dan Bulgaristan’a Demokratik Almanya’dan Polonya’ ya özellikle ilk dönemlerde önemli görev almış olan bu kadın örgütleri, bugün liberallerin iddia ettiğinin tersine sosyalizmi ‘kadınları tepeden inme parti talimatları’ ile değil, kadınların katılımı ve talepleri ile örgütlediğini göstermesi açısından önemsiyorum. Ayrı bir yazı konusu olarak, Doğu Bloku ülkelerinin desteklediği bir çatı örgütü olan Uluslararası Kadın Demokratik Federasyonu (WIDF) faaliyetleri ve örneğin Birleşmiş Milletlerdeki rolleri açısından üçüncü dünya ülkeleri başta olmak üzere tüm kadın haklarını ileri çekici bir rol de oynadıkları söylenebilir. Kadın faaliyetlerinin fabrika komisyonlarına bağlanması göstermelik bir bağlanma değil, Erich Honecker döneminde yayınlanan bir bildiri ile FDBG bünyesinde her fabrika kadın çalışanların katılımı ile kendi kadın işçi gelişim / teşvik planlarını hazırlamak ve bunlara uyup uymadıklarını denetlemekle görevlendiriliyor. 1977’de tüm kuruluş ve fabrikalar, işçi yasasında yayınlanan eylem planına göre kadınların eğitim, çalışma saatleri ve terfilerinin sağlanabilmesi üst görevlere gelebilmeleri için kadınların katılımı ile oluşturdukları bir plan sunmak zorunda idiler. FDBG 9. Kongresi’nde ana gündem olarak “çocuk yetiştirme sorumluluğunun ebeveynler tarafından ortaklaştırılması, ev işlerinde ortak iş bölümü ve iş hayatı ile aile dengesinin kurulmasında yardımlaşmayı” alıyor. O parti raporları boşuna hazırlanmıyor, bir yandan kreş ve çocuk bakımevleri arttırılırken ekonomik olarak en dar boğazda olduğu dönemde bile Demokratik Almanya, kadınların ev yükünü azaltmak için de çalışmalarına devam ediyor.

1970’li yıllarda başlayan üçüncü dönemde ise kadınların toplumda, işyerlerinde ve politik olarak üst mevkilerde yer almasına dair çalışmalara odaklanılıyor. SED 8. Parti Kongresi’nde özellikle kadınların aile yükü ve iş hayatı dengesi için pek çok toplumsal önlem ekliyor. Kadın işgücünün vasıf ve niteliğini arttırmak eğitim olanaklarını geliştirmek kadınları teknik endüstriyel bilimsel ve diğer geleneksel erkek sektörlerinde yetkinleştirmek ve yönetim / üst yönetim pozisyonlarında kadın sayısını arttırmak da programlarında var. Tüm bu çalışmalar meyvelerini veriyor ve Demokratik Almanya henüz 1970 yılında dünyanın en fazla kadın işgücüne sahip ülkelerinden biri olmayı başarıyor. Yanı sıra, işgücündeki kadınların %41,2 sini profesyonel diploma ya da eşdeğer derece sahibi vasıflı / kalifiye hale getiriyor.

1970li yıllarda Erich Honecker’in ünlü Muttipolitik’i (Annelik Politikası) bu konuda partinin kararlılığını gösteriyor. Bu yoğun kreşleşme, iki ve daha fazla çocuğu olan kadınlar için 43.5 saat olan çalışma saatinin 40 saate indirilmesi, ilk çocuğa bir yıl daha fazla sayıda çocuk içinse 18 aya varan ücretli izin, kadınların doğum izinlerinin de emeklilik süresine eklenmesi, hasta bakımı için sanatoryumların yaygınlaşması, yaşlı bakımı için huzur evleri ve yaşlı kulüpleri, annelere çocuklarının hastalığı durumunda verilen 4-8 haftaya varan ücretli izinler, kadınlara yönelik ayda bir gün ev işi izni, kadınlara yönelik iş güvenceleri nüfus artışını olumlu etkiliyor. Bu sefer de kadınlar ev işleri yükü ile iş hayatının getirdiği yüklerin arasında sıkışmaya başlıyor. Bekar anne oranı oldukça yüksek ve ilk doğum yaşı oldukça genç (22 yaş) olan Demokratik Almanya’da 1970’lerin başında özellikle çocuklu kadınlar ev içi yüklerinden dolayı yarı zamanlı işlere kaymak istiyor. 1989 yılına gelindiğinde Demokratik Almanya’daki kadınların %90’ı en az bir çocuk sahibi.18

Tüm bunlara rağmen Demokratik Almanya hiçbir zaman ‘ahlakçı’ bir söyleme sahip olmuyor ve kadınlar kendi bedenlerine dair kararları da, anne olup olmamaya da kendileri karar verebiliyor. Kürtaj ve doğum kontrol araçlarına erişim medeni durumu ne olursa olsun tüm kadınlar için toplumsal bir hak. Örneğin Demokratik Almanya’da 16 yaş üstü bütün kız çocuk ve kadınlara ulaşılabilir bir kamu hizmeti olarak doğum kontrol hapları ve gerekirse anne kararına bağlı olarak kürtaj, okullarda ortaokul seviyesinden başlayarak cinsellik eğitimi, evlilik ve cinsellik danışma ve terapi merkezleri erişilebilir ücretsiz kamu hizmetleri olarak sunuluyor.

Diğer yandan kadınların hala iş hayatı ile aile arasında denge kurması gerekmesi, birçok başlıkta kadınları geri çekmeye devam ediyor. Yine bir örnek vereyim; taktik olarak ev kadınlarını iş hayatına çekmek için 1959 yılında 45 saat yerine 30 saat olarak düzenlenen çalışma saat seçeneği, kadınların işgücüne katılımı da arttıkça tam zamanlı çalışan kadınların da bu yönde talep geliştirmesi ile sıkıntı yaratıyor. Özellikle 1967’de iş gününün 5 güne inmesi günlük çalışmanın 45 dakika artması anlamına geleceğinden kadınlarca onaylanmıyor ve kadınlarda yarı zamanlı işlere geçiş talebini arttırıyor. 1977 yılında 6-10 yaş arası çocukların %76’sı okul sonrası hobi kulüplerine devam ediyor19, 3-6 yaş arasındaki çocukların %89’u kreşe ve hatta 0-3 yaş arası çocukların %60'ı çocuk bakımevlerine devam ediyor. 1989 yılında bu oran 3-6 yaş arası çocuklar için %92, 0-3 yaş arası çocuklar için %75’ lere ulaşmış durumda.20

1988 yılında üniversite öğrencilerinin %50'si kadın öğrenci ve 1989 yılında çalışma yaşındaki Demokratik Alman kadınlarının %91’i istihdamın içinde, işgücündeki kadınların %87’si resmi meslek eğitimlerini tamamlamış vasıflı işçilerden oluşuyor. Daha zor olanı da başarıyorlar, aynı yıl annelerin %80'i işgücünde ve bunların %80’i kalifiye işgücü niteliğinde.21

Peki Federal Almanya’da durum nedir? 1985 yılında 0-3 yaş arası çocukların %3 ü çocuk bakımevine gidiyor. Demokratik Almanya’da 18 yaş altında 1 çocuğu olan annelerin %80’i işgücünde iken, Federal Almanya’da ise ancak %43’ü işgücüne dahil ve bunun büyük çoğunluğu yarı zamanlı işlerde istihdam ediliyor22, 2 ve daha fazla çocuğu olan annelerde ise bu oran Demokratik Almanya için %76 iken, Federal Almanya’ da %33,8.23

“Evlendiğimde taşındığımız daire ve mobilyalar için adlığımız krediyi ödeyebilmek için çalışmak zorundaydık. İlk çocuğumuz evliliğin ilk yılında doğdu. İşe başlamadan önce verilen ‘cömert’ doğum izni 8 aydı. Çocuk bakım merkezi sabah 06:00 da açıldığından ve tramvayla oraya varmam 15 dakika sürdüğünden sabah 05:30 da kızımı nazikçe uyandırmak zorundaydım. Çocuk bakım merkezine vardığımızda üniformasını giydirir ve işe gitmek için aceleyle 06:30 otobüsüne yetişirdim. Paltomun bir kısmı otobüs kapısına sıkışmış halde otobüse binen son yolcu olmam alışıldık bir şeydi. Otobüsün kapısı kapanmadan zor yetişirdim. Kocam saat 14:00 da işten çıkıp kızımızı çocuk bakım merkezinden alır alışveriş yapar ve saat 17:00 de ben işten dönene kadar yemeği hazırlardı. Ertesi gün de aynı koşuşturma ile geçeceğinden yemekten sonra kızımızı yatırırdık. Kocam ve ben böylesi bir günden sonra yorulmuş olurduk”.24

Demek özenilecek dertler de varmış. Çekoslovak bir annenin sosyalizmde yaşadığı o günlerden ‘şikâyet’ ettiği bu satırlar bizim için bir hayal gibi geliyor. 8 ay ücretli doğum izni, 8 saatlik işgünü, eve 15 dakika uzaklıkta bir kreş, çocuğu kreşten alıp alışveriş yapan ve yemeği hazırlayan bir koca… Ki dünyanın büyük bir kısmı için buna başını sokacak bir ev ve yemeği de ekleyebiliriz.

1989 ve sonrasında duvarın önce ve hızla kadınların üzerine yıkıldığını görüyoruz. Birleşik Almanya’da kadınların durumu kötüye gidiyor, işsizlik oranlarında kadınlar önde, kadınlar iş bulsa bile hastalık yahut yaşlılıkta iş güvenceleri olmuyor. Bizim için çok tanıdık olan çalışma şartları ve hak kayıpları artık Demokratik Alman kadınlarını yeni ülkede bekliyor. Emek pazarında kadınlar güvencesiz, part-time işlerde ve yedek işgücü konumuna geriliyor. Gittikçe daha az aile kreş ücretini ödeyebiliyor ve gittikçe daha fazla kadın çocukla eve kapanıyor, evlilik gittikçe daha fazla toplumsal bir önlem haline geliyor. 20 yıldan beri çocuk sahibi olup olmama kararını koşulsuz olarak kendi veren Demokratik Alman kadınlar, Anayasa mahkemesinin ‘doğacak çocuğu koruma görevini’ devlete vermesi ile artık kendi kararlarını veremeyeceklerini duyuyor.

Bugün resmi verilere göre Almanya’da kadınların %73’ü işgücüne dahil olduğunu ama bu kadınların %47’si yarı zamanlı çalıştığını görüyoruz. Gelinen durumu belki de en iyi özetleyen sözler Eski Demokratik Almanya Cumhuriyeti vatandaşı bir kadına ait:

(Şimdiye) bakınca kadınların bugün bizim zaten (Doğu Almanya’da) elimizde olan haklar için mücadele ettiklerini görüyorum.”25

Macaristan Halk Cumhuriyeti ve Avusturya Cumhuriyeti: kadın sorunu ülkelerin iktisadi gelişkinliği sorunu mu?

Avusturya ve Macaristan, ikisi de 1939 nüfusunun yaklaşık %5’ini savaşta kaybetmiş, başkentleri savaşta harap olmuş, kurumları, kültürleri, yemekleri benzer, uzun süre aynı imparatorluğu teşkil etmiş aynı tarihi paylaşmış bu iki ülke karşılaştırmasının amacı, kadın-erkek eşitliğinin sadece ülkelerin ekonomik gelişkinlikleri ile ilgili bir parametre olmadığını göstermek. İktisadi olarak Avusturya çok daha gelişkin olmasına rağmen, Macaristan Halk Cumhuriyeti’nde kadınların her alanda, her dönemde, her başlıkta daha ileride olduğunu görüyoruz. Budapeşte, Viyana’ya göre her zaman daha fakir bir başkent ama dönemin sonuna baktığımızda Avusturya ne ücret ne eğitim olanakları ne medeni duruma göre ne de coğrafi bölgeler arası kadın erkek eşitliğini sağlamakta, Macaristan Halk Cumhuriyeti’ne yaklaşamamış bile. Böyle bir derdi de olmamış.

Sosyalizmin kadınlara sunduklarına burun kıvırıp bunları ‘tepeden inmeci’ dolayısı ile kadınlara uygun olmamakla suçlayan liberallere karşı, kadına dair hakların sosyalizm paketinin içinde bir bonus olmadığını, sosyalizmin zaten bu olduğunu söylemek gerekiyor. Kadınların maddi koşullarını iyileştirmeden, kadının özgürleşmesinden bahsetmek; kadınları işgücüne dahil etmeden eşitliği sorgulamak yahut kadınların anne olup olmama kararını verme haklarını korumadan kendini gerçekleştirmesini beklemek, sistemi rahatsız etmeden kendi bahçende oynamak anlamına geliyor. 1919’da kısa süreli Macar Sovyet Cumhuriyetinin dahi ilk adımlarından biri okul ve kreşleri devletleştirmek oluyor. Diğer başlıklarda beğenelim beğenmeyelim, Macaristan’ da yaşanan reel sosyalizm deneyimi kadınlar için tarihleri boyunca bulundukları konumun en ileri noktası idi.

Sosyalizmde kadınlar için eğitime, istihdama ve yasal cinsiyet eşitliğini gerçek hayatta uygulayabilmeye yatırım yapan bir Macaristan varken, Avusturya “kadınlar evde otursun” diye yatırım yapıyor. Macaristan’da sosyalizm kadının eşitlik ve özgürlüğü için eğitim, iş olanağı, vasıflı nitelikli işgücüne dâhil olmak için mesleki eğitimleri, işyeri kotaları, kamu kreşleri, ortak yemekhaneler, annelik izni ve kürtaj hakkı tanınırken Avusturya’da kadınlar çalışmak için kocalarının izni vermesi gerekliliğinden ancak 1975’te kurtulabiliyor. Avusturya 1975 yılında yasal olarak her iki ebeveynin de çocuklar üzerinde eşit yasal söz hakkı sahibi olduğunu kabul ederken (Bu tarihe kadar babalar yasal olarak çocuklarla ilgili kararlarda tek hak sahibi idi) Macar kadınlar 1952’de evlilikte kendi soyadlarını kullanma hakkına sahip oluyor26 (Avusturyalı kadınlar kendi soyadlarını kullanma hakkını 1995 yılında kazandı). Avusturya ancak 1979 yılında Kadınlar için Eşit Muamele sözleşmesini imzalarken,27 1970 yılında Macar kadınların %65’i işgücüne dahildi (Aynı yıl Avusturya’da bu oran %31). Macaristan 1960’larda üç yıla kadar ücretli annelik izni kullanırken, bu Avusturya’da bir yıl ücretsiz olarak kullanılabiliyor ve işe dönüş garantisi sunulmuyordu.

1949’da üniversite öğrencilerinin sadece yaklaşık %20’si kadın öğrencilerden oluşan bu iki ülkede, 1982 yılında Macaristan’da üniversite öğrencilerinin %50'si kadındı, Avusturya ise bu oranı ancak 2000’lerde yakalıyor. 1980’e gelindiğinde Avusturya’da kadınların %48’i (bu oranın da yarısı yarı zamanlı çalışma biçiminde gerçekleşiyor) Macaristan’ da kadınların %73’ü işgücüne dahil (bu oranın sadece %3’ü yarı zamanlı çalışma şekilde).28

1960’lardan itibaren doğum oranları ve nüfusun sürekli azaldığı Macaristan, kaynak azlığı29 sebebi ile talebin ancak yarısına yetişebildiği 0-3 yaş arası çocuk bakım merkezleri eksikliğini, 3 yıl ücretli annelik izni ile telafi etmeye çalışıyor. Tüm bunlara rağmen, kadınların ev işlerini rahatlatmak için işyeri yemekhaneleri ve alışveriş yapmaları için marketler, işyeri hekimi, işyerlerinde bebek maması ve sütü alabilecekleri merkezleri ve bunları arttırmaya yönelik çabalar var. 1980’lere kadar Avusturya doğru düzgün kreşle tanışmamışken, Macaristan’da 1985 yılında 3-6 yaş arası çocukların %91,3’ü kreşe gidiyor, bu kreşlerde 12,7 çocuğa bir kreş öğretmeni düşüyor ve bu öğretmenlerin %96,2’si üniversite mezunu.30 1956 yılında Macaristan Avrupa’nın en özgürlükçü kürtaj yasalarına sahip dönem dönem kısıtlamalara gidilse de özüne sadık kalıyor, bundan ancak yaklaşık yirmi sene sonra Avusturya’da kürtaj sınırlı şekilde yasallaşıyor. Macaristan’da 1974 yılından itibaren ortaokul seviyesinde cinsellik eğitimi veriliyor. Kadınlar için danışma merkezleri, çiftler için terapi ve evlilik merkezleri kamusal bir hizmet olarak sunuluyor. Hatta 1985 yılından itibaren Macaristan’da babalar da doğum izni kullanabiliyordu.31

Mutlaklaştırmak için değil örneklemek için söylüyorum, Macaristan dönem dönem ismi, görev bileşimi değişse de parti üyesi olmayanlara da açık bir kadın örgütü/konseyi bulundurmuş hatta 1970 sonrasında tüm yasaların kadın konseyinden de geçmesini şart koşmuştur. Öyle ki kadınların üç yıl annelik izni kullanmasına karşı çıkan Macaristan Halk Cumhuriyeti Kadın Ulusal Birliği (MNOT)32, bunun kadınların işgücünden çekilmesi tehlikesi yaratacağını, bunun yerine daha fazla kreş, daha fazla toplu yemekhane ve kolektif çamaşırhaneler vb kimi kamusal hizmetlerin daha da yaygınlaşmasını ve daha da arttırılmasını öneriyor.

Süreç ‘parti merkezinin emir verip kadınların bu emirleri uyguladığı’ bir tablonun aksine kadına yönelik program ve faaliyetlere tüm aktörlerin katılımı ile yürüyor. Özellikle 1950-1970 arası Parti’ye sürekli üniversitelerde ve teknik eğitimdeki, istihdamdaki, partideki vs. kadın sayısı istatistikleniyor, Politbüro kendisine bağlı ayrı bir kadın birimi aracılığı ile bu başlıkta çalışmalar yapılıyor ve oturumlar düzenliyordu.33 Tüm siyasi, ekonomik ve toplumsal örgütlerden (19 bölgenin parti sekreterleri, ayrıca büyük şehirler, iktisadi teşekküller, devlet organları, gençlik hareketi, kooperatifler, üniversite, polis teşkilatı, askeriye, ulusal sendikalar, istatistik ofisleri, gazeteler vs.) kadınların sosyal statü ve entegrasyonu ile ilgili raporlar düzenlemeleri bekleniyor. Bu raporlar34 kadınların toplumsal durumu, siyasi ilgileri, katılım durumları en uygun propaganda yöntem ve söylemi önerilerini de kapsamaktadır. Yazıyı uzatmak pahasına bu raporlardan birkaç örnek vermek istiyorum. Bu raporlar oldukça geniş kapsamlı zaman zaman kadınları, (“Kadınlar Sovyetler Birliğindeki teknolojik ilerlemeyi füzelerle değil, sarf ettikleri emeği azaltacak beyaz eşyalarla ölçüyorlar. Bir hata bulunca da tüm sistemi mahkûm ediyorlar, sadece somut problemi değil”) zaman zaman parti içini, (“Budapeşte örgütümüzde kadın temsilci ile konuşmayı reddeden bir parti sekreteri var. Kendisinin sorumluluğu alınmıştır. Bunun siyasi önemini hiç anlamamış”) zaman zaman da erkekleri (“İşyerlerinde partinin cinsiyet politikalarını oldukça iyi temsil etse de kocaların eşlerinin kariyer ve yükselmesini bilinçli bir şekilde engellediği durumlar var. Bunun sebebi ya geleneksel davranış ya da kişisel konforlarını korumak çabası”) işaret ediyor.

1989 yılının sonlarında, Macaristan Halk Cumhuriyeti Batılı şirketler ile kurduğu ortaklaşa ekonomik girişimlerin (joint venture) arasında sex shoplar ve Doğu Avrupa’nın ilk yasal genelevleri de var. “Sadece parti organları seçimlerinden önce istatistikleri arttırmak için değil kadro yetiştirme politikasının bir parçası olarak parti yürütme organları kadınların görev alması için daha sistematik bir çaba göstermeliler”35 diyen Macaristan Halk Cumhuriyeti’nin adından Halk çıkarılıp, Macaristan Cumhuriyeti olarak değiştirilince, 1990 seçimlerinde Macaristan meclisinde kadın temsiliyeti %9’un altına düşüyor. Nihai olarak geldiği noktaya bakarsak bugün Macaristan’ın İstanbul Sözleşmesinden çıkılması ile gündemde olduğunu görüyoruz.

Budapeşte, artık Doğu Avrupa’nın Uzak Doğusu olarak lanse ediliyor, evlilik yolu ile kendini garantiye alıp başka bir ülkeye kapağı atmaya çalışan Rus gelinler, fuhuş mafyasına çalışan Ukraynalı kadınlar, Moldovyalı bebek bakıcıları ve Polonyalı hizmetçiler... O sürekli ‘kapalı sınırlardan’ şikâyet edilen sosyalizmin sona ermesi ile ‘seyahat özgürlüklerine’ kavuştular ve şimdi batıda “özgürce” sömürülüyorlar.

Dikensiz gül bahçesi...

Elbette, kadınlar dikensiz bir gül bahçesinde yaşamıyordu ve elbette reel sosyalizmin kadın eşitlik ve özgürlüğünü sağlamakta başarı ve kazanımları kadar, eksiklikleri de deneyimimize dahildir. Kadının toplumsal konumu hedeflenenle verili nesnellik arasındaki mesafe ile belirlenirse, sosyalizm hep ileridir, ileriyi temsil eder. Reel sosyalizm deneyimlerine bakarken belli bir kesit seçilerek hedefle uzaklığı açısından eleştirmek, önemli olanın ilkeler, denetim mekanizmaları ve siyasi irade olduğunu atlamak olacaktır. Bunu aklımızın bir köşesine not ederek, sosyalizm deneyimleri bir vadede kadınları ev işleri denen cendereden kurtaramadığı, sadece yükü azalttığı, erkek yurttaşlara bu konuda sorumluluk aldırmayı hedeflediği ama yetersiz kaldığı anlaşılıyor. Tüm sosyalist ülkelerin bu başlıkta kampanyalar düzenlediğini, bunun ideolojik öneminin farkında olduğunu söyleyebiliriz. Kadın özgürlüğü için atılan adımlar, kadını ev işlerine zincirleyen halkayı oldukça zayıflatsa da koparmakta yetersiz kalıyor. Araştırmalara göre partneri (sevgilisi / flörtü / erkek arkadaşı vs) olan kadınlar değil, “kocası” olan kadınlar daha fazla ev işi yapıyor.36 Demokratik Almanya’da da evli kadınların ve annelerin bekar kadınlara göre ev işlerine ayırdıkları vakit, her zaman daha fazla olmak zorunda kalıyor. Erkek egemen kültürü, sadece kadınları güçlendirerek yıkmanın mümkün olmadığını, aşındırılıp zayıflatılsa yahut resmi olarak kabul görmese dahi özellikle bireysel, aile içi ilişkilerde hala mevziisini koruyabildiğini söyleyebiliriz. Bütün olarak özellikle 1970 yıllarındaki devlet müdahaleleri kadınların yükünü azaltmaya yönelmiş olsa da kadınları bu yükten tamamen kurtaramıyor. Bir yanda kadının annelik hakkını çocukları koruma çalışmaları, demografik ihtiyaçlar bir yandan kadınları üretim sürecinin içinde tutma gerekliliği kadın politikasının her dönem karşısına çıkan bir ikileme dönüşmüş. Kadınlar için azaltılan çalışma saatleri, ayda bir gün ev işi izni, part time çalışma ve erken emeklilik vs. olanaklar neredeyse kadınları iş ve toplumsal hayatta sorumluluk alma konusunda geriletici bir unsura dönüşüyor. Reel sosyalizm deneyimleri bu ikilemi farklı boyutlarla da olsa her zaman taşımış görünüyor. Yukarıda değinildiği gibi, Demokratik Almanya’da 1950 başlarında ev kadınlarını iş hayatına çekmek için çalışma sürelerini azaltma uygulaması bir süre sonra tam zamanlı istihdam edilen kadınların da yarı zamanlı çalışmaya geçme talebine sebep olmuş. Kadınların ev içi yükleri ve iş hayatı sorumlulukları arasında kurulmaya çalışılan kritik denge, sürekli bir üst mevzide kurulmazsa gerileyen, gerileten bir politikaya dönüşebiliyor. Özellikle Sosyalist Blok’ta 1970’lerde yaşanan doğum oranlarındaki düşme; ülkelerin nüfus politikalarındaki farklı şekilde uygulamalar37 ile çözüm üretilmeye çalışılmıştır ama doğum oranlarının artması kadınlar ev içi yükle ikili sıkışma haline getiriyor. Ev içine ve ev işlerine, yaşlı ve hasta olana bakım sağlayan olma konumuna mahkûm olmak kadını, kadının ev içine hapsolması, toplumu geriletiyor.

Bugün liberal ideoloji cinsiyet farkının diğer çelişkilerden daha önemli ve “ataerkinin” tamamen tek sorumlu olduğu fikrini aşılayarak sınıf farklılıklarının üstünü tamamen örtmeye çalışıyor. Biz kadın mücadelesinin bağımsız bir ideolojisi olamayacağını biliyoruz. Diğer yandan, erkek egemen kültürün, bugünden yarına sadece altyapının değişmesi ile tarihin tozlu sayfalarına karışacağını düşünmek de fazla kestirmeci bir tutum olacaktır. Programın bu başlıkta zenginleştirilmesi gerekiyor, örneğin ebeveynlik izninin dönüşümlü kullanılmasının teşviki, örneğin gerekirse ortak çamaşırhane kullanımının sadece erkekler için ücretsiz olması, örneğin çocukların ama özellikle erkek çocukların ilk ve orta eğitimde ev işleri dersleri ile eli yatkın hale getirilmesi ve temel yaşamsal becerilerinin kazandırılması, örneğin ev işlerinin profesyonelleşmesi ve kamusal bir hizmet olarak sunulmasının yollarının aranması, işyerlerinde göstermelik elit yönetici pozisyonlarında değil tüm kademelerde bir bütün olarak istihdamda kadınlar için kota uygulanması, örneğin eğitim kurumlarında cinsellik ve toplumsal cinsiyet eğitim programları talebi hem bugün hem sosyalist Türkiye’de önümüzü açabilecek geliştirilecek ve karşılık bulacak talepler olacaktır. Aklıma Bulgaristan Kadın Örgütü’nün (Bulgaristan Demokratik Kadın Komitesi) Bulgaristan Mimarlar Birliği’ ne önerdiği ama hayata geçirilemeyen bir örnek geliyor. Giriş katlarında çocuk oyun alanı ve bar / kahvehane benzeri mekanları bulunduran bu apartman modelleri erkekler işten dönüp meyhanede vakit geçirirken çocuklara göz kulak olması fikri ile oluşturulmuş. Böylece annelere ‘kocaların ve çocukların ayak altından çekildiği birkaç saat sağlama’ amacını taşıyan bu proje bir iki yerde denendikten sonra babalar tarafından reddedilmiş ve hayata geçirilmemiştir.38 Erkeklerin de kadın işi olarak adlandırılan sektörlere yöneltilmesi, kadınlar “işçi ve anne” kimliği ile planlamalara dahil edilirken, erkeklerin de “işçi ve baba” olarak ele alındığı planlamaların eksik kalması reel sosyalizmin kadın programında bir eksikliktir, biz tamamlamalıyız.

Sorunlar toplumdaki tüm bireyleri etkilese de kadınları iki kez mağdur ediyor. Macaristan’da kreş ve çocuk bakımevlerinin sürekli arttırılması çabasına rağmen ekonomik zorlukların ağır gelerek süreci yavaşlatmaları, barınma konusunda Macaristan’da yaşananlar problemler ve sürekli kapitalist tüketim kültürünün ideolojik taarruzuna maruz kalan Demokratik Almanya’daki tüketim maddeleri kısıtlılığına dair şikayetleri bir de bu çerçeveden okumak gerekiyor. Tüketim maddeleri kıtlığı durumlarında özellikle kadınların daha fazla zorluk yaşadığını görüyoruz. Temel hijyen maddeleri yahut temizlik maddelerine ulaşımda yaşanan zorluklar, kadınların iş yükünü daha da arttırıyor.

Tüm bunlara rağmen, bahsi geçen ülkelerde sosyalizmde kadının eşitlik ve özgürlüğü konusunda eksiklerin, önemsememek yahut üstünü örtmekten dolayı değil özellikle konjonktür ve kaynak azlığından dolayı hayata geçirilemediğini netlikle söyleyebiliriz. Bunu “hallederiz” kolaycılığında küçümsediğim için değil tam aksine öneminin altını çizmek için burada yer veriyorum. Neticede, sosyalizmin dağılışında, erkek vatandaşlar barda votka içerken, kadınlar da evde çorap dürüyorlardı.

Sosyalizm deneyimlerine bakmak, bugün altyapının değiştirilmesine işaret etmeden formüle edilen kadın taleplerinin kapitalist sistemi rahatsız etmeyip daha da kötüsü aslında düzenin bekasını sağlamakta işlevli olduğunu gösteriyor. Diğer yandan sosyalizmi sadece kadınların maddi yaşam koşullarını yükselten bir sistem olarak tarif etmek de, bu birikim ve deneyime haksızlık etmek anlamına geliyor. Cinsellikten, kendi bedeni ve hayatına dair söz sahibi olmaya, ikili ilişkilerde erkek egemenliğinin geriletilmesinden, kadınların kendilerine ait bir hayata sahip olmasına -hadi ‘kendini gerçekleştirmek’ diyelim- kadınların hem eşitlik hem özgürleşme için sosyalizme ihtiyaçları var. Sosyalist ülkelerde kadınlar bu hakları, hashtag kampanyaları, farkındalık yaratma çalışmaları, özsavunma dersleri, performans gösterileri, viraller ya da akademik tartışmalar vs. ile değil, sosyalizmin planlı adımları sayesinde elde ettiler.

Elimizde bunun için bir program ve kararlı komünistler var.

  • 1. The Economist (2019) Why half the scientists in some eastern European countries are women. 20.07.2019. https://www.economist.com/europe/2019/07/18/why-half-the-scientists-in-… [Erişim tarihi 15.05.2021].
  • 2. Ghodsee KR (2019) What the US can learn from women in the Soviet workforce? Quartz, 13.11.2019. https://qz.com/1746284/socialist-countries-employ-more-women-in-math-an…
  • 3. Einhorn Barbara (1993) Cinderalla Goes To Market. Citizenship, Gender and Women’s Movement in East Central Europe, Verso, s. 23.
  • 4. Ghodsee KR (2018) Why Women Had Better Sex Under Socialism and Other Arguments for Economic Independence. Penguin Random House, 2018, s. 10.
  • 5. Kranz S (2005) Womens Role in the German Democratic Republic and the State’s Policy Towards Women. Journal of International Women’s Studies, 7 (1): 69-83.
  • 6. İçinde 8000 kitabı olan bir kütüphanesi olan, kendi enstrüman orkestralarına, halk dansları gruplarına sahip, çalışanların çocukları için kreş, yemekhane, sağlık birimi, kuaför, çalışanların alışveriş için vakit kaybetmelerini engellemek için mağaza, dikiş (terzi) odaları barındıran ve tatil kamp sunan işletme ve fabrikalardan bahsediyoruz. Ölçeğine göre değişse de hemen hemen tüm fabrikalar bu tarz hizmetleri çalışanları için sunuyor. Kaynak: Madarasz J (2006) Working in East Germany Normality in a Socialist Dictatorship. Polgrave Macmillan, s.56.
  • 7. Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nde bulunan 5 milyon kadının 1,4 milyonu DFD üyesi. Ev kadınları, Hristiyan kadınlar, kısa dönem için işgücü dışında bulunan (örneğin annelik izninde olan) yahut emekli olmuş kadınlar da DFD de örgütleniyor, burada taleplerini dile getirebiliyor. Kaynak: Einhorn Barbara (1981) Socialist Emancipation: The Women’s Movement in the GDR. Women’s Studies Int. Quart, 44(4): s. 435-452.
  • 8. Einhorn B (1981) a.g.y., s. 440.
  • 9. Kranz S (2005) Women’s Role in the German Democratic Republic and the State’s Policy Towards Women. Journal of International Women’s Studies. 7 (1), s. 76.
  • 10. Türkiye İstatistik Kurumu, İstatistiklerle Kadın, 2019 (tuik.gov.tr)
  • 11. Roy A. K. (2006) German Unification: A Feminist Moment. History Honors Paper, s. 39.
  • 12. A.g.e.
  • 13. Rueschemeyer M, Schissler H (1990) Women in the Two Germanies. German Studies Review,DAAD Special Issue, 1990, s. 71-85.
  • 14. Für Dich (Senin için) DFD’nin, 500.000 abonesi ve bir milyonu aşkın tirajı olan haftalık kadın dergisi. Bkz. Einhorn Barbara (1981) Socialist Emancipation: The Women’s Movement in the GDR. Women’s Studies Int. Quart, 44(4): s. 447.
  • 15. Harsch D (2015) Between the State Policy and Private Sphere: Women in the GDR in the 1960’s and 1970’s, Clio, Women, Gender, History, 41 (1): s. 93.
  • 16. Ana kampüsleri dışındaki bölgeler yahut saatlerde ders veren üniversite yahut eş değer kurum.
  • 17. Harsch D (2015) Between the State Policy and Private Sphere: Women in the GDR in the 1960’s and 1970’s, Clio, Women, Gender, History, 41 (1): s. 93.
  • 18. Trappe H., Rosenfeld R. (2000) How Do Children Matter? A Comparison of Gender Earnings for Young Adults in the Former East Germany and Former West Germany. Journal of Marriage and Family, 62 (2): s. 491.
  • 19. Bu hobi kulüpleri, pioner (öncü) teşkilatları ayrıca bakılması gereken bir başlık. Almanya’ da faşizmin katlettiği Komünist Parti Genel Sekreteri Ernst Thalmann adına kurulan pioner teşkilatları okul saatleri sonrası bir program olarak bir çocuğun sanattan, spora, tatil kamplarından sosyal etkinliklere, ders desteğinden beceri kazandırmaya kadar geniş kapsamlı bir kamu hizmeti olarak ücretsiz sunuluyor. Türkiye’de böyle bir programın sadece bir haftasını ilkokula giden çocuğuma sağlayabilmem için muhtemelen birkaç aylık maaşımı tamamen gözden çıkarmam ve aynı kaliteyi elde edemeyince de şaşırmamam gerekiyor. Bu kulüplerin en güzel örneklerinin yer aldığı Demokratik Almanya ve Yugoslavya bu başlıkta incelenmeye değer ülkeler.
  • 20. Einhorn B. (1981) Socialist Emancipation: The Women’s Movement in the GDR. Women’s Studies Int. Quart, 44(4): s. 435-452.
  • 21. Harsch D (2015) Between the State Policy and Private Sphere: Women in the GDR in the 1960’s and 1970’s, Clio, Women, Gender, History, 41 (1): s. 93.
  • 22. Kranz S (2005) Women’s Role in the German Democratic Republic and the State’s Policy Towards Women. Journal of International Women’s Studies. 7 (1), s. 76.
  • 23. A.g.y.
  • 24. Ghodsee KR (2018) Why Women Had Better Sex Under Socialism and Other Arguments for Economic Independence. Penguin Random House, 2018, s. 10.
  • 25. Hamilton V. (2017) Women in Germany's east earn close to what men do. Can we thank socialism for that? The World. https://www.pri.org/stories/2017-12-07/women-germanys-east-earn-close-w… [Erişim tarihi 10.05.2021].
  • 26. Bu yıllarda ABD’de McCharty dönemi komünist avı sırasında bir FBI ajanı, bir kadın meslektaşını “kocasının suçlarından dolayı kendini sorumlu hissetmediği ve evli olmasına rağmen hala bekarlık soyadını taşıdığı” için şüpheli olduğunu raporluyor. Bkz. Stors L. (2007) Attacking the Washington Femmocracy: Anti Feminism in the Cold War Campaign Against Communists in Government, Feminist Studies, 33 (1): s. 125
  • 27. Ghodsee KR, Mead J (2018) What Has Socialism Done For Women? Catalyst, 2 (2): s. 124.
  • 28. Fodor E (2004) The State Socialist Emancipation: Gender Inequality in Workplace Authority in Hungary and Austria. Signs: Journal of Women in Culture and Society, 29 (3).
  • 29. Burada Macaristan İşçi Partisi lideri Janos Kadar’ ın “Yeni Ekonomik Mekanizma” sına değinmek gerekiyor. 1960’lı yıllardan itibaren, birçok farklı malzemeyi içinde bulunduran bir Macar yemeği olan gulaş çorbası gibi farklı serbest piyasa unsurları ile sosyalist ekonomiyi birleştirmeye çalışan Yeni Ekonomik Mekanizma açılımları Gulaş Sosyalizmi olarak da adlandırılır. Süreçte IMF dahil batı kaynaklı finans merkezlerinden borçlar alınmış ödemeler özellikle 1970 krizleri ile birlikte bütçeyi sürekli sıkıntıya düşürmüştür.
  • 30. Millei Z (2011) Governing Through the Early Childhood Curriculum, The Child and The Community. Ideologies of Socialist Hungary and Neoliberal Australia. European Education, 43 (1): s. 38.
  • 31. Fodor E, Gras C, Karachi J, Popescu L (2002) Family Policies and Gender in Hungary, Poland and Romania. Communist and Post- Communist Studies, 35, s. 480.
  • 32. Örneğin Kadın konseylerinin görevi parti tarafından şöyle tarif ediliyordu “Parti ve devler organları dışında, kadınların daha iyi yapabileceği bir dizi görevimiz var. Yerel siyaset kadınların öncelikli görevidir. Hastaneleri ziyaret etmeli, köylerin iyi bir yolu var mı, kreşler okullar nasıl, yiyecek dükkanları yeterli mi?” aktaran Fodo E. (2002) Smiling Women and Fighting Men. The Gender of the Communist Subject. Gender and Society, s.257.
  • 33. Fodo E. (2002) Smiling Women and Fighting Men. The Gender of the Communist Subject. Gender and Society, s.250.
  • 34. A.g.y., s. 250.
  • 35. A.g.y., s. 251
  • 36. Geist C. (2007) One Germany Two Worlds of Housework? Examining Single and Partnered Women in the Decade After Unification. SOEP Papers on Multidisciplinary Panel Data research, s. 5.
  • 37. Geist C. (2007) One Germany Two Worlds of Housework? Examining Single and Partnered Women in the Decade After Unification. SOEP Papers on Multidisciplinary Panel Data research, s. 5.
  • 38. Ghodsee K (2014) Pressuring the Politburo: The Committee of the Bulgarian Women’s Movement and State Socialist Feminism. Slavic Review 73 (3): s. 557.