'Bolşeviklerin önünde ilham alabilecekleri bir model yoktu. Ama köstebek iyi kazmıştı. Devrimciler iyi örgütlenmiş, iyi hazırlanmışlardı. Türkiye devrimcileri ise daha şanslılar.'

Ekim Devrimi sonrasında Bolşeviklerin dış politika yaklaşımı ve sosyalist Türkiye için bir çerçeve

Devrime hazırlanmak, devrimi gerçekleştirmek kadar önemlidir. Devrim öncesi iyi bir hazırlık, devrim sonrası sosyalist iktidarı güçlü tutar. Bununla birlikte devrimin ne zaman gerçekleşeceği belli değildir. Lenin, 22 Ocak 1917’de, Zürih’teki bir toplantıda “biz yaşlı kuşaklar yaklaşan devrimin kesin savaşını görebilecek kadar hayatta kalmayabiliriz” demişti.1 Ama göremeyeceğini tahmin ettiği devrim, aynı yıl Kasım ayında onun liderliğinde gerçekleşti.

Marx’ın belirttiği gibi “yeraltında sürekli kazan köstebek” her an yeryüzüne çıkabilir.2 Yeryüzüne çıktığında yani devrim gerçekleştiğinde hazır olmak gerekir. Daha açık bir ifadeyle, Türkiye’de sosyalist devrime hazırlıklı olmak gerekir. Her alanda olduğu gibi dış politikada da Sovyetler Birliği deneyiminin bu açıdan önemli bir model olduğu söylenebilir. Bolşevikler, Kasım 1917’de iktidarı ele aldıklarında tabii ki dünya devrimi beklentisi içindeydiler. Dışişleri komiserliğini üstlenen Lev Trotskiy, proletaryanın uluslararası dayanışmasına güveniyordu. Birkaç devrimci bildiri yayımlayıp “dükkanı kapatmayı” düşünüyordu.3 Bu komiserlikte pek fazla iş olmayacağını tahmin ediyordu. Fakat öyle olmadı. Avrupa’da yükselen devrimci dalgadan başka bir sosyalist iktidar çıkmadı. Dolayısıyla dışişleri komiserliğini epey yoğun bir mesai bekliyordu. İşte bu ortamda genç Sovyet devleti dış politika faaliyetlerinde bulunmaya, bir politika oluşturmaya başladı.

Kuşkusuz Sovyet dış politika deneyimi, Türkiye’de kurulacak sosyalist iktidar için çok kıymetli bir model teşkil edeceğinden bir incelemeyi hak etmektedir. Bu noktada, dünya devriminin gecikmeli olarak gerçekleşebileceği, Türkiye’nin devrim sonrası yalnız kalabileceği veya birkaç ülkede başarıya ulaşmış bir devrim dalgasının parçası olabileceği ihtimalini akılda tutmak yerinde olacaktır. Bu durumu hesaba katarak hazırlanmak, devrim sonrası sosyalist iktidarı dışarıdan gelecek muhtemel saldırılara karşı güçlü kılacaktır. Bu bağlamda, bu çalışma, devrim sonrası Sovyet dış politikasının sosyalist devrim sonrası Türkiye dış politikası için değerli bir laboratuvar işlevi görebileceği iddiasındadır. Çalışmada, Sovyet dış politikasının bilimsel/teorik temeli ve pratiği incelenmiş, sosyalist Türkiye’nin dış politikası için öneriler ortaya konmuştur.

Ekim Devrimi sonrasında dış politikanın teorik temeli

Trotskiy’in “dükkanı kapatamamasını” Bolşevikler açısından büyük bir sürpriz olduğu veya devrim öncesi yapılan hesabın şaştığı şeklinde yorumlamak doğru olmaz. Bir başka deyişle bu, Bolşeviklerin dünya devriminin gerçekleşmeme ihtimalini göz ardı ettikleri anlamına gelmez. Lenin, devrimden hemen önce yayımlanan “Proletaryanın Savaş Programı” başlıklı yazısında şöyle diyordu:

“Sosyalizm aynı anda bütün ülkelerde zafere ulaşamayabilir. İlk önce bir ya da birkaç ülkede zafere ulaşır, geri kalanlar bir süre burjuva veya burjuva öncesi toplum olarak kalırlar.”4

Bu ifadeden barış içinde bir arada varolma ilkesine veya nesnelliğine kolayca ulaşılabilir. Tabii ki, dünya devrimi için beklemek gerekebileceğini ve bu süre içerisinde doğal olarak bir dış politika ortamının oluşacağının öngörüldüğü de net bir şekilde anlaşılabilir. Lenin bu sözleri kaleme aldığında (Eylül 1916), henüz Şubat Devrimi bile gerçekleşmemişti. Hatta yukarıda alıntılanan “devrimi görememe ihtimali”nden dahi henüz söz etmemişti. Ekim Devrimi, Marksizm ile Rusya’nın içinde bulunduğu politik ortamın birbirine yaklaştırılması veya orta noktada buluşturulmasıdır, denebilir. Bağlantıyı sağlayan Lenin ve onun Nisan Tezleri’ydi. Devrime giden yolda, Nisan’dan Kasım’a, Marksizm’e açık bir Leninist irade eklendi. Devrim sonrası karşı karşıya kalınan dış politika ortamındaki faaliyetler de yaşanan gelişmelere karşı can havliyle verilen tepkiler değil, Leninist iradenin bir parçasıydı, somut durumun somut tahlili idi. Lenin, bu teorik faaliyeti bütüncül bir bakış açısıyla yapmıştı. Somut durumun somut tahlili, yüzeysel değildi; siyasal pratiğin içindeydi.

Bilimsel temeli tabii ki Marksizm’e dayanıyordu. Sovyet dış politikası sınıfsal bir bakış açısına sahipti. Bununla birlikte Marksizm’in ve (devrim öncesinde) Lenin’in/Leninizm’in dış politika için sunduğu, uygulamaya hazır bir reçete de yoktu. Devrim sonrası dış dünya ile bir ilişki/mücadele söz konusuydu ve bu mücadelenin zamandan ve mekandan bağımsız teorilerle başarıya ulaşması çok zordu. Netice itibariyle, bir toplumun teorileri, politik görüşleri, o toplumun varlığına, yaşam koşullarına bağlı olduğuna göre, politikada hata yapmamak ve boş hayalciler durumuna düşmemek için proletarya partisi, eylemlerini toplumun somut maddi yaşam koşulları temeline oturtmalıydı.5 Öyle de yaptı.

Lenin, Marksizm’in sınıfların karşılıklı ilişkisinin ve her tarihsel anın somut özelliklerinin eksiksiz ve objektif tahlilini öngördüğünü ve Bolşeviklerin politikanın bilimsel olarak temellendirilmesi açısından tamamen elzem olan bu anlayışın hakkını vermeye çalıştığını söylüyor ve şöyle devam ediyordu:

“Marx ve Engels sürekli olarak ‘Öğretimiz bir dogma değil, bir eylem kılavuzudur’ diye vurguluyorlardı. En iyi halde sadece, tarihsel sürecin her özel kesitinde somut ekonomik ve politik durumun zorunlu olarak değişikliğe uğrattığı genel görevleri göstermeye uygun olan ‘formüller’in ezberlenmesi ve basitçe yinelenmesiyle haklı olarak alay ediyorlardı.”6

Bir Marksistin; canlı yaşamı, gerçekliğin eksiksiz olgularını hesaba katması gerektiğini, yalnızca temel olanı, geneli gösteren, yaşamın tüm karmaşıklığını yalnızca yaklaşık olarak kapsayabilen dünün teorilerine sarılmak yerine tartışma götürmez gerçeği benimsemek gerektiğini, “bütün teoriler, dostum gridir, yaşamın altın ağacı ise yeşil” sözüyle ifade ediyordu.7

Lenin’e göre yeşil renkli yaşamın altın ağacı “geçerli durum”a karşılık geliyordu. Yani olayların ve şartların ortaya çıkardığı durumun tahlili kritik bir öneme sahipti. Titiz bir hesap kitap işiydi. Örneğin, Temmuz 1917’de devrim için şartlar elverişli olmadığından Bolşevikler yarım milyon asker, denizci ve işçinin ayaklanmasını önleme kararı aldı. Zira, Moskova ve Petrograd Sovyetlerinde çoğunluğa sahip değildiler. Köylüler, sosyalist devrimcilerin (SR) ve Menşeviklerin etkisi altındaydı.8 Kasım ayında ise, sosyalist iktidarın gecikmeksizin kurulması için harekete geçilmesi bir zorunluluk haline gelmişti.

Brest-Litovsk Antlaşması’nın imzalanmasından sonra dışişleri komiserliği görevini üstlenen Georgiy Çiçerin, “Lenin ve Dış Politika” başlıklı makalesinde Lenin’in dış politikada da somut durumun somut tahlilini yaptığını şöyle açıklıyordu:

“Ekim Devrimi’nden önce hiçbir zaman kapitalist devletler arasındaki sosyalist bir devletin dış politika programını oluşturmaya yönelik bir girişimde bulunulmamıştı.

Hatta Vladimir İlyiç’in kendisi bile Sovyet Cumhuriyeti’nin tüm dış politikasını hiçbir zaman sistematik olarak hazırlanmış bir plan biçiminde ortaya koymadı. Politikanın uyumu ve bütünlüğü aklındaydı. Sayısız somut olayda bu alandaki görüşlerini dile getirdi… Her sorunun özünü hemen kavrayarak ve hemen ona en geniş siyasi kapsamı vererek konuşmalarında her zaman diplomatik durumun en parlak analizini yapardı...”9

Çiçerin’in de belirttiği gibi, devrim sonrası dış politikada karşılaşılan/ortaya çıkan biricik/özgül gelişmelere/durumlara cevaben somut durumun somut tahlilinden yararlanılarak politikalar geliştirildi. Bu durumu, bir ağacın hareketli dallarına veya yapraklarına benzetmek mümkün olabilir. Ama ağacın gövdesi/kökü sabitti. Dış politikada, ağacın kökünden yani Marksizm’in dünyaya bakışından referans alındı. Sosyalist ideolojiden taviz verilmedi.

Bolşevikler dış politikada neler yaptı?

Devrim, I. Dünya Savaşı devam ederken gerçekleşti. Bolşevikler devrimden ancak dört ay sonra barış antlaşması imzalamayı başarabildi. Birkaç gün sonra ise dış müdahale ve iç savaş başladı. O da 1920’nin sonlarında bitti. Yani savaş, devrimden itibaren üç yıl daha devam etti. Bu koşullarda Bolşevikler için devrimi, genç Sovyet iktidarını korumak doğal olarak birincil öneme sahipti. Bunun için barış politikası güttüler, kapitalist ülkelerle ticari ilişkiler kurmaya çalıştılar ama dünya devrimi ihtimalini de gündemde tuttular. Bunun yanında antiemperyalist perspektiflerini ise hiç kaybetmediler. Birbiriyle çelişiyor gibi görünen tüm bu politikaları savaş koşullarında, ekonomik zorluklar içinde ve aynı anda uygulamaya çalıştılar.

Barış Politikası

Rusya’da 1917 başındaki Şubat Devrimi’nden sonra iktidara gelen Geçici Hükümet’e yönelik eleştirilerin başında ‘savaşa devam etmesi’ geliyordu. Emperyalistler arasındaki savaştan çekilmek sınıfsal bakışın getirdiği bir zorunluluktu. 21 Kasım 1917’de Sovyet Dışişleri Komiserliği, savaşta Rusya İmparatorluğu ile müttefik olan ülkelerin elçilerine (ABD, İngiltere, Fransa, İtalya, Sırbistan, Belçika) barış deklarasyonu ve bütün cephelerde savaşa son verilmesini, barış görüşmelerinin başlamasını içeren bir nota gönderdi. Bu nota dikkate alınmadı.

Somut durumun somut tahlili ilhakçı bile olsa hemen barışı sağlamayı zorunlu kılıyordu. Emperyalist savaşın tuzağına düşmek genç Sovyet iktidarını bozguna uğratabilirdi.10 Almanlarla yapılan barış görüşmeleri neticesinde ise Sovyet delegasyonu, Çiçerin’in Kasım 1919’da “Sovyet Rusya Dış Politikasının İki Yılı” başlıklı makalesinde vurguladığı gibi, alnına doğrultulmuş bir tabanca tehdidi altında, çok büyük toprak kayıpları pahasına 3 Mart 1918’de Brest-Litovsk Antlaşması’nı imzaladı.11

Fotoğraf 1: 22 Aralık 1917-3 Mart 1918 tarihleri arasında gerçekleşen barış müzakerelerinin ikinci etabında (9 Ocak-10 Şubat 1918) Brest-Litovsk’taki Sovyet delegasyonu. Ayaktakiler, soldan sağa: Lipskiy, Stuçka, Trotskiy, Karahan. Oturanlar, soldan sağa: Kamenev, İoffe, Bitsenko. Kaynak: 

https://regnum.ru/pictures/2244111/34.html (ET: 17.02.2022).

Aralık 1919’da toplanan 7. Tüm Rusya Sovyetleri Konferansı’nda Sovyet devletinin dünyadaki bütün halklarla bir arada yaşamak niyetinde olduğu ve tüm enerjisini içeride sosyalist inşaya vermek istediği ifade edildi. Bolşevikler, iç savaş sona erdikten sonra da barış politikasına devam ettiler. Nisan 1922’de İngiltere’nin çağrısı ile Cenova’da düzenlenen ve Avrupa çapındaki ekonomik sorunların konuşulduğu konferansta ekonomilere olumlu katkı sağlayacağı açık olan bir yönde karar alındı ve orduların, silahların azaltılması önerisinde bulunuldu. Sovyetler bu önerilerini yine Aralık 1922’de Moskova’da, Polonya, Finlandiya, Estonya, Letonya ve Litvanya’nın katıldığı konferansta yineledi. Sovyet hükümeti iki yıl içinde devletlerin ordularını % 75 oranında azaltması, askeri harcamalarda kısıtlamaya gidilmesi, sınırda tarafsız bölgeler kurulması gibi önerilerde bulundu ama konferanstan bir sonuç çıkmadı. Buna rağmen Sovyetler 1921’den 1924’e asker sayısını 6 milyondan 500 bine düşürdü.12

Çiçerin, 30 Ocak 1924’te Fransız Le Temps gazetesine verdiği beyanatta Sovyet dış politikası için şöyle diyordu:

“Politikamızın ana fikri sürekli ilan ettiğimiz fikirdir. Bu barış fikridir. Biz kendimiz barış istiyoruz ve dünya barışına katkıda bulunmak istiyoruz. Bizim barış politikamız yaratıcı bir politikadır. Halkımıza Sovyet cumhuriyetinin barış demek olduğunu söylüyoruz. Barış sadece üretici güçlerimizin kalkınması için değildir, ayrıca bizim üretimimizin ayrılmaz bir parçası olan dünya üretiminin kalkınması içindir… (Lenin) üretici güçlerimizin kalkınması için ülkede yeni ekonomi politikasını yürürlüğe koyarken, dış ilişkilerde de yabancı sermayeyle ekonomik işbirliği anlayışı ve kölece dayatmalar yerine karşılıklı fayda ve memnuniyet üzerine kurulu anlaşmalar yapılması ilkesiyle hareket etmiştir. Bu Lenin’in programımızda hep yer alacak temel fikirlerinden biridir.”13

Ticaret Politikası

Ticaret politikası barışı sağlama çabasıyla karşılıklı etkileşim halindeydi. Kapitalist ülkelerle ticari ilişkiler kurmak sadece ekonomik sıkıntılara çare olması açısından önemli değildi. Ticari ilişkiler veya imtiyazlar kapitalistlerin Sovyet iktidarına müdahale etme ihtimalini azaltıyor, Sovyet devletinin uluslararası konumunun güçlenmesine katkı sağlıyordu. Dünya savaşı sırasında Sovyet devletiyle iletişimi açık olan tek İtilaf devleti ABD idi. Sovyet devleti Mayıs 1918’de ABD’ye bir ticaret planı sundu. Rusya’nın daha önce ABD’ye sattığı malların listesi verildi. Amerikalı kapitalistlerin Rusya’da sanayi tesisleri kurup işletebileceği önerisinde bulunuldu. Temmuz’da İngiltere’ye de benzer bir teklif yapıldı ama teklifler kabul edilmedi. Bu sırada ABD, İngiltere, Fransa, Japonya iç savaşa müdahildiler ve Sovyet topraklarında toprak ağalığını ve kapitalizmi yeniden kurmak istiyorlardı. Lenin, Brest-Litovsk sonrası yürüttükleri politikayı “küçük düşürücü ama tek çıkar politika” olarak tanımlıyordu.14 Çiçerin, Kasım 1919’da, İngiltere ve Sovyet Rusya’nın rejimleri farklı olsa da birbirleriyle ticaret yapmaya ihtiyaç duyduklarını söylüyordu. Lenin de Şubat 1920’de Amerikalı gazetecilere sosyalist bir ülkenin kapitalist ülkelerle ilişkisi olmaması için bir sebep göremediğinden bahsediyordu. Mart-Nisan 1920’deki 10. Parti Kongresi’nde ülkeyi dış politik ve ekonomik izolasyondan çıkarmak ve bütün devletlerle sağlam, sürekli ve barışçıl ilişkiler kurmak hedefi formüle edildi. Mart 1921’de İngiltere ile yapılan ticaret anlaşması önemli bir kazanımdı.15

Fotoğraf 2: Soldan sağa olarak arkası dönük kişi bilinmiyor, Almanya Dışişleri Bakanı Karl Joseph Wirth, Sovyet Dış Ticaret Komiseri Leonid Krasin, Sovyet Dışişleri Bakanı Georgiy Çiçerin. Rapallo, 16 Nisan 1922. Kaynak: Fotoğraf 2: 

https://xn--h1aagokeh.xn--p1ai/days/2015/04/16/16-aprelya-1922-goda---p… (ET: 17.02.2022).

Nisan 1922’de Cenova’da yapılan ve ekonomi sorunlarının ele alındığı konferansa Sovyet devleti Lenin’in ifadesiyle “tüccar” gibi gitmişti. Çiçerin, barış içinde bir arada varolma ilkesi temelinde, devletler arası ekonomik işbirliğinin tüm toplumların ekonomilerini yeniden kurmaları için gerekli olduğu inancıyla, bütün ülkelerin hükümetleriyle ve ticari-sanayi çevreleriyle işbirliği, eşit haklı, tam ve koşulsuz tanınma temelinde iş ilişkileri için konferansta olduklarının altını çizdi. Bu konferans sırasında Sovyet devleti dünya savaşının mağlubu olan ve dışlanan Almanya ile Rapallo Antlaşması’nı imzalayarak diplomatik ve ticari ilişkilere başladı.16 Kasım 1922’de Çiçerin “Kızıl Diplomasinin Beş Yılı” başlıklı makalesinde, Cenova’da Sovyet devletinin egemenliğinin tanınması karşılığında kapitalist ülkelere cazip ticari/ekonomik tekliflerde bulunduğunu ama onların iki karşıt ekonomik sistemin eşitliğini kabul etmediğini söylüyordu. Sovyet devriminin sermayeye boyun eğmesini ve bağımsız kalkınmasını engellemeyi amaçlıyorlardı.17

Fotoğraf 3. Bolşevikler tarafından "Barış ve halkların kardeşliği mücadelesinde düşenler için" Kızıl Meydan'da açılan anıt töreninden, Moskova, 1918.

Dünya Devrimi Politikası

Böyle zorlu bir ortamda dünya devrimi peşinde koşmak kolay değildi. Tabii burada asıl rol kapitalist ülkelerin işçilerine düşüyordu. Yine de Aralık 1917’de dışişleri komiserliğinin emrine devrimci hareketin ihtiyacını karşılamak adına bir fon tahsis edildi. Ayrıca bir de uluslararası propaganda bölümü kuruldu. Başta Alman askerlerine olmak üzere savaşta esir düşen İttifak devleti askerlerine propaganda yapmak birinci göreviydi. Mart 1919’da Moskova’da III. Enternasyonal, Komünist Enternasyonal (Komintern) adıyla kuruldu. Kapitalist ülkelerin işçilerine bu yolla ulaşmak amaçlanıyordu. Çiçerin, Komintern’i 1919 yılında dış politikanın en büyük tarihsel olayı olarak tanımlıyordu. Moskova, geçici merkez olarak görülüyordu. Avrupa’da sayıca en fazla ve örgütlü işçiye sahip Almanya’da beklenen devrim gerçekleştikten sonra merkez Almanya olacaktı.

Ama olmadı. Nisan 1920’de Polonya’nın saldırısına başarıyla karşı koyan Bolşevikler Ağustos ayında karşı saldırıya geçtiler. Varşova’ya çok yaklaştılar. Savaşın kazanılması Polonya ile beraber Alman devriminin oradan da dünya devriminin yolunu açabilirdi. Denediler ama savaşı kaybettiler. Lenin’in sözleriyle “kocaman bir yenilgi” aldılar.18

1917’den 1923’e Avrupa’da yaşanan devrimci ayaklanmalar burjuva hükümetler tarafından bastırılınca, Sovyet devleti doğal olarak kendi başının çaresine bakarak tek ülkede sosyalizmin inşasına başladı.

Fotoğraf 4: Komintern’in 3. Kongresi’nde Lenin. Moskova, Haziran-Temmuz 1921. Kaynak: 

https://commons.wikimedia.org/wiki/File:19210622-lenin_third_congress_k… (ET: 17.02.2022).

Antiemperyalist Politika

Sovyet dış politikasının antiemperyalist niteliği hemen devrim sonrası kendini belli etti. 15 Kasım 1917’de Rusya Halkları Hakları Deklarasyonu yayımlandı. Bu deklarasyon, Rusya halklarının eşitliğini ve egemenliğini tanıyor, ulusların özgürce kendi kaderini tayin etme ve kendi devletini oluşturmalarına, her türlü etnik, dinsel ayrıcalık ve kısıtlamaların kaldırılmasına, Rusya topraklarındaki ulusal azınlıkların ve etnik grupların özgür gelişimine imkan veriyordu. Ulusların kendi kaderini tayin hakkı, ABD Başkanı Wilson’dan önce ekonomik bağımsızlığı da kapsayacak şekilde Lenin tarafından 1914’te formüle edilmişti. Bu politika, Asya’da antiemperyalist uyanışa ve Eylül 1920’de Bakü’de Doğu Halkları Kongresi’nin19 toplanmasına katkı sağlarken I. Dünya Savaşı’na ve tüm emperyalist savaşlara da karşıydı. Tüm halkların ve sömürge ülkelerinin bağımsızlığını ve eşitliğini savunuyordu.20 Halklar savaş karşıtlığına davet edildi. Gizli anlaşmalar açığa çıkarılarak dış politikada emperyalist gelenekten keskin bir farklılık ortaya kondu.21

Sovyet devleti, Türkiye’nin kurtuluş savaşına para ve silah desteği sağladı. Savaştan sonra Lozan Konferansı’nda boğazların Türkiye’nin egemenliğinde olmasını Türkiye’den daha fazla savundu. Çiçerin’in “Lozan Konferansı ve Dünya Durumu” başlıklı makalesinde ifade ettiğine göre, Lozan’da Türkiye’nin zaferi aynı zamanda Sovyetler Birliği’nin zaferiydi. Kapitalist devletler Sovyet varlığından ve antiemperyalist politikasından dolayı Türkiye’ye epey tavizler vermişti.22

Devrim sonrası Sovyet dış politikasını ana hatlarıyla bu şekilde özetlemek mümkündür. Şimdi, sosyalist Türkiye’nin bundan ne gibi dersler çıkarabileceği hususuna geçilebilir.

Devrim sonrası Türkiye için dış politika konsepti

Bolşeviklerin devrim sonrası yaşadığı sıkıntılarını giderecek ilaç dünya devrimiydi. Avrupa’da en azından bir veya iki ülkede kurulacak bir işçi sınıfı iktidarı dahi devrimin kuşatılmışlığını ortadan kaldırabilirdi. Muhtemelen, olabilecek en olumsuz gelişme yaşandı ve devrim tek ülkeye hapsoldu.

Devrim sonrası yalnızlıkla çevrilmiş genç Sovyet devletinin dış politikası zorlu koşulların ürünüydü. Somut durumun somut tahliline dayalı, hayati olmayan konularda taviz ve geri adımı da kapsayan, devrimi ayakta tutmayı amaçlayan, barış politikası güden, kapitalist ülkelerle ticari ilişkiler kuran, bunun yanında Marksist dünya görüşünden vazgeçmeyen ve dünya devrimi fikrini aklından çıkarmayan bir içeriğe sahipti. Bu politika, sadece Rusya İmparatorluğu’nun değil geleneksel kapitalist ülke dış politikalarından da net bir kopuşu ifade ediyordu. Bu genel çerçeve tam anlamıyla alınacak dersin özünü oluşturmaktadır. Türkiye için böyle zorlu bir nesnelliği hesaba katarak hazırlanmak yerinde olacaktır.

Günümüz neoliberal dönemin çürümüş kapitalist sisteminin yıkılması ve hızlı bir devrimci dalgayla kısa sürede tüm Avrupa ve Orta Doğu’da sosyalist devletlerin kurulması ve  yeryüzü cennetinin kapılarının tüm insanlığa açılması tabii ki tartışmasız bir şekilde tercih edilir ve ihtimal dahilindedir. Fakat Türkiye’deki sosyalist devrim de Sovyet devrimine benzer bir manzarayla karşılaşabilir veya Türkiye’nin yanında Yunanistan ve başka birkaç komşu ülkede de sosyalist iktidarlar kurulabilir. Her halükarda Sovyet deneyiminin bize verdiği ilk ders devrimin korunmasıdır. Lenin, 5 Temmuz 1921’de Komintern’in 3. Kongresi’nde şöyle demiştir:

“Sovyet sistemini her koşulda ve ne pahasına olursa olsun korumak için her şeyi yaptık, çünkü sadece kendimiz için değil, uluslararası devrim için de çalıştığımızı biliyorduk.”23

Dünya devrimi Sovyet devriminin başarılı olmasına, ayakta kalmasına bağlıydı. Teşbihte hata olmazsa, Dimyat’taki pirinç için yapılan mücadele, evdeki bulguru sağlama almaktan geçiyordu.

Türkiye’de devrim sonrası, Marksist-Leninist ilke ve uygulamalara sıkı sıkıya bağlanmak hem Türkiye hem de tüm ülkelerin işçi sınıfı ve hatta insanlık için devrimin inandırıcılığını artıracak, alternatif yaşanılası bir düzenin mümkün olduğunu tüm dünyaya gösterecektir.

Bu çerçevede, sosyalist Türkiye’nin dış politikası genel olarak şu ilkeleri/anlayışı savunmalı ve/veya hayata geçirmelidir:   

  • Uluslararası ilişkilere sınıfsal perspektiften bakan bağımsız bir dış politika hattı geliştirmek;
  • Sermayenin, egemenlerin çıkarı manasına gelen “ulusal çıkar” kavramını bırakmak, şşçi sınıfının çıkarını dış politikanın merkezine koymak;
  • Emperyal veya alt emperyal politikalar gütmemek;
  • Savaş karşıtlığını dış politikanın ana eksenlerinden biri haline getirmek;
  • Açık ve şeffaf olmak. Uluslararası alanda yapılan anlaşmalar, görüşmeler v.s. ile ilgili Türkiye halkını sürekli bilgilendirmek;
  • Bilimden, aydınlanmadan ve barıştan yana olduğunu tüm dünyaya her fırsatta hatırlatmak ve göstermek;
  • Bilimde ve sağlıkta insanlığın yararına çalışmalar yapmak;
  • Silahsızlanmayı, ülkelerin asker sayılarını ve askeri harcamalarını azaltmaları konusunu sürekli gündemde tutmak.

Sonsöz

Bolşeviklerin önünde ilham alabilecekleri bir model yoktu. Ama köstebek iyi kazmıştı. Devrimciler iyi örgütlenmiş, iyi hazırlanmışlardı. Türkiye devrimcileri ise daha şanslılar. Önlerinde bir model, bir deneyim var. Nesnelliğin 1917’ye kıyasla daha elverişli olma ihtimali de var. Hazırlıklar sürüyor. Köstebek kazmaya devam ediyor.

  • 1. Krupskaya, N. K. (1974). Lenin’den anılar 2 (Çev. A. B.). Ankara: Odak Yayınları, s. 199.
  • 2. Marx, Louis Bonaparte’ın On Sekiz Brumaire’inde devrimi, köstebek metaforuyla şöyle ifade ediyor: “Ama devrim esaslıdır. Henüz daha Araf’tan geçiyor. Usulünce görüyor işini. 2 Aralık 1851’e dek hazırlığının yarısını yapmıştı, şimdi kalan yansını ikmal ediyor. Önce parlamenter gücü kemale erdirdi ki, onu devirebilsin. Şimdi, buna eriştikten sonra yürütme gücünü kemale erdiriyor, onu en yalın haline indirgiyor, yalıtıyor, tek mevzu olarak dikiyor karşısına, bütün tahrip kuvvetlerini ona karşı yoğunlaştırabilmek için. Ön hazırlığının bu ikinci yarısını da tamamına erdirdiğinde, Avrupa oturduğu yerden fırlayıp tezahürata başlayacaktır: İyi kazdın, ihtiyar köstebek!”
  • 3. Bekcan, U., (2013). Devrimden sonra: Bolşeviklerin zorunlu dış politikası 1917-1925. Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, 68 (4). 73-102.
  • 4. Lenin, V. İ. (1973). Polnoye sobraniye soçineniy, Tom 30, Moskva: İzdatelstvo Politiçeskoy Literaturı, s. 133. Makale ilk olarak Jugend-Internationale gazetesinde yayımlanmıştır.
  • 5. Stalin, J. (2009). Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm (Çev. Z. Seyhan). 11. Baskı, Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s. 28.
  • 6. Lenin, V. İ. (1969). Polnoye sobraniye soçineniy, Tom 31, Moskva: İzdatelstvo Politiçeskoy Literaturı, s. 132.
  • 7. Lenin, V. İ. (1969). A. g. e., s. 134.
  • 8. Murphy, J. T. (1996). Stalin (Çev. C. Üster). Ankara: Bilim ve Sosyalizm Yayınları, s. 125.
  • 9. Çiçerin, G. V. (1961). Stati i Reçi po Voprosam Mejdunarodnoy Politiki, Moskva: İzdatelstvo Sotsialno-Ekonomiçeskoy Literaturı, s. 276-277.
  • 10. Bekcan, U., (2013). A. g. m., s. 77-79.
  • 11. Çiçerin, G. V. (1961). A. g. e., s. 99.
  • 12. Bekcan, U., (2013). A. g. m.,. s. 83, 89, 92.
  • 13. Çiçerin, G. V. (1961). A. g. e., s. 285.
  • 14. Bekcan, U., (2013). A. g. m.. s. 81, 85.
  • 15. Bekcan, U., (2013). A. g. m., s. 81, 83, 85.
  • 16. Bekcan, U., (2013). A. g. m., s. 88-89.
  • 17. Çiçerin, G. V. (1961). A. g. e., s. 230-31.
  • 18. Bekcan, U., (2013). A. g. m., s. 77, 82, 84.
  • 19. Bekcan, U., (2013). A. g. m., s. 76-77.
  • 20. Çiçerin, G. V. (1961). A. g. e., s. 98.
  • 21. Çiçerin, G. V. (1961). A. g. e., s. 98.
  • 22. Çiçerin, G. V. (1961). A. g. e., s. 245-246.
  • 23. Lenin, V. İ. (1970). Polnoye sobraniye soçineniy. Tom 44, Moskva: İzdatelstvo Politiçeskoy Literaturı, s. 36.