Sağlıklı beslenme işçiler için imkansız

Halk sağlığı uzmanı Akif Akalın'la sağlıklı beslenme ve emekçileri konuştuk... Akalın, "Kapitalist toplumlarda sağlıklı beslenmenin yalnızca toplumun elitleri için bir ayrıcalık olabileceğini söyleyebiliriz. Bunu bir ölçüde emeğin daha yüksek gelirli kesimlerine de genişletebilirsiniz fakat asla bütününe yayamazsınız" diyor.

Nevzat Evrim Önal

Halk sağlığı uzmanı Akif Akalın'la "sağlıklı beslenme" üzerine dün başladığımız sohbete bugün devam ediyoruz.

Bu konuda sıklıkla tekrarlanan vurgulardan biri de yemeklerin evde ve taze malzemelerle pişirilmesinin, fast-food'dan uzak durulmasının önemi. Peki, bu, tüm yetişkinlerin çalıştığı bir ailede ne kadar mümkün?

Öncelikle fast-food tarzı beslenmenin, beslenmenin en sağlıksız biçimi olduğunu ve günümüzün başta gelen sağlık sorunlarının tümünün, kanserlerin ve kronik hastalıkların, bir şekilde bu beslenme tarzıyla ilişkili olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bu tür konulara Türkiye’den bakıldığında sorunlar bazen net olarak anlaşılamayabiliyor.

Fast-food Türkiye’ye ileri kapitalist ülkelerden yaklaşık 30-40 yıl sonra girmeye başladı ve Türkiye’nin kendisine özgü dinamikleri nedeniyle, ithal ettiğimiz ülkelerdekilerden farklı bir zemine yerleşti. Başta ABD olmak üzere bütün ileri kapitalist ülkelerde fast-food, yalnızca “hızlı-gıda” değil, aynı zamanda yiyebileceğiniz en ucuz doyurucu öğün anlamına geliyor. Evde hazırladığınız yemekten dahi ucuz!

Oysa fast-food Türkiye’ye ilk girdiğinde fiyatları, değil mutfağınızda hazırladığınız, ortalama bir lokantada yiyebileceğiniz doyurucu bir öğünün dahi çok üzerindeydi. Bugün bile fast-food fiyatları çok ucuzlamasına rağmen hala ABD’deki kadar düşük sayılmaz.

Bu açıdan bakıldığında fast-food, ileri kapitalist ülkelerde emeğin kendisini yeniden üretme maliyetinin ciddi olarak aşağıya çekilmesine hizmet ederken, Türkiye’de aynı işlevi yerine getirebildiğini söylemek zor. Türkiye’de fast-food tarzı beslenmenin daha çok “hızlı-yemek” işleviyle öne çıktığını söylemek mümkün.

Bu nedenle ABD gibi ülkelerde esasen eğitim düzeyi düşük kol emeğinin beslenmesinde önemli bir yer tutan fast-food, ülkemizde emekçilerin daha eğitimli ve göreli yüksek gelirli kesimlerinin diyetinde ağırlık oluşturuyor. Bu anlamda ironik de olsa asgari ücretli bir emekçiyi bütün öğle yemeklerini hamburger zincirlerinde yiyebilecek kadar kazanamadığı için “şanslı” kabul edebiliriz.

Bu gelişmelerde kuşkusuz sanayileşme ve dolayısıyla şehirleşmenin büyük rolü var, fakat yine bunu bağlamından kopartarak sadece sanayileşmeyle sınırlarsak, resmin bütününü göremeyiz. Burada aslında sanayileşmeden değil, zamanın para anlamına geldiği kapitalist üretim tarzından bahsediyoruz.

Charlie Chaplin’in Modern Zamanlar filminde sermayenin emekçinin yemek zamanından tasarruf etmek için neler yapabileceğini hicveden bir bölüm vardır. Aslında fast-food sözcüğün tam anlamıyla bu filmde gördüğümüz yemek molasının rasyonalize edildiği sahnelere karşılık geliyor.

Oysa sanayileşmenin ve şehirleşmenin sorunlarına başka yanıtlar da vermek mümkün. Örneğin Sovyetler Birliği’nin hızla sanayileştiği ve şehirleştiği 1930’lu yıllarda, işyerleri ve okullar başta olmak üzere insanların toplu halde bulunduğu bütün yerlerde öğle yemekleri verildiğini, ayrıca “Semt Mutfakları” açılarak, evlerinde yemek yapmaya zamanları olmayan insanların, günde üç öğün yemek çıkartılarak, sağlıklı beslenmesinin sağlandığını biliyoruz.

Bu pratikler daha sonra yalnızca diğer sosyalist ülkeler tarafından benimsenmedi, aynı zamanda birçok kapitalist batı Avrupa ülkesinde emekçiler işyerlerinde öğle yemeği talep ettiler ve bunu bir hak olarak kazandılar. Ülkemizde de birçok büyük kamu ve özel işletmesinde örneklerini gördüğümüz bu tür uygulamalar, sosyalizmin çözülmesi ve işçi sınıfı hareketinin gerilemeye başlamasıyla yok olmaya başladı.

Peki hocam, ben bütün bunlardan biraz da şunu anlıyorum: Sağlıklı beslenme pahalı ve vakit alıyor. Yeni yılda da haftada 45-50 saat çalışan asgari ücretli bin 404 lira net ücret alacakmış. O zaman sıradan insan nasıl sağlıklı beslenecek?

Bu yıl asgari ücret tartışmaları sırasında bir rakam da TÜİK’den geldi, fakat kamuoyunda çok tartışılmadı. Açıkçası ben TÜİK’in çalışmalarını çok güvenilir bulmuyorum fakat Asgari Ücret Tespit Komisyonu’na ilettiği “aylık net yaşam maliyeti” rakamlarının gerçekleri yansıttığını düşünüyorum.

Asgari ücret, bir işçinin kendisini yeniden üretebilmek için, diğer bir deyişle ertesi gün sermayedarın kârı için çalışmak üzere işine gelebilmesi için gerekli ücreti tarif eder. Bilindiği gibi kapitalist toplumlarda kârın kaynağı artık değer sömürüsüdür. Bu nedenle kapitalist, işçisinin hayatta kalabilmesi için gerekli olan bu ücreti ödemek zorundadır, aksi halde kendi bacağına kurşun sıkmış olur.

Kuşkusuz aylık net yaşam maliyetinin en önemli bileşenlerinden biri beslenme maliyetidir. Fakat bu hesaplamada sağlıklı beslenme için tanımladığımız yeterlilik ve dengelilik unsurlarından yalnızca “yeterlilik” unsurunun dikkate alındığını görüyoruz. Yani sadece işçinin gereksindiği kalori hesaplanıyor, bunun “dengeli” biçimde sağlanması dikkate alınmıyor.

Nitekim TÜİK, asgari ücret tespit komisyonuna ağır, orta ve hafif işler için üç farklı rakam verdi. Komisyon ise asgari ücreti hafif işlerde çalışan bir işçinin aylık net yaşam maliyeti rakamının çok az üzerinde tespit etti. Bu işler işçinin çalışabilmek için en az kaloriye (kadınlar için 2 bin, erkekler için 2.500 kalori kadar) gereksinim duyduğu işlerdir.

Ülkemizde emeğin kendisini yeniden üretme maliyeti esas olarak ekmek ve şeker üzerinden kontrol edilir. Bu ürünler üzerinde çok katı bir devlet denetimi olup, uluslararası fiyat dalgalanmalarına karşı tedbirler alınır ve fiyatlarının göreli istikrarlı bir düzeyde korunmasına özen gösterilir. Ekmek ve şeker temelli bir beslenme kesinlikle sağlıklı değildir, fakat işçinin ertesi gün işinin başında olmasına ve hayatta kalması için yeterlidir.

Sonuç olarak ben Türkiye işçi sınıfının mevcut koşullarda sağlıklı beslenmesinin imkânsız olduğunu düşünüyorum. Zira mevcut ücret düzeyinde ancak ölmemesine yetecek kadar besin alabilir.

O halde son sorum şu olacak hocam: "Sağlıklı beslenme" yalnızca yüksek gelirli insanların erişebileceği bir lüks müdür?

Kapitalist toplumlarda sağlıklı beslenmenin yalnızca toplumun elitleri için bir ayrıcalık olabileceğini söyleyebiliriz. Bunu bir ölçüde emeğin daha yüksek gelirli kesimlerine de genişletebilirsiniz fakat asla bütününe yayamazsınız. Et, süt, yumurta ve balık gibi hayvansal protein kaynaklarının fiyatı ortada, asgari ücret ortada. Bu koşullarda insanlar enerji gereksinimlerinin yüzde 15’ini proteinden karşılasın demek, Marie Antoinette’in “ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler” demesine benzer.

Bugün ileri kapitalist ülkelerde salgın halini almış olan çocukluk çağı obezitesi, sağlıksız beslenmenin sonucudur ve neredeyse tamamen emekçi ve yoksul kesimlerin çocuklarının hastalığıdır. Dahası ABD ve İngiltere gibi ileri kapitalist ülkelerde zenginlerin, yoksullardan ortalama 9-10 yıl daha uzun yaşadıklarını biliyoruz. Bunun ne kadarı sağlıklı beslenmeye atfedilebilir bilemiyorum, fakat bu ülkelerin ölüm kalıplarına bakıldığında, beslenmeyle yakından ilişkili hastalıklar ölüm nedenleri arasında ilk sıralarda yer aldığına göre, sağlıklı beslenemeyen emekçilerin yaşamından kaç yılın çalındığını kestirebilmek mümkün olsa gerek.

Türkiye gibi geç sanayileşmiş toplumlar, bugün ileri kapitalist ülkelerde gördüğümüz sağlık sorunlarını, sanayileşme düzeylerine göre 30-40 yıllık bir gecikmeyle yaşamaktadır. O halde Türkiye’de kapitalist düzenin sürmesi halinde, bizde de önümüzdeki 10-20 yıllık süreçte çocukluk çağı obezitesinin salgın halini alacağını kestirmek kehanet olmayacaktır.

Değerli Akif Hocam, çok aydınlatıcı bir sohbet oldu ve bu konuda duymaya alışık olmadığımız şeyler söylediniz. Bize vakit ayırıp sorularımızı yanıtladığınız için çok teşekkür ederiz.