Bilim, ancak topluma mal olduğunda, toplumsal çıkarlar için çalıştığında, öznesini toplumsal sorunlar olarak belirlediğinde özgürleşebilir. Olağanüstü koşullar halka özgürleşmenin ancak bilim ve akılla hayat bulabileceğini hatırlatır. Salgın bunu yaptı.

Korona günlerinde gericilik

1-İnsan aklıyla insan oldu, toplumsallaştı

Akıl ve bilim dışı olanı toplumsal bir norm, siyasi bir kural olarak belirlemek, toplumu akıl ve bilim dışı yöntemlerle yönetmeye çalışmak gericiliktir.

İnsanlık akıl ve bilimle yol aldı. Uzun bir perspektiften baktığımızda kesintisiz bir gelişmedir ve süresi yaklaşık 3 milyon yıldır.

Bilim aklın, akli düşüncenin sistematize edilmiş halidir. Pratik eylemden, üretimden doğar, pratik eylemi, üretimi şekillendirir. Diyalektik bir süreçtir. Bilimsiz üretim, üretimsiz bilim yoktur. İnsan üretimi bilimle, bilimi üretimle gerçekleştirir. En ilkel düzeydeki üretimde bile, en ilkel düzeyde bile olsa bilim vardır.

İnsan üreterek insan oldu. Taşı taşı vurarak elde ettiği üretim araçlarıyla hayatta kalmayı becerebildi ve yine aynı akli etkinlikle her gün neredeyse bir önceki günü geride bırakacak bir atılım gerçekleştirdi.

Özellikle yaşam koşullarının çok zor olduğu milyonlarca yıl öncesinde akıl dışı hiçbir yöntemin, idealizmin ve metafiziğin kırıntısının hayata dahil olma ihtimali yoktu. Zor koşullar gerçekçiliği dayatıyordu, sınıfların olmadığı toplumsal koşullar aklın önünü açıyordu. Akıl insanlığın zorunlu ve doğal yol göstericisiydi. Bugün salgın koşullarında bilimin yeniden gündemi ele geçirmiş olması da bununla ilgilidir.

Akıl karşı konulmaz bir güçtür. Bu güce hiçbir kuvvet direnemez. Hiçbir kuvvet ilelebet aklı baskılayamaz.

Her insan günlük yaşamında bilimsel yöntemle hareket eder ve gündelik pratiğinde gerçek anlamda bir bilim insanıdır. Çorbanın tuzunu anlamak isterken istatistikçidir. Tuz derecesine karar vermek için bütün çorba tenceresini kafasına devirmez, karıştırır ve içinden bir çorba kaşığı alır. Bu istatistik biliminin klasik örnekleme yöntemidir. Ateşi çıktığında, öksürmeye başladığında, nefes darlığı geliştiğinde duaların etki göstermesini beklemez düzelmek için, hekime başvurur, keşke aşısı olsaydı diye düşünür ve o anda Koch kadar, Pasteur kadar bilimsel yönteme bağlıdır. Bir virüsün yarattığı yıkım en çığırtkan aşı karşıtlarının bile sesi kesilir.

İdealizmin ve metafiziğin toplumsal yaşama hakim olması sınıfların ortaya çıkmasıyla eş zamanlıdır. Egemen sınıflar toplumu yönetebilmek için bilimi toplumdan uzaklaştırırlar. Bunun için de zor unsurunu devreye sokmak mecburiyetinde kalırlar. Metafizik idealizm zor olmadan tutunamaz, toplumu ele geçirmesi zorla mümkün olur.

Olağanüstü durumlar hayatı binyıllar öncesinde durdurmaya, binyıllar öncesinin kalıplarını topluma dayatmaya çalışan gericilik formlarıyla bilim ve akıl arasındaki karşıtlığı özellikle belirginleştirir ve gericiliği gündelik hayattan siler atar.

Örneğin savaş kitleler için ölümden, yoksulluktan başka bir şey getirmez ve paylaşılacak onca şey varken savaşa tutuşmak kesinlikle akıl dışıdır. Sovyet devrimi Rus insanının yalnızca bite, pireye, esirliğe, açlığa, ölüme tepkisinin sonucu değildi, bilimin ışığına bir kapılmaydı. Bolşevikler yalnızca adaletin değil, aynı zamanda aklın temsilcileriydi. Vicdanlı oldukları kadar, yüz milyonlarca yoksula nasıl eşitlik içinde yaşanabileceğini ve ülkelerinin nasıl hızla kalkınabileceğini gösteren akıllı insanlardılar. Lenin “komünizm elektrifikasyondur” derken aynı zamanda bir bilim insanı sistematiğiyle hareket ediyor ve Sovyet halklarının buna teveccüh göstereceği konusunda en ufak bir tereddüt duymuyordu.

Bilim halkın hizmetindedir, halksız bilim yapma olanağı yoktur.

Her tür gericilik insana, insanın yaratıcı gücüne ve birlikte yaşama, yaratma, dayanışma kapasitesine karşıdır. O nedenle insanı, toplumu böler. Gericilik için en kutsalı kendi dini, en güçlüsü kendi milletidir. Aklın ve bilimin zemini insanlık iken, gericiliğinki kendi ümmeti ve milletidir.

Her bölüş düşmanlaştırır, insanı küçültür. Birlikte yaşamak, büyümek ve çoğalmak insan olmakla, akla, bilime sarılmakla mümkündür. Gericilik egemenlerin yönetme aracıdır.

Olağanüstü dönemler, salgınlar, depremler birlikte davranmak gerekliliğini dayattığı için aklı ve bilimi çağırırlar, egemenlerin yönetememe hallerini belirginleştirirler, gerici ağızları kapatırlar, ama doğal olarak bu dönemlerde egemenler de gericiliklerini bir şekilde daim kılmaya çalışırlar. Her tür idealist düşünce ve davranış kalıbını gündeme sokarlar.

Olağanüstü dönemler egemen siyasetle toplumsal ihtiyaçlar, akılla gericilik arasındaki çelişkileri belirginleştirir; kitlesel ölçekli yeni aranışları tetikler; akılla, bilimle mücadele edenlerin önüne bulunmaz fırsatlar çıkarır; insan insan olduğunu bu dönemlerde ayrı bir duyumsar.

2-Salgında ne yapılacağı bellidir

İnsanlık en başından beri salgınlarla uğraşıyor. Dolayısıyla bu konudaki bilgi ve deneyim birikimi fazla.

Yapılması gereken hastayı sağlamdan ayırmak, izole etmektir. Sonra hastayla teması olanlar taranır ve onların da hasta olup olmadıkları araştırılır. Soruşturma aynı zamanda hastanın hastalığını kimden almış olabileceği noktasında derinleştirilir. Bir tür dedektiflik işi olan bu faaliyet salgın zincirini ortaya çıkarmayı hedefler: Sağlık Bakanı’nın salgın sürecinin neredeyse ortasında ifade etmeyi başarabildiği filyasyon konusu. Hastalık eğer bir şehirde, ülkede ise, o bölgenin giriş çıkışlara kapatılması gerekir: Karantina.

Bütün bunlar çok eski bilgiler. Salgınla mücadeledeki yenilikler hastalıklara özel aşılar ve ilaçlar. Ama eğer bunlar elimizde değilse, izolasyon ve karantina daha da önem kazanır. Aşı ve ilaç varsa zaten bir salgının ortaya çıkma ihtimali de o kadar azalır.

Bilimsiz hastalıklar önlenemez, ortaya çıktıktan sonra tedavi edilemez, yayılımı engellenemez. Gericiliğin bile kabul etmek zorunda kaldığı sıradan gerçektir bu ve bu gerçek gericiliği fazlasıyla rahatsız eder: Aşı varsa doğa üstü güçlere ihtiyaç yok demektir.

Parasal ya da dini kaygılarla gerekenin yapılmaması, ertelenmesi sorunu yalnızca daha da büyütür. Tipik bir örnek olarak artık kayıtlara geçti: Fransa’da salgının patlamasına yol açan olay, Evanjelik Kilisesi’nin her yıl binlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirdiği dini toplantıyı, uyarılara kulak tıkayıp bu yıl da gerçekleştirmiş olmasıdır.

3-Korona salgını kendiliğinden bilimcilik yarattı, bilimin sesini yaydı

Türkiye bilimin, tıbbın hakimiyeti bu denli kısa süre içinde bu boyutta ele geçirdiği böyle bir atmosferi belki de hiç yaşamadı. Birbirlerini yiyen siyaset insanları ekranlardan, gazete sayfalarından tamamen çekildiler, çekilmek zorunda kaldılar.

Onların arka plana düşmesinin, hatta tamamen sessizleşmelerinin nedeni yalnızca “evde kal” tedbiri değildi. Bu ortamda akıldan ve bilimden başka sözü geçebilecek herhangi bir başka özne yoktu gerçekten de. Seslerini zorunlu olarak kestiler. Halkın bilgi ve sağlık arayışına, ihtiyacına teslim oldular. Bu susuzluğu salgın gibi olağanüstü bir durumun görünür kılmış ve gidermiş olması hem ironik hem de anlamlıdır.

Günlük hayatında kendiliğinden bilim yapan, bilimsel yöntemle yaşayan insanlar, salgının yarattığı olağanüstü koşullarda, olağan günlerde kendilerinden hiç beklenmeyecek bir şeyi yaparak, toplumsal yaşamda da olağanüstü derecede bilimsel bir tavır geliştirdiler.

Olağan dönemde insanlık böyle davranmış, akla, bilime gereken değeri vermiş, gericiliğe bu denli teslim olmamış olsaydı zaten yaşadığımız salgın da ortaya çıkmayacaktı.

4-Kapitalist iktidarların gericilikleri

Ancak bilimin zorunlu olarak sesini yükselttiği, toplumun zorunlu olarak akla ve bilime yöneldiği bu ortamda gericiliğin sesini tamamen kısması beklenemezdi.

Aksi durumda sosyal ve siyasi inisitayitifin yitirilmesi riski doğardı. Bu risk salgın sonrası günlere de sarkabilirdi. Egemenler ve temsilcileri bu bağlamda kimi kez bilinçli kimi kez de bilinçsiz refleksler ürettiler. Burjuvazi ve siyasi temsilcileri tüm dünyada neredeyse aynı davranış kalıplarını sergilediler.

Örneğin;

İlk yabancı vakaların Şubat ayının başında görüldüğü ve ilk yerli vakanın 22 Şubat’ta bildirildiği İtalya’da 19 Şubat’ta İtalya’nın Bergamo ve İspanya’nın Valencia takımları arasındaki maçın Bergamo stadında oynanmasına izin verildi. Stadı 44.000 taraftar doldurdu. Belki de bir o kadarı kentteki kafe ve barlarda televizyonların başına yığıldı. Atalanta’nın 4-1 kazandığı maç sonrası ise kent kutlamalara teslim olmuş durumdaydı. Sonradan Valencia’lı bir futbolcunun testi pozitif çıkacak ve Bergamo belediye başkanı maç için “biyolojik bomba” nitelemesi yapacaktı.

Fransa başbakanı, sağlık bakanı, hükümet temsilcileri, yani her kademeden hükümet zevatı salgının ilk günlerinde sağlık personelinin eleştirilerine yanıt verirken açıkça yalan atıyorlar, hükümetin sağlık hizmetleri için yeterli kaynağı ayırdığını, ellerinde 100 milyona yakın tıbbi maske stoğu bulunduğunu, koruyucu ekipman açısından hiçbir sıkıntı yaşanmayacağını ileri sürüyorlar, koronavirüs salgınının grip salgınından farkının olmadığını iddia ediyorlardı.

İngiltere başbakanı Boris Johnson salgın için özel koruyucu önlemlere gerek olmadığını, İngiltere’de sosyal ve ekonomik yaşamı durdurmayacaklarını, bir miktar yaşlı ölümünün göze alınabileceğini söylüyor ve mücadelede toplumsal bağışıklığı stratejisini kullanacaklarını açıklıyordu.

Trump da benzerleri gibi uzun süre neredeyse salgının varlığını bile inkar eden bir çizgi izliyordu. İlk günlerde “gripten farksız”, “havalar ısınınca geçer” gibi metafizik açıklamalar yapıyor, salgının Çin’in uydurması olduğunu ileri sürüyordu. Salgının etkileri ağırlaşmaya başladığında ise bu kez virüsün Çin tarafından üretilip ortaya bırakıldığını iddia ediyordu. Trump salgın sürecinde tamamen metafizik nitelikli açıklamalarını daha da artırdı. İşi hekimlere etkisi kanıtlanmamış ilaçların kullanılmasını önerme noktasına kadar taşıdı, buna karşı çıkan Biyomedikal İleri Araştırma ve Geliştirme İdaresi başkanı Rick Bright’ı görevden aldı. Teksas valisi Cumhuriyetçi Dan Patrick ekonominin normale dönmesi için Amerikalıların risk alması gerektiğini, salgından daha önemli şeyler olduğunu belirtti ve yaşlılara kendilerini feda etmelerini önerdi.

Brezilya devlet başkanı Bolsonaro en başından beri önlemlere itiraz etti, önlemlere karşı çıkan gösterileri destekledi, bu gösterilerde yaptığı konuşmalarda “yıkılsın bu düzen” dedi, kendisiyle anlaşamayan iki sağlık bakanı istifalarını verdi. İkincisi ancak bir ay dayanabilmişti.

Türkiye’de de benzer şeyler yaşandı: Salgın dönemi boyunca üretim ve sömürü devam etti. “Evde kal”, “sosyal mesafe” kuralları işçi sınıfı için geçersiz kaldı. Hastalığın ortaya çıktığı diğer ülkelerle ulaşım böyle bir acil durum için uzun denilebilecek süre boyunca devam etti. Yurt dışından gelenlere ilk aşamada karantina uygulanmadı. Umre ziyaretlerine Suudi Arabistan’da salgın başlamış olmasına rağmen izin verildi. Toplu ibadet 16 Mart’a kadar devam etti. Salgınla tıbbi mücadelede büyük açıklar verildi. Vakaların temaslılarına test yapılmadı. Tedavisine başlanmış hastalar evlerine gönderildi. Vatandaşların maskeye ulaşımında büyük aksaklıklar yaşandı. Futbol maçları 19 Mart’a kadar oynandı, buna Fatih Terim bile isyan etti. Normalleşme kararı zamanından çok önce alındı. Bilim kurulunun kararları toplumla paylaşılmadı. Bilim kurulu normalleşme konusundaki hatalı kararlar hakkında dilini yuttu. Futbol maçlarının başlamasına Federasyon, AVM’lerin açılmasına Alışveriş Merkezleri ve Yatırımcıları Derneği karar verdi. Bilim kurulu AKP’nin gereken her şeyi yapmakta olduğu yanılsaması yarattı ve icraatlarını sorgusuz savundu, uygulamaya konulan kararları olduğu gibi sahiplendi, üretimin devam ettirilmesine sessiz kaldı.

Görüldüğü gibi ülkelerin siyasi aygıtlarının salgın yönetimindeki tutumları birbirleriyle ileri derecede benzerlik gösterir, yapısal olarak aynı özden beslenir ve pek çok noktada açık şekilde bilim karşıtıdır. Bu tutum normalleşme sürecinde de benzer şekilde, neredeyse bir fotokopi kopyası olarak bütün ülkeler tarafından tekrarlandı. Kapitalist ülkelerde vaka sayılarının 1.000’in üzerinde seyrettiği koşullarda AVM’ler, plajlar, eğitim kurumları, eğer kapalıysa işyerleri Mayıs ayı başından itibaren açılmaya başlandı.

5-Kapitalist iktidarlar, bu denli trajik sonuçlara yol açacağı baştan belliyken neden gericiliğe sarıldılar?

5-1.Dünya görüşleri salgın sürecinde de gerici tutum gerektirdi

Kapitalist ülkeler çok uzun süredir bilimden kopmuş durumdaydılar. Bu, dünyanın bilim merkezi olarak görülen, bilim insanlarının önemli kısmının rüyalarını süsleyen ABD için de geçerliydi.

Kapitalist ülkelerde bilimle toplumsal ve siyasal hayat birbirleriyle ilişkisizdi. Bilim tüm toplumsal yaşam içinde izole bir ada olarak çalışıyor, varlığına ancak bu koşulla tahammül gösteriliyor ve sonuçlarına da ancak burjuvazinin kar etmesine imkan tanıdığı ölçüde itibar ediliyordu.

Bu yapılanma sanayiyle zorunlu ilişki halindeki temel bilimlere bir ölçüde alan açıyorsa da, sosyal bilimler sömürü mekanizmalarının devamlılığını sağlayacak ideolojik bir görevi üstlenmediği sürece yaşam şansı bile bulamıyordu.

Salgın günleri, bilimden uzaklaşmanın düzenin aktörlerini ne denli küçülttüğünü, akılsızlaştırdığını ve bu durumun halk sağlığı açısından uzun süredir ne denli büyük bir risk biriktirmiş olduğunu ortaya çıkardı.

Kapitalist yönetim aygıtı akıl ve bilimden koparken, yönetimi sömürüye karşı gelişecek tepkileri bastırma, saptırma işlevi olarak algılayan baskıcı, otoriter bir çizgiye kaymıştı.

İşte bu dünya görüşü salgın günlerinde bile, hatta İngiltere, İtalya, ABD örneklerinde açıkça yaşandığı üzere salgının ortalarına kadar olan dönem boyunca bilimle siyasi mekanizma arasında iletişim kurulamamasına yol açtı. Kapitalist siyasi yapının sömürü için baskı ve yanıltma hedefine kilitlenmiş karakteri, bilim dünyasının kavramsal haritasını algılayamamasına yol açtı. Gerçekten de bilim dünyasıyla siyaset dünyası arasında tam bir kopukluk söz konusuydu ve bu trajedi doğrudan doğruya siyaset dünyasının metafizik idealizmiyle ilişkiliydi.

5-2- Batılı megalomanisi

İtalya, İngiltere, ABD yöneticilerinin salgının ilk günlerindeki değerlendirmelerine şekil veren ana argüman bu hastalığın Çin kökenli, Çin’e özel bir sorun olduğu yönündeydi. O dönemde sanki salgının kendi ülkelerine ulaşmasının mümkün olmadığı kanısına sahiptiler. Bu kanaat salgın kendi ülkelerini yerle bir ettiğinde yön değiştirerek, Çin’i suçlayıcı bir karakter kazandı: Çin virüsü özel olarak imal etmişti ve/veya virüs Çin’in dikkatsizliği sonucunda iyi denetlenmeyen laboratuvardan kaçarak insanlara bulaşmaya başlamıştı, dünya ekonomilerinin bu halinden Çin sorumluydu, tazminat ödemeliydi.

İki kanalda akan bu temelsiz iddiaların altında kesinlikle batılı megalomanisi vardır: “Bu ancak Çin gibi geri kalmış ülkelerin sorunudur, bizi etkilemesi mümkün değil” diyen ilk günlerin yanılsamasında da; “Çin dünyaya komplo kuruyor, bedelini ödemeli” diyen son günlerin küstahlığında da.

Bilindiği gibi emperyalizm açısından tek muteber sistem batıcı değerlerdir. O değerler medeniyeti temsil eder. Batı dışındaki her yer geri kalmıştır, ancak batının yardım, destek ve yol göstericiliğiyle hayatta kalabilir.

Batı derken temsil edilen dünyayı ise önemli derecede Hristiyanlıkla bağlantılı ögelerin temsil ettiği açıktır. Böylece Batı megalomanisi kendisine dini bir zemin de sağlamış olur ve üstünlüğünü tarihsel bir perspektifle de inşa etme şansı yakalar.

Salgın ve Çin’in salgın yönetimindeki sorgusuz başarısı bu megalomaniyi de yerle bir etti. Bundan sonra bunu ayakta tutabilmelerinin tek yolu gerilimin, şiddetin dozunu daha da artırmalarıdır. Nitekim bu yöndeki gelişmeler daha şimdiden tamamen açık bir hale gelmiş durumda.

5-3-“Bize bir şey olmaz” kaderciliği

Metafizik idealizm kaçınılmaz olarak kadercidir. Bu, olaylara bu yöntemle yaklaşan herkes için, eğitim, refah, gelir düzeyinden bağımsız olarak geçerlidir.

Bir yönüyle her şeyin bir yaratıcı tarafından yaratılmış olduğunu ileri süren düşünce yapısıyla ilişkilidir: Her şey yaradanın yaratısı ise müdahale etmenin olanağı yoktur. Öte yandan, aynı inanç gerçekliği görmezden gelme, gerçeklikten kaçma yönünde “korunmacı” güdüler de yaratır.

Bir tür başını kuma gömme durumundan söz ediyorum. Çaresizliğin yarattığı bir kaçıştır. Bu kaçış en nihayetinde bütün metafizik idealistlerde tanrıya sığınma olarak ortaya çıkar. Her tür metafizik idealizm ve yönetici sınıf da bu korkuyu kendi dünya görüşünün ve iktidarının devamlılığı için bir fırsat olarak değerlendirir.

Batılı yöneticiler salgını uzun süre görmezden geldiler. Çaresiz bir kaçıştı. Ama sığınacak bir yerleri, orta çağ aristokratları gibi yardıma kiliseyi çağıracak halleri de yoktu.

Johnson bile kendisini hekimlere emanet etmek zorunda kaldı.

5-4-Burjuvazinin sınıfsal çıkarları gericiliği zorunlu kılıyordu

Salgın katı önlemler alınmasını gerektiriyordu, en azından 3-4 hafta tüm üretim durdurulmalı, tam bir karantina uygulanmalıydı. Ancak burjuvazinin sınıfsal çıkarları tam tersini talep ediyordu: Üretim devam etmeli, ekonominin çarkları dönmeli, işçi sınıfı kar üretmeliydi. Halk sağlığının burjuvazi açısından hiçbir anlamı bulunmuyordu. Bolsonaro, Trump, ABD’li valiler bunu açıkça ilan da ettiler.

Zaten  egemen sınıflar bu çıkarları için gericidirler, toplumu gerici politikalarıyla yönetilirler, halk sınıflarında da yine aynı nedenle gerici dünya görüşünü, metafizik idealizmi hakim kılmaya çalışırlar.

6- Gericiliğin diyalektiği

Felsefi düzeyde baktığımızda gericiliğin yöntemi metafizik idealizmdir. Varlıkların aşkın bir özne tarafından bugünkü halleriyle yaratıldığını savunur ve her tür değişime, insan iradesine karşı çıkar.

Metafizik idealizm açısından içinde yaşanılan kapitalist sosyoekonomik formasyon verili, öyle yaratılmış bir yapıdır ve sorgulanması, değiştirilmek amacıyla çaba gösterilmesi kesinlikle yasaktır. Bu yaklaşımda hem sınıfsal hem de felsefi bir yan vardır, burjuva sınıfsallığı metafizik idealizme denk düşer.

Nasıl tüm varlıkların yaratanı aşkın özne sorgulanamaz ise, kapitalist düzen de aynı konumdadır.

Dedik ki, olağanüstü ortamlar, salgınlar aklı, bilimi davet eder. En gerici rejimler bile tahribatı azaltmak için seküler davranmak, bilimsel normları kabullenmek zorunda kalırlar.

Ancak böyle ortamlarda bile gericiliğin diyalektiği işler: Bir yandan metafizik diyalektik düşünce tarzlarının koşulladığı genetik yapıları gereği ağızlarını tutamazlar, halkın sağlığına karşı “yıkılsın bu düzen” diye sokaklara çıkarlar, gereken önlemleri almazlar. Bir yandan fırsattan istifade virüsün yarattığı felaket ortamını muskalarını, fallarını, her tür idealist araçlarını pazarlayacak bir fırsat olarak değerlendirmeye çalışırlar. Bir yandan da sınıfsal tercihleri gereği henüz ortalık yatışmamışken bile “normalleşme”ye kalkarlar.

Gericiliktir ve hepsi diyalektik bir bütünlük oluşturur. Korona günlerinin gericiliği, kadın, kürtaj, sezaryen, cinsel tercihler konusunda takındıkları gerici tutumlarını bütünler.

Bilim karşısındaki sessizlikleri ilk fırsatta üzerlerinden atmayı planladıkları zorunlu bir geri çekiliş ve kesinlikle siyasi bir duruştur. Korona günlerinin halkta yarattığı kendiliğinden bilimselleşme onlar için tahammül gösterilmesi olanaksız bir gelişmedir.

Salgında gündeme oturan, gündemi belirleyen bilimin tek başına, kendi ontolojisiyle bu siyasi tutumla baş etme olanağı yoktur. Bizdeki bilim kurulunun pozisyonu  bunu net olarak ortaya koyar. Pozitivist bilimcilik kendisini ister istemez iktidara danışmanlık noktasında sınırlar, “hiç yoktan iyidir” mantığıyla teknokratlığa soyunur. Dolayısıyla iktidarın kolayca kullanabileceği, maniple edebileceği, kendi suçunu gerektiğinde üzerine atabileceği bir karakter sergiler.

Gericiliğin bilim karşısındaki siyasi tutumuna karşı durabilecek tek güç bilimin zorunlu diyalektik materyalist ontolojisini toplumsal boyutta yapısallaştıracak, kalıcılaştıracak olan sosyalist siyasettir.

Bilim, ancak topluma mal olduğunda, toplumsal çıkarlar için çalıştığında, öznesini toplumsal sorunlar olarak belirlediğinde özgürleşebilir.

Olağanüstü koşullar halka özgürleşmenin ancak bilim ve akılla hayat bulabileceğini hatırlatır. Salgın bunu yaptı.

Bilim halk sınıflarıyla, halk sınıflarıysa bilimle özgürleşir.

Bunu yaşama geçirecek olansa sosyalist iktidardır.