İşçi sınıfına büyük saldırının 40. yılı: 24 Ocak kararları...

24 Ocak 1980 Kararları, Türkiye'de emekçilere yönelik en kapsamlı saldırı planı olarak tarihe geçti. İşçi sınıfının örgütlü, solun güçlü olduğu Türkiye'de hayata geçirilemeyen 24 Ocak Kararları'nın uygulanması için 12 Eylül askeri darbesi gerçekleştirildi. 24 Ocak ve 12 Eylül'ün açtığı yolda ilerleyen AKP ise, emekçilere yönelik saldırıyı yeni bir boyuta taşıyarak 24 Ocak ve…

soL - Arşiv

24 Ocak 1980’de Adalet Partisi azınlık hükümetinin Başbakan’ı Süleyman Demirel'in Başbakanlık Müsteşarı ve Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşar Vekili olarak atadığı Turgut Özal tarafından açıklanan 24 Ocak Kararlarının üzerinden 40 yıl geçti.

O dönem “ekonomik hayatın yeniden düzenlenmesi” olarak sunulan bu kararlar Türkiye'de emekçilere dönük büyük bir saldırı anlamına geliyordu ve sonrasında gerçekleşen 12 Eylül darbesinin de maddi zeminini teşkil ediyordu. Aradan geçen 40 yılın ardından ise 24 Ocak kararlarıyla atılan adımlar AKP eliyle mantıki sonucuna ulaştırılmış durumda.

12 Eylül darbesi sonrasında kesintisiz biçimde uygulamaya konulan 24 Ocak Kararları,1978’de IMF, Dünya Bankası ve OECD gibi uluslararası sermaye örgütlerinin Türkiye’den taleplerini formüle ediyordu. Kararlar Türkiye’yi uluslararası sermayeye açarken, yerli sermayeyi de 'piyasa serbestliği' adına, emeğe karşı güçlendirilmeyi amaçlıyordu.

PATRONLARIN MUTLU GÜNÜ 
O dönem uluslararası sermaye örgütlerinin Türkiye’den talepleri, “KİT’lerin sübvanse edilmesine son verilmesi, reel ücretlerin düşürülmesi, sıkı para politikalarıyla enflasyonun kontrol altına alınması, devalüasyon yapılarak ihracata yönelik bir birikim modelinin önünün açılması, yatırıma ayrılan kaynakların azaltılarak büyüme hızının aşağı çekilmesi” olarak sıralanırken, bu talepler 24 Ocak Kararlarına, “Ekonominin liberalizasyonu adına ithalat kotaların adım adım kaldırılması, ağır sanayi ve temel mallara dönük kamu yatırımlarının giderek tasfiyesi, temel mallar üzerindeki sübvansiyonların kaldırılması, yerli ve yabancı sermaye yatırımlarının teşvik edilmesi, kâr transferinin kolaylaştırılması, Kamu İktisadi Teşekküleri’nin özelleştirilmesinin hedeflenmesi, iç talebin daraltılması, dış ticaretin serbestleşmesi” olarak tercüme ediliyordu.

Hayata geçirilen bu program IMF’nin 1970’li yıllarda az gelişmiş ülkelere yönelik geliştirdiği standart istikrar politikalarının ve Dünya Bankası tarafından geliştirilmiş yapısal uyum politikalarının içerisindeki tüm unsurlarını taşıyordu. 

24 OCAK DEMEK 12 EYLÜL DEMEK

24 Ocak Kararları öncesi başta TÜSİAD olmak üzere sermaye örgütleri Ecevit hükümetinin devrilmesini hızlandırmak adına faaliyetlerde bulunmuş, o dönem TÜSİAD’ın gazetelerde başlattığı ilan kampanyası hükümetin devrilmesini hızlandıran gelişmelerden biri olmuştu. Ancak Ecevit'in devrilmesi, Demirel'in iktidara getirilmesi ve ardından 24 Ocak Kararlarının açıklanması da sermaye sınıfı için yeterli olmadı. Bu kararların hayata geçirilmesi için işçi sınıfının direncinin kırılması gerekiyordu.12 Eylül darbesi işte bu "ihtiyacı" karşılamak için gerçekleştirildi.

Türkiye sermayesinin yardımına yetişen Kenan Evren ordunun iktidarı almasının ardından yaptığı ilk konuşmasında memleketteki "yüksek" işçi ücretlerinden yakınıyor, darbe sonrasında, kitlesel olarak işçi ve emekçi sınıfların örgütlendiği birlikler, siyasal parti, dernek ve sendikalar kapatılırken TÜSİAD’a "kamu yararına çalışan dernek" statüsü veriliyordu.

24 Ocak Kararları açıklanmadan önce Turgut Özal, Genelkurmaya giderek 24 Ocak Kararlarının ortaya koyduğu program hakkında bir brifing dahi vermiş, Kenan Evren ise programı çok beğendiğini ve desteklediğini söylemişti. Daha sonra Turgut Özal cunta hükümetinin Ekonomi İşlerinden Sorumlu Bakanı oldu. Darbe sonrasında oluşturulan anayasa ile serbest piyasa yönünde atılan adımlar hız kazanırken, kanun hükmünde kararnamelerle hükümete bu yönde sınırsız yetki tanınıyordu. 

BU ADIM NELER GETİRDİ?

24 Ocak Kararları 12 Eylül faşizminin uygulamaları ile bir paket oluşturduğundan sadece ekonomik değil, siyasal, toplumsal, kültürel dönüşüm açısından da önemli sonuçlar doğurdu. İhracat özendirildiğinden yerli mallar dış piyasada ucuzlatıldı. İhracata dayalı birikim rejimine geçilirken, ihracata yönelik teşvikler de artırılıyordu. Tüm bunların sonucunda Türkiye'nin bu dönemde tanıştığı "hayali ihracat"tan oluşan bir ihracat ve ithalat patlaması yaşandı. Dış borç 1981’de 16,5 milyar dolar iken 1990’da 49 milyar dolara çıktı.

Ekonomi alanında gitgide bağımlılık arttı. Özellikle iç talebin kısılması sonucunda ithal malların pahalı hale gelmesi, reel ücretlerin geriletilmesi, 4 yıl boyunca grev, toplu sözleşme ve sendikal faaliyetlerinin yasaklanması, DİSK’in kapatılması kararıyla bütünleştiğinde işçi, emekçi sınıflar sermaye karşısında siyasal olarak zayıflatıldı.

24 OCAK'TAN AKP'ye
Ancak 12 Eylül darbesinin solu ve emekçi sınıfları baskı altına almasıyla uygulanabilen 24 Ocak Kararları Türkiye’de sermaye sınıfının yeniden yapılanmasını sağladı, solun siyasal etkisinin zayıflamasına neden oldu.

Sağın ise ideolojik, siyasal bağları bu süreçte korundu, desteklendi. 12 Eylül darbesi ve onun iktisadi programı olan 24 Ocak Kararları'yla yaratılması hedeflenen Türkiye, vahşi piyasacılığın hüküm sürdüğü, emekçi sınıfların örgütlülüğünün dağıtıldığı, sömürüyü artıran kuralsız çalışma biçimlerinin yaygınlaştırıldığı, tüketimciliğin körüklendiği ve kamuculuk adına ne varsa tasfiye edildiği bir ülkeydi.

24 Ocak ve 12 Eylül'le girilen bu doğrultunun görülmemiş bir hıza ve hacme ulaştığı dönem, AKP'nin iktidarda bulunduğu yıllar oldu.

AKP iktidarı, 24 Ocak ve 12 Eylül'ün açtığı yolu patronlar için "en iyi" şekilde değerlendirirken, emekçilerin geriye kalan tüm haklarına bu dönemde göz dikildi ve birçok kazanılmış hak elinden alındı.