İki yoldaştık! Bu kadar basit...

Tunç Tatoğlu, 15 yıl önce, 2 Temmuz 2003'te kaybettiğimiz yoldaşına, soL yazarı Uğur Uluocak'a bir mektup yazdı. Seçimlerin ardından ülkenin değişen manzarasını anlatırken değişmeyenleri de anlattı: Artık başkanlık sistemi var, baraj var, ittifaklar var vs. Ya çok karmaşık anlayacağın. Ama hala bizimkiler için olay basit: İki sınıf hala var, ücretli kölelik düzenini sosyalist devrim ile…

Tunç Tatoğlu

Sana çok ihtiyacım vardı bugünlerde sevgili dostum. Günlerdir bir matematik hesapları sardı ortalığı görme gitsin. Olay en karmaşık havuz problemlerini bile gölgede bırakıp öyle bir hal aldı ki, senin anlama ve çözme inadını özledim. Düşünsene hiçbir sayı gerçek değil, bütün değişkenler hileli, hiçbir denklem bağımsız değil ve bir ülke olarak herkes umudunu problemin açıklanacak çözümüne bağlamış. Neden mi söz ediyorum? Doğru, on beş yıldır yoksun omuz başımda, alışamadım, hala bıraktığımız yerden devam ediyorum konuşmaya... Seçimlerden söz ediyorum kuzum. Artık başkanlık sistemi var, baraj var, ittifaklar var vs. Ya çok karmaşık anlayacağın. Ama hala bizimkiler için olay basit: İki sınıf hala var, ücretli kölelik düzenini sosyalist devrim ile sonlandıracağımız kesin ve güçlü bir parti için tüm gücümüzle uğraşıyoruz.

Evet hala uğraşıyoruz... Müstehzi gülümsemeni ne yapacağını söylerdim ama gençler var izleyen. Neyse, hala sağcılaşan bir sosyal demokrasi geleneği var bir de buna sol'un dönüşebilir kısımlarını emerek jöleleştiren, merkezinde Kürt ulusal hareketinin durduğu yeni nesil bir sosyal demokrasi  hareketi eklendi. Merkez sağ ve faşist hareket de kendine göre çeşitleniyor. Ama sonuç aynı, hala iki sınıf var. Ne yapılırsa yapılsın bütün çelişkiler bu esas çelişkinin çözümüne bağlı olmaya devam ediyor. Uğur'a anlatır gibi anlatıyorum ki genç yoldaşlarımızın kafası karışmasın. Şaka şaka, benim güzel gülüşlü kardeşim, sen bunların allahını bilirsin. Ama bir şeyi daha iyi bilirsin netleşme ile indirgemecilik aynı şey değildir. Yani her şeyin çözümü devrimden sonra, hade evlere dağılın demedik hiçbir zaman. Bahsettiğimiz şey politik bir pusula.

Eski bir metafor vardı: "Denizin içinde balık olmak lazım." Ne düşük bir yaratıcılığımız varmış bir zamanlar düşün. Sonra bir arkadaşım bana "Yahu balık olmaya çıktık deniz olduk karıştık" dedi. Verdiği örnek de, halka karışmak ve balık rolünde mahalle çalışması yaparken kahvehaneye gide gele çok iyi okey öğrenmiş ama kimseyi örgütleyememiş. Şimdilerde balık azaldı diyeceğim, iyimser bir saptama olacak. Aslında deniz bitti. Denizin bittiğini gören solcuların bir kısmı kendilerini yapay göletlere attılar. (Bak metafor dediğin böyle olur).

Hatırlar mısın? Duyardık da inanmazdık, efendim ne oteller ve şirketler varmış sol örgütlerin elinde de becerikli birkaç çakma örgütçünün elinde kalmış vs. Olmaz derdik, fazla komplocu dedikodular bunlar diye düşünürdük. Değilmiş... Meğerse sol örgütçülük bayağı garantili bir kariyer planlamasının okuluymuş. Çalışkan isen mutlaka bir yolunu buluyormuşsun. 

Hep saftın Uğur'cuğum. Çok kurnaz zannederdin kendini ama tek kurnazlığın doksan kilometre ile araba kullanıp, yokuşlarda Ecevit vitesine atıp bir depo ile bin kilometre gitme becerisi idi. Yahu sen ne güzel adamdın da biz nasıl yapacaktık senin bu saflığınla devrimi? Bu seçimlerde bize oy verecek birkaç dostumuz dediler ki "Siz İnce'ye verin başkanlık seçimlerinde biz de size verelim." Hemen ince bir hesap yaptım (malum matematik çok önemli bugünlerde) 9 oya karşılık 2 oy. Tamam dedim ama diğer arkadaşım olmaz dedi. "Yahu verdim dersin" falan dedim. "Yok dedi, şimdi yalan söylersem bana nasıl inansınlar sonra, oğluma ne öğreteceğim sonra" dedi... Gitti dokuz oy anlayacağın pisipisine. Sen de mi aynısını yapardın? Niye anlatamıyorum size, şu iktidarı alalım da nasıl alabiliyorsak alalım. Sonra bakarız. Efendim? Tamam anladık yine aynı masallar "zirveye çıkmandan çok nasıl çıktığın önemlidir..." Dağcılık öğrettiğin gençlere ilk önce bunu öğretirdin bir marifetmiş gibi. Tamam yahu, özledim sana takılmayı, hemen asma yüzünü.  Gözlerinin çizgiden ibaret olacağı bir haber vereyim sana. Kardeşin Ufuk mesaj attı seçimden sonra "Annem ve ben size oy verdik" diye. Nasıl mutlu oldum anlatamam.

Canım yoldaşım,

Hep böyle başlıyorum mektuplarıma biliyorsun. Temmuz yaklaştıkça içimdeki kasveti dağıtmak, bu sefer yazarken ağlamayacağım sözümü tutmak için. Buraya kadar iyiydi. Kütüphanemdeki, buzdolabının üzerindeki resimlerine baktıkça fotoğraflardaki o anları hatırlamaya çalışıyorum. Aslında hatırlamaktan çok keyfimi yerine getirecek bir hikaye yazıyorum. Seni anlatırken de yazıyor olabilirim. Ne fark eder? İşin özü aynı. İki sınıf vardır. Biz iki kardeştik ve yoldaştık. Biz sınıfımızı reddedip yanında mücadele edeceğimiz sınıfımızı seçmiştik. Birlikte göremeyeceğimiz belki o günü ama ben sana her sene yazacağım, habersiz bırakmayacağım. Seni tanımamış genç yoldaşlarıma bizi anlatmaktan usanmayacağım...