Yükselen kur, düşen büyüme, Batıyla gerilim: Türkiye ekonomisi batıyor mu?

Türkiye ekonomisi büyük bir enkazı taşıyor. AKP iktidarının ve sermaye sınıfının işbirliğiyle talan ettiği kaynaklar, zayıflatılmış üretim altyapısı ve kadük edilmiş her tür potansiyel, telafisi çok güç bir ekonomik çöküş olasılığına uzun zamandır işaret ediyor. Küçük suni teneffüsler ile batış olasılığı arasında bir 2017 yılı ülkeyi beklerken, üretici güçler de tahrip olmaya devam edecek gibi…

Adile Kaya

Türkiye ekonomisi 2012-2016 döneminde yüzde 3 civarına gerileyen büyüme oranı, zayıf dış talep ve hormonlu iç taleple son 5 yılı reel anlamda gerileyerek geçirdi. Üç milyonluk Suriyeli mülteciyle birlikte nüfus artış hızı, üretkenlikteki ve istihdam yaratma kapasitesindeki gerileme gibi etkenlerle birlikte düşünüldüğünde “yerinde sayma” nitelemesinin iyimser kalacağı, belirgin bir geriye gidişten söz etmek mümkün. Dünyadaki gelişmeler ve bölgesel gerilimlerin de beslediği tabloyu sürdürülebilir kılan geçici ve “yangın söndürücü” olarak nitelenebilecek kimi gelişmeler oldu: Suriyeli mültecilerle yaratılan yeni ucuz işgücü havuzu, emtia fiyatlarındaki düşüşün cari açığı azaltması ve dış kaynak ihtiyacını göreli olarak düşürmesi, yaratılan tek seferlik ek kaynaklar vb.

Türkiye ekonomisinin yüzde 5 ve üzerinde büyüdüğü 2000’li yıllarda da emekçi yığınlar ve işçi sınıfı açısından refah yaratmadığı, reel ücretler gerilerken borçlanma olanaklarındaki artışla sanal bir refah hissinin yaratıldığı da ortada. 2000’li yıllarda yapılan tercihlerin bugünün ekonomik tablosunu daha ağırlaştıran, yapısal tıkanıklığın aşılmasını güçleştiren sonuçlar yarattığı da…

DIŞ TALEP ZAYIF, İÇ TALEP HORMONLU

Toplam milli gelirin (GSYH) yüzde 15-16’sını oluştursa da katma değer katkısı, istihdam yaratma kapasitesi ve ileri-geri bağlantılarıyla ekonomiyi uyarma gücü yüksek olan imalat sanayi, zayıf dış talep (ihracat) ve borçlanma olanaklarıyla kamu harcamalarının salınımına göre iniş-çıkışlı seyreden iç talebe bağlı olarak yüzde 3-4’lük üretim artışına takılmış durumda. 2016’nın ilk 9 ayında bu performans da sağlanamamış, imalat sanayi üretimi yüzde 2’ye yakın azalmış görünüyor.

İmalat sanayi üretiminin yine son yıllarda esas olarak iki temel sektör çekişli büyüdüğü de saptanmalı. İnşaat sektörü ve otomotiv sektörüne bağımlı bir imalat sanayi yapısından ve büyümeden söz etmek mümkün. Otomotiv sektörü ağırlıklı olarak Avrupa talebine dayalı büyüyor; etrafındaki sektörler ve doğrudan Avrupa otomotiv ana sanayiine hizmet eden otomotiv yan sanayi ve ilişkili metal, plastik parça yapımı faaliyeti de eklenmeli. İmalat sanayinin mevcut yapısıyla dörtte birini bu eksendeki sektörler oluşturuyor. Benzer şekilde imalat sanayinin üçte biri de inşaat ve etrafındaki faaliyetleri besliyor. Çimento, inşaat demiri, diğer yapı malzemeleri, bina tefrişatına yönelik malzemeler (mobilya, beyaz eşya, ev teksitili vb.). Krediler ve kamu politikaları yoluyla (teşvikler, kamu inşaat harcmaları, vergi kolaylıkları vb) otomotiv ve konut talebinin uyarılması, Avrupa’da kriz sonrası kısmi toparlanma gösteren araç talebi gibi etkenlere sıkışmış bir imalat sanayi yapısından söz etmek mümkün.

MESELE DOLAR KURU MU?

İmalat sanayiinin mevcut yapısı, dünya ticaretine yeni bir açılımla, yeni pazarlar ya da yeni ürün gruplarıyla dahil olmaya izin vermiyor. Dünya ticaretinde ağırlığı hızlı artan makine, otomotiv, havacılık ekipmanları, elektronik gibi sektörlerde Türkiye’nin üretim kapasitesi ya da ürün gamı konusunda sıkıntıları var. Yeni yatırım yapmadan bu alanlarda hamle yapılması güç. Yaz ortasından itibaren yapılan düzenlemelerle getirilen teşvikler bu alanlarda yatırımı özendirmeyi hedeflese de siyasi belirsizlikler ve kaynak sıkıntıları, sermayenin “gönülsüzlüğü” hızlı bir dönüşümü olanaksız kılıyor.

Türkiye’nin kapitalizm koşulları altında bir tür Güney Kore modeli “yoğunlaşma” ve tabi buna eşlik eden ağır bir emek sömürüsü dönemi geçirmeden imalat sanayiinde rekabet gücünü artırmaya yönelik teknoloji içeriğinin yükseltilmesi, üretkenliğin artırılması, dış talebi artırarak büyümeyi uyarması mümkün görünmüyor.

Kaynak sorunu baki olmakla birlikte Türkiye kapitalizmi açısından buna ek olarak “akıl” ve “sermayenin hevesli olması” gibi iki ek sorun daha bulunuyor.

Dünyadaki gelişmelerle birlikte Türkiye’nin önünde bir ekonomik çöküş mü bulunuyor sorusuna, güncel gelişmeler ve makroekonomik dalgalanmalar bir yana yukarıdaki çerçeveyle birlikte yanıt aramak daha sağlıklı görünüyor.

YENİ DÜNYANIN KOORDİNATLARI VE TÜRKİYE EKONOMİSİ

“Trump ile birlikte emperyalist-kapitalist sistemde köklü koordinat değişikliği olur mu” bir soru. Kriz sonrası yön arayışının süreceği olgusu, ABD emperyalizminin özellikle ekonomik güç kaybına yanıt verme çabası, artan emperyalist-kapitalist sistem içi rekabet... Bunların hepsi birer risk kaynağı.

Trump ile bir üslup değişikliği olduğu, yumuşayarak bunun korunmaya çalışılacağı söylenebilir ancak ABD emperyalizminin hareket alanını genişletici bir gelişmenin ufukta görünmediği açık. Keza AB cephesinde de ABD’nin ekonomik güç kaybından Almanya’nın yeni fırsatlar devşirmeye çalışması, ABD’nin rövanş almaya çalışmaya yönelik hamleleri salınımının devam etmesi öngörülebilir. Emperyalizmin bütüncül olarak nitelenebilecek çıkışsızlığı ciddiye alınıyorsa.

ABD’nin faiz yükseltme kararı alması, daha fazla sermaye çekmeye çalışması, yerli üretimi artırmayı zorlaması gibi girişimler Türkiye gibi ülkelere kaynak girişinde dalgalanmalara yol açar, değerlenen dolar yine ithalat ve finansman bağımlısı ülkelerin kırılganlığını artırır. Ancak ABD’nin bu eksende arkasında çeşitli yıkımlar yaratarak yol alma lüksü olduğunu varsaymak ne kadar doğru, tartışmalı. Değerli dolar aynı zamanda ABD’nin daha fazla Çin ve Alman malına boğulmasına yol açıyor ve rakiplerine can veriyor. AB ekonomisi de hem iç eşitsizlikler ve yarılmalar hem de en büyük rakiplerine pazar olarak muhtaç olmakla malûl.

TÜRKİYE BATAN BİR GEMİ Mİ?

Türkiye ekonomisi son 4-5 yılın çalkantılarını global ya da bölgesel kimi can simitleriyle hafifletti. Emtia fiyatlarındaki düşüş, Suriyeli mültecilerin işgücü maliyetlerini düşürmeyi sağlaması, Rusya’nın ekonomik ve siyasi tablosunun bu ülkeye gidebilecek sermayenin/sıcak paranın bir bölümünü Türkiye’ye yönlendirmesi vb.

2017’ye bakıldığında da emtia fiyatlarında beklenenden hızlı bir artış, dünyada dolaşan serseri paranın Türkiye benzeri ülkelerden hızlı kaçması, Avrupa talebinde beklentilerin ötesinde bir gerileme gibi gelişmeler ekonomide büyük bir çöküşe yol açabilir. Ancak emtia fiyatlarının benzer seviyelerde seyretmesi, ABD’nin Trump’a ya da Trump’ın ABD “kurulu düzen”ine yeniden uyumu, AB’nin ve euro’nun dağılması vb gündemler arasında radikal kararlar alma inisiyatifinin olmaması, sıcak paranın bildiği istikrarsızlıkları tercih etmesi gibi gelişmeler geminin ya da trenin sallanmaya devam etmesini de sağlayabilir.