Ada Martinez'le söyleşi - 2: Küba insanının politik bilinç düzeyi ne durumda?

Küba Ulusal Meclisi Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Ada Martinez, sosyalist demokrasinin adada nasıl işlediğini konuştuğumuz söyleşinin ikinci bölümünde, Küba halkının politik bilinç düzeyine dair düşüncelerini dile getiriyor.

Celil Denktaş

2002 yılında önemli bir anayasa değişikliği gündeme gelmişti. Bu değişiklik hükümetin ve parlamentonun çalışmalarına yeni bir düzen getirmişti bildiğim kadarıyla. Neden böyle bir değişikliğe gerek görüldü? Neler değişti?
Evet. Bu özel bir anayasa değişikliğiydi. Tam detaylarını şu anda hatırlamam mümkün değil ama sekiz milyondan fazla insanın bu değişikliğe imzalarıyla onay verdiklerini çok iyi hatırlıyorum. Çok büyük bir kampanya yürütülmüştü. Neden? Çünkü o dönemde karşı karşıya kalınan çok özel bir soruna tepki olarak kesin bir çözüm getirilmekteydi. Anayasamızda şöyle der: Küba’daki yasama yetkileri ve bunları yürütmekle sorumlu milletvekilleri, hükümet, bakanlıklar, komiteler, imza sayısı on bini bulan sıradan vatandaşların talebi üzerine değiştirilebilir.

Bu, karşıdevrime bir fırsat yaratmak gibi oluyor...
Halkın iradesine dayanmak zorundasınız. Bu olaysa şöyle gelişmişti: Devrime karşı olduğu bilinen bir kişi o dönemde, ABD’den açıkça para yardımı alarak bir imza kampanyası başlatmıştı. On bin imza toplayarak rejimi değiştirecek... Bunun üzerine Küba halkı devrimi ve rejimi savunan geniş bir karşı kampanyayla sekiz milyondan fazla imzayı kısa sürede bir araya getirerek bu karşı devrimci girişimi engelledi. Dolayısıyla anayasaya, sistemden geriye dönülmeyeceğine dair halkın imzalarıyla kesin bir ekleme yapıldı. Şimdi size tam detaylarını veremedim bu soruyu soracağınızı bilseydim hazırlıklı gelirdim...

Benim düşündüğüm, aşağı yukarı, Doğu Avrupa’nın çözülmesinden sonra yeniden oluşan dünya sistemine uyarlanılması doğrultusunda yapılmakta olan değişikliklerin sonucunda ortaya çıkan sorunlardan birinin uzantısı olmasıydı. Belki de sizin sözünü ettiğiniz problem bu değişikliği tetikledi. Fakat benim yorumum, Doğu Avrupa’nın çözülmesinin ardından yeni ekonomik kararların hayata geçirilmesiyle ilgili olduğuydu. Bu doğru mu?
Hayır. Doğu Avrupa’nın, sosyalist ülkelerin çözülüşünün ardından biz çok zorlu bir dönem yaşadık bu, gerçek. Bu çözülme bizi öyle bir duruma soktu ki, gayrisafi milli hasılamızın yüzde 35’i bir anda ortadan kalktı, yani bir günden diğerine... Bu korkunç bir durumdu. Müthiş zorlu sorunlarla, daha önce aklımıza bile gelmeyecek sorunlarla bir anda yüz yüze kaldık. Petrol girdimiz mesela, anında kesiliverdi. Hiç alışık olmadığımız elektrik kesintileri gündeme geldi. Birdenbire -kelimenin tam anlamıyla- karanlıkta kaldık!

Ama bu durum bizi aynı zamanda kendimize getirdi de diyebiliriz. Yani örneğin, elektriksiz de yapılabileceğini kendi kendimize kanıtladık. Fakat şaka bir yana, tabii ki oldukça ciddi zorluklarla karşı karşıya kaldık. İşte bu yıllarda ABD yönetimi Küba Devrimi’nin de sonunun geldiğini zannetti. Avrupa’daki sosyalist ülkeler çözüldüğüne göre Küba da fazla direnemez diye düşündüler. Ancak Küba halkı direndi. Büyük yoksunluklara rağmen. En basit insani ihtiyaçlardan, örneğin gıda ürünlerinin pek çoğundan ya da sabun, şampuan gibi temizlik ürünlerinden yoksun kalmasına karşın dayandı.

Tabii parlamento da bu yıllarda sürekli olarak bu yoksunluklara çözüm yolları aramakla meşguldü. Sürekli öneriler, görüşler üretiliyordu ve bunlar tartışılmak üzere insanlara, halka götürülüyordu. Bu yıllarda beş milyondan fazla insanın bu çözüm tartışmalarına katıldığı kayıtlara geçmiştir. Bu nedenle de parlamentomuz bu yıllardaki yoğun ve fedakarane çalışmasıyla, “işçilerin parlamentosu” adını hak etti. Bu yıllardaki müzakarelerin, tartışmaların tamamı milletvekilleri tarafından ülkenin en ücra köşelerine kadar taşınmıştır. İşte sözünü ettiğiniz yeni ekonomik kararlar böyle bir sürecin sonucunda ortaya çıkmıştır böyle bir çalışmanın ürünüdür. Milletvekillerinin bölgelerden topladıkları görüşler, tepkiler, öneriler ulusal meclis genel kurullarında ele alınmış, tartışılmış ve kararlar buna göre şekillenmiştir.

İki ayrı para birimi sistemi de bu sıralarda kabul edilmişti sanırım?
Evet. Bu görüşmeler sonucunda alınan kararlardan birisi de ülkede dolar kullanımının yasallaştırılmasıydı. Tabii bu turizme verilen önceliklerde ilgili bir tedbir. Bunun yanı sıra özel sektöre de gelişme olanağı verildi. Tabii kişisel ve aile işletmeleri şekliyle sınırlı... Haliyle bu sorunlar başka sorunları da beraberinde getirdi. Karşılaşılan sorunların adım adım alınan tedbirlerle üstesinden gelinmeye çalışılırken bu kez de -işin doğası gereği- yeni sorunlarla tanışmaya başlanıldı.

Bu süreçte karşılaştığımız en büyük problem ABD’nin bu dönemi bir fırsat bilerek şiddetli bir saldırı başlatmasıydı. Adına “Helms Burton Yasası” denilen Küba’yla ilgili saldırgan bir yasayı Kongre’den geçirdiler. Küba’yı bir an önce çökertmek istiyorlardı. Yani buna benzer şekilde emperyalizm ne zaman bir fırsat yakaladığını düşünüp Küba’ya açık saldırıya geçse insanlarımız hemen buna tepki gösteriyor. Bu sürekli tehdit karşısında bir refleks halini aldı artık. İnsanlarımızın, Küba halkının kendi bağımsızlığına sahip çıkması artık geriye dönüşü olmayan bir kararlılıktır. Biz tam bağımsızlığı 1959 yılında elde ettik. O gün bu gündür Küba insanı, hükümetle aynı görüşte olmasa, uygulanan politikaları onaylamıyor olsa dahi, ülkenin bağımsızlığına karşı bir senaryo ortaya konulduğunda derhal tepki gösterir.

Ben de bu konuya gelecektim zaten. Halkın genelde hükümet politikalarıyla hemfikir olduğu konusunda nasıl bilgi sahibi oluyorsunuz? Aynı fikirde olmayanların oranı nedir? Bunlar kendilerini nasıl ifade ediyorlar? Seslerini nasıl duyuruyorlar?

Bence çoğunluk hemfikir...

Çoğunluk derken neyi kastediyorsunuz? Nasıl bir oran?
Yüzde 80’in üzerinde olduğunu söyleyebilirim. Aşırı iyimser görünmek istemem, fakat bunun altında olduğunu da sanmıyorum...

İzin verirseniz ben kendi gözlemlerimi de paylaşmak istiyorum. Tabii bunlar oldukça sınırlı gözlemler. Genellikle Havana’da ve tabii ki turistik sayılan bölgelerde insanlarla temasım oluyor. Ancak hemen hemen Küba’nın tamamını dolaştım diyebilirim ve pek çok değişik yerde pek çok farklı insanla tanışma, görüşme şansım da oldu bunun yanı sıra. Yine de doğal olarak gözlemlerimin büyük bir bölümü Havana merkezdeki deneyimlerimin sonucu. Buna göre, insanların çoğunluğu bana politikayla pek ilgileri yokmuş, sanki hükümet işlerinden pek haberdar değillermiş gibi geliyor. Pek çoğunun özellikle bu yeni ekonomik değişikliklerle ilgili hakları ve yapmak istedikleri işleri ne şekilde yürütecekleri konusundaki bilgileri sınırlı ve uzun dönemli plan yapma konusunda oldukça yetersizler. Kararların yorumlanması konusunda da zorlanıyorlar ve birilerinin kendileri için birşeyler yapması beklentisi içindeler. Bu, tekrar söyleyeyim, benim edinmekte olduğum izlenim...
Eh, ben de sizin gibi çıkıp dolaştığımda benzer bir izlenim ediniyorum doğrusunu isterseniz. Fakat bu çok normal. Dünyanın hemen her yerinde aynı şeylerle karşılaşırsınız. Küba’da da öyle. Ancak tabii şunu ayırt etmek gerekir: İnsanlar kendi yaşamlarıyla ilgili uygulanmakta olan ya da uygulanacak olan kararlarda kendi durumlarını tehlikeye sokacak bir şey gördüklerinde derhal harekete geçerler ya da harekete geçmeleri beklenir. Küba özelindeyse bu durum daha bir belirgindir. İnsanlar kendi aleyhlerinde ya da ülke aleyhinde olduğunu düşündükleri bir durum karşısında sessiz kalmazlar.

Sizin gözlem ve analizleriniz ne olursa olsun, Kübalıların her zaman akıllarında olan önemli bir sorun vardır ve bunu da zaten her fırsatta dile getirirler. O da, ABD’nin bize karşı insafsızca ve tüm uluslararası hukuk normlarını hiçe sayarak uygulamaya devam ettiği ekonomik ambargodur. Bu ambargo, hepimizin hayatını derinden etkiliyor. Bakın, bugün Küba nüfusunun çoğunluğunu artık 1959 devriminden sonra doğan kuşaklar oluşturmakta. Bu kuşakların bildiği en önemli şey vatandaşı oldukları ülkenin elli yıldır ağır bir ambargo altında yaşamakta olduğudur. Çünkü ambargo herkesin hayatını etkiliyor. Tabii ki bizim kendimize özgü, sürekli boğuşmakta olduğumuz çözümler aradığımız sorunlarımız da var. Ama bunları derinleştiren, çoğunun da kaynağı olan bu ambargo en temel sorunumuz. Kuşaklar bununla büyüyor.

Evet fakat bunun ötesinde ortada sanki bir kopukluk, bir ilgisizlik var. Devrim sonrası herhalde üçüncü kuşak artık sosyal ve politik hayatta söz sahibi olmaya başladı ki, bunların geçmişteki kölelik günlerinden pek haberleri yokmuş gibi görünüyor. Örneğin bugün genç bir Kübalı kadın, kadınların daha önce ne gibi sorunlarla boğuşmuş olduğunu biliyor mu? Ya da herhangi bir sınıf çelişkisi yaşamadan büyümekte olan gençliği ele alalım. Batı’daki veya Kuzey’deki toplumlarda keskin sınıf ayrılıklarının içerisinde büyümenin ne demek olduğu konusunda hiçbir fikirleri yok. Bambaşka bir dünya görüşüne sahipler. Kapitalist bir ülkede fakir olmanın ne demek olduğunu hayal bile edemiyorlar. Burada pek çok insanla görüşüyorum ve hemen hemen görüştüğüm herkes diğer ülkelerde yaşamakta olan herkesin çok zengin, bol paralı olduğunu düşünüyor. Küba, dünyanın pek çok diğer ülkesiyle karşılaştırıldığında oldukça mükemmel bir eğitim sistemine sahip. Son derece kaliteli, bilgili insanlar yetiştiriyor. Ama buna karşın bu insanların dünyanın diğer tarafındaki insanların yaşamakta olduğu koşullar konusunda edindikleri bilgi son derecede sınırlı, hemen hemen yok gibi. Kopukluktan kastım bu.
Bunun bir kopukluk olduğu konusunda bir yere kadar sizinle aynı görüşteyim. Sizin de tespit ettiğiniz gibi Küba eğitim sistemi toplum için bir şeyler yapmaya çalışan insanlar, örneğin doktorlar, öğretmenler, bilim adamları yetiştiriyor. Bunlar toplumun her bakımdan daha iyiye yönelmesi için ellerinden gelen gayreti gösteriyorlar. Bunlar çok genç idealist insanlar. Elbetteki gençlerin kapitalizm altında yaşama koşullarına yabancı olmaları dünyayı tanıyabilmeleri açısında büyük bir eksiklik. Bu gençlerden bazılarının anne ve/veya babaları yurtdışında çalışıyorlar. Bu nedenle de, tabii ki ailenin geliri buranın ölçülerinin oldukça üzerinde kalıyor.

Bakın ben size kendi yakınlarımdan bir örnek vereyim: İyi tanıdığım bir ailenin çocukları burada okumaya devam ediyor, ama anne, baba ve bir büyük kardeş dışarıda çalışmakta. Doğal olarak burada okumakta olan genç, onların kazancını buradaki ailelerin gelirleriyle karşılaştırdığında oldukça yanlış bir izlenime kapılıyor. Demek ki dışarıda hayat bu kadar iyi, kolay vs.. Ne zaman ki büyük kardeşi Küba’ya dönüp de dışarıdaki çalışma koşullarını ona anlatıyor, işte, iki işte birden, gündüzleri huzur evinde yaşlıların altını temizliyor, geceleri de bir lokantada çalışmak zorunda kalmış falan, buradaki genç tabii hayretler içerisinde kalıyor. “Yahu neden bu kadar fazla çalışmak zorundaydın ki, yeterince kazanamıyor muydun?” Ağabeyi, “Çok çalışmam gerekiyordu, çünkü ilk başta öte beri almak için kredi almıştım ve onu geri ödemek durumundaydım, orada para kazanmak senin zannettiğin gibi kolay değil” falan diye durumu anlatıyor. Tabii toplumumuzda gençler bu durumda olabiliyorlar. Ama öte yandan, şunu da söyleyebilirim: ABD’nin ambargosu gençlerin dış dünyayı daha iyi tanımasına da yardımcı oluyor bir bakıma. Bilmiyorum ABD’nin bize karşı yeni başlattığı saldırıdan haberiniz var mı? “Zunzuneo” deniyor...

Hayır duymadım. Açıklar mısınız lütfen?
Yüksek teknoloji ürünlerini kullanarak, işte şu geliştirilmiş cep telefonlarını falan kullanarak telekomünikasyon sistemimize sızıp kullanıcıların beynini bulandırmak falan. Fakat gençler buna uyandılar. Yani bu basit oyuna gelmediler. Bizim gençlerimiz gerçekten çok iyi eğitim alıyor. Neyin ne olduğunu hemen ayırdılar. Karşı inisiyatifi kendileri koydular. Diğer ülkelerde gençlerin böyle bir saldırıyla bir başlarına baş edebilmeleri hiç de kolay değil. Edilemedi de zaten... Fidel her zaman şunu der: Genç insanların eğitimindeki püf noktası, onlara kendi başlarına düşünmeyi öğretmektir. Onlara, “Biz böyle davranıyoruz sen de buna uy” demek eğitim değildir. “Bizim yapabileceğimiz onlara dünyada nelerin olup bittiğini olduğu gibi göstermektir. Gençler kendilerini nasıl savunacaklarını kendileri bilirler.” Ya da bunun gibi. Daha geçen gün, Küba’ya yönelik terör amaçlı girişimde bulunmak üzere olan ABD vatandaşı bazı kişilerin tutuklandığı açıklandı...

Bunu duymadım. Ne zaman oldu bu?
Çok yeni. Henüz önceki gün. Yani öyle herkesin sandığı gibi, bu saldırılar suikastlar 1960’ların meselesi falan değil. Hâlâ devam ediyorlar, hâlâ fırsat kolluyorlar. Bilmem anlatabiliyor muyum?

Evet, gayet güzel anlatıyorsunuz.
Dolayısıyla gençlerimiz tüm bunlardan haberdar ve bunlara karşı ne yapmak gerektiğini de kendileri buluyor, bu doğrultuda kararları da kendileri veriyorlar.

Aslında Küba’ya ilk ziyaretimde benim de merak ettiğim bir konuydu bu, yani gençler kendilerine yönelik tehditlerin farkında mı diye. Bugün ben de sizin gibi düşünmekteyim. Ama benim demin kastettiğim farklı bir şey. Aldıkları eğitim her ne denli mükemmel olsa da dış dünyadaki yaşam koşulları konusunda yeterli bilgiye sahip değiller. Bunun kendilerini korumakla bir ilgisi yok. Ayrıca önemli...
Tabii ki önemli, buna eminim. Bizlerin gayreti öncelikle eğitimi en mükemmel hale getirmek. Bir başka amaç da eğitimin insani değerlerin yeniden yerli yerine oturmasına hizmet etmesi. Bunun için ciddi çaba sarf ediliyor. Geçirdiğimiz zor dönemler nedeniyle açıkçası bu değerlerin bir bölümünü kaybetmiştik/unutmuştuk. Ama bu değerler orada yerinde duruyor. Bizlerin tüm yapması gereken bunları onarıp yerli yerine oturtmak.

Yeniden, “komiteler”in işlevine geri dönelim isterseniz: Bu komiteler aynı zamanda hükümetin yürütme işlerinde, bakanlıkların çalışmalarında etkili/müdahil olabiliyorlar mı?
Evet. Küba’da komitelerin görevi, yasama işlerindeki araştırma ve hazırlık safhalarının yanı sıra hükümeti de kontrol altında tutmaktır. Örneğin herhangi bir komite belirli bir konuda, kendi konusunda ilgili bakanlığın çalışmalarını izlemek durumundadır. Şu andaki durumda, biliyorsunuz partinin çeşitli konularda ana hatlarıyla ne düşündüğü ve önerdiği bellidir, komite bu prensiplere bağlı kalınıp kalınmadığını izlemektedir. İşte bu da komitenin temel görevlerinden birisidir. Çünkü ulusal meclis, biliyorsunuz, partinin prensiplerinin ne olması gerektiğini belirlemektedir. Dolayısıyla ulusal meclisin bu anlamdaki denetleme görevi de komiteler tarafından yürütülür...